Popülizm: Dünya Siyasetinde Popülist Siyasi Akımların Dünü ve Bugünü

Popülizm, bugünkü Batı kapitalist siyasetinde aşırı muhafazakâr bir siyasi eğilim

 Aralık 2023, Çeviren: Ferdi Bekir

Yazar Lin Hong, Çin Renmin Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Okulu’nda profesör. Makalenin orijinali 7 Aralık 2023 tarihinde China Social Sciences Daily gazetesinde yayınlanmıştır.

Günümüz dünya siyasetinin çalkantılı değişim dönemi içinde popülizm, olağanüstü etkisi nedeniyle değişimi etkileyen radikal bir güç haline gelmiştir. Başlangıçta insanlar, Trump’ın seçilmesi ve Brexit referandumu gibi olaylardan küreselleşmeye karşı yapısökümcü bir gücün ani yükselişi karşısında şok olmuşlardı. Ardından insanlar popülizmin hızla toparlandığını ve siyasi düşünceler, toplumsal hareketler ve parti politikaları gibi çeşitli yollarla dünyaya yayıldığını, siyasi düzeni yeniden düzenlemek ve güç ilişkilerini değiştirmek için güçlü bir niyet ve büyük bir enerji gösterdiğini keşfettiler. Fakat, 2020’lerde sonra popülizm bazı solma ve sessizleşme ve düzene entegre olma belirtileri gösterecek gibi görünüyor. Popülist düşünceleri ve bunların günümüz dünyasına etkilerini ve değişimlerini analiz etmek, günümüz dünya siyasetindeki karmaşıklığın ve belirsizliğin nereden kaynaklandığını anlamamız açısından önemlidir.

 Bir Siyasi ideoloji olarak popülizm nedir?

 Popülizm, basit çağrışımları, açık hedefleri ve farklı biçimleri olan modern döneme ait bir siyasi olgudur. Ortaya çıkışından bu yana geçen 150 yılı aşkın sürede popülizm, ister siyasi bir eğilim, ister siyasi bir hareket, isterse bir siyasi strateji ve siyaset tarzı olarak olsun, insanlık tarihinin siyaset sahnesinden hiç uzaklaşmadı. Kitlelere hitap eden ve onlardan yardım isteyen özgün bir radikal siyasi akım olan popülizm, tarihte dört dalga yaşamıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısında Rus popülist (Narodnik) hareketi ve Amerikan Halk Partisi hareketi popülizmin dünya siyasetine girmesinin perdesini aralamıştı. 1940’lardan 1960’lara kadar Latin Amerika popülizmi sadece Latin Amerika siyasetinin gelişiminde derin bir popülist gen bırakmakla kalmamış, aynı zamanda Latin Amerika siyasetinin genel sol eğilimini de belirlemiştir. Başlıca temsilcisi Arjantin’de Peron’dur. 1980’lerde 1990’larda, Doğu Asya ve Güneydoğu Asya’daki popülist hareket, üçüncü demokratikleşme dalgasının bir ürünü olarak, Batı dışı ülkelerdeki modernleşme dönüşümünün klasik bir deneyimi haline geldi. (Örnekler, Filipinler, Endonezya ve Tayland) .

ABD Dış İlişkiler Konseyi bir raporunda şöyle yazmıştı:  “1980’lerin sonu ile 2000’lerin sonu arasında Güneydoğu Asya’daki birçok ülke, küresel demokrasi araştırmacıları ve bizzat Güneydoğu Asyalıların kendileri tarafından gelişmekte olan dünyada demokratikleşmenin önde gelen örnekleri olarak görülmüştür. 2000’lerin sonuna gelindiğinde Tayland, Malezya, Endonezya, Filipinler ve Singapur, demokrasi izleme kuruluşu Freedom House tarafından “özgür” veya “kısmen özgür” olarak değerlendirilirken, Kamboçya ve belki de en şaşırtıcı olanı Myanmar da demokrasi yolunda önemli adımlar attı”. 21. yüzyıla girdikten sonra, özellikle de 2008 mali krizinden bu yana, popülist düşünce Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde tamamen canlandı ve dünyayı sararak sol ve sağ kanatlardan oluşan kutuplaşmış bir eğilim göstermekte.

