Lenin ve Demokrasi: Batı Dünyası Akademisinden Lenin’in Demokrasi Teorisi Üzerine Parlak Bir Doktora Tezi
Joe Pateman, 2021 Haziran
Politik Felsefe- Nottingham Üniversitesi, Politika ve Uluslararası İlişkiler Bölümü, Politik Bilimler Fakültesi
Çeviren: Ferdi Bekir, Talha Karabey

Bu tez, Marksizm ve işçi sınıfı mücadelesinin efsanevi lideri V. I. Lenin’in siyasi düşüncesinde demokrasinin anlamını ve önemini ayrıntılı ve sistematik bir şekilde ana hatlarıyla belirtmeyi amaçlamıştır.
Bu konuyu inceleyen birçok çalışma olmasına rağmen, hiçbiri kaynak materyalin gerektirdiği ayrıntı düzeyinde bunu yapmamıştır. Bu tez, Lenin’in demokrasi üzerine çalışmalarının bugüne kadar yapılmış olanlardan daha kapsamlı ve eksiksiz bir analizini üstlenerek bu görevi yerine getirmeye çalışmıştır. Bunu yaparken, kaynak materyalin yeni bir okumasını sağlamış ve konu hakkındaki ikincil literatürle ilgilenmiştir. Birincil amaç, Lenin’in ‘haklı’ olup olmadığını sormaktan ziyade, aslında ne söylediğini tespit etmekti, ancak ilk soruyu yanıtlarken ikinci sorudan tamamen kaçınılamazdı.
Bu tez, Lenin’in demokratik bir teorisyen olduğunu savunmuştur. Lenin, demokrasi kavramının pratik ve teorik sorularını eleştirmenlerinin fark ettiğinden veya kabul ettiğinden çok daha ciddi bir şekilde ele almaktadır.
Lenin demokrasiye dair tek bir anlayış sunar. Aynı anlayış, konu hakkındaki tüm açıklamalarının temelini oluşturur.
Lenin, daha sonra terk etmek üzere bir anlayış geliştirmedi. Lenin’in açıklamaları yıllar içinde dikkate değer bir tutarlılık gösterir. Lenin ayrıca özgün, karmaşık ve nüanslı bir demokratik teori sunar.
Lenin’in teorisi özgündür çünkü Lenin, mevcut fikirleri yeni yönlere doğru geliştirirken aynı zamanda birkaç yeni fikir sunar; karmaşıktır çünkü demokratik kavramları yüksek düzeyde karmaşıklıkla ele alır; ve düşünceleri nüanslıdır çünkü Lenin genelleştirilmiş ifadelerden kaçınır ve yargıları genellikle koşullarla nitelendirir. Özgünlük, karmaşıklık ve nüans olmak üzere bu üç özellik, Lenin’in demokrasi tartışmalarının çoğuna nüfuz eder.
Bu tezin birinci bölümü, Lenin’in demokrasiyi bir kavram olarak yorumlamasını inceledi. İlk bölüm, Lenin’in demokrasiyi, herkesin kamu işlerini organize etmeye katılabileceği bir siyasi sistem olan halkın yönetimi olarak tanımladığını savundu. Ancak pratik uygulamasında demokrasi bir sınıf yönetimi biçimi ve bir devlet biçimidir. Bu, demokrasinin bir güç organı, egemen sınıfın organı olduğu anlamına gelir. Demokratik devlet, tüm sömüren toplumlarda olduğu gibi sömüren azınlığın yönetimini veya sosyalist demokraside olduğu gibi sömürülen çoğunluğun yönetimini ifade edebilir.
Demokrasinin evrimi ve kaderi devletin evrimine ve kaderine bağlıdır. Tarihsel değişimleri devletin değişimlerine bağlıdır. Tarih boyunca eski, kapitalist, sosyalist ve komünist demokrasiler olmuştur, olmaktadır ve olacaktır. Komünizm altında demokrasi, devletin yok olmasına neden olacak noktaya kadar tamamlanır. Ancak Lenin, demokratik süreçlerin komünizm altında sona erdiği fikrini reddeder. Devletin bir biçimi olan demokrasi ile demokratik yönetimin kurumsal prosedürlerini ve biçimlerini belirten demokratizm arasında önemli bir ayrım yapar. Demokrasinin aksine, demokratizm, toplumsal örgütlerde işleyen demokratik yönetim biçimlerini belirtmek için devlet dışı alanlarda da mevcuttur.
Lenin, komünizm altında, bastırılacak sınıflar olmadığı için demokratik devletin ortadan kalkacağını, ancak sıradan insanların demokratik prosedürleri kullanarak, kendi devlet dışı özyönetim organları aracılığıyla kararlar almaya devam etmesiyle demokrasinin yaşamaya devam edeceğini savunur.
Bu nedenle, demokrasi halkın yönetimi anlamına gelse de, aynı zamanda halkın yönetimiyle bağdaşmayan bir sınıf yönetimi biçimidir. Bu, demokrasinin temel çelişkisidir. Lenin, bir yandan demokrasiyi, diğer yandan demokrasiyi birbirinden ayırarak demokratik teoriye önemli bir katkıda bulunmuştur. Birincisi bir hükümet biçimiyken, ikincisi bir devlet biçimidir. Lenin, demokrasinin bir dizi tarihsel aşamadan geçtiğini savunurken, Marx’ın ekonomik tarihe ilişkin materyalist anlayışına eşlik eden bir materyalist demokratik tarih anlayışı sunar. Ancak, Lenin demokrasinin ilkel ve feodal biçimlerine yeterince dikkat etmediğinden, tarihsel taslağını eksik bırakmıştır. Lenin’in demokrasinin komünizm altında yok olacağı tezi de talihsiz bir ifadedir, çünkü demokratik süreçlerin komünizm altında sona ereceği şeklinde yanlış yorumlanabilir.
Lenin demokrasiyi, toplumun ekonomik temelinin yansıması ve ona bağımlı bir politik kategori olarak ele alır. Her demokrasi, belirli bir toplumdaki üretim ilişkilerine hizmet eder. Demokrasi, burjuva toplumsal koşulları altında sömüren sınıfların egemenliğini ifade ettiğinde, bu, işçilerin kurtuluşları için kullanmaları gereken işçi sınıfının mücadelesi için bir fırsat sağlar. Ayrıca, ortaya çıkan durumun sosyalist devrim için avantajlı bir başlangıç noktası olabileceği şekilde demokrasiyi genişletmek için her türlü çabayı göstermelidirler. Lenin, demokrasinin bir devlet biçimi olarak halkın egemenliğini ifade ettiğini savunur. Demokrasi, vaadi gerçekleşene kadar, sosyalist devrim için bir mücadele programı olarak şekillenmelidir. Sosyalist devrim zafer kazandıktan sonra, demokrasi, emekçi halkın elinde, toplumsal kurtuluşları için kullanılacak bir araç haline gelir. Demokrasi aynı zamanda sosyalizme ve sonra komünizme ulaşmak için toplumsal ilişkilere sürekli müdahale anlamına da gelir. Lenin, demokrasinin politik bir kategori olduğunu savunur.
Bu nedenle, demokrasi her zaman politik eşitlik ile toplumsal eşitsizlik arasındaki çelişkiyi yansıtır. Demokrasi daima toplumsal koşulların olgunlaşmamışlığını ifade eder, bunun sonucunda eşitlik ancak kısmen, yalnızca politik olarak ve yalnızca yasal olarak gerçekleştirilebilir. Bu nedenle Lenin, demokrasinin işçi sınıfının mücadelesinin nihai hedefi olamayacağını savunur.
Dolayısıyla Demokrasi, siyaseti aşmak, devletle ilgili olan her şeyi aşmak, yani gerçek toplumsal kurtuluşu gerçekleştirmek için bir araç olarak kullanılmalıdır. Bu, demokrasinin ikinci çelişkisidir. Demokrasi Halkın yönetimi anlamına gelir, ancak sınıf mücadelesini aşamaz. Lenin’in demokrasi için araçsal gerekçelendirmesi Marx ve Engels’e dayanır ve demokrasinin mutlak bir değer olmadığı görüşünü savunur.
Lenin’e göre önce sosyalizm gelir ve demokrasi sosyalizme engel olursa ilkeleri bir kenara bırakılmalıdır. Bu görüş demokratik bir bakış açısından sorunludur ve işçi sınıfının kurtuluş mücadelesinde hangi siyasi değerlere en çok öncelik vermesi gerektiği konusunda ilginç sorular ortaya çıkarır.
Lenin, demokrasinin diktatörlükle diyalektik birlik içinde olduğunu savunur. Bir sınıf için demokrasi, zorunlu olarak bir diğeri için diktatörlük anlamına gelir. Bazı yorumcuların görüşlerinin aksine, Lenin demokratik diktatörlüklerin hem hukukun üstünlüğünü hem de barışçıl yöntemleri, anayasal sınıf baskısı yöntemlerinin kullanımıyla uyumlu olduğunu savunur. Demokrasi, ancak yok olup tamamen gerçekleştiğinde diktatörlük olmaktan çıkar. Bu, demokrasinin üçüncü çelişkisidir.
Amacı, demokrasinin sınıf içeriğini açığa çıkarmak ve aynı zamanda işçi sınıfını burjuva diktatörlüğünü aşmaya ve kendileri için demokrasi kurmaya seferber etmektir.
Lenin, demokrasinin yalnızca özgürlükten ayrı olmadığını —-ister politik ister insani boyutuyla anlaşılsın— aynı zamanda özgürlükle kısmen çeliştiğini savunur. Demokrasi, politik ve tam özgürlüğün gerçekleştirilmesine yardımcı olabilir, ancak bunu iki ucu keskin bir şekilde yapar: Bir sınıf için özgürlüğün genişletilmesi, zorunlu olarak bir diğeri için kısıtlanması anlamına gelir. Dahası, demokrasi ve özgürlük asla tam biçimleriyle bir arada var olamazlar. Özgürlük elde edildiğinde, demokrasi yok olacaktır. Bu, demokrasinin dördüncü çelişkisidir.
Dolayısıyla, Lenin’in demokrasiyi içsel çelişkileri olan bir kavram olarak gördüğü açıktır. Demokrasinin bu çelişkilerin ancak bir kendini aşma süreciyle, yani demokrasinin bir devlet olarak var olmaktan çıkarak üstesinden gelebileceğini savunur.
Lenin’in demokrasiye yönelik tutarlı sınıf temelli yaklaşımı, demokrasi kavramına daha eleştirel bir şekilde bakmak için benzersiz bir mercek sağlar. Bu nedenle, ‘saf’ demokrasi hakkında her türlü demagojik sloganla karşılaşan mücadeleci işçi sınıfı için özellikle değerli olabilir.
TEZİN İKİNCİ BÖLÜMÜ
Bu tezin ikinci bölümü, Lenin’in liberal demokrasiye veya onun ‘burjuva demokrasisi’ dediği şeye yönelik eleştirisine odaklanmıştır. Bazı yorumcuların görüşlerinin aksine, bu eleştiri Marx ve Engels’in basit bir tekrarı değildir. Lenin, bazı Marx ve Engels argümanlarını temel alırken, diğerlerinden kaçınır.
İlk olarak, Lenin ekonomik-politik ayrımını ekonomik alanı siyasetsizleştirdiği ve onu halkın denetiminin ötesine taşıdığı için eleştirir. İşçiler, iş yerlerinde kapitalist efendileri tarafından sömürülür ve kapitalistler, birçok hayatı etkileyen işletmelerin ve işçilerin örgütlenmesiyle ilgili kararlar almakta özgürdür.
Bu, işçilerin günlük yaşamlarının önemli bir parçasını oluşturan ekonomik faaliyetlerini siyasi demokrasinin etkileyemeyeceğini fark etmeleri nedeniyle, işçi sınıfının kitlesel olarak siyasetten yabancılaşmasıyla sonuçlanır. Bu yabancılaşmanın sonucu, siyasi sistemin meşruiyetini kaybetmesi ve kapitalist sınıfın güçlenmesidir. Lenin’in ekonomik-politik bölünmeye yönelik eleştirisi, kapsamlı ampirik ve teorik literatürde kapsamlı bir şekilde araştırılmaya devam ediyor ve bu da onun bahsettiği şey hakkında bir şeyler bildiğini gösteriyor.
İkinci olarak, Lenin liberal demokratik hakların kapitalist oligarkların lehine çarpıtılmış olduğunu savunur. Zenginliklerini ve ekonomik güçlerini, demokrasi için iki kritik ölçüt olan düşünce ve konuşma özgürlüğünü yeniden yönlendirmek için kullanabilirler.
Zenginler, kamuoyunu kendi lehlerine şekillendirmek için iletişim ve zihinsel üretim araçlarını satın alabilirler. İşçi sınıfı perspektifleri burjuvazi tarafından çarpıtılır veya ana akıma ulaşmaları ve etki yaratmaları zorlaşır. Bu ideolojik kontrol, kapitalist sınıfın siyasi egemenliğini daha da pekiştirir. Lenin’in eleştirisi, Marx’ın eleştirisinden, prensipte tüm hakları eleştirmemesi, yalnızca kapitalizm altındaki çarpık uygulamalarını eleştirmesi anlamında ayrılır. Daha az radikal eleştirileri ironik bir şekilde liberal demokratlara daha uygundur ve bunlar ampirik ve teorik literatürde geliştirilmiştir.
Üçüncüsü, Lenin liberal demokratik devletin burjuvazinin egemenliğini ortaya koyduğunu savunur. Kapitalistler bunu çıkarlarını ilerletmek ve işçileri güçsüzleştirmek için bir araç olarak kullanırlar. Devletin yasama, yürütme ve yargı organları tipik olarak kapitalist sınıf veya onun uşakları tarafından yönetilir. Lenin, emperyalizm altındaki liberal demokratik devletin baskıcı özelliklerini tanımlayarak Marx ve Engels’in analizini temel alır. Bu devletin, rüşvet ve yakın çalışma ilişkileri yoluyla politikacılarla ittifaklar kuran tekelci finans kapital güçlerine nasıl tabi olduğunu gösterir. Yorumcularının görüşlerinin aksine, Lenin burjuva devletinin sınıf çıkarlarından göreceli özerklik dönemleri elde edebileceğini ve doğru koşullar sağlandığında işçi sınıfının kendini bir dereceye kadar güçlendirebileceğini kabul eder. Bununla birlikte, Lenin liberal demokrasinin çoğunluk yönetimini, yani işçi sınıfının yönetimini gerçekleştirme yeteneğinden yoksun olduğunu savunur. İşçi sınıfının çıkarlarını ilerletmek için liberal demokrasiyi kullanabileceğini ve kullanması gerektiğini, ancak nihai amaçlarının onu yeni bir devletle değiştirmek olması gerektiğini savunur. Bunun şiddetli bir devrimle mi yoksa barışçıl yöntemlerle mi başarılacağı Lenin’in umurunda değil. Gerçek çoğunlukçu demokrasiye ulaşılmak isteniyorsa, bir şekilde liberal demokratik devlet parçalanmalıdır.
Lenin’in liberal demokratik devlet eleştirisi, özellikle elit teorisi olmak üzere diğer demokratik teori akımlarıyla benzerlikler taşımaktadır ve bunların argümanlarının çoğu ‘ana akım’ liberal demokrasi teorilerine asimile edilmiştir, bu nedenle teorik olarak kafasının karışık olduğu iddiasının pek temeli yoktur.
Doğru, Lenin’in kendisi çağdaş liberal demokrasi tartışmalarında her zaman adıyla anılmayabilir, ancak bu onun yanıldığını göstermez.
Ancak, bazı entelektüellerin anti-komünist ideolojik önyargılara sahip olduğunu, diğerlerinin ise basitçe cahil olduğunu gösterir. Lenin’in eleştirisinin ayırt edici bir özelliği, vahşiliği ve sert vuruşlu tarzıdır. Amacı, liberal demokrasiyi iddialarından arındırmak ve baskıcı özünü mücadele eden işçi sınıfına göstermekti. Üçüncü bölüm Lenin’in sosyalist demokrasi veya onun proleter demokrasi dediği kavramını inceledi. Onun temel amacı, yoksulların, işçi sınıfının yönetimi olarak eski Yunan demokrasi kavramını canlandırmaktır – Platon ve Aristoteles tarafından tanımlandığı gibi. Lenin’in kavramının kesin bir özelliği, işçi sınıfının baş örgütü olan Komünist Parti’nin lider rolüdür. Demokratik bir Lenin’i kurtarma çabasıyla, bazı yorumcular onun vizyonunun bu özelliğini inkar etmeye veya nitelendirmeye çalışsa da, davalarını kanıtlayacak çok az kanıt vardır. Lenin, en “özgürlükçü” metni olan Devlet ve Devrim’de bile tek partili bir sistemi savunur. Lenin, Parti’nin önder rolünün gerekli olduğunu, çünkü toplumun geri kalanından daha yüksek bir bilinç düzeyine sahip olduğunu savunur. Yalnızca Parti, işçi sınıfının çıkarlarını doğru bir şekilde dile getirebilir ve onlara egemen sınıf olarak konumunu üstlenmeleri için araçlar ve rehberlik sağlayabilir. Devletin en güçlü örgütü olarak Partinin demokratik çizgilerde örgütlenmesi ve böylece üyelerine politikalarını şekillendirme ve liderliği kontrol etme fırsatı vermesi zorunludur. Parti kitlelerle diyalektik bir şekilde etkileşime girer. Bir yandan, kitlelerin entelektüel ruh halini takip edip onların mütevazı hizmetkarı olarak işlev göremez. Liderlik etmeli ve kitlelere sosyalist bir bilinç aşılamalıdır. Öte yandan, Parti kitlelerin istek ve taleplerini, ne kadar gerici olursa olsunlar, görmezden gelemez. Parti bu taleplere saygı göstermeli ve hatta kendi politikalarının izin verdiği ölçüde bunları uygulamaya çalışmalıdır.
Partinin birincil hedefi, kitlelerle yakın temas halinde kalarak ve onlara kompozisyonunu kontrol etme ve faaliyetlerini denetleme gücü vererek kararlarına yönelik kitle desteğini sürdürmektir. Demokratik teori perspektifinden, Komünist Partinin konumu ve rolü, Lenin’in vizyonunun hem en belirgin hem de en önemli yönüdür. Sosyalist demokrasinin demokratik kimlik bilgileri büyük ölçüde Partinin desteği sürdürme ve kitlelerin gerçek temsilcisi olarak hareket etme kapasitesine bağlıdır.
Lenin’in vizyonunun üçüncü bir özelliği, geniş bir demokratik haklar yelpazesidir: yalnızca burjuva demokrasisi altında kurulan medeni ve siyasi haklar değil, aynı zamanda genişleyen bir ekonomik, sosyal ve kültürel haklar yelpazesi. Lenin, sosyalizm altındaki hakların sınıf karakterini koruduğunu savunur. Bunlardan öncelikle işçi sınıfı yararlanmalıdır ve rejimle ne ölçüde işbirliği yaptıklarına bağlı olarak eski burjuvaziye de genişletilebilir. Dahası, sosyalist demokratik haklar ‘mutlak’ değildir. İnsanlara sosyalist hedefleri baltalama özgürlüğü vermezler. Yapıcı eleştiriler memnuniyetle karşılanır, ancak rejimi zayıflatmayı amaçlayan eleştiriler bastırılır. Bu kısıtlayıcı durumun nedeni, sosyalist devletin proletarya diktatörlüğünü, yeni bir komünist toplum yaratmak için ortaya çıkan devrimci bir hükümet biçimini ortaya koymasıdır. Bu önemli görev kaçınılmaz olarak sert uluslararası ve iç direnişle karşılaşacağından, ‘özgür’ eylemler ve ifadeler daha barışçıl, istikrarlı koşullar altında yapacaklarından daha fazla zarar verecektir. Öz koruma ve komünizmin inşası çıkarları doğrultusunda, yıkıcı eylemler ve bildiriler hoş görülemez. Bu, Lenin’in özür dilemediği sosyalist demokrasinin bir yönüdür. Açıkça, işçilerin görüş ve düşüncelerini dile getirme hakkına sahip olma derecesi, rejimin çoğunluğu temsil etme iddiası üzerinde büyük bir etkiye sahip olacak ve dolayısıyla demokratik olacaktır.
Lenin’in demokrasi modelinin dördüncü özelliği, halk kitlelerinin günlük kamusal işlerine hem doğrudan hem de dolaylı olarak katılabildiği bir kitle demokrasisi sistemidir. Sovyet devleti, parlamenter demokrasinin enkazından doğar. İşçiler tarafından işçiler için inşa edilen bir Sovyet sosyalist devletidir ve burjuva selefinden kökten farklıdır. Yasama ve yürütme organları, (gevezelik yapan değil) gerçekten çalışan temsili organlarda bir araya getirilir ve böylece yürütme organlarıni demokratik kontrol altına alır; seçilen yetkililer her an geri çağrılabilir ve aşağı yukarı işçi ücretleri alırlar. Kitleler, ülke çapında bir kontrol, dosyalama ve muhasebe sistemiyle devletin yönetimine dahil edilir.
Liderlerin sınırlı bir yetkisi vardır ve seçmenlerinin mütevazı hizmetkarları olarak hareket ederler. Sendikalar ve işçi milisleri gibi kitle örgütleri, siyasi katılımın daha fazla yolunu sunar. Bürokratik eğilimler militanca bastırılır. Ancak, bağımsız olmaktan uzak olan kitle demokrasisi biçimleri, sosyalist inşanın hizmetinde Parti tarafından yönlendirilir ve kontrol edilir. Parti devleti yönlendirir ve ana hedeflerini belirler, ancak Lenin, kesinlikle Partinin devletin yerini alamayacağında ısrar eder.
Parti ve Devlet İlişkileri
Lenin’in demokratik teoriye katkısını tek bir cümlede özetlemek gerekirse, demokrasinin doğası gereği çelişkili bir kavram olduğu görüşüdür. Bir yandan, halk kitlelerinin ve çoğunluğun özgürlüklerini gerçekleştirmek için mücadele edebileceği politik biçimdir ve aynı zamanda bu özgürlüğün başlıca politik tezahürüdür.
Aynı zamanda, demokrasi bir sınıf egemenliği biçimi olduğundan, en gelişmiş koşullar, yani sosyalist demokrasi altında bile, halk egemenliğinin yüce amacını, ‘halkın egemenliğini’ asla tam olarak gerçekleştiremez. Lenin’in demokrasinin çelişkilerine ilişkin görüşü bugün de geçerliliğini korumaktadır. Son yıllarda, çeşitli ideolojik geçmişe sahip akademisyenler, hem teoride hem de pratikte kavrama karşı artan bir şüphecilik gösterdiler. Bu şüphecilik, Lenin’in fikirlerine çeşitli şekillerde hitap ediyor. Demokrasinin Büyüsünü Kırmak kitabında John Dunn (2014), halkın demokrasinin tüm kötülüklerin çözümü olduğuna olan inancıyla uyuşturulduğunu ve bunun sonucunda da korkunç eksikliklerini görmezden geldiğini savunuyor.
Demokrasi kavramına yapılan atıflar otoriterliğe yönelik yıkıcı eleştiriler sunabilse de, demokrasinin kendisi otoriter yapıların yerini neyin alması gerektiği konusunda daha zayıf bir rehberlik sağlamıştır. Demokrasi istikrarlı ve etkili bir yönetim sağlamaz. Gerçekten de, birçok insan demokrasinin doğru eylem yolunu bulma aracı olarak faydasını abartmaktadır. Batılı uluslarda ekonomik büyümeye neden olmaktan uzak, demokrasinin bu olguyla çakışması sadece bir tesadüf olabilir. Demokrasi saplantısı, insanları ekolojik bozulma, iklim değişikliği ve ekonomik istikrarsızlık gibi varoluşsal tehditlere karşı kör etmektedir. Bu sorunlar acil eylem gerektirmektedir, ancak birçok insan bunları çözmeye başlamak için bile kısa vadecilik ve kararsızlık yüzünden kör olmuştur. Dunn’ın argümanı, Lenin’in demokrasinin kendi başına insanlık sorunlarına ve hastalıklarına evrensel bir çare olmadığı ve kitlelerin gerçek insan özgürlüğünü gerçekleştirmek için bunu aşması gerektiği görüşünü yansıtıyor.
Lenin gibi Dunn da demokrasinin siyasi kararlar almada her zaman birincil ilke olamayacağını savunuyor. Ekolojik felaket gibi bazı acil sorunlarla başa çıkarken, daha az demokrasi aslında daha fazlasından daha iyi olabilir.
How Democracy Ends (Demokrasi Nasıl Biter) adlı kitabında David Runciman (2018), seçilmiş hükümetlere olan düşük seçmen güveni ve Donald Trump’ın seçilmesiyle kendini gösteren demokrasiye yönelik yaygın hayal kırıklığına dair ayrıntılı bir genel bakış sunuyor.
Kitleler, ihtiyaçlarını karşılayamayan veya onları güçlendiremeyen bir siyasi sistemden bıkmış durumda. Demokratik sistemler dayanıklı hale gelmiş olsa da, bir kez kök salma şansı verildiğinde, sorunlarının kalbinde yatan şey tam da dayanıklı ‘olgun’ demokrasilerin dayanıklılığıdır. Açık şiddet gibi toplumsal sorunların en kötü belirtilerini savuşturabilseler de, bu sorunların altında yatan yapısal ekonomik eşitsizlikler gibi nedenlerle baş edemiyorlar. Sosyal medyanın ve internetin yükselişi, gerçekleri görmezden gelen ve önemli konuları gizleyen mantıksız tartışmaların yükselişine ve yanlış bilgilerin yayılmasına yol açtı ve böylece insanların politikacılar ve politikalar hakkında dengeli görüşler oluşturma yeteneklerini zayıflattı. Runciman’ın argümanları, Lenin’in liberal demokrasiye yönelik eleştirileriyle güzel bir şekilde örtüşüyor, ancak temel fark, Lenin’in bu yönetim biçimini genel olarak demokrasiyle karıştırmamasıdır. Bonnie Honig (2017) Kamusal Şeyler: Demokrasi Onarımda adlı kitabında, neoliberalizmin yükselişinden bu yana liberal demokrasi altında kamusal alanın daraldığını vurgulayarak, bunun bir bütün olarak demokrasiye zarar verdiğini savunuyor. Kamusal “şeylerin” -parklar, metrolar, köprüler vb.- demokrasi için temel olduğunu, çünkü vatandaşların bunların kullanımıyla ilgili tartışmalarının vatandaş olarak siyasi katılımlarının biçimlendirici bir parçası olduğunu savunuyor. Başka bir deyişle, kolektif demokratik eylem, kolektif olarak sahip olunan nesneler olan kamusal şeylere bağlıdır. Bu argüman, Lenin’in liberal demokrasideki ekonomi ile politika arasındaki bölünmeye yönelik eleştirisiyle örtüşüyor, ancak Lenin, Honig’in aksine, (neo) yeni liberal demokrasinin reformunu değil, kaldırılmasını savunuyor.
S. Levitsky ve D. Ziblatt (2019) How Democracies Die (Demokrasiler Nasıl Ölür?) adlı kitaplarında darbelerin demokrasileri yıkmanın tek yolu olmadığını gösteriyor. Olgun Batı demokrasilerinde, demokrasilerin seçilmiş yetkililer tarafından içeriden aşındırılması mümkündür, özellikle de bu yetkililer demokratik ‘oyun kurallarını’ reddederse; rakiplerinin meşruiyetini reddederse; şiddeti hoş görür veya teşvik ederse; ve rakiplerinin medeni haklarını kısıtlamaya istekliyse. Tüm bunlar, Donald Trump’ın yakın zamanda seçilmesinin gösterdiği gibi, demokratik kurumlar altında gerçekleşebilir. Demokrasiler Nasıl Ölür, Lenin’in bir rejimin demokratik kimlik bilgilerinin yalnızca kurumlar aracılığıyla, özellikle de liberal demokrasi durumunda, oluşturulamayacağı görüşünün çarpıcı bir şekilde doğrulanmasıdır.
Demokratik teori ve pratiğe ilişkin bu son çalışmalarda sergilenen karamsarlık, Lenin’e dönüşün uygun ve gerekli olduğunu göstermektedir. Lenin, demokrasiye -tüm biçimleriyle- daha eleştirel ve daha bütünsel bir şekilde bakmak için benzersiz bir mercek sunar, çünkü fenomeni toplumun sosyo-ekonomik yapısı içine yerleştirir. Lenin’in teorik içgörüleri, demokrasi kavramının, olanakları, sınırlamaları ve gelişme koşulları dahil olmak üzere, önemini daha kesin bir şekilde belirlemeye yardımcı olabilir. Lenin’in fikirleri, bugün demokrasiye dair eleştirel söylemin yeniden canlandırılmasının bir parçası olmalıdır.
Elbette, Lenin’in demokrasi düşüncesinin herhangi bir değerlendirmesi, hedef kitlesini hesaba katmalıdır. Lenin, yünden boyanmış liberalleri, sınıf mücadelesinden kilometrelerce uzaktaki ayrıcalıklı aydınlar ve entelektüelleri ikna etmeye çalışmıyordu. Lenin, mücadele eden işçi sınıfını, sesi olmayan sınıfı, tekelci devlet kapitalizmine karşı özgürlüğü için hala mücadele eden sınıfı, kendisi ve tüm insanlık için daha parlak bir gelecek getirecek sınıfı ikna etmeye çalışıyordu. Lenin’in demokrasi teorisinin değeri ve gelecekteki kaderi yalnızca işçi sınıfı tarafından belirlenecektir.
