Xiao Feng: Emperyalizm ve Hegemonyacılık Arasındaki Fark ve Benzerlik

Merkez Parti Okulu Teorik Araştırma Ofisi, 18 Haziran 1999

Gazeteci: “Emperyalizm” ve “hegemonyacılık” gerçekten de hem birbirleriyle bağlantılı ve hem de farklı. Muhtemelen, olağan zamanlarda bu ikisi arasında kesin bir ayrım yapmaya gerek yok. ABD liderliğindeki NATO’nun Yugoslavya’yı bombalamasının “çıplak emperyalizm” olduğunu haklı bir öfkeyle söylemek gerekir.

Fakat, Komünist Partimizin ve devletimizin politikası olarak, düşüncelerde ve kavramlarda hassas olmaya dikkat etmeliyiz. Parti ve devlet politikaları açısından bakıldığında, Çin’in neden artık genel olarak “emperyalizme karşı çıkmak” yerine “hegemonyacılığa” ve “güç politikalarına” karşı çıkmayı vurguladığından bahsedebilir misiniz?

Prof. Xiao Feng: Bu soru aslında iki meseleyi içeriyor:

Birincisi, bugünkü çağdaş kapitalizmin nasıl anlaşılacağı ve sosyalizm ile kapitalizm arasındaki ilişkinin doğru ve kapsamlı bir şekilde nasıl anlaşılacağı soruları ile ilgilidir.

İkincisi, yeni tarihsel koşullar altında Çin reform ve dışa açılma politikası izlemektedir. Ve bu koşullar altında sosyalist Çin gelişmiş kapitalist ülkelere karşı hangi ilke ve politikalar benimsenmelidir?

Birinci soru, yani bugünkü çağdaş kapitalizmin durumu, ikincisinin yani sosyalizm ile kapitalizm arasındaki ilişki meselesinin temeli ve öncülüdür. Bu nedenle, fakat birinci sorunu doğru çözerek ikinci sorunu —–sosyalizm ile kapitalizm arasındaki– ilişki sorununu çözmekten bahsedebiliriz.

Bugünkü, çağdaş kapitalizmin gelişiminden daha önceki bir makalede bahsetmiştim.

Lenin’in Emperyalizm eserinin genel doğrultusunun ötesine geçmese de geçmişe kıyasla bugünkü kapitalizm çok değişmiştir.

Kapitalizm içinde yaşayan halklar için bir “cennet” olmasa da hala belirli bir canlılığa ve hayatiyete sahiptir ve hemen kısa vadede hızla ve tamamen çökmeyecektir. Son tahlilde, sosyalizm kapitalizmden üstün bir sistemdir, fakat sosyalizmin zaferinin hızlı bir şekilde ve hemen ortaya çıkabileceğini söyleyemiyoruz. Dolayısıyla sosyalizm ve kapitalizmin aynı dünyada yer aldığı “tek dünya, iki sistem” olgusu uzun bir süre daha var olacaktır.

Bu durumda, sosyalist ülkelerin kapitalist ülkelerle, özellikle de batılı gelişmiş kapitalist ülkelerle ilişkilerini nasıl görecekleri ve ilişkileri nasıl ele almaları gerektiği sosyalist ve komünistler açısından uzun vadeli stratejik bir konudur. Bu ele alma ve ele almanın niteliği sosyalizmin başarısı ya da başarısızlığıyla doğrudan ilişkilidir.

Genel olarak konuşursak, sosyalizm ile kapitalizm arasında hem çelişkiler hem de karşılıklı referans/öğrenme ve üçüncü olarak da işbirliği ilişkisi vardır. Biz bu üç boyutlu ilişkileri diyalektik bir perspektiften ele almalıyız. Önce sosyalizm ile kapitalizm arasında çelişki ve mücadeleyi tartışırsak, “Batılı güçler tarafından uygulanan sosyalist ülkeleri kapitalizme doğru evrime sokma girişimleri” ve “Batılı güçlerin bu çabalarına karşı koyma politikamız” konusunda yoğunlaşmaktadır. Böylece “kapitalizme doğru evrime sokma” ve “bunu önleme” meselesinde odaklanan bir mücadele görüyoruz.

Batılı güçlerin sosyalist ülkeleri “batılılaştırma” ve “bölme” stratejik hedefi değişmeyecek ya da terk edilmeyecektir. Bu konuda soğukkanlılığımızı kaybetmemeli, paniğe kapılmamalı ya da gevşek ve umursamaz davranmamalıyız.

Fakat “barışçıl evrime” girip girmemek Batı’nın elinde değildir, bu durumu Batılı güçler belirleyemez, bu sosyalist ülkelerin kendi iç meselesidir. Eğer sosyalist ülkeler kendi iç işlerinde ve iç işleyişlerinde iyi bir iş çıkarırlarsa, Batı’nın “barışçıl evrim” saldırısı güçlü olsa bile sosyalist ülkeleri durduramazlar. Bu nedenle, bu sorunun odak noktası ve anahtarı hala kendi evlerimizin içinde ve kendi çabalarımızla çözülecektir.

Gazeteci: Kapitalizm ile sosyalizm arasındaki ilişkileri ele alırken nelere dikkat etmeliyiz?

Sosyalizm, kapitalizmin hem inkarı, hem de kapitalizmin miras alınması ve kapitalizmi aşan bir gelişime sokulmasıdır. Sosyalist ülkeler ile kapitalist ülkeler arasında çelişkili yönlerin yanı sıra, karşılıklı öğrenme ve işbirliği yönleri de vardır. Örneğin toplumsal pratiğe baktığımızda, kapitalizmin ekonomik alanda sosyalist planlama yöntemlerinden ders aldığını fakat bunu yaparken kapitalizmi sosyalizme dönüştürmediğini, aksine bu öğrenmenin kapitalizmi daha da sağlamlaştırdığını ve geliştirdiğini görüyoruz.

Aynı şekilde sosyalizm de kapitalizmin çeşitli başarılı yönlerinden öğrenerek ve ödünç alarak kapitalizme dönüşmez, bu seçici öğrenme sadece sosyalizmi pekiştirir ve güçlendirir. Lenin açıkça şu ifadeyi kullanmıştı: “Sosyalizme ne kadar iyi ulaşılacağı, Sovyet iktidarımızın ve Sovyet yönetiminin kapitalizmin sahip olduğu en son ilerici şeyleriyle ne kadar iyi bir biçimde bütünleşeceğine bağlı olacaktır.” (Lenin, Cilt 27, s. 237)

Ve Lenin şunu ekledi: “Kapitalist kültürün mirasını kullanmadan, onun kazanımlarına dayanan bir sosyalizmden başka bir sosyalizm düşünmek akıl karı değildir. Bu vazgeçemeyeceğimiz bir koşuldur. ”  (Lenin’in Bütün Eserleri, cilt 27, s.285) https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1919/rcp8th/02.htm

ÇKP On Birinci Merkez Komitesi’nin 1978’deki Üçüncü Plenum toplantısından bu yana, sosyalizmi geliştirmek için kapitalist gelişmiş ülkeler de dahil olmak üzere dünyadaki tüm ülkeler tarafından yaratılan tüm ileri uygarlık kazanımlarını özümseme ve bunlardan yararlanma ihtiyacını vurgulayan bir dışa açılma politikası benimsedik ve pratikte bu yaptığımız şeyin tamamen doğru olduğu kanıtlandı. Kısacası, sosyalist sistemi sağlamlaştırmak, mükemmelleştirmek ve geliştirmek için sosyalist ülkeler kapitalizme karşı mücadele ile kapitalizmden öğrenme ve işbirliği arasındaki ilişkiyi kapsamlı bir şekilde kavramalı ve ele almalı eylemlerini bu iki yöne göre ayarlamalıdır.

Sosyalist ülkeler kendi işlerini iyi yaptıkları takdirde, ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar batılı güçlerin bizi “barışçıl evrim” saldırısı ile dönüştürmeleri başarılı olamayacaktır. Gelişmiş kapitalist ülkelerle hem mücadele hem de işbirliğinde ısrar etmemiz ve onların iki eline karşı bizim de iki elimizi kullanmamız gerekiyor. Düşmanca ele karşı gereken yanıt verilmeli, dostça ele karşı da dostça karşılık vermeliyiz.

Bu anlamda “emperyalizme karşı mücadele” genellikle onların tüm sosyo-politik ve ekonomik sistemine karşı çıkmak olarak anlaşılacağı için ve kapitalist ülkelerle işbirliği politikalarımızı engelleyebileceği için ve kapitalist ülkelerle kapsamlı bir “çatışma” istediğimiz şeklinde anlaşılacağı için bugünkü dünya koşullarında “hegemonyacılığa karşı çıkma” ve “güç kullanma politikalarına” karşı çıkma söylemini kullanmak daha doğru ve yerinde olacaktır.