Ancak ekonomik küreselleşmenin yol açtığı ciddi ekonomik eşitsizlik ve kimlik krizi nedeniyle liberal demokratik sistem derin bir sıkıntıya girmiş ve aşırı muhafazakar sağ popülizm giderek daha güçlü bir güç haline gelmiştir. Popülist partilerin iniş ve çıkışlarıyla karşı karşıya kalan insanlar, onları şaşkınlık ve ilgiyle izliyorlar. Birçok toplumsal kesim tedirginlik duyuyor. Batı akademisinde popülizm araştırmalarına olan ilgi 1960’larda başlamıştır. 1960’larda dönemde akademisyenler popülizm kavramını tanımlamaya ve popülizmin tipoloji analizini yapmaya hevesliydi, ancak popülizmin ne olduğu konusunda hiçbir zaman fikir birliği ortaya çıkmamıştır. 1990’larda Avrupa’da yeni popülizmin yükselişi, liberal akademisyenlerin liberal demokrasinin krizi konusundaki ilk tedirginlikleri tetiklemiş ve bu tedirginlikler, 21.yüzyılın başlarında ekonomik küreselleşmenin büyük bir karşı akımla karşılaşmasıyla daha da güçlenmiştir. Popülizmin 2008’den 2016’ya kadar süren altın çağında, insanlar Batı’da ileri kapitalist dünyada ortaya çıkan bu düzen karşıtı gücün yeniden ortaya çıkışının kökenleri üzerine düşünmeye başladılar.

İlk tutkulu dönemin yavaş yavaş azaldığı 2020’lerde, popülizmin uzun vadeli etkisi ve popülizmin önlenmesi yeni bir araştırma odağı haline geliyor. Yirminci yüzyıldan bu yana ilgili araştırmaları özetleyecek olursak, farklılıklar ve anlaşmazlıklar her zaman var olmuş olmasına karşın, insanların popülizm anlayışı gittikçe netleşmiş ve genel fikir birliği gittikçe daha da artmaktadır. Son dördüncü popülizm dalgası esas olarak Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde meydana geldiği için, bu yazıda ortaya koyacağımız araştırma sonuçları Batı ülkelerindeki popülizmine odaklanmakta ve temel olarak aşağıdaki soruları tartışmaktadır.

Popülizm Hakkında Yeni Sorular

 Birincisi, popülizm nasıl tanımlanabilir? Öne çıkan başlıca bakış açıları arasında şunlar yer almaktadır: Margaret Canovan’ın “gölge teorisi” (demokrasinin kendisinin oluşturduğu gölge fikri); Benjamin Arditi’nin “hayalet teorisi”: demokratik siyasette bir görünüp bir kaybolan, bazen güçlü bazen zayıf ortaya çıkan bir “hayalet” görüşü; Cass Mudd’ın “ince ideoloji teorisi” (saf kitleler ile yozlaşmış elitler arasındaki karşıtlığa dayanan “ince bir ideoloji”); İngiliz Prof. Paul Taggart’ın “heartland teorisi” (meşruiyetin kaynağı olarak halka bir tür yardım sunma duygusu ve halka inanç).

Genel olarak, mevcut araştırmalar iki açıklayıcı çerçeve sunmaktadır: biri, halkı öz olarak alan ve halk egemenliği teorisinden türetilen halk öncelikli bir doktrin olan popülizmin yücelttiği değerivurgulamakta… Diğer ikincisi ise, siyasi elitler tarafından halktan izleyici ve taraftar çekmek ve halkın siyasi elitlere ve popülist partiye bağımlılığını kazanmak için dikkatlice planlanmış bir siyasi strateji olarak popülizmin kullanışlı olmasını ve araçsallığını vurgulamaktadır.

İkinci olarak, popülizmin nitelikleri tanımlanabilir?

Nitelikleri oldukça bildik bir radikal düşünce akımı olan popülizm, tipik olarak kurumsallık karşıtlığı, otoriterlik ve yerlicilik özelliklerini sergiler:

Birincisi, popülizm halk kitlelerinin bilgeliği ve erdemi temsil ettiğini savunur. Popülizm mevcut otoriteye ve mevcut sisteme karşı şüpheci ve isyankârdır; popülizm aktif olarak iki “kitlesel isyan” teşvik eder: elitlere karşı halk kitleleri ve yabancı göçmenlere karşı ülke halkı.

İkincisi, popülizm kendi “kitlelerin demokrasisi” idealini gerçekleştirmek için büyük ölçüde devlet otoritesine veya lider otoritesine dayanır. Devlet müdahalesine ve güçlü adam siyasetine son derece yüksek değer verir. Öyle ki, Otoriter popülizm, sağ kanat popülizm ile eş tutulan bir terimdir.

Üçüncü olarak, popülizm yerlici değerleri savunur, eski geleneksel değerleri özler ve ulusal kültürü savunur. Popülizmin söylem seferberliği önce ulusal çıkarlar gibi inançlarla doludur, yabancıları ve yabancı kültürleri yıkıcı güçler olarak görür ve popülizm liberalizmin politik doğruculuğuna ve çok kültürlülüğe karşı çıkar.

Üçüncüsü, 1980’lerden önce Batı popülizmi uykudaydı, neden yeniden canlanıyor?

1980’lerde Neoliberal ekonomik küreselleşmenin başlamasından sonra, sermayeye tapınma, piyasanın üstünlüğü ve devletin geri çekilmesi sonucunda uluslararası kapitalizmde çeşitli çıkar çatışmaları ve siyasi memnuniyetsizlikler ortaya çıktı. Popülizm yeniden ortaya çıkmak için bir fırsat kolladı ve son derece mobilize edici olan önce halka ve tabana vurgu yapan siyasi mantığı ile ekonomik küreselleşmeden hayal kırıklığına uğrayan çok sayıda insanı etkiledi.

Popülizmin yeniden canlanmasının üç nedeni bulunuyor: Ekonomik açıdan küreselleşme ciddi bir ekonomik eşitsizliğe neden oluyor. İmalat sanayilerinin gerilemesi, sendikal örgütlenmelerin zayıflaması ve sosyal güvenlik ağının daralmasıyla birlikte orta sınıf tabakaları ve düşük gelirli gruplar büyük bir memnuniyetsizlik yaşamaktadır. “Wall Street’i İşgal Et” hareketinin patlak vermesi ve Avrupa’da sol popülist partilerin yükselişi bunun örnekleri oldu.

Kültür: neoliberal ekonomik küreselleşmenin etkisiyle kültürel alanda yükselişe geçen, çok kültürlülük ve post-materyalist değerler yeni orta sınıf arasında kimlik kaygısına neden olmuştur. Küreselleşme, göçmenlik karşıtı ve politik doğruculuk karşıtı kültürel duruşu güçlü bir şekilde teşvik etti ve ırkçı bir arka plana sahip beyaz kimlik siyaseti hakim olmaya başladı. ABD’deki Çay Partisi hareketi, Trump’ın iktidara gelişi, Brexit ve Avrupa’daki sağ popülist partiler birbiri ardına kurulu partilere ve siyaset yapılarına saldırılar başlattı.

Siyasi alan: siyasi olarak, demokrasi açığı durumu Batıda siyasi yabancılaşmayı ve memnuniyetsizliği beraberinde getirmiştir. Örneğin oluşan AB siyasi yapısının halktan kopuk bir bürokratik aygıt olduğuna inanılmaktadır. Ana akım merkez sağ ve merkez sol siyasi partiler bir temsil krizi yaşıyorlar ve toplumsal tabanları erimeye başladı. Liberal demokrasi genel kamuoyunu tam anlamıyla temsil edemediği ve kitlesel siyasi katılımı güvence altına alamadığı için, Avrupa’da Avrupa Birliği şüpheciliği ve Amerika Birleşik Devletleri’nde düzen karşıtı siyaset çok sayıda destekçi kazanmıştır.

Milliyetçilikle birleşme: güçlenen sağ popülizm

Popülizm üzerine yapılan ilk araştırmalar popülizmi nadiren sol ve sağ ideolojik yelpazede ele almıştır, çünkü tarihte popülizm genellikle sol eğilimli bir siyasi akım olarak görülmüştür. Amerikan Halk Partisi hareketi bazı sağcı yabancı düşmanlığı eğilimlerine sahip olmasına karşın esasen solcu sınıfsal politik özelliklere sahip bir çiftçi hareketiydi. ÇN. Popülist Parti ya da kısaca Popülistler olarak da bilinen Halk Partisi, 19. yüzyılın sonlarında Amerika Birleşik Devletleri’nde kırsal toplumsal kesimlere dayanan popülist bir siyasi partiydi. Bu Popülist Parti 1890’ların başında Güney ve Batı Amerika Birleşik Devletleri’nde önemli bir güç olarak ortaya çıktı, ancak 1896 Amerika Birleşik Devletleri başkanlık seçimlerinde Demokrat William Jennings Bryan‘ı aday gösterdikten sonra çöktü. Partinin bir kanadı 20. yüzyılın ilk on yılında faaliyet göstermeye devam etti, ancak hiçbir zaman partinin 1890’ların başındaki popülaritesine ulaşamadı. Ayrıca, Rus Narodnik popülizmi, Latin Amerika popülizmi ve Asya popülizminin ana tonu da modernleşme dönüşümünün yaşandığı süreçte ortaya çıkan sınıf çatışmaları ve ekonomik mücadelelerle doğrudan ilişkili olan solcu nitelikte akımlardı. Fakat 21. yüzyılda Batıdaki popülist düşünceler çok belirgin bir sol-sağ farklılaşması olgusu gösteriyor. Bunlar arasında sol popülizm demokratik sosyalizmle bağlantılıdır, bölüşümcü adaleti ve sonuçların eşitlikçi olmasını vurgular ve politikada yeniden bölüştürmeyi ve kemer sıkma karşıtlığını savunur. Sağ popülizm milliyetçi akımla birleşiyor, yerelci kültürel muhafazakar bir duruşa sahip, ulusal kimlik ve ulusal çıkarlara odaklanır ve politikada göç/göçmen karşıtlığı, ticarette korumacılık ve ulusal çıkarların önceliğini hedefler: Önce Amerika, Önce Fransa, önce Türkiye…

Sol popülizm neden daha zayıf?

 Fakat, bugün Batı popülizmindeki sağ-sol ayrımı dengeli değil; sağ güçlü, sol ise görece zayıf. Sol popülizm daha az etkilidir ve Sol popülizm işçilerde sınıfı bilincinin azalması, sendikaların zayıflaması ve siyasi partilerde sınıf siyasetinin gerilemesi nedeniyle sınırlı bir etki alanına sahiptir. Buna karşılık, son derece muhafazakâr bir duruşa sahip olan sağ popülizm güçlü ve geniş kapsamlı bir yayılım gösterdi, özellikle milliyetçilikle birleşmesi sağ popülizme güçlü bir konum sağlamıştır. Teorik olarak popülizm ile milliyetçilik arasında büyük bir diyalog alanı var. Her ikisi milliyetçilik ve popülizm de güç ilişkilerinde ve düzende değişiklikleri tetiklemeye elverişli çağdaş düşüncelerdir. Popülizmin yücelttiği Halkçılık ülke içinde halk egemenliğini sürdürmenin belirleyici olduğunu vurgularken, milliyetçilik ise ülke dışına karşı ulusal egemenliğin güçlü bir şekilde sahiplenilmesini vurgular. Siyasi ve hukuki anlamda popülizmin “halkı” ile tarihi ve kültürel anlamda milliyetçiliğin “milleti” ulusal çerçeve altında birbirine bağlanıyor. Aynı zamanda, küreselleşme iç politika ile dünya politikasının giderek daha fazla iç içe geçmesini teşvik ettikçe, popülizmin sınıf çatışmasına dayalı dikey (alt sınıflar-üst zengin elit sınıflar) çelişmeye vurgu yapan seferberlik çağrısı ile milliyetçiliğin etnik bölünmeye dayalı yatay seferberlik çağrısı birbirine bağlanmış, bu da nihayetinde popülizm ile milliyetçiliğin teorik olarak birleşmesine ve ulusalcı popülizm veya popülist milliyetçilik olarak adlandırılan bugünkü aşırı sağcı ideolojinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Toplumsal pratiğin bu durumuna bakarsak, popülizm ve milliyetçiliğin bir araya gelmesi durumu yeni değildir, bu alanda zengin bir tarihsel deneyim vardır. Örneğin, popülizmin ilk pratiğinde, Rus popülistleri Slavofillerden Rus ulusal özelliklerine sahip komünal köy topluluğu kavramını miras almış ve Amerikan Halk Partisi ise Anglo-Sakson geleneğinde var olan yabancı düşmanlığı, anti-Semitizm ve ırk ayrımcılığı ile beyaz milliyetçiliğini geliştirmiş ve desteklemişti.

Popülizm konusunda zengin bir deneyime sahip olan Latin Amerika, bağımlı sosyal ve ekonomik kalkınmadan kurtulmak ve doğal kaynaklar üzerinde egemenliğini korumak için Amerikan ve Batı karşıtı bir ekonomik milliyetçiliğe yönelmiştir. Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde bugün 21. yüzyılda yaşanan popülizm dalgası ise ekonomik küreselleşmenin bir yan ürünüdür. Beyaz tenli ana akım toplumda büyük yankı gören göçmenlik karşıtı ve küreselleşme karşıtı hareket, ulusalcı popülizm bayrağı altında başlatıldı. Tarihteki birlik deneyleri, sözde bile olsa “enternasyonalist popülist” diye bir şeyin olmadığını göstermektedir. Her ne kadar tüm milliyetçi görüş ve akımlar popülist siyasi pozisyonlara sahip olmasalar da, tüm popülistler milliyetçidir.

 Sağ popülizm, bugün Batı siyasetinde ve Batılı siyasi partilerde artan muhafazakârlığın ideolojik kökeni

 Sağ popülist siyasi eğilimde gördüğümüz milliyetçilik popülizmin yeni bir kılıfı değil, bu çağda kazandığı çağrışımdır. Popülizm ince bir çağrışıma sahip olsa da, milliyetçilikten siyasi seferberliği güçlendirebilecek ideolojik kaynaklar ödünç almıştır. Dolayısıyla popülizm ve milliyetçilik birlikte bugünkü sağ popülizmin güçlü konumunu yaratmış ve otoriter, içte ve dışta diğerlerini dışlayıcı ve aşırı muhafazakar bir ideoloji oluşturmuştur.

 Araştırmacı Cas Mudde, popülizm ve milliyetçiliğin bir araya geldiği mevcut durumun kısa vadede değişmesinin zor olduğunu ve hatta bu birliğin daha da yoğunlaşabileceğini savunuyor. Son yıllarda Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nin siyasi gerçekliği, milliyetçilikle birleşen sağ popülizmin mevcut siyasi düzeni ve güç yapısını değiştirme ve sıfırlama kabiliyetini artırdığını, ciddi uzlaşı bozulmalarına ve ciddi siyasi kutuplaşmalara yol açtığını göstermiştir. Bkz. https://amc.sas.Upenn.edu/cas-mudde-populism-twenty-first-century

İç politikadan dünya politikasına: popülizmin yayılmasının etkileri

Popülizm her şeyden önce bir ülke içinde meydana gelen bir siyasi düşünce akımı ve siyasi düşüncelerdeki değişikliktir. Popülizm yerli düzene ve onun siyasi ve ekonomik düzenine karşı duyulan memnuniyetsizlikten doğmuştur. Siyasi bir akım olarak popülizm, daha önce görülmemiş bir ölçekte düzen karşıtı siyaseti tetikleyecek ve ülke içindeki güç ilişkileri, ülke içindeki kurumsal yapılar ve değer sistemleri üzerinde büyük bir etkiye neden olacak görünüyor. Fakat, popülizm genellikle ulusal sınırları aşar ve küresel bir etkiye sahiptir çünkü fikirlerin yayılması yoluyla, partilerin uluslararasılaşmasıyla ve politika düzenlemeleri yoluyla ülke dışına taşıyor. Amerika’nın en saygın siyasi analistlerinden biri olan John B. Judis, dünyadaki popülizmin Amerika Birleşik Devletleri’nde yaratıldığını savunuyor.

Popülizm Amerikan tarihi boyunca devam etmiş, daha sonra Avrupa topraklarına nakledilmiş ve Latin Amerika üzerinde de önemli bir etkisi olmuştur. Aslında, siyaset sahnesine ilk çıkışından bu yana popülizm, iç siyaset ile dünya siyaseti arasında ideolojik bir bağ haline gelmiştir. Anti-modernleşmeci Rus ve Amerikan popülizmi köylü/çiftçi sınıfının çıkarlarını temsil etmiş, kapitalizmin ve tekelci kapitalistlerin ekonomik sömürüsüne karşı çıkmış ve sosyalizm ve demokrasinin küresel ölçekte yayılımı için toplumsal zemini hazırlamıştır. Batı karşıtı olan Latin Amerika popülizmi, merkez ülke olan ABD’den bağımlılıktan kurtulmaya kendini adamış, Batı kalkınmacılığının uygulanabilirliğini sorgulamış ve Latin Amerika’nın bağımsız kalkınma yolunun keşfedilmesini savunmuştu. 1980’ler ve 1990’larda Doğu Asya ve Güneydoğu Asya’daki popülizm o ülkelerdeki demokratik dönüşümün bir yan ürünüydü, ancak sonuçta aşırı kitlesel siyasi katılım nedeniyle çalkantılı bir siyasi düzene ve kaotik bir demokrasi pratiğine yol açtı. 2008’de mali krizin patlak vermesinden bu yana Batı’da popülizmin yeniden canlanması, ekonomik küreselleşmenin ciddi bir şekilde sorgulanmasıyla yakından ilişkili. Yani neoliberalizm, ülke içinde ve küresel toplumda bölüşüm adaletini göz ardı etmekte, geleneksel değerleri ve ulusal çıkarları tehdit etmektedir. Bu sağ popülizm dalgası ilk olarak yerel siyasi düzeyde patlak vermiş olsa da, yeniden canlanmasının siyasi ve ekonomik kökleri küreseldir. Dolayısıyla çeşitli ülkelerde aynı bağlamda ve aynı şekilde ortaya çıkan popülizm, yeni bir dünya siyasi manzarası oluşturmaktadır. Batılı devletler, giderek muhafazakârlaşan iç ve dış politikalar yoluyla popülizmin taleplerine boyun eğmekte ve  bu da nihayetinde neoliberal küreselleşmenin geri çekilmesine yol açmıştır. Popülizmin etkisi Avrupa Birliği’nin temelden dağılmasına yol açmamış olsa da ve Batılı ana akım değerlerin ve sistemlerin tamamen çökmesine neden olmasa da, Avrupa Birliği şüpheciliğinin ve düzen karşıtı siyasetin ABD ve Avrupa’daki ana akım siyasete ağır bir darbe indirdiği açıktır. Toplumsal bölünmelerin ve siyasi kutuplaşmanın yoğunlaşması ise Batı siyasetinin sahip olduğu göreceli istikrarı baltalamıştır. Popülizm ve milliyetçiliğin derinden birleşmesiyle birlikte sağ popülizm, liberal demokratik değerlere dayanan Batı siyasi düzenini etkilemeye devam edecektir. Küreselcilik ile milliyetçilik, liberalizm ile muhafazakârlık ve çeşitlilik/çoğulculuk ile yerelcilik arasındaki çelişme ve çatışmalar siyasi uzlaşının sağlanmasını ve sürdürülmesini engellemektedir.

İnsanlığın siyasi gelişiminin ana düzeni hiçbir zaman sabit olmamıştır. 20. yüzyıldan bu yana dünya siyasetindeki artzamanlı değişimler, modernleşme, demokratikleşme ve hatta küreselleşmenin devam eden sürecine etkide bulunmuştur.  Bugünkü küreselleşme süreci Batılı değerler, modernist ve kapitalist değerler tarafından yönlendirilmekte ve genel olarak ekonomik kalkınmacılık, siyasi liberalizm ve kültürel çoğulculuk tarafından belirlenmektedir. Ancak, kapitalizmin eşitsiz ve dengesiz gelişimi ve liberal demokratik sistemin sınırlılıkları nedeniyle, Batı’da kapitalizme ve liberalizme karşı bir siyasi direniş ortaya çıkmıştır. 150 yıllık çalkantılı tarihinde popülizm her zaman yapı-sökümcü, düzen karşıtı bir güç olmuştur. Popülizm, kitlelerin, ulusun ve devletin çıkarlarını temel muhalefet başlıkları olarak alır ve kapitalizme, liberalizme ve küreselleşmeye karşı çıkar. Batılı güçlü ülkelerde yayılan popülizm, iç siyaset ile dünya siyasetini şiddetli ve hatta aşırı bir şekilde birbirine bağlayarak ülkede ve uluslararası politikada belirsizliklerle dolu bir siyasi geleceğe yol açabilir.

Bugünkü noktadan sonra nereye gideceğiz? Popülizmin gelişi ve gidişi

 Her siyasi eğilimin bir inişi ve çıkışı vardır. Popülizmin yükselişi ve bugün dünyayı sarsan aşırıcılığın da iniş çıkışları var. Kapitalist batıdaki popülizminin 21. yüzyılın başlarındaki en parlak dönemi kabaca 2016 yılı civarındaydı. 2008 mali krizi, ABD’de Çay Partisi hareketi ve “Wall Street’i İşgal Et” hareketi ile temsil edilen popülist sol ve sağ eğilimleri tetiklemişti.

Sağ popülizmin zirve anları

 Bunlardan sonra Avrupalı sağ popülist partiler de siyaset sahnesine daha güçlü çıktılar. Trump’ın 2016’da ABD başkanı seçilmesi ve İngilterede’ki Brexit referandumu sağ popülizmin zirve yaptığı anlardı. Trump’ın genel seçimlerdeki yenilgisi ve Birleşik Krallık’ta Brexit sürecinin temelde tamamlanmasıyla birlikte popülizmin kurulu müesses siyasete yönelik şiddetli saldırısı sona ermiş oldu. Fakat, popülizm hala sahneyi terk etmiş değil. Avrupa’daki Le Pen’in Fransız Ulusal Cephe ve Alman Almanya için Alternatif (AFD) gibi sağ popülist partilerin seçimlerde ve parlamentolardaki etkisi artmaya devam ediyor. Kökleri 1972 yılına dayanan Ulusal Cephe, Fransız milliyetçisi ve sağ popülist bir partidir. Ulusal Meclis’teki en büyük muhalefet grubudur. Partinin adayı 2002, 2017 ve 2022 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ikinci turda mağlup olmuştur. Tarihsel deneyim ve beklenti popülizmin modern siyasi tarihte her zaman mevcut olduğunu göstermektedir. Batılı kurulu müesses nizam ve liberaller için popülizm yıkıcı bir güçtür ve popülizmin önünü kesmek ve ortadan kaldırmak onların siyasi hedefidir. Ancak 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkışından bu yana popülist siyasi düşünce dünya çapında hiçbir zaman yok olmamıştır. İngiliz Prof. Paul Taggart popülizmin aralıklı (diakronik) bir siyasi olay olduğunu savunuyor. Popülizmin bir ara sönüp gidebilir, ancak zaman zaman radikal siyasi değişim için güçlü bir çıkış ve potansiyelle her zaman patlayabilir, çünkü kamuoyunda tepkilerin yükseldiği durumlarda popülist siyasi düşünceler ve halkın siyasi memnuniyetsizliği ifade eden siyasi hareketler ortaya çıkacaktır. Amerika Birleşik Devletleri deneyimine bakılırsa, 19. yüzyılın sonlarındaki Halk Partisi hareketinden bu yana Amerikan popülizmi uzun süre tarih sahnesini terk etmemiş aksine neredeyse her otuz yılda Amerika’da bir büyük ölçekli ve etkili bir popülist hareket ortaya çıkmıştır. Örneğin 1892’deki Popülist hareketin ardından 1930’larda Huey Long’un “Ortak Zenginlik Planı”, 1960’larda George Wallace’ın popülist seçim seferberliği, 1990’larda Ross Perot’un üçüncü parti hareketi ve 2016’da Trump’ın başlattığı sağcı popülist dalga ortaya çıkmıştır. Böylece popülizmin mevcut siyasi düzen üzerindeki müdahale ve etkisinin uzun vadeli ve sürekli olduğu görülmektedir. Aslında 21. yüzyılda popülizm, İngiliz Paul Taggart’ın dediği gibi sadece siyasi bir olay değildir. Paul Taggart’a göre popülizm Batı burjuva siyasetinin ve hatta çağdaş Batı ülkelerinin siyasi ana akımının bir bileşeni ve düzenli içeriği haline gelmiştir. Popülizm ve diğer muhafazakâr düşünceler, iç siyasetleri ve dünya siyasetinin güç yapısını ve örgütlenme biçimini derinden değiştirmiştir. Örneğin Avrupa’daki seçim sistemlerinin de etkisiyle parti siyaseti, popülist partiler ile popülizme başvuran sağ ve sol kanat ana akım partiler arasında “iki yönlü hareket” olarak adlandırılan bir alış-veriş sürecine sahne olmuştur. Bir yandan sağ popülist partilerin seçimlerdeki destek oranı artmaya devam etmiştir ve örneğin İtalya ve Avusturya gibi pek çok ülkede sağ popülist partiler “marjinal partilerden iktidar partilerine” dönüşmeyi başarmışlardır. Le Pen’in Fransız Ulusal Cephesi ve Alman Alternatif Partisi (AFD) gibi popülist partiler aşırılık yanlısı imgelerini kısmen değiştirerek ederek ana akım partiler kampına doğru ilerlemeye başladılar. Öte yandan, merkez sol ve merkez sağın ana akım partileri, parti temsiliyetlerinin azalması ve seçmen tabanlarının zayıflaması ve gevşemesi nedeniyle seçim stratejilerini ayarlamak, sağ popülizmin siyasi mesajlarını derece derece kendilerine mal etmek ve popülist partilerin kitle seferberlik ve etkileme stratejilerini taklit etmek zorunda kalıyorlar. Sarkozy, 2012 Fransa cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aşırı sağ seçmenlere hitap etmek için partisini “hafif Ulusal Cephe “ye (Fransa) dönüştüreceğini bile iddia etmiştir.

Popülizm, çağdaş Batı kapitalist siyasetinde aşırı muhafazakâr bir siyasi eğilim

Popülizm, çağdaş Batı kapitalist siyasetinde aşırı muhafazakâr bir eğilim. Popülizm 2008’den 2016’ya kadar hızlı bir büyüme yaşadıktan sonra yavaş bir gelişme dönemine girmiştir. Gelecekte yeni bir doruk noktası olup olmayacağı, bir anlamda Batı’daki toplumsal uzlaşı derecesine ve devlet/hükümet yönetişim düzeyinin kalitesine bağlı olacaktır. Eğer toplumda sosyal çatışma ve bölünmeler yoğunlaşır, siyasi kutuplaşma çözülemez ve ekonomik büyüme zayıf olursa, yönetim başarısızlığına bir tepki olarak popülizm kaçınılmaz olarak belirli olayların teşvikiyle geri dönüş yapacaktır. 2008 Mali krizinden bu yana liberal kamp popülizmin yeniden canlanması konusunda oldukça tedirgindir ve liberal demokrasinin değerlerini ve kurumsal temelleri üzerine yeniden ve bunları gözden geçirme yoluyla güçlendirmeyi ummaktadır. Ve hatta liberal kesim popülizm kabusundan tamamen kurtulmak istiyor. Fakat bu isteme karşın popülizm, Batı siyasetinin önemli bir bileşeni ve devlet yönetimi üzerinde kalıcı etkisi olan yeni bir kalıcı değişken haline gelmiştir. Batılı kurulu müesses düzenin popülizmi ortadan kaldırma beklentisi şüphesiz gerçekçi değil. Aslında Batılı kurulu müesses düzen böyle uzun vadeli bir stratejiyi düşünmek zorunda kalacaktır; yani kurulu müesses düzen popülizmle bir arada yaşamak zorunda kalırken değer uzlaşısını nasıl yeniden inşa edeceğini ve yüksek kaliteli ulusal yönetişimi nasıl sağlayacağını düşünmek zorunda kalacaktır.

Paylaş

Bir Yanıt Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir