Özgürlükten Sapma: Sovyet Modeli Sosyalizmin Hastalığı, Demokrasi Olmadan Sosyalizm Olmaz
Gao Fang

Çeviren: Deniz Kızılçeç
Yazar Hakkında Çin’de önemli bir yaşlı kuşak sosyalizm teorisyeni, Gao Fang
Bu makale esasında ülke çapında bir akademik tartışma ve diyalogu başlatmak amacıyla yazılmıştır. Makale ilk olarak (2003 yılı Mayıs sayısında) Çin’de Pazar Ekonomisi Forum adlı bir bültende yayınlanmıştır (kurum-içi bir yayın. Daha sonra, 2005 yılında Journal of Jiangsu Administration Sciences İnstitute dergisinde yayınlanmıştır. 28 Mart 2005 yılında, makalenin kısa bir versiyonu ÇKP Merkez Komitesi’ne bağlı Merkezi Parti Okulu tarafından desteklenen Study Times (Araştırma Almanağı) adlı araştırma dergide “yeni düşünceler” köşesi altında yer almıştır.
Bölüm I. Özgürlük, Sosyalizmin temel özelliği ve onun değersel hedefidir
Özgürlük ve sosyalizm birbirinden ayrılmaz ve bölünemez bir bütün oluşturur. Özgürlük, sosyalizmin temel özelliği ve onun değersel hedefidir. Marx, kendisinin yeni dünya görüşünün şekillenmesinin başlangıç günlerinde 1842 yılının Ağustos ayı gibi erken bir tarihte, Alman Rheinische-Zeitung gazetesinde, yazdığı Tarih Okulunun Hukukla ilgili Felsefi Manifestosu (Viktor Hügo ile ilgili bir değerlendirme) adlı makalesi ve bunu izleyen makalelerinde ısrarla “evrensel akıl, evrensel özgürlük, evrensel hak/hukuk ve evrensel ahlak”, “devletin akılcı ve ahlaki olması gereği” “yoksulların evrensel örfi (törel ve doğal) hukukunu” savunuyordu.
Öte yandan, “devletin bütün akılcı ve ahlaki bağlarından kurtularak çözülmesi ve yozlaşmasına” vurgu yapıyor ”, “suçlu” ve hırsız olarak görülen orman köylülerine karşı “akılcı olmayan” ve “haksız/hukuksuz” işlemlerin uygulanmasını” radikal bir şekilde eleştiriyor ve akılcı görmediği “ayrıcalıklı sınıfın tikel çıkarlarını” ve “soylular sınıfının ayrıcalıklarına” saldırıyordu. Dipnot 1
*Marx bu parafgrafta felsefi olarak tikel ile evrensel arasındaki karşıtlığı düşünmüştü.
Şubat 1844 yılında Yahudi Sorunu Üzerine ve Hegel’in Hukuk Felsefesi’nin Eleştirisi adlı eserleri Alman-Fransız Yıllığı Dergisinin birleştirilmiş birinci ve ikinci sayılarında yayınlandığında Marx’ın düşünceleri daha da ilerlemişti: Marx, vatandaşların politik özgürlükleri için mücadele eden bir devrimci demokrattan, insanlığın özgürlüğü ve kurtuluşu için mücadele eden bir komüniste dönüşmüştü.
Marx, siyasi özgürlük ve siyasi kurtuluş ile insanın özgürlüğü ve kurtuluşu arasında hem bağlantıların, hem de farklılıkların olduğunu savunuyordu. Marx o günlerde burjuva devriminin feodal despotizme karşı zaferinin ardından “akılcı burjuva devletinin” tam bir biçimde gelişim göstererek” yeni bir durumun ortaya çıkabileceğini düşünmüştü. İnsanlar arasında “sınıfsal köken, mensup olduğu toplumsal mertebe , eğitim seviyesi, meslek” gibi çeşitli farklılıkların aşılabileceğini ve insanların eşit haklara, siyasi demokrasiye ve düşünce özgürlüğüne kavuşacaklarını düşünmüştü.
Marx, siyasi özgürlük ve kurtuluş hakkında,… Daha sonraki günlerde düşüncelerini daha da ilerletmiş, sınırsız seçme (seçilme) hakkının gerçekleşmesi ile birlikte devletle birlikte sivil toplumun da çözülme yoluna doğru gireceği biçimindeki daha önceki düşüncelerini bir kenara bırakarak, dikkatini sivil toplumdaki içsel çelişkilerin keşfedilmesine çevirmiştir.
Şüphesiz ki, Marx siyasal devrimi tarihsel gelişimde ileriye doğru büyük bir gelişme olarak görmüştü, ancak ona göre siyasal özgürleşmenin bazı kaçınılmaz kısıtlılıkları vardı. Siyasal devrim ile birlikte halk kitlelerinin büyük çoğunluğunun biçimsel olarak özgürlüklere kavuşması sonrasında, burjuvazi özel sermaye mülkiyetine dayanarak ekonomik hakimiyetini sürdürmeye devam ediyor, burjuvazi ekonomik hakimiyetine dayanarak ücretli işçileri sömürmeye ve ücretli işçilerin özgürlüklerini baskılamaya devam ediyordu.
Aslında, toplumsal eşitsizlik hala yerli yerinde duruyor ve işçilerin özgürlüğü tamamlanmamış olarak kalıyordu. Dolayısıyla Marx’a göre bireyler ancak “siyasal özgürleşmenin” daha ötesine doğru, “insan olarak bütünsel anlamda çok yönlü özgürleşmeye ve “toplumsal kurtuluşa” doğru ilerleyebildiği takdirde, özgür ve bütünsel bir gelişimin koşullarına sahip olabilirlerdi, bunu şöyle ifade ediyordu: içinde tek tek “her bir kişinin özgürce gelişmesinin, (toplumdakilerin) tümünün özgürce gelişmesinin ön şartı olduğu bir birliğe (topluma)sahip olacağız.” (Komünist Manifesto)
Marx aynı zamanda, kurguladığı geleceğin toplumunu şöyle tanımlıyordu: “İnsan kendi güçlerinin toplumsal güçler olduğunu kavramalıdır, bu güçlerini örgütlemelidir (düzenlemelidir), böylece artık insan toplumsal güçlerini- politik güçler biçiminde– kendisinden ayırmamalıdır. Sadece bu koşul başarıldığında insanın özgürleşmesi tamamlanacaktır.” Bu önermesi ile Marx, politik insanı, yani soyut vatandaş düşüncesini diyalektik olarak aşarak, gerçek bireyin (yitirmiş olduğu) kendi toplumsal güçlerini, kendi toplumsal ilişkilerini yeniden kazanması gereğine, ancak bu yolla özgürlüğe kavuşabileceğini savunuyordu.
Marx ve Engels’in dünyanın ilk uluslararası komünist partisi olan Komünistler Birliği için hazırlamış oldukları ölümsüz başyapıt Komünist Manifesto’ya baktığımızda “serbest rekabetin”, “serbest ticaretin”, “serbest sözleşme hakkının” ve benzer kavramla burjuvazi ve kapitalizme ait benzer kavramların derinlemesine eleştirildiğini görüyoruz.
Bu arada, onlar komünistlerin mücadele hedefinin kapitalist özgürlüğün, yerine geçecek komünist özgürlüğü gerçekleştirmek olduğunu ilan etmişlerdir. Yine Komünist Manifesto’da, “Sınıflar ve sınıf karşıtlıklarının olduğu eski burjuva toplumunun yerine, içinde tek tek “her bir kişinin özgürce gelişmesinin, (tüm toplumdakilerin) tümünün özgürce gelişmesinin ön şartı olduğu bir birliğe (topluma)sahip olacağız.” diyerek geleceğin komünist toplumunu tanımlıyordu.
1998 yılında, Komünist Manifesto’nun yayınlanmasının 150. yıldönümünü anmak amacıyla “Büyük Uyum: Asırlar Ötesi Bu İdeal Kesinlikle Gerçekleştirilecektir” başlıklı bir makale yazmıştım. Bu makalede, Marx ve Engels’in daha başlangıçta amaçladıkları hedeften yola çıkarak komünistlerin hedeflerinin “özgür insanların” birliğini (topluluğunu) inşa etmek olduğunu ele almıştım. Bu arada, benim bağımsız düşünceme ve çalışmalarıma dayanarak, özgürlüğün ne olduğunu, özgürlüğün tarihsel gelişimini nasıl düşünmemiz gerektiğini, Marx’ın özgürlük üzerine düşüncelerinin ana içeriğinin ne olduğunu ve özgür insanların birliği düşüncesini açmıştım. Bu makalede ayrıca Çinli komünistlerin Marksist özgürlük görüşünü gerçekleştirmek için nasıl mücadele etmesi gerektiğine dair bir dizi sorunu ele almıştım.
Kabaca söylemek gerekirse, “özgürlük” terimi 14. yüzyılda Batı dünyasında ortaya çıkmıştır. İnsan düşüncelerine, kelimelerine ve eylemlerine, insanların kendi kendilerinin bağımsız bir şekilde ve dıştan gelen kısıtlamalardan arınmış bir şekilde karar vermesi anlamına gelir. Ancak, insan özgürlüğü doğanın ve toplumun koşullarının kısıtlamalarına tabi olmuştur. Bu yüzden, özgürlük her zaman görecelidir, kesin değildir.
Özgürlüğün esas niteliği, kısıtlamalara tabi olmamakta değil, insanların kendileriyle ilgili kararların verilme aşamasında özgür olmalarıyla ilgilidir. Toplum daha ileriye doğru geliştikçe, insanların özgürlüğü daha ileri ve zengin olacaktır. Marx şöyle yazmıştı: Hukuk (Hak) hiçbir zaman bir toplumun ekonomik yapısının gelişiminden ve bu ekonomik yapı tarafından koşullandırılan kültürel gelişiminden daha yüksek olamaz.”
Sosyalizm, kapitalizmin oluşturduğu farklı özgürlükleri miras alarak ve onların ötesine geçerek geliştirmeli:
ilk olarak, sosyalizm, insanları doğanın efendisi haline getirerek, üretim araçlarının mülkiyeti alanındaki özgürlüğü geliştirmeli; ikincisi, insanın sosyal yaşamdaki özgürlüğünü geliştirmeli, insanları özgür birliğin efendisi haline getirmeli; üçüncü olarak, özgürlüğü insanların kendi yeteneklerini çok yönlü ve bütünsel olarak geliştirmeleri alanında gerçekleştirmelidir. Kısaca, Marksizm özgürlüğü bir yandan her bir bireyin tamamen özgür ve bağımsız pratiği olarak ele almış, diğer yandan özgürlüğü insanın nesnel dünyanın zorunlu yasalarını kavraması ve dönüştürmesi olarak düşünmüştür; bununla birlikte Marx’a göre özgürlük insanların zorunluluklar dünyası üzerinde dinamik bir kontrol sağlaması ve pratik içinde kendi öznel dünyalarını (düşünüş biçimlerini) aktif bir biçimde dönüştürme yeteneğine sahip olmalarıdır.
Özetle, Marx, rasyonel bilgiye dayanan eski özgürlük kavramını aşarak, özgürlüğü gerçek pratik üzerinde temellendirmiş, rasyonel ontik özgürlük anlayışının yerine öznenin duyumsal (Sensous)faaliyetine dayanan özgürlük anlayışını savunmuş, ve özgürlüğü bilmeye (bilgiye) bağlayan yaklaşımı aşarak insanın dünyayı özgürce biçimlendirmesi (yaratması) fikrine ulaşmıştır. Bkz. Feuerbach Üzerine Marx Tezler
Paris İşçilerinin Devrimi, 1871’de, Paris Komünü adında bir emekçi-işçi cumhuriyeti kurmuştu. Bu hükümet 72 gün sürmüş olmasına karşın, Paris Komünü, yükselen ilerici burjuvazinin geliştirdiği özgürlüğü ve demokrasiyi bir temel olarak miras alarak ilerleyen sosyalizmin gerçekleştirdiği özgürlük ve demokrasinin ilk örneğidir. Paris Komünü yönetim organları, esasında, işçilerin halkın ve tüm toplumun aşağıdan yukarıya doğru özerk bir şekilde örgütlenmesidir. Bu örgütlenme tarzını bir önceki yüzyılda Fransız Devrimi’nde de görüyoruz. 1792-1794 yılları arasında Paris’in çeşitli mahallerinde böyle 44000 alt-komün örgütü kurulmuştu. Ancak 1871 Paris Komünü, Paris işçilerinin burjuva iktidarını devirdikten ve burjuva devleti aygıtını 18 Mart’ta silahlı ayaklanma ile parçaladıktan sonra kurulmuş yeni türde bir işçilerin demokratik cumhuriyeti (devlet biçimi) idi.
1871 Paris Komünü, 1792’deki Paris Komünü’nün eski olumlu geleneklerini ve kazanımlarını miras aldı. Yeni Paris Komünü’nün verdiği hükümet kararlarında, “Cumhuriyeti,,özgürlük-eşitlik-birlik” ifadeleri açıkça yazılmıştı, fakat onlar, bu eski sloganların içini yeni bir içerikle doldurarak tarihte yeni bir sayfa açmak istemişlerdi.
Paris Komünü, 21 Mart’ta yayınlanan bir bildiri ile “Paris’in özgür bir kent olduğunu” ve “bu şehirde herkesin bir söz hakkı olduğunu” ilan etmişti.[1]
Milli Muhafız Örgütü Birleşik Karargahı’nın Merkez Komitesi, bir bildirisinde açıkça şöyle yazıyordu: “Paris, başkalarına hükmetmeyi değil, özgürlük istiyor. Paris Komünü’nün büyük projesi, insanlara iyi örnek oluşturacak bir diktatörlük inşa etmektir.[2]”
Bu bildiride, bir yanda özgürlük ile düzen, diğer yanda demokrasi ile diktatörlük arasındaki diyalektik bütünsellik ilişkisi kısa ve öz bir şekilde belirtiliyordu.
Paris Komünü tarafından 19 Nisan’da Fransız halkına açıklanan bildiride, komünün güvence altına aldığı haklar olarak: “bireysel özgürlükler, din özgürlüğü ve çalışma özgürlüğünü tamamen korumaya” vurgu yapılmıştır. Vatandaşlar, kısa aralıklarla yapılan karar alma toplantılarına katılabilecek, komünün meselelerine dahil olabilecek, görüşlerini özgürce dile getirebilecek ve kendi çıkarlarını koruyabilecekti. Böylece komün, halkın yönetime katılımı için uygun şartları sağlamayı güvence altına alacak, kendisini denetime açık tutacak özgür toplantı hakkı için elverişli koşullar ve yayın yapma haklarını sağlayacaktır.[3]”
Bunlar, sadece sözde kalan bir vaatler değildi, pratikte aktif olarak uygulanmıştı. Paris Komünü’nün yaşadığı iki buçuk ay boyunca, işçiler ve kitleler kapsamlı özgürlükler ve demokrasiden gerçekten yararlanmışlardı. Paris Komünü Yasama Komitesi’nin 81 üyesi, genel seçimle seçilmişti. Komite, her zaman halk tarafından denetlenmiş, uygunsuz davranan komite üyeleri veya devlet yetkilileri, gerektiğinde görevlerinden alınabilmişti. Paris Komünü Komitesi’nde temsil edilen meslekler arasında: 33 işçi( Bu 33 işçi arasında 5 küçük dükkan sahibi bulunuyordu) toplamda 19 katip, muhasebeci ve diğer ofis çalışanları; 12 gazeteci ve sosyal bilimler alanında çalışan bir takım işçiler bulunmaktaydı.
Paris Komünü Komitesi üyelerinin maaşlarının vasıflı işçi maaşlarını geçmeyeceği, yasalar ile sabitlenmişti. Paris Komünü, devlet yetkililerinin belirlenmesinde yukarıdan aşağı atama sistemini kaldırmış, demokratik seçim sistemini hayata geçirmişti. Bürokratik ayrıcalıkları ortadan kaldırarak maaşlar arasındaki farkı büyük ölçüde azaltmıştı. Kitleler özgürce bir takım kulüpler açabilmiş, işçiler özgürce dernekler kurabilmiş, kadınlar ise, “Paris’i Savunan Kadınlar Derneği ve Yaralı Savaşçıların Bakımı” örgütünü kurmuş ve bazı kadınlar 1789 ve 1848 zamanında gerçekleşen önceki girişimlerin izinden giderek feminist bir hareket örgütlemiştir.
Aydınlar, özgür bir şekilde bir takım yeni gazeteler kurmuştu. Kitlelerin büyük bir çoğunluğu, mektup yoluyla görüşlerini yayın organlarına iletmek amacıyla binlerce mektup yazmış, çok sayıda toplantılar düzenleyerek fikir ve görüşlerini özgürce açıklamıştı.
Böylece kullandıkları demokrasi ile Paris Komünü’nü her açıdan savunmuş, denetlemiş ve güçlendirmişlerdi. Parisli işçilerin o sırada resmi bir Marksist-sosyalist partileri olmamasına rağmen, epeydir sosyalizm ve komünizm üzerine eğitim almaktaydılar. Uluslararası İşçiler Birliği, diğer adıyla Birinci Enternasyonal, 1862 yılında kurulmuştu. Ve Birinci Enternasyonal’in Fransa şubesi, bu eğitim görevini üstlenmişti. Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda Komün önderliği, Paris Komünü’nün devrimci pratiği içinde birçok öncü ve yol açıcı pratikler sergilemişti, ve bunların önemli bir bölümü aslında sosyalist özgürlük ve sosyalist demokrasinin gerçekleştirilmesi ile ilgili idi.
TAMAMINI OKUMAK İÇİN İNDİRİNİZ