Öte yandan emperyalizm, son on yıllardaki gelişmelerin ardından yeni bir “devlet tekelci kapitalizmi” evresine girmiştir.

 Günümüz kapitalizmi, özellikle zayıf ülkelerin ve ulusların dış baskı altına alınması açısından emperyalizmin temel özelliklerini miras almış olsa da, genel olarak artık Lenin’in yaşadığı dönemle aynı değildir.

Bu nedenle “emperyalizme karşı çıkmak” yerine “hegemonya karşıtlığı” ve “güç politikaları” demenin daha uygun olduğunu düşünüyorum.

Dış mücadelede diyalektik materyalizme bağlı kalmalı ve metafizikten kaçınmalıyız.

 Gelişmiş kapitalist ülkelerle ilişkiler söz konusu olduğunda, onlarla aramızdaki karmaşık mücadele ve işbirliği, borçlanma ve rekabet, koordinasyon ve sürtüşme ilişkilerini kapsamlı bir şekilde ele almalıyız.

Onlarla işbirliği yaparken aklımızı başımıza toplamalı ve onların hegemonyasına ve güç politikalarına karşı kaçınılmaz mücadeleyi unutmamalıyız.

 Onlarla mücadele ederken, işbirliğinin de yararlanabileceğimiz bir yönü olduğunu unutmamalıyız.

ABD küresel stratejisini yeniden düzenleyip “yeni müdahaleciliğini” hızlandırırken, hegemonyasına karşı durmalıyız.

“ABD hegemonyasına karşı çıkmak”, “tamamen Amerikan karşıtı” ve ABD ile “çatışmacı” olmakla aynı şey değildir.

 ABD-Çin ilişkilerinin iyileştirilmesi ve geliştirilmesiyle çelişkili değil, aksine tamamlayıcıdır.

Bir İngiliz filozof bir zamanlar uluslararası arenada “ebedi düşmanlar yoktur, sadece ebedi çıkarlar vardır” demişti.

 Bu sadece günümüz dünyası için değil, aynı zamanda uluslararası ilişkilerin karmaşıklığı ve ulusların artan karşılıklı bağımlılığı nedeniyle de geçerlidir: saf dost, düşman ya da hasım yoktur;

Bir konuda dost, başka bir konuda düşman olunabilir

Ve çoğu zaman aynı anda hem dost hem de düşman olurlar.

“Rakipsen dost olamazsın” ve “dostsan rakip olamazsın” şeklindeki geleneksel metafizik zihniyeti değiştirmeli ve ABD ile hem mücadele hem de işbirliği genel ilkesine bağlı kalmalı, mücadelenin ortasında işbirliğini ve işbirliğinin ortasında mücadeleyi unutmamalıyız.

 Bu bağlamda, ABD-Çin ilişkileri zaman zaman işbirliğinin önemini vurgulamıştır.

 Dolayısıyla Çin-ABD ilişkilerinde işbirliğine vurgu yapılması ve bazen de mücadeleye ağırlık verilmesi olağan bir olgu olacaktır.

ABD liderliğindeki NATO’nun dönüşmüş sosyalist Yugoslavya’daki büyükelçiliğimize füzelerle ve bombalarla saldırmasının ardından, enstitümüzün emektar yoldaşları bir sempozyumda bir araya geldi ve emperyalist vahşeti öfkeyle kınadı. Fakat, bazı yoldaşlar konuşmalarında şunları söylediler: “Lenin’in Emperyalizm eseri 1950’lerde bir referanstı. Artık sadece hegemonyacılıktan bahsedebiliriz, emperyalizmden değil”.

Gazeteci: Bu bağlamda, size sormak istiyorum, lütfen gazetemiz için aşağıdaki soruları cevaplamak için biraz zaman ayırabilir misiniz? Birincisi, Lenin’in emperyalizm üzerine görüşleri güncelliğini yitirmiş midir?

İkincisi, ÇKP Merkez Komitesi bugünlerde neden emperyalizmden değil de sadece hegemonyacılıktan bahsediyor? Emperyalizm ve hegemonyacılık arasındaki fark ve bağlantı nedir?

Size sorayım Profesör Xiao Feng, “Lenin’in ‘Emperyalizm Teorisi’ ve Çağdaş Kapitalizm” başlıklı makalenizi 1998 yılında “Parti ve Hükümet Kadroları” Dergisinin 10. sayısında yayınladık ve makaleleriniz bazı teorik kafa karışıklıklarını çözdüğünü söyleyen okuyucular tarafından oldukça iyi karşılandı. Kosova krizinden bu yana yaşanan ciddi gelişmeler ve uluslararası durum, dikkatleri uluslararası meselelere çekmiş, bu da “emperyalizm” ile ilgili konulara yoğun bir ilgi duyulmasına ve daha derinlemesine düşünülmesine yol açmıştır.

Gazetemiz, bu konuları tartışmak isteyen okuyuculardan çok sayıda talep ve mektup aldı. Profesör Xiao Feng sizi bu konuda bizimle (gazetemizle) konuşmaya davet etmek istiyoruz. Bazı okurlarımız Kosova krizinin ABD liderliğindeki NATO’nun diğer ülkelere ve Çin’e zorbalık yaptığını ve egemen bir ülkeye zorbalık yaptığını gösterdiğini, bunun da “emperyalizmin çıplak yüzü” olduğunu söylüyorlar. “Fakat, son yıllarda Çin’deki gazetelerimizde “emperyalizm” kelimesini görmüyoruz,” diyorlar.  Sordukları soru şu: Lenin’in “Emperyalizm Üzerine” adlı eseri “güncelliğini yitirmiş” midir? Lenin’in eseri ve yazdıkları nasıl değerlendirilmeli?

Prof. Xiao Feng:  Bildiğiniz gibi uzun bir süredir “emperyalizm” kavramını Lenin’in getirdiği yoruma göre kullanıyoruz. Yani “emperyalizm” bir “politika” değil, kapitalizmin gelişmenin özel bir “aşamasıdır”. Bu nedenle, genellikle “emperyalizm” olarak adlandırdığımız şey, kapitalizmin gelişiminin bu aşamasında kapitalizmin “tüm sosyal, politik ve ekonomik sistem özelliklerini” ifade eder. Elbette “emperyalizm” “emperyalist politikaları” da içerir, fakat emperyalizmin kapsamı “politikalardan” çok daha geniştir. “Emperyalizm” teriminin anlamını ve kullanımımızı netleştirdikten sonra, “emperyalizm” ve “hegemonyacılık” kavramları arasındaki bağlantılar ve farklılıklar sorununu tartışacağım.

Eğer “emperyalizm” daha zayıf ülke ve uluslara yönelik bir dış saldırı, baskı ve zorbalık politikası olarak anlaşılırsa, bugün dünyada yaygın olarak kullanılan “hegemonyacılık” ve “güç politikası” terimleriyle benzerlik gösterir. Bu, günümüzde yaygın olarak “hegemonyacılık” ve “güç politikası” olarak adlandırılan şeye benzemektedir. “Hegemonyacılık” ve “güç politikalarının” geçmişteki emperyalistlerin dış politikasının devamı ve gelişimi olduğu söylenebilir.

ABD liderliğindeki NATO’nun zayıf Yugoslavya’ya vahşice zorbalık yapmasının ve ayrım gözetmeksizin bombalamasının “emperyalist bir politika” olduğu söylenebilir. Zayıf ülkelere ve uluslara boyun eğdirmek amacıyla “şiddet” ve “güç” kullandığını tam olarak ortaya koymak için, eski sömürgecilik döneminde gördüğümüz “toplarla dolu savaş gemilerinin limanlarına gelerek zayıfları boyun eğdirmeye dönük politikası” olarak bile adlandırılabilir”.

Fakat, “emperyalizm” kavramı genellikle bir dış politikayı değil, kapitalist gelişmenin belirli bir aşamasındaki tüm sosyal, siyasi ve ekonomik sistemi ifade eder.

Dolayısıyla “emperyalizme karşı çıkmak” ve “emperyalizmi alt etmek” belirli bir “toplumsal, siyasal ve ekonomik sisteme” karşı çıkmak ya da onu yıkmak için mücadele anlamına gelir.

Dolayısıyla aslında “emperyalizme karşı çıkmak”, “hegemonyacılığa karşı çıkmaktan” farklıdır.

Gazeteci: Emperyalizm eserindeki temel ilkeler eskimediğine göre, bugün gazetelerimizde “emperyalizm” kavramını görmek neden bu kadar zor? Bazı okuyucular soruyor: Neden sadece “hegemonya ve güç politikalarına” karşı mücadeleden bahsediyoruz da “emperyalizme” karşı mücadeleden bahsetmiyoruz? “Emperyalizm” ve “hegemonyacılık” arasındaki ilişki nedir? Lütfen okuyuculara bu konular hakkında daha fazla bilgi verebilir misiniz?

Prof. Xiao Feng: Bu soruya cevap verirken, şunu söylemem gerekir.Ben propaganda işinde değilim ve bunun nedenlerine aşina değilim, bu nedenle söylediklerim kişisel görüşlerimdir ve söylediklerim yalnızca referans olarak kullanılabilir. Bence öncelikle “emperyalizm” kavramının anlamını ve farklı kullanımlarını netleştirmeliyiz. Tarihsel olarak “emperyalizm” kavramı tarihte iki şekilde kullanılmıştır: birincisi, yabancı saldırganlık, ilhak, yağma ve baskı “politikası” anlamında kullanılmıştır. İkinci anlam, kapitalist gelişmenin “özel bir aşamasına” veya “özel bir dönemine” atıfta bulunur.

Lenin’in “Emperyalizm” eserinden çok öncesinde, “emperyalizm” kavramı dünya çapında pek çok siyasi eserde kullanılmıştır ve bunların çoğu birinci anlamla “dış saldırı, ilhak, yağma ve baskı politikasına” atıfta bulunmuştur. Lenin, Kautsky’yi emperyalist politikayı ekonomisinden ayırmakla eleştirmişti ve Kautsky emperyalist ilhakları sadece “mali sermayenin tercih ettiği bir politika” olarak yorumlamıştı ki Kautsky’nin bu görüşü “temel olarak doğru değildi”. Kautsky ve diğerlerinin aksine Lenin, kendi yaşadığı dönemde—özellikleri ortaya çıkan— kapitalist ekonomik gelişmenin kaçınılmaz gidişi ve kapitalist ekonominin temel özellikleri üzerinde ısrarla durmuştur.

Lenin, bu eserinde ekonomik ve siyasi analizi birleştirdi ve kapitalizmin merkez ülkelerindeki temel iç siyasi sistemin ve onların dış politikalarının analizini birleştirmişti.  Böylece Lenin “Emperyalizmin genel olarak kapitalizmin temel özelliklerinin bir gelişimi ve doğrudan devamı olarak geliştiğini” savunmuş, “emperyalizmin kapitalizmin tekelci aşaması” ve “emperyalizmin kapitalizmin en yüksek aşaması” olduğunu öne sürmüştü.

Prof. Xiao Feng: Son yazımda da açıkça belirttiğim gibi, Lenin emperyalizmi Marksist bir bakış açısıyla analiz eden ilk kişidir.

 Lenin’in “Emperyalizm” eserinde ortaya koyduğu temel ilkeler o dönemde tamamen doğru olmakla kalmayıp, aksine bugün de geçerliliğini korumaktadır.

Lenin’in “Emperyalizm” eserinin yazıldığı 1916 yılından bu yana 80 yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen, bu eserde savunulan temel ilkeler eskimemiştir. Lenin tekelci kapitalizmin (emperyalizmin) “beş niteliğini” analiz etmiş ve “emperyalizm, tekelci örgütlerin ve finans sermayesinin egemenliğinin kurulduğu aşamadır. Uluslararası tröstler dünyayı bölmeye başladığında ve en büyük kapitalist devletlerden bazıları dünyanın tüm topraklarını çoktan paylaştığında, sermaye ihracı öne çıkmıştır.”

Lenin, “Eğer emperyalizmin mümkün olan en kısa tanımını yapmak gerekseydi, emperyalizmin kapitalizmin tekelci aşaması olduğunu söylemek gerekirdi” demişti.  (Lenin’in Seçme Eserleri, cilt 2, s. 651, 650, Halk Yayınevi, 3. baskı, Haziran 1995)  Geçtiğimiz 80 yıl boyunca, dünyadaki durum önemli ölçüde değiştiği için, Lenin tarafından tanımlanan emperyalizmin yukarıdaki özellikleri birkaç yeni ve farklı biçim almıştır:

Birinci olarak, bu yeni özelliklerin ve farklı biçimlerin çoğu orijinal temeller üzerinde ortaya çıkmıştır.  Örneğin, bir değişiklik, günümüzde “genel tekel” 1970’lerde ve 1980’lerde “devlet tekeline” dönüşmüştür, sadece “banka sermayesi ile sanayi sermayesinin birleşmesi” değil, aynı zamanda “tekelci sermaye ile devlet gücünün birleşmesi” de gerçekleşti; daha sonraki dönemde ulus ötesi tekeller başat hale geldi….  Bu sadece bir “yerel tekel” değil, aynı zamanda bir “uluslararası tekeldir”.

İkinci olarak, kapitalizmin bazı özellikleri artık mevcut değildir. Örneğin, 1950-60’larda sömürge sisteminin çöküşünün bir sonucu olarak, “en büyük, en güçlü kapitalist ülkelerin dünyanın tüm topraklarını paylaştığı” durum artık mevcut değildir.  Fakat, tekelci kapitalizmin orijinal niteliği olan “küçük ve zayıf ülkeler üzerindeki emperyalist sömürü ve baskının” özü değişmemiştir, hegemonyacılık ve güç politikaları hala mevcuttur ve Kuzey ile Küresel Güney ülkeleri ve halkları arasındaki çelişkiler ve mücadeleler kalıcıdır ve kaçınılmazdır.

TEKELCİ KAPİTALİZMDE YENİ ÖZELLİKLER

Üçüncü olarak, bazı yeni özellikler de ortaya çıkmıştır: Örneğin, uluslararası karşılıklı bağımlılıktaki benzeri görülmemiş artış nedeniyle, ekonomik uluslararasılaşma ve küreselleşmenin gelişimi, büyük kapitalist güçlerin aralarındaki rekabet ve mücadelelerde uluslararası koordinasyon ve işbirliğinin güçlendirilmesi ve uluslararası örgütlerin ve ekonomik bloklaşmaların sayısının artması, Lenin’in günlerinde olduğundan çok daha fazladır. 

Bu değişimlere ve yeni gelişmelere rağmen, hiçbiri Lenin’in “Emperyalizm” kitabının işaret ettiği genel yönelimin ötesine geçmemiştir. Dolayısıyla “Emperyalizm” eserindeki temel ilkeler eskimiş ve geçersiz sayılamaz. Fakat, “Emperyalizm” eserindeki temel ilkelerin hala güncelliğini yitirmediğini söylemek, bu eserdeki her bir noktanın ve sonucun hala geçerli olduğunu ve analiz edilmeden ve tarihsel koşullar dikkate alınmadan aynen kopyalanabileceğini veya aynen korunması gerektiğini söylemekle aynı şey değildir.

Gerçekçi olmak gerekirse, “Emperyalizm” eserindeki bazı spesifik fikirler ve bazı yargılar, nesnel koşulların değişmesi nedeniyle artık mevcut durumu açıklayamaz. Son makalemde, Lenin’in zamanına kıyasla bugünkü çağdaş kapitalizmde meydana gelen birçok önemli değişikliği daha ayrıntılı olarak analiz ettim. Örneğin, Lenin’in, emperyalizmin çelişkileri gerçekten de çok keskinken, emperyalizmin “ölmekte olan” kapitalizm aşamasında olduğu yargısı, dönemin nesnel gerçekliğini yansıtıyordu ve bu yargının doğruluğu Rusya’da Ekim Devrimi’nin zaferiyle kanıtlanmıştır.

Devletin kapitalist ekonomiye müdahalesi güçlendi

Fakat, Lenin’in ölümünden sonraki on yıllarda dünya kapitalizminin durumu önemli ölçüde değişmiştir. “ABD lideri Roosevelt’in Yeni Düzen” politikasına yol açan 1929 dünya kapitalist krizinden sonra, devletin kapitalist ekonomiye müdahalesi güçlenmiştir. Yani kapitalist pazarın “görünmez eline” bir de devlet müdahalesinin “görünür eli” eklenmiştir.  Böylece, devletin toplumsal ve ekonomik yaşamın bütününü üzerindeki etkisi ve rolü, Lenin döneminin tekelci kapitalizminin çok ötesine geçmiştir.

Artık kapitalist devlet, “baş kapitalist” olarak, ülkenin siyasi, ekonomik, sosyal, eğitimsel ve kültürel yaşamının tüm yönlerini kapsamlı bir şekilde planlamakta, düzenlemekte ve bunlara müdahale etmeye başlamıştır. Ekonomik alanda kapitalizm daha planlı ve düzenli hale gelmiş ve üretimin toplumsallaşması ile kapitalist özel mülkiyet arasındaki temel toplumsal çelişme bir ölçüde hafifletmiştir. Yeniden bölüşüm alanında, vergi sistemi, refah sistemi ve sosyal güvenlik mekanizması aracılığıyla sosyal adaletsizlik durumları düzenlenmiş ve sosyal sınıf çelişkileri hafifletilmiştir.

Siyasi alanda, burjuva siyasi demokrasisinin gelişmesiyle birlikte, toplumdan gelen şikayetlerin zamanın olağan akışı içinde dile getirilmesine alan açılmıştır. Toplumsal hoşnutsuzlukların genel bir çelişki patlamasına yol açacak ölçüde birikmemeleri için, insanların hayal kırıklıklarını şikayetlerini dile getirebilecekleri bir alan sağlanmıştır.

Getirilen bu değişiklikler kapitalist toplumun istikrarına ve ömrünü uzatmasına katkıda bulunmuştur. Bugünkü kapitalizm ne geçen yüzyılda “Sefiller” romanında anlatılan durumdadır ne de bugünkü kapitalizm 20. yüzyılın ortalarında savunulduğu gibi “kapitalizmin genel bir krize” girdiği görüşüyle açıklanamaz. 

Kapitalist toplum hala servet ve gelirleri açısından oldukça kutuplaşmış durumda, fakat geniş çoğunluk açısından mesele “yaşamamak ile yaşamamak” arasındaki mesele değil. Geniş çoğunluk açısından mesele daha iyi yaşamak ile daha kötü yaşamak arasındaki mesele ve bu nedenle kapitalizmin merkezlerinde doğrudan devrimci bir durum yok. Dolayısıyla, genel olarak, kapitalizm sömürü sistemini korumakla birlikte ve eninde sonunda yerini sosyalizme bırakacak olmasına karşın, şu anda ve gelecekteki önemli bir tarihsel dönem boyunca gelişmesi ve hayatiyetini sürdürmesi için hala belirli bir alan vardır.

Emperyalizmin “proletarya devrimin arifesi” olduğu görüşü

Dolayısıyla, Lenin’in emperyalizmin “ölmekte olduğu” ve emperyalizmin “proletarya devrimin arifesi” olduğu iddiası Lenin’in yaşadığı dönemi yansıtmasına ve bu görüşlerin Rus devriminin zaferi ile doğrulanmasına rağmen, sonraki on yıllara yukarıda bahsedilen değişiklikler kapitalizme damgasını vurmuştur. Ve sonraki on yıllarda gerçekleşen yukarıda belirtilen değişiklikler nedeniyle, bugünkü farklı tarihsel koşullardan bağımsız olarak, Lenin’in bu ifadelerini bugün basit ve mekanik bir şekilde tekrarlayamayız.

Gazeteci: Lenin’in “Emperyalizm” adlı eserinin temel ilkelerinin eskimediğini, fakat tarihsel koşullar ve nesnel koşullar değiştiği için, bu eserdeki belirli iddiaların ve belirli yargıların somut duruma göre analiz edilmesi ve sadece mekanik olarak kopyalanmaması gerektiğini söylüyorsunuz. 

Prof. Xiao Feng: Evet. Demek istediğim bu. Bugünkü çağdaş Marksistler Marksizme bağlı kalmalı ve mevcut gerçekler ışığında Marksizmi geliştirmelidirler. Deng Xiaoping’in ifade ettiği gibi, “Marx’tan, ölümünden onlarca ve yüzyıl sonra ortaya çıkan sorunlara bizim için hazır cevaplar vermesini beklememeliyiz. Aynı şekilde, Lenin de ölümünden elli ya da yüz yıl sonra ortaya çıkan sorulara bizim için hazır cevaplar verme görevini üstlenemez. Gerçek bir Marksist-Leninist, Marksizm-Leninizmi bugünkü mevcut durumun ışığında kavramalı, miras almalı ve geliştirmelidir.” (Deng Xiaoping Seçme Eserleri, cilt 3, s. 291)

Paylaş

Bir Yanıt Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir