22 Ekim “İmralı” Sürecinin Nedenleri ve Sonuçları Üzerine Bir Öngörü
Kemal Okur, Ocak 2025
Bu yazı 22 Ekim “İmralı” sürecinin nedenlerini, Cumhur İttifakı açısından tartışacaktır. DEM ve diğer Kürt siyasi çevrelerinin beklentileri ikinci bir yazıda ele alacağız
Süreçte MHP ve Bahçeli’nin adının ve söylemlerinin öne çıkmasının temel nedeni, Cumhur İttifakı hükümetinin bu süreci ilerletmede kararlı olduğunu göstermeyi amaçlıyor. Bahçeli’nin ilk vuruşu yapması siyasi çevrelerde, bürokraside ve kamuoyunda bu kez ciddi ve kararlı olunduğu izlenimini vermektedir. İnsanlar bu beklenmedik çıkışın kaynağını merak etmekte ve genellikle bu çıkışın iç politikadaki ittifakları ve siyasi dengeleri değiştirme amaçlı olduğunu düşünmektedir.
Kanımızca Cumhur ittifakının bu adımı atmasının nedenleri başlıca 6 olgu ile bağlantılıdır.
Birincisi, Kuzey Suriye’deki Kürt devletleşmesine giden süreç ve içerde DEM parti muhalefetinin zayıflamadan devam etmesi—bu her ikisi birlikte— ve bunlara ilaveten üçüncüsü CHP ile DEM seçim ittifakları— hükümet açısından son 5-6 yıl boyunca Türkiye’deki toplumsal yönetişim açısından büyük bir meydan okuma ve siyasal istikrarsızlık etkeni olarak görülmektedir. Hükümet aynı zamanda bu tehdidi bir fırsata dönüştürmek ve büyük bir Türk-Kürt milli birlik heyecanı yaratarak içerde birçok başka nedenle zayıflayan kitle desteğini arttırmak istiyor.
İkincisi, Türk savaş güçleri 2019 yılından bu yana PKK silahlı güçlerine karşı sürdürdüğü Pençe ve Pençe Kilit operasyonları sonucunda Kuzey Irak ve Kuzey Suriye topraklarında önemli mevziler elde etmiş, çok sayıda üsler ve karakollar kurmuş, PKK güçlerine önemli darbeler vurmuş, ayrıca Kuzey Suriye topraklarına askeri ve toplumsal olarak yerleşmiş, bu ülkenin topraklarında Esad hükümetine muhalif güçlerle işbirliğini ileri düzeylere taşımış ve PKK ve ona yakın güçleri askeri olarak kuşatmış durumdadır. Hükümet daha önce Esad hükümetini PKK’ye karşı işbirliğine zorlamıştı. Şimdi Esad hükümeti devrilip Türk hükümeti ile yakın işbirliği yapabilecek güçler iktidara geldiğinde, Türk hükümeti PKK ve ona yakın güçler üzerinde baskı uygulamak açısından daha elverişli koşullara sahip oldu.
Üçüncüsü, Hamas’ın Aksa Tufanı saldırısından itibaren Ortadoğu’da büyük değişimler meydana geldi. Hem İran ve hem de ona bağlı güçler, Yemen Husileri, Lubnan Hizbullahı, Suriye Hizbullahı İsrail ile Filistin+Gazze çatışmasına dahil oldular. İran ile İsrail doğrudan karşı karşıya geldi ve iki ülke topyekün savaşın eşiğine yaklaştılar. İsrail Güney Lübnan’ı işgal etti. Türk hükümeti özellikle başlangıçta açıkça Hamas’ın yanında yer aldı ve açıkça İsrail ve Amerika karşıtı diplomasi yürüterek, bir yandan Irak ve Mısır dahil çeşitli Arap ülkeleri ile ilişkilerini iyileştirdi. Türk hükümeti diğer yandan İran’ın İsrail’den aldığı büyük darbeleri fırsata dönüştürme çabası içinde oldu. Suriye’de hükümet değişikliği bölgede İran’ı daha da zor duruma soktu. Ortadoğu’da özellikle Suriye hükümet değişikliği ve Suriye’li göçmenlere ev sahipliği yapması nedeniyle de Türkiye’nin itibarı arttı. Türk hükümeti PKK’ye karşı mücadelede İran’ın çıkardığı güçlükleri baskı altına almak için daha elverişli koşullara sahip oldu. İran’ın Irak’taki KYB (Talabani) üzerinden veya diğer İran yanlısı güçler üzerinden PKK’ye destek vermesini güçleştirdi. Irak ile kalkınma yolu projesi üzerinden askeri ve siyasi işbirliğini geliştirdi. PKK’nin Irak’ta yasaklı örgüt olmasını sağladı.
Dördüncüsü, Hükümet aşırı sağ popülist Trump’ın ABD başkanı seçilmesini bir fırsat olarak görüyor, ideolojik yakınlık ve Trump’ın ABD’nin dikkatini Asya-Pasifik bölgesine kaydırmak istemesi Erdoğan’ı heyecanlandırıyor ve Erdoğan Trump ABD’si ile hem Kürt meselesinde hem diğer Ortadoğu meselelerinde daha kolay bir pazarlığı başaracaklarına inanıyor. Muhtemelen Erdoğan uzun yıllardır ilişkilerimizde çıban başı olan şu Kürt meselesini halledelim, ilişkilerinizi yeni ve daha ileri bir düzeye çıkaralım tarzında bir pazarlığa hazırlanıyor. Erdoğan bu pazarlıkta başarılı olduğu takdirde, savaşmadan Kuzey Suriye’deki PKK/PYD varlığını Suriye hükümetine entegre etmeyi umut ediyor. Fakat kanımızca, Erdoğan hükümetinin ABD hükümetinden bu beklentisinin sıkıntısız bir biçimde gerçekleşmesi zor olacak, ABD hükümetinin elinde de ciddi kozlar var, en önemlisi Suriye üzerindeki ABD ambargosunun sürdürme kozu. Ayrıca Trump’a yakın olan İsrail lobisi de Suriye’de Türkiye’nin siyasi mevzilerinin güçlenmesi anlamına gelecek bir sonucu önlemek için elinden geleni yapacaktır. Ayrıca ABD Kürtlerin hamisi rolünü oynamaktan vazgeçmesi halinde Avrupa ve Batı kamuoyunda Otokratik ve illiberal Türkiye’ye taviz verip Kürtleri sattığı için büyük itibar kaybına uğrayacaktır. ABD’nin Türk hükümetinden istediklerini vermemesi halinde sürecin en az 1 yıl uzaması, Türkiye’nin daha elverişli koşulları beklemesi gerekebilir. ABD ve Batıda çeşitli siyasi güçler Türkiye’ye karşı bir Kürt kartını kolayca elden çıkarmak istemeyeceklerdir. Fakat, Türkiye ABD’nin direnme tutumu karşısında Kürt güçlerine karşı Şubat ayında birkaç askeri kararlılık hamlesi yapması ve ÖSO ile birlikte hemen savaşa girmesi de olasılıklar arasında görünüyor.
Beşinci olgu: Öcalan’ın barış ve PKK’yi dönüştürme hesapları: 25 yıldır İmralı’da tutulan Öcalan’ın son bölgesel ve dünya gelişmeleri ışığında ve PKK’nin mevcut zorluklarını da dikkate alarak ve özellikle Türkiye ve Suriye’de uzun yıllar boyu oluşan Kürt ulusal demokratik potansiyelini reformcu, barışçı ve demokratik bir siyasal kanala sokma niyeti içinde olduğuna dair belirtiler ortaya çıkmıştır. Hükümetin bu konuda daha fazla bilgiye ve öngörüye sahip olduğunu söylemek zorundayız. Hükümet Öcalan’a bu konuda inisiyatif koyma şansı vermek istiyor.
Türk Hükümeti, Öcalan’ın yapacağı gerçekçi bir barış çağrısı ve barışçı, reformcu, demokratik siyasete geçiş önerisinin, Türkiye’de, bölge ülkelerinde ve Avrupa’daki Kürt siyasi çevrelerinde ve Kürt kamuoyu ve kitleler içinde olumlu bir dalgalanma yaratacağını hesaplıyor. Hatta bu çağrı bazı Batılı siyasi güçleri bile PKK üzerinde baskı kurmaya ikna edebilir beklentisi var.
Öngörümüze göre Öcalan bu katkısı ile birlikte daha özgür bir ortamda Türkiye’de ve tüm bölgede Kürt ulusal demokrasisi davasına daha doğrudan bir manevi önderlik yapabilmeyi umut ediyor. Barışın gerçekleşmesinin ardından hükümetin sadece Öcalan’ın kendisi için değil, kendisi dışında tüm Kürtler için bazı kısmi reform açılımları yapılacağına inancı olduğu görülüyor. Kanımızca hükümetin kasasında barış doğrultusunda ciddi bir ilerleme kaydedildiğinde ortaya süreceği ve Kürt halkını tatmin edebilecek bazı tedrici kısmi-demokratik reform dosyaları da mevcut bulunuyor.
Yine öngörümüze göre çatışmanın ortadan kaldırılması yönünde ciddi bir ilerleme büyük engellerle, sabotajlarla ve yol kazaları ile karşılaşacak ve elde edilmesi kolay olmayacaktır. En önemlisi PKK ve ABD ittifakını tümden tasfiye etmek kolay olmayacaktır.
Altıncı olgu: Yukarıdaki kısa vadeli olgulara ilaveten Türk hükümeti açısından bir de uzun vadeli stratejik beklenti var. Bu başlatılan adımın en temelindeki nedeni oluşturuyor ve Türkiye’nin uluslararası alanda stratejik hedeflerini yansıtıyor.
22 yıllık Erdoğan hükümeti NATO ülkesi bir ülkeyi hem ABD ve Rusya, hem Rusya-Avrupa bir ölçüde de ABD-Çin rekabetinden yararlanarak ve dünyada oluşmaya başlayan çok kutupluluk trendinden yararlanarak çeşitli kıvrak politikalarla bölgesinde ve çevresinde önemli bir çekim ve karizma yaratabildi. Bu çekim gücünü dış ticaret ve enerji gereksinimleri alanında ve hatta kısmen yabancı sermaye çekmede ve ticaret yolları lojistiğinde önemli bir milli çıkar ve kazanç öğesi haline getirdi. 2053 ve 2073 hedefleri gibi iddialı hedeflerle küresel düzeye etki edebilecek büyük bir bölgesel güç olma hedeflerini önüne koydu. Bununla birlikte Türkiye Avrupa Birliği’ne daha ileri düzeyde bir ortaklık hedefinden hiçbir zaman vazgeçmedi ve bu hedefi doğrultusunda Avrupa Birliği üyesi birçok ülkenin desteğini şimdiden kazanmış durumda. Dünyadaki yeni gelişmelerle birlikte bu alanda bazı fırsatların doğabileceğini düşünenler var.
Bu tür iddialı hedefleri olan bir ülkenin uluslararası itibarı açısından ülkedeki kurucu Kürt azınlığın toplumsal yönetişimi sorununda yeterince ilerleme kazanamaması dünya ölçeğinde hem doğuda hem batıda ve genel olarak uluslararası toplumda ciddi bir eleştiri başlığı hatta ciddi bir ayak bağı durumuna gelmiştir. Aslında bu sorun başlığında bir adım ileri iki adım geri veya gelgitler içinde Turgut Özal döneminden itibaren bir yumuşama ve reform trendi ortaya çıkmış, daha önceki dönemlere kıyasla (Anayasal düzeye yansımamasına karşın) pratikten bakıldığında ciddi siyasi, toplumsal ve kültürel reformlar yapılmıştır.
Bugün Türkiye’de aynen bazı batı Avrupa ülkelerinde gördüğümüz gibi, savaşan bir gücün yasal uzantısı olan bölgesel milliyetçi radikal bir parti yasal bir siyasi faaliyet sürdürmekte ve en radikal söylemlerle oy peşinde koşabilmektedir. Tabii bu yasal partinin ikili yapısı ve savaşan bir güce kalkan olması hem kendisi açısından hem de seçilmiş Türk hükümetleri açısından ciddi sosyal ve yasal sorunlara yol açmaktadır. Erdoğan hükümeti uluslararası toplumla arasında sorun yaratan bu ayak bağından kurtulmak için uygun zamanın geldiğine ve fırsatlar doğduğuna inanmaktadır.
Türk ve Kürt sosyalistleri açısından bakarsak kanlı çatışmacı ve savaşçı ortamın son bulması gerçekleşir ve bu da ardından Kürt sorunu üzerinden demokratik, barışçı ve reformcu bir muhalefete alan açılması gibi bir sonuca yol açabilirse—ki bu sonucun ortaya çıkması için siyasi çaba yürütülmelidir—bu bir kısmi ilerleme anlamına gelecektir. Aynı zamanda bu savaşçı ortamın son bulması da barışçı bir yol ve yöntemle sağlanmalıdır. Öte yandan Kürt sorununda kalıcı ve köklü çözümün gerçekleşmesi, Türkiye’de Türk-Kürt halklarının gerçek bir ortak kader topluluğuna sahip olmaları, Türkiye’nin işçi sınıflarının gerçekleştirecekleri büyük devrimci dönüşüme bağlı olacaktır.
