Mustafa Suphi Vakfı Başkanı Kemal Atakan’ın Çin Halk Cumhuriyeti İzlenimleri

Mustafa Suphi Vakfının yayınladığı Politika Gazetesi’nden (Aralık 2024, Sayı 94) Alınmıştır
Çin Halk Cumhuriyeti’ne ilk defa gittim. Daha önce okuduklarım ve anlatılanları dinleme dışında çok fazla fikir sahibi değildim. Son yıllarda özellikle Canut Yayınevi tarafından yayınlanan kalın kalın kitapları ilgi ile okumuştum. Kitaplar ağırlıkla Çin Komünist Partisi Marksizm-Leninizm Enstitüsü ve Bilimler Akademisi hocalarının kaleme aldığı kitapların tercümesi idi. 1978 yılından itibaren ÇHC’de yaşanan reform sürecinin içeriğini anlatan, ÇKP’nin politik hattını aktaran, ÇHC ekonomisinin yaşanmışlıklarını, güncel durumunu ve perspektiflerini anlatan kitaplardı. En çok ilgimi çeken kitaplardan biri ise Sovyetler Birliği’nde Glasnost ve Perestroyka sürecinin öncesini ve o süreci ele alan ardından da Sovyetlerin dağılmasına yolaçan gelişmelerin incelendiği kitaplardı. Kitabı okurken Çin’li komünistlerin bu deneyden önemli sonuçlar çıkarma çabası içinde oldukları anlaşılıyordu. Ama iktidarda ÇKP olmasına ve Sosyalist bir toplum düzeni içinde yaşadıklarını anlatmalarına rağmen kafamda bin bir tane soru da oluşuyordu. “Sosyalist pazar ekonomisi” acaba gerçek yaşamda ne anlama geliyordu? Uluslararası tekellerin ülkede yatırım yapmaları nasıl sonuçlar doğuracaktı? Yılda 20, 30, 40 milyar dolar servet edinen yerli kapitalistleri sosyalizmin neresine koyacaktık? Pazar ekonomisi sosyalist dahi olsa artı değer sömürüsü ve toplumda bir yozlaşma yaratmayacak mıydı? Kısacası aklımda deli sorular…
ÇHC’e uçmadan kısa bir süre önce en son olarak “Belgelerle ÇKP’nin Dönüm Noktaları” kitabını, o da yetmedi, bu dönüşümü başlatan “Çağdaş Çin’in Mimarı Deng Xiaoping” kitabını devirdim. Bu arada ÇKP Genel Sekreteri ve ÇHC Devlet Başkanı Xi Jinping’in birkaç yıl önce okuduğum kitabına bir kez daha göz atıp internetten güncel konuşmalarını okudum. Kendime göre okumalar yapıp gittiğimde karşılaşacağım resim ile karşılaştırmayı tasarladım.
Kuşkusuz ki ne kadar objektif olmaya çalışsam da ciddi bir dezavantaja sahiptim. Yıllarca pro-Sovyet bir geleneğin taşıyıcısı ve SBKP’nin fikirleri ile yoğrulmuş bir insan olarak 70’li yıllarda Çin’in Afganistan’da SSCB’ye karşı ABD ile işbirliği içinde konum almasını, Kamboçya’daki duruşu, Afrika Ulusal Kurtuluş Hareketlerinin savaşımında Sovyet politikalarına karşı ABD ile aynı çizgide durmasını yaşamış biriydim. ÇKP çizgisini savunan “Maocular” tarafından “sosyal-faşist” olarak nitelendirilen, onlarla mücadelede defalarca ölümle burun buruna gelen, bir dizi arkadaşı onlar tara fından haince katledilen ve silahlı çatışmada yaralanan yoldaşları olan biriydim. Biz Sovyetler Birliği’ni Dünya Devrimci Süreci’nin merkezi olarak değerlendirirken ve Kabe’miz Moskova derken, dünya işçi sınıfının en büyük kazanımı olarak nitelendirdiğimiz bu devlete “sosyal-emperyalist” nitelemesini yakıştıran bir düşünce akımının çıkış yeriydi benim için Çin. 80’li yılların ikinci yarısında, Sovyetlerdeki Perestroyka sürecine eleştirel yaklaşan Almanya Demokratik Cumhuriyeti’nin öncü partisi ASBP’nin ÇKP ile ilişkilerde yumuşama ve ilişkileri geliştirme sürecine bizzat şahit olmuştum. Ama aynı dönemde ÇHC’de de Deng Xiaoping dönemi yaşanıyor ve bizim için akıl almaz reformlar gelişiyordu. Aramız da “bunlar yağmurdan kaçarken doluya tutulacaklar”, SSCB’yi “sosyal-emperyalist” olarak nitelendiren ÇHC, ABD emperyalizminin kucağının tam ortasına oturuyor değerlendirmeleri yapıyorduk.
Beijing’de Karl Marx’ın 200. doğum günü kutlamasına atfedilen uluslararası konferansa katılan -ki o konferansta ÇKP Genel Sekreteri Xi Jinping ana konuşmayı yapmıştı ve o konuşmayı dikkatle okumuştum- Alman Komünist Partisi yöneticisi bir yoldaşım konferans dönüşü bir vesileyle konuştuğumuzda ve kendisine ÇHC ziyareti konusunda izlenimlerini sorduğumda “ÇHC kapalı bir kutu, ÇKP’nin programı ve belgelerini ele alırsak çok olumlu sonuçlar doğurabilir ama bir dizi de çelişki görüyorum, işler tam tersine de gidebilir ve SSCB’ye benzer bir sonuçla da karşılaşabiliriz” diyerek tabiri caiz ise çok diplomatik ve yuvarlak bir cevap vermişti.
ÇHC’nin niteliği ve ÇKP’nin politikalarını son 15-20 yılda kendi aramızda da çok tartıştık. Kimi yoldaşlarımız “ÇHC sosyalist bir devlettir” düşüncesindeyken kimi yoldaşlarımız ise “Lenin emperyalizm tekellerdir demiştir, dolayısıyla ÇHC su katılmamış emperyalist bir devlettir” düşüncesini savunuyordu. Biz bu tartışmaların içinden tam olarak çıkamadık. Ben hiçbir zaman ÇHC emperyalisttir fikrine katılmadım. Bilinçli olarak kapitalist pazar ekonomisinin ögelerini barındıran bir politikayı izliyorlar ve bir kazaya uğramazsa ÇHC önümüzdeki on yıllarda sosyalizmin inşasını tamamlayacak ve dünyada büyük devrimci değişimlere yol açacak diye düşünüyordum ama buna da kendime, olamaya da bilir de gibi bir şerh koyuyordum. Bu rotanın nasıl gelişeceğinin tamamen ÇKP’nin politik çizgisinin kararlılığı ve içindeki güçler dengesinin belirleyeceğini ve hem olumlu hem de olumsuz anlamda her türlü sürprize hazır olmamız gerektiğini düşünüyordum. Son tahlilde ise ÇKP bizim kardeş partimizdir ve onlar gelişmiş sosyalizmi kuracağız diyorlarsa bunu veri almalıyız fikrine katılıyordum.
Sonuçta “tarihin tekerleği geri çevrilemez” düşüncesi ile ve hiçbir zaman aklımızın ucundan geçmeyecek bir SSCB yenilgisi yaşamış biri olarak “sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş” psikolojisindeydim.
Bu karmaşık düşünceler ile ÇHC’ne ilk ziyaretimi yaptım. ABD’ye hiç gitmedim ama okuduklarım ve izlediğim videolardan yola çıkarak, 40 yıl içinde Batı Avrupa’nın bütün emperyalist merkez ülkelerinde yaşamış ve/veya bulunmuş, 1991 karşı-devriminden sonra onlarca defa Rusya’yı ziyaret etmiş biri olarak, bu saydığım devletlerin hiçbirinde görmediğim bir modernlik ile karşılaştım. Usuma ilk düşen yorum “haydi hayırlısı bakalım nelerle karşılaşacağız” oldu. Üç ayrı eyalet ve 4 ayrı şehir gördüm. Kırsal alanlara ve şehrin kenar mahallelerine gittim. Anlatılanlardan veya gösterilenlerden söz etmiyorum. Bizzat araştırıcı ve eleştirel bir gözlem sonucu yaşadıklarım beni hayretler içinde bıraktı. Gittiğim şehir ve mahallelerin 30-40 yıl önceki video ve fotoğrafları ile bugünü karşılaştırdım. Bir anlamda varoş ve gecekondu tarzı yapıların olduğu yerleşim bölgelerinin her biri yüksek apartmanlardan oluşan siteler ve yapılar ile yer değiştirmiş. Bu gökdelenlerde işçiler ve köylüler oturuyorlar. Evet, sıfırdan yeniden kurulduğu için her şey yeni, modern ve temiz. Yaşamın her alanında baskıdan uzak bir düzen mevcut. İzlediklerim ve duyduklarımdan yola çıkarak ABD veya Kanada’da, gördüklerimden yola çıkarak Almanya, Fransa ve İngiltere’de ne varsa daha moderni mevcut. Bu ilk izlenimim oldu. Tabii aklıma hemen “bu ne pahasına başarılabilindi” sorusu geldi. Acaba acımasız bir sömürü ve sermayenin egemenliği ile mi karşılaşacağım yoksa bu yenilenmenin ve modernleşmenin temelinde ısrarlı, istikrarlı ve bilinçli bir komünist strateji mi yatıyor? Asıl soru bu. Okuduklarımı hatırlamaya çalıştım. ÇKP belgelerinde izlenen çizginin nasıl açıklandığını değerlendirdim. Sonra kendi kendime bunlar görünen yüzü acaba içi nasıl sorusuna yanıt bulmalıyım diye düşündüm. Önce en yakınım da olan bize eşlik eden genç ve orta yaşlı komünist kadrolar ile konuştum. Sonra ÇKP’de yönetici olan yoldaşlarla tartışmaya girdim. En sonunda çok sorgulayıcı ve araştırıcı olduğum anlaşılınca bazı tartışmaları son 3-4 günü geçireceğimiz Beijing’e erteledik.
Birkaç gün için önyargılardan ve şüphelerden kurtularak sokaktaki insanları, işletmelerdeki işçilerin yaşamlarını ve çalışma koşullarını, tarım alanında çalışan çiftçi ve köylülerin, toplu taşıma araçlarını süren sürücülerin, girdiğimiz çıktığımız dükkân ve restoranlarda karşılaştığım çalışan ve ziyaretçileri incelemeye, gözlemlemeye yoğunlaştım. Yaşamın her alanında Çin Komünist Partisi’nin etkisine bizzat şahit oldum. Binlerce genç komünist kız ve erkek son derece bilinçli ve disiplinli ama aynı zamanda tüm hal ve hareketlerine yansıyan bir öz güven ve enerji ile etkililer. Çok iyi eğitilmiş çelik kadrolar… Bir anlamda toplumun nabzını tutuyorlar. Orta yaşlı ve daha yönetici konumlarda olan komünistler hem kültürel olarak gelişmiş ve üstlendikleri sorumlulukları hiçbir kibir emaresi olmadan içlerine sindirmiş durumdalar. Toplantı, konferans ve ziyaretlerde karşılaştığımız Eyalet sekreterlerinden tutun da Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi üyelerine kadar bir dizi üst yönetici kadro yine aynı şekilde kibirden ve gösterişten uzak ama bir o kadar da sempatik ve de kararlı. Bir bürokrat sınıf mensubu ve ayrıcalıklı herhangi bir özellik taşımıyorlar.
Her şehirde kapitalist dünya ülkelerin de görebileceğiniz Starbuck’sundan, McDonald’ına, Benetton’undan, Levis’ine, Hermes’inden Lacoste’una kadar her marka mevcut. ÇHC üretimi onbinlerce aracın içinde yine orada üretilen Mercedes, Volkswagen, Audi, Volvo gibi araba markalarına binlercesiyle karşılaşıyorsunuz. Her mahallede içinde Batıdaki gibi tüm markaların mağazalarını barındıran AVM’ler mevcut. Elektrikli araç kullanımı yüzde 40 oranında yüksek. Diyelim ki bu makyaj. Ama okullar, üniversiteler, hastaneler, çocuk bakım ve eğlence merkezleri, işçiler, emekçiler, köylüler, çocuklar, gençler ve yaşlılar için kurumsal yerleşkeler, spor tesisleri – ki bunların tümü ücretsiz – her mahallenin ve semtin ayrılmaz parçası. Huawei ve benzeri teknoloji üreten merkezlerden hiç söz etmiyorum. Sadece kapitalist dünyada böyle merkezler ile karşılaşmadığımı söylemekle yetineceğim.
Şimdi gelelim zurnanın zırt dediği noktaya. Onlarca insanla konuştum. Genç, orta yaşlı ve yaşlı… Gençlerin hemen hemen tümü modern giyimli ama abartılı değil. Sınıf bilincine sahip. Kültürel hazineleri çok gelişkin. İngilizceye benden daha hâkim. Söyledikleri bir tek şey var. “Biz yaşamımızdan memnunuz, daha iyisini Çin Komünist Partisi sayesinde ve onun öncülüğünde yapacağız, dünyaya örnek olacağız” Hiçbiri dünyayı değiştirme amacından söz etmedi. Öyle iddialı söylemleri yok. Bir anlamda “biz işimize bakarız, görevimizi yaparız” mütevaziliği içindeler. Orta ve üst kademe parti yöneticileri ile konuşurken de “biz dünya devrimini gerçekleştireceğiz” tarzı söylemleri yok. Her yönüyle kendi çalışmalarına yoğunlaşmış durumdalar. İnanıyorum ki kendi görevlerinin başarıya ulaşmasının doğal sonucu olarak dünyanın değişeceğini düşünüyorlar ama bunu dile getirmiyorlar. İddialı söylemlerle hiçbir yerde karşılaşmadım.
En son ve en önemli görüşmelerin olduğu Beijing’de Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi Uluslararası İlişkiler Dairesi yetkilileri ve aralarında Merkez Komitesi üyelerinin de olduğu yoldaşlarla tartışırken iki söylem bende iz bıraktı. Bu söylemler de benim sorgulayıcı soru ve tartışmalarıma karşılık söylenen ifadelerdi.
Birincisi; “biz gelişmiş bir sosyalist toplum kurma hedefi için önümüzde Çin devriminin 100. yıldönümü olan 2049’u koyduk” diyorlar. Ve “geri kalmış feodal bir toplumdan sosyalizm kuruculuğunu ilerletecek oradan da gelişmiş sosyalist topluma geçmek için ’sosyalist pazar ekonomisini’ yaşamak zorundayız. ‘Sözünü ettiğiniz milyarderlerin’ veya kapitalist olarak nitelendirdiğiniz kişileri biz o şekilde değerlendirmiyoruz. Onları ‘yeni toplumsal tabakalar’ olarak niteliyor, ‘Yurtsever Sosyalist Birleşik Cephe’ için de istihdam ediyoruz. Birleşik Cephe iki bölümden oluşuyor, birincisi emeğiyle çalışan toplumsal sınıf ve tabakalar, ikincisi ise az veya çok sermaye geliri ile yaşayan toplumsal katmanlar. İkincilerin siyasal yaşamda hiçbir etkileri yok ve ÇKP program ve politikalarının dışına çıkmaları, aykırı davranmaları mümkün değil. Bu süreçte böyle figürlere ihtiyaç olduğundan onlar bu duruma geldiler ama batıdaki propagandanın tersine o düzeyde gerçek kişisel servetleri de yok. Hata yaptıkları anda en büyük ceza ve yaptırımlar ile karşılaşacaklarını biliyorlar ve örnekleri yaşandı. ÇKP’nin stratejisi adım adım uygulanıyor ve her adımda değerlendir meler yapılarak gerekli düzeltmeler ve müdahaleler gerçekleştiriliyor”
İkincisi; Gencinden yaşlısına, partisizinden parti kadrolarına karşı herkesin birleştiği bir ortak tespit var. “Biz sosyalizmi yoksulluğu paylaşmak için kurup geliştirmiyoruz” diyorlar. “Bu ülkede yaşamak ve ÇKP’nin amaçlarını gerçekleştirmek, bütün dünyaya örnek olmak ve bu ülkede yaşayan halkaların hiçbir bireyinin ‘ben burada değil daha modern ve sosyal sisteme sahip bir ülkede yaşamak istiyorum’ dedirtmeyecek sömürüden arınmış bir toplumsal refah sistemi kurmak için yaşıyoruz ve çalışıyoruz” demekteler. Açık olarak söylemeseler de Sovyetler Birli ği ve diğer sosyalist devletlerin öznel ve nesnel koşullardan dolayı içinde yaşamak zorunda kaldıkları görece daha kapalı ve toplumsal yaşam açısından modern olmayan durumlarından ders çıkardıklarını anlamak mümkün. ÇHC’nin askeri alanda ve uluslararası politikada başta ABD olmak üzere batılı kapitalist merkezlerle şu aşamada çatışma sürecine girmeden kendi amaçlarını öncelikle Çin topraklarında gerçekleştirme konusunu öne aldıkları hem dışarıdan bakan hem de içeriyi gören biri için anlamak zor değil.
Bu satırlara tüm izlenimleri sığdırmak mümkün olamaz. Gördüklerimden ve kısa bir sürede şahit olduklarımdan olumlu yönde etkilendiğimi, ÇKP önüne koyduğu stratejik amaçları gerçekleştirirse gerçekten tüm dünyanın içinde yaşadığımız yeni koşullarında çehresi değişir ve dünya işçi sınıfını ve ezilen halklara devrimci anlamda çözüm üreten bir sonuç elde edilebilir umudunu taşımak istiyorum. Alman yoldaşımın duygu ve düşüncelerine tamamen katıldığımı ifade etmek istiyorum. Beijing’den ayrılmadan bir TV kanalı ile yapılan röportajda soruya karşılık şunu ifade ettim: “Toplumsal yasaları ve değişimleri doğanın kanunları belirler. Doğada da bir gerçek var; ‘Güneş Doğudan Doğar!’ Bütün arzum ve çabam bu yöndedir ve hepimize bu zor sınıf mücadelemizde başarılar diliyorum”.
