Prof. Lin Gang: Buharin’in Sosyalist Ekonomi Üzerine Düşünceleri ve Sovyetler Birliği’nde Sanayileşme Tartışması

Yazar: Prof. Lin Gang, Çin Renmin Üniversitesi Eski Rektör Yardımcısı, Çin Renmin Üniversitesi Çin’e Özgü Sosyalist Ekonomi Politik Araştırma Merkezi Akademik Komitesi Üyesi

Çeviren: Ferdi Bekir

İki Bolşevik: Stalin ve Buharin

Özet: Buharin’in kapitalizmden sosyalizme geçişin ekonomik yasaları ve geri kalmış bir tarım ülkesinin sosyalist sanayileşmesi gibi temel konulardaki teorik açıklamaları, çağdaş sosyalist pratikte hâlâ önemini korumaktadır. Buharin, Troçkist gruba karşı mücadelede bir yandan Lenin’in Yeni Ekonomi Politikası (NEP) fikirleri üzerine ciddi bir savunu ve açıklama çabası içinde olmuş, diğer yandan Geçiş Dönemi Ekonomisi kitabında ortaya koyduğu bazı sol fikirler üzerine yeniden düşünmüş ve özeleştiri yapmış, geçiş döneminde ekonomi üzerine giderek daha olgun bir dizi görüş oluşturmuştur. Bu makale, Buharin’in Yeni Ekonomi Politikası dönemi sonrasındaki sosyalist ekonomi üzerine fikirlerini incelemektedir.

Lenin tarafından “son derece bilge bir Marksist iktisatçı” olarak nitelendirilen Buharin, Sovyetler Birliği’nin ilk günlerindeki şiddetli parti içi mücadeleler sırasında kurban giden en önemli Bolşevik önderlerden biriydi. “Felsefi teorik görüşleri” bazı sorunlar içerse de, Marksist bir iktisatçı olarak Buharin, özellikle kapitalizmden sosyalizme geçişin ekonomik yasaları ve geri kalmış bir tarım ülkesinin sanayileşmesi gibi temel konulardaki teorik açıklamaları nedeniyle, sosyalist iktisat teorisi tarihinde kuşkusuz saygın bir yerdedir.

Buharin’in sosyalist ekonomi anlayışının gelişimi iki aşamaya ayrılabilir. Birinci aşama Savaş Komünizmi dönemi, ikinci aşama ise Yeni Ekonomi Politikası sonrası dönemdir. Buharin’in söz konusu birinci dönemdeki en önemli eseri Geçiş Dönemi Ekonomisi’dir. Bu kitapta Buharin, geçiş dönemindeki temel eğilimin meta-para ilişkilerini ortadan kaldırmak ve toplum için doğal bir ekonomik sistem kurmak olduğunu; proleter devlet iktidarının tüm alanları kapsayan bir “idari ekonomik ve idari teknik kurum” haline gelmesi gerektiğini savunuyordu. Komünizme geçiş “ekonomi dışı zor” yoluyla teşvik edilmeliydi. Geçiş Dönemi Ekonomisi kitabındaki görüşler sadece Savaş Komünizmi sırasında Sovyetler Birliği Komünist Partisi içindeki genel görüşleri değil, aynı zamanda “doğal ekonomi teorisi”, “kabuk teorisi”[1], “fiyat ve değerin ayrıştırılması teorisi” ve “ekonominin idari yönetimi” gibi daha sonra uzun süre sosyalist politik ekonomiye hâkim olan birçok görüşü de içermekteydi.

1921 yılında Sovyetler Birliği Savaş Komünizmi politikasına son verdi ve Yeni Ekonomi Politikası’na geçti. Bu sırada Buharin Sol Komünistler Grubu’ndan ayrıldı ve Yeni Ekonomik Politika’nın sadık bir savunucusu oldu. Yeni Ekonomik Politika dönemi boyunca, Troçki tarafından temsil edilen “sol” görüşler Sovyet partisi içinde her zaman ana tehlike olmuştur. Buharin’in bu dönemdeki siyasi ve teorik faaliyetleri esas olarak Troçkistlerin aşırı sol görüşlerine karşı çıkmaya yönelikti. Buharin, bir yandan Troçkistlere karşı mücadelede Lenin’in Yeni Ekonomi Politikası’na ilişkin fikirleri üzerine çok sayıda savunu ve açıklayıcı çalışma yaparken, diğer yandan da Geçiş Dönemi Ekonomisi’nde ortaya koyduğu bazı “sol” fikirler üzerine düşünüp özeleştiri yaparak geçiş döneminde ekonomiye ilişkin giderek daha olgun bir görüşler dizisi oluşturdu. Bu makalede Buharin’in Yeni Ekonomi Politikası sonrasındaki sosyalist iktisadi düşüncesi gözden geçirilecek ve Buharin’in iki dönemdeki düşünceleri arasında bazı karşılaştırmalar yapılacaktır.

Bölüm 1: Yeni Ekonomi Politika Döneminin Ekonomisi

Eğer Sol-Komünist Buharin’in Geçiş Dönemi Ekonomisi adlı kitabını, Ekim Devrimi’nin getirdiği heyecan bağlamında, gerçeklikten yoksun, olgunlaşmamış bir teori olarak değerlendirirsek, dolayısıyla genel anlamıyla “geçiş dönemi ekonomisi” olarak kabul edilmez diyebilirsek, Buharin’in Yeni Ekonomi Politikası döneminin somut pratiğine dayanarak gerçek bir “geçiş dönemi ekonomisi”, yani Yeni Ekonomi Politikası ekonomisi görüşleri geliştirdiğini söylenebiliriz.

Buharin’in Yeni Ekonomi Politikası ekonomisi, Lenin önderliğindeki Sovyet Komünistlerinin, Savaş Komünizmi deneyimlerinden çıkarılan dersler temelinde kapitalizmden sosyalizme geçişin koşul ve yöntemlerini yeniden anlama süreçlerini yansıtır. Lenin’in 1924’teki ölümünden sonra, Buharin, Sovyetler Birliği Komünist Partisi (Bolşevik) içinde Yeni Ekonomi Politikası teorisinin fiili sözcüsü haline geldi.

Buharin’in Yeni Ekonomi Politikası dönemi ekonomik düşüncesinin en belirgin özelliklerinden biri, çeşitli farklı ekonomik sektörler, bileşenler, sınıflar ve toplumsal güçler arasında bir denge sağlamaya vurgu yapması ve sosyalizme geçişin kademeli bir şekilde veya “evrimci-tedrici gelişim modeli” ile tamamlanmasıdır.

Buharin, Geçiş Dönemi Ekonomisi adlı kitabında bir dönem “denge hipotezinin geçersiz” olduğunu ileri sürmüş ve bu dönemdeki temel eğilimin, proletarya devletinin “ekonomi dışı zor” yoluyla orijinal dengeyi yok etmek ve toplumsal unsurları -zor yoluyla- yeniden düzenlemek olduğunu savunmuştu.

Ancak, Buharin zamanla bu “denge karşıtı” geçiş dönemi anlayışını terk etti ve Yeni Ekonomi Politikası’nın, gelişimin “evrimci-tedrici modeli” aracılığıyla sosyalizme adım adım geçişin bir yolunu bulduğuna inandı. Bu modelde, proletarya devleti ekonomik alanda en hayati kısımları elinde tutarken, özellikle köylülerin küçük özel ekonomilerinin baskın olduğu çok sayıda sosyalist olmayan unsur varlığını sürdürecektir. Üretici güçlerin gelişimi, çeşitli ekonomik sektör ve bileşenlerin birbirleriyle etkileşimi ve birbirlerini teşvik etmesi yoluyla sağlanır ve böylece sosyalizme kademeli bir geçiş gerçekleşir. Buharin, toplumsal devrim döneminde proletaryanın görevinin “çelişkileri derinleştirmek, toplumun ‘birliğini’ bozmak, toplumu bölmek ve yeni bir toplumsal-tarihsel sistemin başlangıç noktası olacak bir devrim başlatmak” olduğunu belirtmiştir. Buna karşılık, “geçiş döneminde, tüm işçi sınıfının temel ve uzun vadeli çıkarları, toplumu pekiştirmek, birliğini güçlendirmek ve bu toplumda sosyalist unsurların giderek artması temelinde çelişkileri aşmaktır.” Bu nedenle, “geçiş toplumlarında, toplumun daha yüksek bir toplumsal formasyona doğru gelişimi evrimci-tedrici bir süreçtir.” “Gelişim türü esasen evrimci-tedrici bir gelişim türü olduğuna göre, mevcut pratik bağlamında izlediğimiz yaklaşımın nispeten ‘reformcu’ bir yaklaşım olarak adlandırılabileceği açıktır; bu, büyük proletarya devriminin (yeni bir biçimde) devamından başka bir şey değildir.”

Buharin, tüm sosyalist ekonomik politikanın temel noktasının, üretici güçlerin eski topluma göre çok daha yüksek bir hızla gelişimini teşvik etmek ve evrimci-tedrici bir yolla sosyalizme geçişi gerçekleştirmek olduğunu vurgulamıştır. Bunun üstünlüğü, üretici güçlerin normal bir şekilde gelişimini garanti edebilmesi ve böylece sosyalist ekonomik unsurların sağlam bir temel üzerinde büyüyüp güçlenmesini sağlamasıdır. Buharin’e göre, bu evrimci-tedrici gelişimi gerçekleştirmek için temel koşul, ekonomik alanda en hayati kısımları elinde tutan sosyalist unsurlar ile diğer ekonomik unsurlar arasında, özellikle de deniz gibi geniş bir alanı kaplayan köylülerin küçük özel ekonomisi arasında bir dengeyi korumaktır.

Buharin’in bu anlayışı, Savaş Komünizmi politikalarının barış dönemindeki ekonomik gelişime getirdiği ciddi olumsuz etkiler üzerine yapılan bir düşünsel yeniden değerlendirmeden doğmuştur. Köylülerden karşılıksız zorla tahıl almaktan, köylü ailesinin ürününün sadece bir kısmının vergi olarak alındığı vergi sistemine geçilmesi gibi Yeni Ekonomi Politikası’nın temel yeniliklerinden bahsederken Buharin, Savaş Komünizmi politikasının “esas itibarıyla üretici güçleri geliştirme amacı güden bir politika olamayacağını” belirtmiştir. O dönemdeki “her şeyi kapsayan ve ‘acil müdahale’ biçimine dayanan ekonomik görev, esas olarak devleti karşı-devrime karşı korumaktı.”

Köylüler, zorla ürün toplamaya dayanan vergi gibi Savaş Komünizmi politikalarına, yalnızca -devrimle elde ettikleri- toprak mülkiyeti haklarının toprak ağaları ve kapitalistlerin karşı-devrim tehdidiyle karşı karşıya olduğu durumlarda göz yumabilirdi.

Buharin, “iç savaş sırasında oluşan sınıflar arasındaki dengenin ‘normal’ bir ekonomik süreç temelinde değil, işçi ve köylülerin askeri çıkarları temelinde kurulduğunu” ifade etmiştir. Savaş sona erdiğinde ise, “saf ekonomik çelişkiler kaçınılmaz olarak son derece keskinleşecektir.” İç savaş sonrası barış döneminde uygulanan zorla vergi toplama sistemi “bireysel üreticilerin, yani köylülerin, üretime yönelik ilgisini ve motivasyonunu yitirmesine” yol açtı ve bu nedenle “tarım sektörü krizinin keskinleşmesi kaçınılmaz hale geldi.” “Sanayimizin temeli tarım olduğundan, genel olarak bu durum, ulusal ekonomi krizinin de keskinleşmesine neden olmuştur.”

Ulusal ekonominin savaştan aldığı yaralardan hızla kurtarılabilmesi için kilit nokta tarımsal üretici güçlerin geliştirilmesindeydi. Buharin, “tarımda üretici güçlerin gelişiminin, yalnızca küçük burjuva ekonomisinin geliştirilmesi yoluyla mümkün olabileceğini” savunmuştur. Bu bağlamda, “proletarya ile köylüler arasında ekonomik alanda doğru bir ilişki kurmak, yani üretici güçlere gelişim alanı sağlayacak bir ilişki oluşturmak, acil bir gündem maddesi haline gelmiştir.”

Buharin, tarımın gelişiminin yalnızca ulusal düzeyde ekonomik krizin çözümünde değil, aynı zamanda sosyalist büyük çaplı sanayinin daha da gelişmesinde bir koşul olduğunu vurgulamıştır. “Üretici güçlerin gelişimine dayalı bir ekonomik politikanın temel görevi, büyük sanayiyi güçlendirmektir,” ancak bu hemen “can sıkıcı bir sorunla karşılaşır – büyük sanayiyi güçlendirmek için ‘yedekler’ (tahıl, hammaddeler, ek donanım vb.) gereklidir.”

Sanayileşme düzeyi çok düşük olan bir tarım ülkesinde bu “yedekler” tarım dışından (ülke içinde) temin edilmelidir; yani bu yedekler “işçi devletinin kontrolündeki büyük sanayiden değil, başka kaynaklardan, tarım dışı unsurlardan” sağlanmalıdır. Ve bireysel küçük burjuva köylü ekonomisi bu “yedeklerin” en önemli kaynaklarından biridir. Bu nedenle, “eğer bu tür ekonomiyi büyük ölçüde geliştirmez ve güçlendirmezsek, ilerlememiz mümkün değildir. Tam tersine, bu ekonominin yükselişi, ülkemizin büyük sanayisini geliştirmenin gerekli koşuludur.”

Buharin’e göre üretici güçleri geliştirmek için, Lenin’in de savunduğu gibi köylülerin küçük burjuva ekonomisinin yanı sıra, özel kapitalizme ve girişimcilere çeşitli imtiyaz ve tavizler verme sistemine dayalı ekonomik biçimlerin varlığına ve belirli bir ölçüde gelişmesine de izin verilmelidir.

Çünkü “ekonomik politikamızın tüm stratejisi, kullanılmayan ve ‘ölü sermaye’ haline gelen üretim unsurlarını harekete geçmeye zorlamaktan (‘seferber etmekten’) ibarettir.” Proletarya devleti, ekonomik alanda en hayati kısımları elinde tuttuğu sürece, kapitalist ekonominin gelişimi ciddi bir tehdit oluşturmayacak, aksine bu pratik ekonomik büyümeyi teşvik edecek ve sosyalist büyük çaplı sanayinin gelişimi için gerekli olan “tamamlayıcı ürünlerin (yedeklerin)” elde edilmesini sağlayacaktır.

Buharin’e göre “Yeni Ekonomi Politikası’nın en derin anlamı, ilk kez farklı ekonomik güçlerin ve ekonomik unsurların birbirlerini destekleyerek hep birlikte güçlenmelerinin bir olasılığını açmış olmasıdır. Ancak bu temelde ekonomik büyüme elde edilebilir. Bu ekonomik büyüme, yani üretici güçlerin gelişimi ve ekonomik canlanma, yalnızca bu bağlantılardan ve bu ekonomik unsurların karşılıklı etkileşiminden doğabilir” demiştir.

Farklı ekonomik unsurlar ve kamu-özel kesimler arasında organik bir bağ kurmak ve bunların birbirleriyle dengeli bir ilişki içinde kalmasını sağlamak için meta-mübadele (değişim/alış-veriş) ilişkilerinden ve piyasa mekanizmalarından yararlanmak gereklidir.

Yeni Ekonomi Politikası’nın (NEP) başlangıcında, 1921 Kasım’a kadar olan dönemde Lenin “serbest ticaret” yani Pazar mekanizmasının yerine “devlet kapitalizmine dayalı meta değişim sistemini” uygulamaya sokmuştu fakat 1921 Kasım’da bunun pratikte başarısız olduğunu yazmıştı. 7. Moskova yerel parti konferensında, Lenin NEP Üzerine Rapor adlı konuşmasında şunu söylemişti: Lenin NEP’in 1921 Kasım öncesi aşamasında Parti ve hükümetin önüne ticarete izin vermeyen ve paranın kullanılmadığı (para sisteminin olmadığı) bir meta değişimi sistemi örgütlenmesi görevini koymuştu:  Lenin’e göre bu meta değişimi sistemi az ya da çok bir tür sosyalist değişimdi.

Ülke çapında tarım ürünleri ile sanayi ürünlerinin değişimi idi. Lenin bu meta değişimi ile büyük çaplı sanayiyi yeniden ayağa kaldırmayı ummuştu. Fakat Pratik buna izin vermedi.

“Açıkça kabul etmeliyiz ki, şimdi başta hesapladığımızdan biraz daha geriye gitmek durumundayız, sadece devlet kapitalizmine değil, aynı zamanda ticaretin ve para sisteminin devlet tarafından regüle edilmesine geçmeliyiz. Sadece ve sadece bu yolla, yani umduğumuzdan daha uzun bir yola girerek ekonomik yaşamı yeniden canlandırabiliriz…”

Lenin:  “Ve üçüncüsü, “doğrudan” sosyalist inşa görevinden vazgeçip, (dolaylı yola)  yani devlet kapitalizmine geçmemizden sonra, ki bu geçişi 1921 Baharında yapmak zorunda kalmıştık, şu anda şimdi (1921 Kasım) ise gündemimize birbiri ile bağlantılı iki görev geldi: a) ticarete izin verilmesi ve ticaretin düzenlenmesi, regüle edilmesi; b) para sisteminin kurulması.

 Ancak NEP’in uygulanmasından yaklaşık altı ay sonra Lenin, tarım kooperatiflerinin sanayiye sunduğu ürünlerin fiyatlarının çok yüksek olduğunu ve yeterince esnek ve hızlı bir şekilde temin edilemediğini fark etti. Bunun sonucunda, köylüler ürünlerini piyasaya götürüp özel tüccarlarla takas yapmayı tercih ediyordu. Bu durumu göz önüne alarak Lenin, 1921 Kasım’da “devlet kapitalizmi meta değişim sistemini” “devletin meta alım-satımını ve para dolaşımını düzenlediği” bir sisteme dönüştürme önerisini sundu. Lenin şöyle belirtmişti: “Ticaret şu anda ekonomik yaşamımızın mihenk taşıdır, proletaryanın öncü gücü ile köylüler arasında mümkün olan tek birleşme yoludur ve ekonominin genel anlamda canlanmasını sağlayabilecek tek bağdır.”

Buharin, Lenin’in bu düşüncesini önemli bir şekilde açıklamış ve geliştirmiş ve geçiş döneminde planlama ile piyasa ilişkileri üzerine birçok dikkat çekici görüş bırakmıştır. Geçiş Dönemi Ekonomisi adlı eserinde Buharin, geçiş dönemi ekonomisinin temel eğilimlerinden birinin meta-mübadele ilişkilerini dışlamak ve ortadan kaldırmak olduğunu savunmuştu.

Ancak Buharin daha sonra, sosyalizme piyasa aracılığıyla geçişin gerekli olduğunu düşünmeye başladı. “Devletin meta alım-satımı ve para dolaşımını düzenlemesine” geçişini tartışırken Buharin şöyle açıklamıştır: “Ticaret alanında ilerleme sağlamamız tesadüfler ile olmaz, çünkü ticaret tam da bir ekonomik unsurun diğer bir unsuru etkileyebildiği bir bağdır, özellikle de şehirlerin ve kırsal kesimlerin birbirlerini etkileyebildiği bir bağdır.”

Buharin ayrıca şu vurguyu yapmıştır: “Piyasa ilişkilerinin varlığı – belli bir ölçüde – Yeni Ekonomi Politikası’nın belirleyici unsurudur. Bu, NEP’in en önemli noktasıdır.” Peki NEP koşullarında piyasa ilişkilerinin özü nedir? “Bu, biçimsel olarak bağımsız bireysel küçük üreticilerin dağınık emeğini ifade eden özel bir üretim ilişkisi biçimidir.”

Sovyetler Birliği’nde “uzun bir tarihi dönem boyunca küçük üreticiler şüphesiz var olmaya devam edecektir ve onları bir anda örgütlemek imkânsızdır. Küçük üreticilerin varlığı piyasa ilişkilerinde, piyasa ilişkileri ise para ilişkilerinde kendini gösterir… Herhangi bir olgu, piyasa ilişkilerinin varlığı gerçeğinden türetilebilir. Sorunun özü burada yatar. Sınıfsal bakış açısından bu, proletarya ile köylüler arasındaki ilişkinin bir meselesidir; küçük üreticileri sosyalist ekonomi yörüngesine çekmenin yöntemidir.”

Buharin, özeleştirel bir tonda şu itirafta bulunmuştur: “Eğer geçmişte sosyalist sistemin gelişimine dair düşüncelerimiz, proletarya diktatörlüğü kurulduktan sonra piyasayı derhal ortadan kaldıracağımız ve böylece kapitalist ekonomiyi hemen yok edip planlı ekonomiyi uygulayacağımız yönündeyse, bu konuda yanıldık. Bu, hemen değil, bir dizi geçiş biçimini aşma, yenme ve dönüştürme yoluyla gerçekleşebilir. Bu süreçte piyasa ilişkileri, para, borsalar, bankalar vb. son derece büyük bir rol oynar.”

Buharin, geçiş döneminde piyasa ilişkilerinin yukarıda belirtilen rolü ve doğasına dayanarak, devlet planlaması ile piyasa ilişkisi arasındaki bağ hakkında görüşlerini daha ayrıntılı şekilde açıklamıştır. Buharin’e göre, proletarya sanayisi ile küçük burjuva tarımı arasındaki ekonomik bağlar piyasa mekanizması yoluyla kurulmak zorundadır. Bu nedenle, devlet ekonomik planlar yaparken piyasa faktörlerini göz ardı edemez; hem devlet işletmelerinin faaliyetleri hem de devlet planları, rasyonel fiyatlar temelinde yapılan parasal hesaplamalara dayanmalıdır.

Buharin, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin (SBKP) 13. Kongresi’nde Troçkist muhalif Pyatakov’un köylü ekonomisini ve piyasa ilişkilerini devlet planının dışında bırakma önerisine karşı çıkarken, tarımsal vergi oranlarının dikkate alınmasının zorunlu olduğunu belirtmiştir. Tarımsal vergi oranları ise tarımda o yıl iyi bir hasat olup olmamasına ve sanayi mallarının fiyatları tarafından belirlenen “köylülerin pazardaki gücüne” bağlı olmalıdır.

Bu nedenle ulusal ekonomik plan, köylülerle sanayi işçileri arasındaki piyasa ilişkileri temel alınarak oluşturulmalıdır. Daha ileri giden Buharin, devlet sanayisi içindeki çeşitli oranlar ve ilişkilerin de “köylü pazarı ile olan karşılıklı ilişkilere bağlı olduğunu” savunmuştur. Ona göre, “bu tür karşılıklı bağlantıları dikkate almayan bir ‘plan’ aslında plan değildir, çünkü bu karşılıklı bağlantılar tüm planın temelidir.”

Buharin, devletin piyasanın kendiliğinden işleyen süreçlerine müdahale ederek, bu sürece planlı ve rasyonel unsurlar katması gerektiğini belirtmiştir. Ancak bu müdahalenin veya planlı düzenlemenin ekonomik yapıların türüne göre farklı biçimler alması gerektiğini ifade etmiştir. Buharin, her şeyi kapsayan bir planlama anlayışına karşı çıkmış ve “plan”, “planlama faktörü” veya “hareketli dinamik planlama” gibi kavramların “tüm ekonomik sorunları ve diğer sorunları çözebilecek sihirli bir formül” olarak görülmemesi gerektiğini savunmuştur. Partinin ve hükümetin “kaç metrekare pencere camı üretileceği” gibi işlere karışmaması gerektiğini vurgulamıştır. Ona göre, doğru yaklaşım “hükümetin ekonominin temel unsurlarına odaklanması ve ekonominin ana unsurlarını düzenlemek” olmalıdır. Bu süreçte devlet sektörü ekonomisi, piyasa üzerinden özel girişimlerle rekabet ederek, geri kalmış köylü küçük burjuva faaliyetlerini kademeli olarak Sovyet devletinin örgütsel yapısına entegre etmelidir.

Buharin, planlama ile piyasa arasındaki denge meselesini “ekonomik rasyonalite perspektifinden” ele almış ve bu dengenin yanlış kurulmasının olası olumsuz sonuçlarını tartışmıştır. Sosyalist devrimin başarıya ulaştığı ilk dönemde, “herhangi bir ülkenin iktidardaki proletaryası son derece önemli bir ekonomik örgütlenme sorunu ile karşı karşıya kalır: İki üretim biçimi arasındaki denge nasıl düzenlenecek? Birincisi, proletaryanın rasyonelleştirip organize ederek planlı bir şekilde yönetebileceği bir üretim biçimi vardır; ikincisi ise proletaryanın gelişiminin başlangıç aşamasında rasyonelleştirip planlı bir şekilde yönetemeyeceği üretim biçimi vardır.” Buharin, eğer proletarya bu ikisi arasındaki dengeyi doğru bir şekilde belirlemezse, yani “kendi kontrolü altına aldığı şeylerin miktarı nesnel koşulların izin verdiği sınırları aşarsa,” şu sonuçların kaçınılmaz olduğunu savunmuştur:

– Üretici güçler gelişemez ve aksine gelişmesi kısıtlanır.

– Proletarya, her şeyi organize etme kapasitesine sahip olamaz.

– Küçük üreticilerin ve köylülerin bireysel ekonomilerini planlı ekonomiye dönüştürme çabaları başarısız olur.

Sonuç olarak, proletarya “toplumun tüm kesimlerine gerçek anlamda faydalı şeyler sağlayan bir sınıf” olma işlevini yerine getiremez ve ekonomik süreç durma noktasına gelir. Bu da üretici güçlerin gerilemesine ve genel ekonomik hayatın daha da kötüleşmesine yol açar.

Ayrıca, proletarya çok fazla şeyi kontrolü altına almaya çalışırsa, milyonlarca küçük üretici ve köylünün ekonomik işlevlerini yerine getirmek üzere büyük bir bürokratik yönetim aygıtı kurmak zorunda kalır. Buharin, “bürokratik yapının harcamalarının, küçük üreticilerin faaliyetlerinden doğan anarşiyi düzeltmek için harcanandan çok daha yüksek olacağını” ve böyle bir durumda “proletarya devletinin ekonomik yapısının üretici güçlerin gelişimini desteklemek yerine onları kısıtlayan bir pranga haline geleceğini” belirtmiştir.

Buharin, kapitalizmden sosyalizme geçişin, piyasa ilişkileri aracılığıyla çeşitli ekonomik unsurlar arasında dengeyi koruma ön koşuluyla, üretici güçlerin gelişimine paralel olarak kademeli bir şekilde gerçekleşen bir “evrim süreci” olduğunu düşünüyordu. Bu nedenle, köylü küçük burjuva ekonomisi ve diğer sosyalist olmayan ekonomik biçimlerin sosyalist dönüşümü konusunda, Savaş Komünizmi dönemindeki görüşlerinden tamamen farklı bir yaklaşıma yöneldi. Buharin, devlet zorunu kullanarak eski toplumdan kalan geri kalmış “sosyal unsurları,” özellikle köylü küçük üreticileri, zorla sosyalist emek sürecine dahil etme fikrini terk etmişti. Bunun yerine, köylü küçük mülkiyet ekonomisinin ve hatta kapitalist nitelikteki kulak ekonomisinin kendiliğinden “sosyalizme doğru evrilebileceğini” savundu.

Her ne kadar Buharin, Yeni Ekonomik Politika (NEP) dönemindeki konuşmalarında ve yazılarında, “küçük burjuva çok başlı yılanı” ve serbest ticaret koşullarında kırsalda ortaya çıkan sınıfsal ayrışma ile kulak ekonomisinin büyümesi gibi sorunları sıkça dile getirmiş olsa da, proletarya devletinin ekonomik temel (büyük sanayi, ulaşım araçları ve özellikle finans sistemi) üzerinde kontrol sağladığı ve toprakların kamulaştırıldığı bir ortamda, bu unsurların sosyalist ekonomiye gerçek bir tehdit oluşturmayacağını düşünüyordu. Buharin, kulak ekonomisini yok etmek için “dişlerini sökme,” “pantolonlarını çıkarma” veya “sac çatılarını yıkma” (o dönemde sac çatılı evler yalnızca kulaklar tarafından yaptırılabiliyordu) gibi şiddet yöntemlerini kullanmaya karşı çıktı. Bunun yerine şöyle diyordu:

“Bütün köylülere, köylülerin tüm sınıflarına şunu söylemeliyiz: Zenginleşin, biriktirin, ekonominizi geliştirin! Ancak bir aptal, sonsuza kadar yoksul kalmamız gerektiğini söyleyebilir. Şu anda izlememiz gereken politika, ülkemizdeki yoksulluğu ortadan kaldırmayı amaçlayan bir politika olmalıdır.”

Buharin’e göre, kulak ekonomisinin büyümesi ve birikiminin artması, yalnızca sanayi ürünleri piyasasını genişleterek devlet sanayisinin gelişimini desteklemekle kalmaz, aynı zamanda kırsaldaki gizli işsizliği azaltabilirdi. Ayrıca, kulaklardan alınan vergiler devletin gelirlerini artırabilir ve bu gelirler, yoksul köylülerin kolektif çiftlikleri gibi sosyalist tarım örgütlerine ekonomik destek sağlamak için kullanılabilirdi. Bu nedenle Buharin, “Ücretli emeğe, birikime, kapitalist nitelikteki köylü sınıfına (kulaklar) aşırı derecede korkuyla yaklaşmak, kırsal alanda yanlış bir ekonomik strateji benimsememize yol açar,” demişti.

Ancak Buharin, “kulaklara tamamen serbestlik tanınmasına” da karşı çıkmış ve ekonomik ve bu sınıfın üyelerine yasal yollarla sınırlamalar getirilmesi gerektiğini savunmuştur. Stalin döneminde 1928’den itibaren, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nde kulaklara karşı saldırıya geçilmesi ve tarımın kolektifleştirilmesi çağrıları yoğunlaşmıştır. Buharin de 1928’den itibaren artık kulak ekonomisinin gelişimine izin verilmesi konusunu dile getirmemiştir. Bununla birlikte, kulaklara yönelik zorla el koyma ve onları tamamen yok etme politikalarına karşı çıkmaya devam etmiştir.

Buharin, Lenin’in kooperatifçilik üzerine düşüncesini kendi anlayışına göre yorumlayarak, geri kalmış köylü küçük mülkiyet ekonomisinin kademeli olarak sosyalist sisteme dahil edilmesini sağlayacak bir dizi ara aşama tasarladı. Ona göre, ilk aşama, dolaşım alanındaki kooperatifçiliğin geliştirilmesidir. Bu süreçte, satış, kredi ve tedarik gibi işlevleri yerine getiren kooperatifler aracılığıyla, dağınık haldeki bireysel köylü ekonomileri organize edilecektir. Bu aşamada, orta köylülerin oluşturduğu küçük burjuva tipindeki dolaşım kooperatifleri, kulakların oluşturduğu burjuva tipindeki dolaşım kooperatifleri ve yoksul köylülerin oluşturduğu kolhoz benzeri üretim kooperatiflerinin bir arada bulunduğu “beş renkli bir tablo” ortaya çıkacaktır. Buharin, bu farklı türdeki kooperatiflerin hepsinin “Proleter devletin yani bizim bankalarımızın ve kredi kuruluşlarımızın sistemine entegre edilmesi gerektiğini” savunuyordu.

Bununla birlikte, Buharin, şartların olgunlaşmadığı durumlarda kolhoz biçimindeki üretim kooperatiflerinin zorla kurulmasına karşı çıktı. Şöyle diyordu:

“Pek çok yoldaş, Savaş Komünizmi döneminin ilkelerine dayanarak, çeşitli kolektif üretim organizasyonlarının köylüleri sosyalist harekete çekmedeki etkisini abartmaya yatkındır. Köylüler arasında kolhozlara katılmayı teşvik eden her türlü propagandayı yapmalıyız; bu doğrudur. Ancak, bunun köylü kitlelerini sosyalizm yolunda ilerletmek için tek doğru yol olduğunu iddia etmek doğru değil.”

Buharin’in bu görüşü, köylüler arasında binlerce yıl boyunca oluşmuş olan küçük mülkiyetçi zihniyetin kısa sürede değiştirilemeyeceği ve bireysel, dağınık tarım biçiminden kolektif emeğe geçiş için gerekli maddi koşulların henüz mevcut olmadığı anlayışına dayanıyordu. Ona göre, köylü ekonomilerini sosyalizme geçişe yönlendirmenin gerçekçi yolu, öncelikle dolaşım alanında kooperatiflerin geliştirilmesiydi. Bu tür kooperatiflerin teşvik edilmesi, “bireysel köylü ekonomisinin alışıla geldik olan yönetim biçimlerini bozmadan, küçük özel ekonomilerin çıkarlarını gözeten kamu örgütleri kurulmasını” sağlayarak yapılmalı ve bu nedenle köylüler tarafından daha kolay kabul edilecekti.

Buharin, şu noktayı özellikle vurgulamıştı: “Mesele üretimle değil, dolaşım ile başlar.”

Buharin’e göre dolaşım alanındaki kooperatifleşme gerçekleştikten sonra, üretimin kooperatifleşmesi konuşulabilir hale gelecektir. Kolektif emeğe geçişin ön şartı, devletin sanayileşme hedeflerini tamamlamasıyla tarım alanında maddi ve teknik donanımın dönüştürülmesi, yani tarımsal üretimin makineleşmesi, traktör v.b ve elektrik enerjisi kullanımına geçilmesidir. Buharin, “Köylüler, tarım makinelerini ortaklaşa satın alarak kolektif şekilde kullanmaya geçiş yapacaktır,” diye belirtir.

1920’lerin sonunda, Buharin’in dolaşımın ardından üretime geçiş şeklinde kurguladığı bu tarımsal sosyalist dönüşüm modeli ve kulaklar hakkındaki görüşleri, onun “sağ-sapmanın başı” olarak damgalanmasına sebep oldu.

Buharin, Sovyetler Birliği Komünist Partisi (Bolşevik) tarihine “sağ-sapmanın önderi” olarak geçtikten sonra, yukarıda bahsedilen Yeni Ekonomi Politikası’na (NEP) dair görüşleri de doğal olarak “revizyonist ekonomik teori” suçlamalarından kaçamadı.

Ancak, sosyalist ülkelerin 1950’ler ve 1960’lardaki ekonomik reform süreçleri sırasında, Buharin’in bazı görüşlerinin – örneğin, devletin ekonominin can damarlarını elinde tutması koşuluyla farklı ekonomik unsurların birbirini desteklemesi, planlama ile piyasa arasındaki uygun denge gibi düşüncelerinin – uygulanan reformlarla şaşırtıcı bir şekilde benzer olduğu giderek daha fazla fark edilmiştir. Dahası, bugünkü çağdaş iktisatçıların ekonomik reformlara dair yazdıkları tezler, hatta kullandıkları bazı ifadeler bile Buharin’in terimlerine benzemektedir. Bu durum, Buharin’in bazı ekonomik teorilerinin çağdaş sosyalist pratikte gerçekten de belirli bir referans değerine sahip olduğunu göstermektedir.

Ancak, bunlardan hareketle Buharin’in günümüzdeki ekonomik reformların bir kâhini ya da öncüsü olduğunu iddia etmek yanlış olur. Gerçek şu ki, Buharin, kendi teorilerini açıklarken, bunların geçerlilik alanını daima sosyalist dönüşümün tamamlanmasından önceki geçiş dönemiyle sınırlı tutmuştur. Örneğin, Buharin’e göre, meta üretimi ve değer yasası ve piyasa ilişkileri, geçiş dönemi sona erdikten sonraki dönemdeki sosyalist ekonomide düzenleyici rol oynayamazdı. Hatta Buharin Troçkistlerin uç “sol” görüşleriyle sert tartışmalara girdiği dönemlerde bile, geçiş döneminin sona ermesiyle birlikte piyasa mekanizmasının yerini planlı emek tahsisinin alacağını savunmuş, işgücü pazarının oluşmasına karşı çıkmıştır. Sonuç olarak, Buharin’in Yeni Ekonomi Politikası dönemi ekonomik düşüncelerini doğru anlamak ve değerlendirebilmek için, bu fikirlerin geçiş dönemi gibi özgün bir tarihsel bağlamda ortaya konulduğunu göz önünde bulundurmak gerekir.

Bölüm 2: Birbirleriyle Çelişen İki Sosyalist Sanayileşme Modeli

1921’den 1926’ya kadar süren ekonomik toparlanma döneminde, Yeni Ekonomik Politika’nın uygulanması sayesinde, Sovyetler Birliği’nin savaş sırasında ciddi şekilde sarsılan sanayi ve tarımsal üretimi hızla toparlandı ve bazı önemli ulusal ekonomik göstergeler savaş öncesi seviyelere yaklaşmaya başladı. Bu dönemde, geri kalmış bir tarım ülkesinin sosyalist bir şekilde ileri bir sanayi ülkesine dönüştürülmesinin nasıl başarılacağı sorusu Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin gündeminde giderek daha acil bir şekilde yer almaya başladı. Bolşevikler bir kez daha tarihi bir tercih yapmak zorunda kaldılar – sosyalist bir sanayileşme modeli üzerinde karar kılmak gerekiyordu. Bu sorun karşısında Sovyetler Birliği Komünist Partisi (Bolşevikler) içinde farklı ideolojik fraksiyonlar arasındaki mücadele bir kez daha alevlenmişti. Troçkist muhalefet, 1923 sonbaharında sanayi ürünleri satışları ve tahıl tedarikinde yaşanan krizi değerlendirererek, 1920’lerin sonuna kadar sürecek olan “sanayileşme tartışmasının” fitilini ateşledi. Bu tartışma sadece Sovyetler Birliği’ndeki sosyalist ekonomik inşa pratiğini derinden etkilemekle kalmadı, aynı zamanda sonraki sosyalist ekonomi teorileri üzerinde de iz bırakmıştır.

Bu tartışma ve mücadelede Buharin ve Preobrazhensky karşıt kampların iki baş lideriydi.

Not: Makalenin bu kısmı çevrilmedi.

Bölüm 3 : Buharin Stalin Modelinin Getirdiği Bazı Sorunların İlk Teşhis Eden Kişiydi

1920’lerin sonunda siyasi sahneden çekilene kadar, Buharin, Troçkistlerin “aşırı ve hızlı sanayileşme” anlayışını eleştirmeye devam etti. Buharin’in Troçki’ye karşı Stalin ile ittifak kurduğu dönemde ileri sürdüğü bu düşünceler, Sovyetler Birliği’nin sanayileşme sürecinde bir süreliğine de olsa etkili oldu. Bu etkinin izleri, 1927 yılının sonlarında gerçekleştirilen Sovyetler Birliği Komünist Partisi (Bolşevik) 15. Kongresi’nin ekonomiyle ilgili kararlarında görülebilir.

Bu kararlar, partinin stratejik hedefinin uzun vadede yüksek bir kalkınma hızı elde etmek olduğunu, ancak bunda acele etme zorunluluğu olmadığını ifade ediyordu. Ayrıca, aşırı sanayi yatırımlardan kaçınılması, ağır sanayiyi aşırı vurgulamaktan sakınılması, piyasa dengesinin korunmasının gerekliliği ve hafif sanayinin geliştirilmesinin önemine dikkat çekiliyordu. Hafif sanayinin, ekonomik kalkınma için gerek duyulan sermaye birikiminde iyi bir araç olduğu vurgulanıyordu. Ancak, 1927 yılında yaşanan yeni bir tahıl alım krizine yönelik farklı değerlendirmeler, Buharin ile Stalin arasında ciddi bir anlaşmazlığa yol açtı ve farklılık sonunda Buharin’in siyasi sahneden silinmesiyle sonuçlandı.

1920’lerin sonlarından itibaren tamamen uygulamaya konulan kapsamlı Sovyet sanayileşme süreci, Buharin’in önerdiği modelden ziyade, “Stalin modeli” olarak adlandırılan bir yaklaşımı benimsedi. Stalin modelinin kapsamlı bir analizi bu makalenin konusu değil ama şunu belirtmek gerekir ki bu model ne Buharin’in önerilerine dayanıyordu ne de bazı Batılı akademisyenlerin iddia ettiği gibi Troçkist teorilerin “basit” bir kopyasıydı. Troçkist sanayileşme modelinde köylü sorununu çözmeye yönelik uygulanabilir bir program bulunmuyordu; oysa Stalin modelinde bu tür bir program mevcuttu. Bu program, köylüleri kolhozlar (kolektif çiftlikler) etrafında örgütleyerek, sanayileşme için maddi kaynak ve sermaye birikimi sağlamayı, bireysel küçük çiftçilik koşullarına kıyasla çok daha istikrarlı bir şekilde mümkün kılıyordu.

Ayrıca, Stalin, açıkça “büyüme her şeydir” ve “ağır sanayi önceliklidir” sloganıyla hareket ediyordu. Stalin’in Buharin’e karşı kullandığı bu yaklaşımın sanayileşmeyi hızlandıracak “anahtar çözüm” olduğu pratikte kanıtlandı. İkinci Dünya Savaşı’nın kazanılması, Stalin’in yaptığı tercihin ne denli siyasi öngörü sahibi olduğunu gösterdi.

Ancak, Buharin’in söylediği gibi, ekonominin yürütülmesinde “politik tercihin doğruluğu” ile “ekonomik rasyonellik” her zaman uyumlu değildir. Stalin modeli, doğru “politik tercih” ile Sovyetler Birliği’ni zorlu uluslararası siyasi koşullarda yıkımdan kurtarmış olsa da, Troçkist modelle benzer şekilde ekonomik açıdan irrasyonel yönler taşıyordu ve bu durum, Sovyetler Birliği’ndeki birçok kronik sorunun temelini oluşturmuştu. Buharin, Stalin modelinin bu sorunlarına dair ilk eleştirileri yapan liderlerden ve ekonomistlerden biriydi. Buharin’in önerdiği model, o dönemde “politik açıdan doğru olmadığı” için uygulanmamış olmasına karşın, günümüzün çok farklı uluslararası siyasi ortamında sosyalizmi inşa eden ülkeler için Buharin’in bu eleştirilerini dikkate almak oldukça öğretici olabilir.

Özellikle vurgulanması gereken ilk nokta, Buharin’in “büyüme hızı hastalığı” eleştirisidir. Buharin, “ekonomik büyüme her şeydir” sloganına karşı çıkmış ve insanları sadece “büyümeye tapmaya” odaklanmamaları, birikim ve tüketim ile sektörler arası dengelerin doğru şekilde ele alınması koşuluyla rasyonel ve “optimum” bir yüksek büyüme hedeflemeleri gerektiği konusunda uyarmıştır.

Ayrıca, Buharin büyüme saplantısının neden olduğu bir dizi sorunu eleştirmiştir; örneğin, yatırımların kontrolsüz şekilde şişirilmesi. Buharin, kalkınma hızını artırmak için tüm kaynakların temel altyapıya yatırılmasının mantıklı olmadığını belirtmiştir. Bu tür bir yaklaşımın, nihayetinde “gelecekte yapılacak tuğlalarla bugünün fabrikalarını inşa etmeye girişmek” gibi bir saçmalıkla sonuçlanacağını savunmuştur. Buharin, yatırım konusundaki yanlış anlayışları şöyle ifade etmiştir: “Para her şeydir düşüncesiyle bir tür ‘para fetişizmi’ne kapılmak yaygındır. Ancak, gerekli malzemeler olmadan, bu malzemelerin üretilmesi için gereken süre mevcut tüketim süresinden fazla olduğunda, hiçbir miktarda para bu sorunu çözemez.”

Buharin’in büyüme saplantısına yönelik eleştirileri, sosyalist ekonomide sıklıkla ortaya çıkan “mal kıtlığı” sorunu üzerine düşünmesine de yol açmıştır. Kapitalist üretim fazlasının tersi olarak sosyalist ekonomilerde bir “mal kıtlığı yasası” olup olmadığı sorusunu gündeme getirmiştir. Buharin, bu tür bir yasayı reddetmiş ve şunu belirtmiştir: “Burada tamamen farklı iki şey birbirine karıştırılmaktadır: Birincisi, sürekli gelişen üretici güçlerin, ihtiyaçlardaki (genel anlamda ‘talep’) artışın gerisinde kalmasıdır; ikincisi ise, özellikle keskin bir ‘kriz’ biçimi olan meta kıtlığının ortaya çıkmasıdır.

Birinci olgu, toplumun sosyalizme geçiş sürecinde olduğunun bir göstergesidir; ikincisi yani meta kıtlığının ortaya çıkması ise yeniden üretim sürecinin dengesizliğiyle ilgilidir.”

Buharin, sosyalist ekonomilerdeki meta kıtlığı olgusunun kapitalist krizlerden farklı bir dinamiğe sahip olduğunu ve bunun genellikle geçiş dönemi ekonomisinin göreli plansızlığından kaynaklandığını ifade etmiştir. Bu tespitler, sosyalist ekonomilerdeki meta kıtlığı sorunlarını doğru bir şekilde anlamak için bugün de yol gösterici olabilir.

Daha da dikkat çekici olan, Buharin’in aşırı merkeziyetçiliğe ve bunun neden olduğu bürokratikleşmeye yönelik eleştirileridir.

Buharin, şöyle demiştir: “Sosyalizm için çalışan ekonomik unsurları en üst düzeyde hareketli hale getirmeliyiz. Bu, bireysel, grup, kitle, toplumsal ve devlet girişimlerini karmaşık bir şekilde aynı hedefe doğru birleştirmeyi gerektirir. Biz ise aşırı merkeziyetçilikle bu esnekliği kaybettik. Merkeziyetçilik yüzünden, ek kaynaklardan, fonlardan ve potansiyel rezervlerden yoksun kaldık. Eğer tek tek devlet işletmelerinden başlasaydık ve kendimizi gerçek koşullara daha iyi uyarlasaydık, sayısız büyük ve küçük hatalardan kaçınabilir, çok daha esnek, hareketli ve başarılı olabilirdik.” 1929’da, Buharin, öz-eleştiri yapmaya zorlanmadan önce, Batı’nın tekelci kapitalist sanayi şirketlerindeki bürokratikleşme ve düşük verimlilik üzerine yazdığı Organize Edilmiş Yönetim Hataları başlıklı bir makalede, Sovyet sanayi sisteminin organizasyonunda oluşmakta olan bürokratikleşmeye üstü kapalı bir eleştiride bulunmuştu.

Buharin’in Stalin’in merkeziyetçi modeline yönelik eleştirileri, onun bir ekonomist olarak öngörüsünü ortaya koymaktadır. Günümüzde, bu eleştiriler hala önemini korumaktadır. Ancak, Buharin’in bu eleştirilerine hak vermek, günümüz sosyalist reformlarının onun fikirleriyle açıklanabileceği anlamına gelmemektedir. Bugün sosyalist ülkelerde yapılan reformlar, kapsam ve derinlik açısından Buharin’in geçiş dönemine ilişkin perspektiflerini fazlasıyla aşmaktadır.

Mart 1988


[1] Kabuk Teorisi erken dönem bir Sovyet vergi teorisidir. Buna göre, Ekim Devrimi’nden sonra proletarya diktatörlüğü altındaki Sovyet devleti vergilendirmenin sadece kabuğunu, yani biçimini korurken, içeriği temelden değişmiştir.

Paylaş

Bir Yanıt Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir