Ouyang Kang: Marx’ın Modernleşmenin Olumlu Değeri Üzerine Tarihsel Analizi ve Modernleşmeyi Eleştirmesi
Mayıs 2017
Derleyen: Deniz Kızılçeç

Çevirenin Notu: Bu parçayı, Canut Yayınevi’nin yayınladığı “Marksist Felsefenin Pratik Görüşü” kitabından aldık. Marx, modernleşmeye 6 olumlu anlam, 4 olumsuz anlam yüklemiş, modernleşmeyi içererek aşan bir eleştiri getirmişti. Aşağıda Marx’ın bu analizini ve eleştirisini sunuyoruz. Dünya ölçeğinde modernleşme çağını açan burjuvazi oldu, Batı Avrupa’da başlayan modernleşme dalga dalga tüm dünyaya yayıldı. Dünyamız insanlığı henüz Marx’ın analiz ettiği ikinci büyük toplumsal formasyonun ötesine geçemedi, bununla birlikte bugün sosyalizm akımı ikinci büyük toplumsal formasyonu aşan birçok yeni gelişmenin ve çözümün yaygınlaşması için mücadele ediyor. Bugün dünyada Batıdaki az sayıda ülke modernleşmesini tamamlamış durumda…. Sosyalizm akımı küresel güneydeki birçok ülkede, sadece bir iktidar savaşı vermiyor aynı zamanda ülkede modernleşmeyi tamamlama vizyonuna sahip. ÇKP ve Vietnam Komünist Partisi 2050’lere doğru ülkelerinde modernleşmeyi tamamlayabilecekleri öngörüsünde bulunuyorlar. Böylece Çin ve Vietnam gelişmekte olan ülkeler arasında modernleşmeyi tamamlayan ilk ülkeler olacak…
Marx, modernleşme sürecinin ivme kazandığı bir çağda yaşamıştır. Bu nedenle Marx, durmaksızın yayılan modernleşmenin gerçekliği ile yüzleşmek ve onun hakkında kendi kavrayışını ve yorumunu ileri sürmesi gerekmiştir. Modernleşme, küresel düzlemdeki bir hareket olarak, en temel anlamda, olumlu bir değer yaratma faaliyetidir. Bu nedenle Marx, modernleşme ile ilgili olarak araştırmasında önceliği modernleşmenin içkin değerini kavramaya vermiştir. Marx’ın modernleşme eleştirisi, tarihsel bir perspektiften hareket etmiş, modernleşmeyi insan uygarlığının gelişiminin tarihsel zorunluluğu olarak ve kapitalizmi de modernleşmenin olumlu bir sonucu olarak ele almıştır.
Marx hatta “burjuvazinin tarihte son derece devrimci bir rol oynadığını” savunmuştur (Komünist Manifesto). Modernleşme, insan uygarlığının gelişim tarihinde yeni bir dönemi temsil etmekte ve yeni bir uygarlığın biçimlenişi ve yaratılışı anlamına gelmektedir ve onun önemi, insanlığın doğuşu ve uygarlığın ilk oluşumu kadar büyüktür. Tıpkı, Black’in belirttiği gibi, “Modern çağdaki bu değişim süreci, insanlık öncesi yaşamdan insani yaşama ve ilkel toplumdan uygar topluma geçiş süreci ile aynı derecede önemdedir; insan ilişkilerindeki büyük devrimci dönüşümlerin en dinamik olanıdır.” Bu nedenle Marx, kapitalist modernleşmenin tarihsel oluşumunu ve değersel niteliklerini bir yandan tarihsel materyalizm temelinde, diğer yandan insanlığın uygarlaşması ve insanın gelişimi perspektifinden ele almıştır.
Modernleşmemin 6 Olumlu anlamı:
1) Modernleşme başlıca içeriği burjuva ideolojisinin ve kültürünün yaygınlaşmasını teşvik etmek olan rasyonelleşme sürecidir
Modernleşme, bir ideolojik devrimdir, yani bir yandan başlıca içeriği burjuva düşüncesinin (ideolojisinin) ve kültürünün yaygınlaşmasını teşvik eden, diğer yandan aynı zamanda bir rasyonelleşmeye (aklın egemenliğine geçiş) sürecidir. Uygarlık tarihindeki en büyük düşünsel özgürleşme akımı olan modernleşme, insanların ortaçağ karanlığından kurtulmasını sağlar. Genelde modernleşmenin düşünsel köklerinin İtalyan Rönesansı ve Aydınlanma’ya kadar uzandığı var sayılır. Rönesans (İtalyanca.yeniden doğuş), adı ve görünümü itibariyle antik Yunan ve Roma kültürünü yeniden canlandırmaya dönük akımlar olarak görünür, fakat aslında Rönesans burjuvazinin ideolojisini ve kültürünü yayar ve propaganda eder. Aydınlanma, temel olarak, doğmakta olan burjuvazinin kültürünün önünü açmaya, diğer yandan burjuva ideolojisini ve kültürünü yaratmaya dönüktür. Rönesans ve Aydınlanmanın doğrudan hedefleri, ortaçağ Sezaropapacılık’ının din kültürü ve onun toplumsal yaşam üzerindeki hâkimiyeti olmuştur, tanrısal (ilahi) doğaya karşı insani doğayı savunmuş, tanrısal (ilahi) hukuka karşı, insan hakları ile karşı koymuştur.
O halde, Rönesans ve Aydınlanma’nın savunduğu insani doğa nedir? O dönemin düşünürlerine göre insanın en yüce doğası, onun inancı (itikatı) değil, aklıydı. İnsani doğayı savunmak aklın gücünü savunmak anlamına gelmekteydi, yani aklın gücünü savunmak, tanrısal (ilahi) doğaya ve ilahi (tanrının) hukuka karşı koymak anlamına gelmekteydi. Bu anlamda bu insanlar, kapitalizmin önünü açmak için rasyonalizmin bayrağına sarılmıştı. Rasyonalizmin bayrağının altında, “din, doğa anlayışı, toplum, devlet düzeni—her şey, en amansız eleştiriden geçirildi; her şey, akıl mahkemesi önünde varlığını haklı çıkarmak ya da var olmaktan vazgeçmek zorundaydı. Düşünen zihin (akıl) her şeyin biricik ölçütü oldu” .
Marx ve Engels, Komünist Manifesto’da şöyle yazmışlardı: “Katı olan her şey buharlaşıyor, kutsal olan her şey dünyevileşiyor.” Dolayısıyla modernleşme her şeyden önce bir ideolojik (düşünsel) özgürleşme akımıdır. Engels, Rönesans’ın tarihte oynadığı ileri role olan saygısını şöyle dile getirmiştir: “O [Rönesans] insanlığın yaşadığı en ilerici devrimdi, öyle bir zamandı ki, ona devler lazımdı ve bu devleri doğurdu – düşünce gücüne, tutku ve karaktere, çok yönlülüğe ve öğrenime sahip devler” . “Yalnız maddi üretimde değil zihinsel-entelektüel üretimde de bu böyle. Tek tek ulusların manevi-entelektüel ürünleri ortak mülk oluyor. Ulusal tek yanlılık ve sınırlılık gitgide olanaksız hale geliyor, pek çok ulusal ve yerel edebiyattan bir dünya edebiyatına geçiliyor.” İşte bizzat bu ideolojik özgürleşme hareketi ve kültürel inşa, modernleşmenin tarihsel süreci için sağlam bir ideolojik-düşünsel temeli atmıştır. Dolayısıyla rasyonelleşme, modernleşmenin birincil anlamıdır.
2) Modernleşmenin başlıca içeriği Doğa bilimlerinin ve mühendislik teknolojisinin yayılmasını teşvik eden sanayileşme süreci olması
Modernleşme, – başlıca içeriği, doğa bilimlerini ve mühendislik teknolojilerinin yayılması olan – bir büyük makineleşmiş üretim devrimi ve dolayısıyla sanayi devrimidir.
İnsanlar aklı özgürleştirmenin peşindedir. O halde, akıl neden özgürleşmelidir? Bu sorunun yanıtı, aklın özgürleşmesinin doğayı tanımayı, bilimi geliştirmeyi, teknolojiyi ilerletip, kullanmayı, bilim ve teknolojiyi üretimde ve özellikle modern kitlesel üretimde etkin bir şekilde kullanmayı destekler. Sanayi, asla doğada kendiliğinden yürüyen otomatik bir süreç değildir. Sanayileşmenin özelliği, bir yandan, iş bölümü ve uzmanlaşma aracılığıyla her bireyin, toplumun gerek duyduğu tümüyle belirli yerel işler ile uğraşması, diğer yandan da yeteneklerini ve verimliliklerini arttırması ve modern işbirliği yoluyla devasa toplumsal üretici güçler yaratacak yüksek bir verimlilik ve çok yönlü bir üretim sistemi inşa edilmesidir. Eğer rasyonelleşme modernleşmenin düşünsel bayrağı ise, sanayileşme de modernleşmiş üretimin ve yaşamın temelini oluşturur. Marx ve Engels, modernleşmenin insanın üretici güçlerini geliştirmede elde edilen büyük kazanımları şöyle övmüştür: “Burjuvazi, yüz yılı ancak bulan sınıf egemenliği süresinde, daha önceki kuşakların toplamından daha kitlesel ve daha muazzam üretim güçleri oluşturdu. Doğal güçlerin dizginlenmesi, makineleşme, sanayide ve tarımda kimyanın kullanılması, buharlı gemi işleyişi, demiryolları, elektrikli telgraflar, dünyanın her bölümünde toprağın işlenebilir hale getirilmesi, ırmakların ulaşım için düzenlenmesi, yerinden koparılan bütün insan toplulukları – daha önceki hangi yüzyıl, toplumsal emeğin bağrında böylesine üretim güçlerinin yattığını sezmiştir!” Marx, sanayileşmenin insanlığın özsel gücünü ortaya çıkarıp zihnini açtığını değerlendirerek, bilim ve teknolojinin egemenliği altındaki sanayileşmeden övgüyle söz etmiştir. Sanayileşme, modernleşmenin inşasını sağlayan onun baş maddi temelidir.
3) Modernleşmenin başlıca içeriği denizciliğin (deniz yollarının) ve uluslararası ticaretin gelişimi olan pazar ilişkilerinin derinleşme süreci olması
Modernleşme, – başlıca içeriği, denizciliği ve uluslararası ticaret olan – bir ticari devrim ve aynı zamanda bir pazarlaşma sürecidir. Sanayi üretiminin tarımsal ve bireysel üretimden farkı, üretilen ürünlerin başlıca üreticinin gereksinimleri için değil, piyasanın gereksinimleri için üretilmesidir. Ürünlerin alışverişinin yapıldığı pazarın ne kapitalizme, ne de modernleşme sürecine özgü olduğunu, antik Yunan döneminden bu yana var olan ve gelişen bir olgu olduğunu kabul etmek gerekir. Bununla birlikte, kitlesel toplumsal üretim, çok daha büyük bir pazara gerek duymuştur. Modern üretimin gerek duyduğu şey, modern gelişkin, büyük bir pazardır. Dahası, yerel piyasa yeterince büyük olmayışından dolayı, uluslararası pazarların keşfedilmesi gerekmiştir. Bu büyük uluslararası pazarlar, denizcilik ve sınır ötesi ticaret ile gelişmiştir. Kristof Kolomb, beş yüz yıl önce Kuzey Amerika’yı keşfetmiş ve kapitalist sömürgeleri ve pazarları açmıştır. Böylece dünya pazarı ve dünya ticaretinin oluşumunun ve modernleşmenin dünyaya yayılmasının temeli atılmıştır. Marx ve Engels’in de belirttiği gibi, “sürekli genişleyen sürüm ihtiyacını karşılamak için burjuvazi, yeryuvarlağının bütününe el atmakta. Burjuvazinin, her yerde yerleşmesi, her yerde yapılaşması, her yerde bağlantılar kurması gerekiyor.” Pazarlaşma denilen pazar ilişkilerinin derinleşme süreci, modernleşmenin ekonomik temelidir.
4) Modernleşmenin, başlıca içeriği yaşamın toplumsallaşması ve hizmetlerin çoğalıp toplumsallaşması olan kentleşme devrimi olarak gelişmesi
Modernleşme, – başlıca içeriği yaşamın toplumsallaşması ve hizmetlerin çapının genişlemesi olan – bir kentleşme devrimi ve de bir kentleşme sürecidir. Üretimin merkezileşmesi, yaşamın ve hizmetlerin toplumsallaşmasını gerektirirken, sanayileşme de kentleşmenin yayılmasını sağlar. New York, Londra ve Paris gibi metropollerin tümü, modernleşme sürecinin ürünüdür ve sonuçları ve aynı zamanda modernleşme sürecinin doğurduğu kaçınılmaz olgulardır. Sanayi Devrimi, aynı zamanda bir toplumsal devrimdir. Bir yandan “diğerlerinden çok daha kapsamlı ve etkili” bir toplumsal devrim, diğer yandan “sivil toplumu kapsayan büyük bir devrimdir.”
Böyle bir dönüşüm sadece insan ve doğa arasındaki ilişkiyi değil, insan ve toplum, kent ve kır arasındaki ilişkileri de değiştirmiştir. Marx bu konuda şunları yazmıştır: “Burjuvazi, kırı kentin egemenliği altına soktu. Koskoca kentler yarattı, kentli nüfusu kırsal nüfusa göre büyük oranda artırdı ve böylece nüfusun önemli bir bölümünü kırsal yaşamın bönlüğünden kopardı. Köyü kente bağımlı kıldığı gibi, barbar ve yarı barbar ülkeleri uygar ülkelere ve köylü halkları burjuva halklara, Doğuyu da Batıya bağımlı hale getirdi.” Modernleşme sürecinin en temel simgelerinden biri olan kentleşme insanların yaşam tarzını değiştirmiştir.
5) Modernleşmenin, başlıca içeriği burjuva demokratik politik sistem ve kurumların inşası olan demokratikleşme süreci olması
Modernleşme, – başlıca içeriği, burjuva demokrasisi politik sistemini kurmak olan – bir siyasi devrim ve aynı zamanda bir demokratikleşme sürecidir. Kapitalist pazar ekonomisi ve özel mülkiyet bunlara yanıt veren siyasi sistemi, burjuva demokratik politik sistemini gerektirir. Demokrasinin genel bir kuvvetler ayrılığı örüntüsüne bağlı inşası, kapitalist modernleşmenin temel politik garantisidir. Burjuva demokratik devrimi, “tüm ulusları, eğer yerle bir olmak istemiyorlarsa burjuvazinin üretim tarzını benimsemeye zorluyor; uygarlık diye kendi uygarlığını ithal etmeye, yani burjuva olmaya zorluyor onları. Tek kelimeyle, kendi istediği gibi bir dünya yaratıyor kendine.” Kapitalist ekonomik sistemi ve bireyselliği güvence altına alan demokratikleşme, modernleşmenin temel politik niteliğidir.
6) Modernleşmenin, başlıca içeriği burjuva hukuk sisteminin kurulması olarak bir yasallaşma süreci olması (hukukun egemenliği)
Modernleşme, – başlıca içeriği, burjuva hukuk sisteminin kuruluşu olan – bir hukuk devrimi ve aynı zamanda bir yasallaşma sürecidir. Yasallaşma, politik devrimin zorunlu gereği ve aynı zamanda onun gerekli garantisidir. Hukuk sisteminin kısıtlamalarından yoksun bir demokrasi kaçınılmaz olarak anarşizme yol açacaktır. Demokratik temelden yoksun bir hukuk sistemi de kaçınılmaz olarak despotizme yol açacaktır. Marx ve Engels şuna işaret etmiştir: “Burjuvazi, üretim araçlarının, zilyetliğin/mülkiyetin ve nüfusun dağınıklığını giderek ortadan kaldırıyor. Nüfusu bir çimento bağlamında bütünleyip, üretim araçlarını az sayıda elde merkezileştiriyor ve mülkiyeti bir avuç kişinin ellerinde yoğunlaştırıyor. Bunun zorunlu sonucu ise politik merkezleşme…. Bağımsız, yalnızca ittifakları olan, çıkarları, yasaları, hükümetleri ve gümrükleri farklı eyaletler, tek ulus, tek hükümet, tek yasa, tek ulusal sınıf çıkarı, tek gümrük sınırı içine sıkıştırıldı.” . Tüm ekonomik ilişkileri tek bir sözleşmeye dönüştürmek ve hukuk sistemi aracılığıyla demokrasiyi güvence altına almak, hem modernleşmenin temel politik ve hukuksal temeli hem de batı uygarlığının önemli bir özelliğidir.
Genel olarak söylemek gerekirse, Marx, modernleşmeyi insan uygarlığının gelişiminin geniş tarihsel bağlamına yerleştiren bütünsel ve kapsamlı bir araştırma yaparak, modernleşmeyi 16. yüzyıldan bu yana süren bir süreç olarak, Avrupa toplumunun düşün özgürleşmesinin öncülü, Sanayi Devriminin öncüsü, modern sanayinin ve bilim ve teknolojinin itici gücü, dünya pazarının açılımının ve kentsel dönüşümün koşulu olarak ve aynı zamanda geleneksel tarım toplumundan modern sanayi toplumuna doğru dünya çapında bir dönüşüm olarak değerlendirmiştir. Modernleşme, geleneğin eleştirisi ve aşılması bakımından, sadece üretim ilişkilerinin ve insanların yaşam tarzının dönüşümüne yol açmamış, aynı zamanda politik üstyapıda muazzam dönüşümleri teşvik etmiş ve insanların düşünce ve duygu tarzlarının yenilenmeye sevk etmiştir. Böylece, toplumsal yaşamda kapsamlı bir değişime, küresel bir toplumsal dönüşüme ve yeni tipte bir uygarlaşma sürecinin doğuşuna yol açar.
Marx’ın modernleşmenin olumsuz değerlerine dair rasyonel eleştirisi
Büyük bir pratik materyalist ve proleter devrimci olan Marx, yalnızca modernleşmenin tarihsel kaçınılmazlığını ve olumlu yönlerini incelememiş, aynı zamanda, özellikle, modernleşmenin ters değeri ve olumsuz yönlerini dikkate almıştır.
Yukarıda modernleşmenin merkezi değersel öğeleri olarak değerlendirdiğimiz modernleşmenin altı olumlu yönünün aynı zamanda ikilikler, hatta çoklu nitelikler içerdiğini not etmek gerekir. Örneğin aşırı bir akılcılık ve rasyonelleşme, insanın akıl dışı düşüncesini kısıtlayabilecek ve böylece tek taraflılığa neden olabilir. Bugün bulunduğumuz çağda akıldışılığın yaygın bir olgu olması, rasyonelliğin insanın akıldışılığını bastırması ve onu kısıtlaması olgusundan ayrı düşünülemez; dizginsiz sanayileşme, toplumu bayağılaştırabilir ve ciddi doğal kaynak sorunlarına ve ekolojik sorunlara neden olabilir. Sınırsız kentleşme korkunç bir toplumsal varlık krizine, korkunç toplumsal çelişmelere, suçluluk, psikolojik bozukluklar vb. toplumsal sorunlara yol açabilir. Sınırsız demokratikleşme toplumsal kaosa yol açabilir, aşırı bireyciliğe, anarşizme vb. olanak tanıyabilir. Eksikli bir hukuk sistemi ise toplumsal yaşamın etkinliğini sınırlayabilir, insanların ahlaki değerlerini sarsabilir. Eğer bu sorunlara bilinçli bir şekilde gereken ilgi gösterilmez, sınırlamalar ve etkili düzenlemeler getirilmezse, yeni ekolojik, toplumsal ve insani sorunların çıkması ve “modern hastalıklar” denilen şeyin meydana gelmesi mümkündür. Modernleşmenin derinleşmesi ile birlikte batılı toplumlarda yukarıda saydığımız pek çok sorunların açıkça su yüzüne çıkması Marx’a modernleşmenin ters değerleri üzerine patolojik analizini ve rasyonel eleştirisini derinleştirmekten başka bir fırsat bırakmamıştır.
Genel olarak söylemek gerekirse, Marx’ın modernleşmeye getirdiği rasyonel eleştiri, onun kapitalist özüne, onun bu özünün yol açtığı insan ve maddi dünya, insan ve toplumsal dünya ve insan ve kendisi arasındaki ilişkinin baş aşağı çevrilişine ve özellikle de proletaryanın ve çalışan kitleleri içine düşürdüğü yoksulluğa ve esarete odaklanmıştır. Marx’ın bu noktada ortaya attığı başlıca soru şudur: Modernleşmenin tüm bu öğeleri hangi çerçevede ve ne derece rasyonel olacak ve ne anlamda tersine dönecektir? Somut olarak söylemek gerekirse, bunlar başlıca şu yönlerden ortaya çıkmaktadır:
Modernleşmenin 4 olumsuzluğu
1) Çıkarların azamileştirilmesi (aşırı bencillik) çabasının toplumsal gelişmenin yegâne itici gücü haline gelmesi
Çıkarların ve karın azamileştirilmesinin, toplumsal gelişiminin yegâne itici gücü haline gelmesi, toplumsal değerlere ve onun taşıdığı anlama temelden meydan okunması, kapitalizmin karşısında duran son derece derin bir sorunu oluşturmaktadır. Marx’ın kapitalist modernite eleştirisi, modern toplumdaki en yaygın ve en temel hücre olan metadan hareket etmektedir. Meta, kapitalist üretim için muazzam bir güç sağlar ve tüm toplumsal yaşamın ve en evrensel temelin özsel çekirdeğini oluşturmuştur. Marx’ın burada somut metalar yerine metaya egemen olan ve onu bu muazzam güç ile donatan şeylere, yani metanın potansiyel olarak doğurduğu değer, kâr ve sermayedir. Marx, şuna işaret eder: “Bir meta, ilk bakışta, kolayca anlaşılan sıradan bir şey gibi görünür. Metanın analizi, onun metafizik safsatalarla ve teolojik süslerle dolu çok karmaşık bir şey olduğunu gösterir.” Kapitalist modernleşmenin kendi mantıksal sürecini, tam da metanın içerdiği değer, kâr ve sermaye arayışından başlatmaktadır. Marx, burjuvazinin çaresizce yeni dünya pazarına açılıp, uluslararası ticareti genişletmesinin nedenin temelde sermayenin içkin özü tarafından belirlendiğini düşünmektedir, çünkü “dünya pazarı yaratma eğilimi doğrudan doğruya sermaye kavramının kendisinde verilidir.”
Kârı en yüksek düzeye çıkarma çabası gösteren “sermaye, bir yandan ulaşımın/alışverişin, yani değişimin her türlü yerel sınırını yıkmak, tüm dünyayı pazarı olarak fethetmek için çaba göstermek zorundayken, öte yandan da mekânı zaman ile yok etmek, yanı bir yerden ötekine ulaşıma harcanan zamanı en az düzeye indirme çabası gösterir. Sermaye ne kadar gelişkin ise, … pazarın daha geniş bir alana yayılması ve mekânın zaman ile en azami düzeyde ortadan kaldırılması için o kadar çok çaba gösterir.” Daha fazla kâr elde etme çabası gösteren “sivil toplumun asıl görevi, en azından ana hatlarıyla, dünya pazarını ve onun temelinde duran bir üretim yaratmaktır.”
Azami artık-değer peşindeki bu zaman ve mekân arasındaki evrensel dönüşüm, metanın, daha fazla kâr arayan kârın ve sermayenin tarihini oluşturmuştur. Tam da bu anlamda Marx, sermayenin dünyaya her gözeneğinden kan ve pislik damlayarak geldiğine keskin bir şekilde işaret etmiştir. Marx’a göre her toplum bir itici güce gerek duyar ve modern toplumun hücreleri olarak metalar, kâr ve sermaye de toplumsal gelişmedeki işlevini yerine getirmelidir. Ancak eğer bu işlev aşırı bir düzeye çıkarsa, bu durumda kendi karşıtına dönüşecek, toplumsal gelişme sisteminin dengesinin ve düzenli işleyişinin bozulmasına yol açacak ve toplumun sağlıklı ve düzenli bir şekilde gelişmesine engel olacaktır. Meta, kâr ve sermayeyi kendi itici gücü edinen kapitalist modernleşme, sadece bayağı bir paraya tapıncın yaygınlaşmasına değil, aynı zamanda zengin ve fakir arasında bir uçurum oluşmasına neden olabilir ve “modern hastalıkların” başlıca nedenlerinden bir haline gelir.
2) Modernleşme: şeyler dünyasının aşırı genişlemesi nedeniyle insan dünyasının maddi boyunduruk altına girmesi: bunun temel nedeni, kapitalist mülkiyet sistemidir.
Marx, modernleşmenin doğurduğu muazzam üretici güçlerden ve modernleşmenin doğurduğu maddi zenginleşmeden övgüyle söz etmesine karşın kapitalizmin değersel yönelimi altında nesnelleşen dünyanın aşırı genişlemesinin insani dünyayı hunharca bastırmasını ve boyunduruğu altına almasını da şiddetli bir şekilde eleştirmiştir. Marx, keskin gözlerle, şu tespitte bulunur: Kapitalist koşullar altında “işçi ne kadar çok servet üretirse, üretim gücü ve kapsamı ne kadar artarsa, kendisi de o kadar yoksullaşır. İşçi ne kadar çok meta yaratırsa, kendisi de bir meta olarak o kadar ucuzlaşır. Şeyler dünyasının artan değeriyle doğrudan doğruya orantılı olarak insanlar dünyası değersizleşir.”
Şeyler dünyasının değerinin artması ve insanlar dünyasının değersizleşmesi kapitalist toplumun faytonu atın önüne koyduğu en tipik görünümdür. Bunun temel nedeni, kapitalizmin tüm marazlarını nesneleşmiş dünyanın kontrolden çıkmasında ve insanlar dünyasına karşı kayıtsızlıkta gözler önüne seren kapitalist mülkiyet sistemidir. Marx ve Engels şöyle yazmıştır: “Muazzam üretim ve ulaşım araçları yaratma büyüsünü başarmış sivil üretim ve ulaşım/alışveriş ilişkileri, sivil mülkiyet ilişkileri, modern sivil toplum, yer altından kendi çağırdığı güçlere artık hükmedemeyen cinci hocalara dönmüştür.”
İnsan emeğinin ürünlerinin yabancılaşması, son tahlilde, insanın yabancılaşmasıdır ve insanın yabancılaşması özünde bir toplumsal sistem sorunudur. Marx’a göre, modern kapitalist üretim tarzında daima yürüyen ve egemen olan mantık, bir tür teknik mantık, üretim mantığı ve meta mantığı, yani şeylerin mantığıdır. Bu mantık, sadece insan faaliyetine değil, toplumun işleyişine de egemendir ve insanı ve toplumu şey mantığına ve teknik mantığa muazzam derecede bağımlı hale getirmiştir. Dolayısıyla Marx, keskin gözlerle, modern toplumda yaygın olan meta fetişizmini, para fetişizmini ve sermaye fetişizmini eleştirerek, kapitalist üretim tarzında maddenin insan üzerindeki egemenliğini açığa çıkarmıştır. Marx şöyle düşünmektedir: “Günümüz çağında, nesnel ilişkilerin bireyler üzerindeki egemenliği, rastlantısallığın bireyselliği bastırması, en şiddetli ve en evrensel biçimini almıştır.” İnsan ve şeyler arasındaki ilişkinin bu baş aşağı çevrilmiş arkasında, aslında, kapitalist sistemin iç çelişkilerini ve ölümcül kusurları gizlidir.
3) Modernleşme: Emeğin yabancılaşması ve insanın özgürlüğünü yitirmesi
Maddeler dünyasının insanı boyunduruk altına alması ve insan üzerindeki boyunduruğu, kendisini doğrudan emeğin (yabancılaşması) dışsallaşması olarak ortaya koyar. Marx’a göre emek, genel bir anlamda, insanın özü ve birincil gereksinimi, insanın “yaşamını özgür dışavurumu” ve “yaşam zevki” olmalıdır. Modernleşme, tarihsel bir süreç olarak, emeğin özünde ete kemiğe bürünmelidir. Modernleşmiş emek, insani gelişmeyi ilerleten bir araç ve insanın öznel değerini hayata geçiren gerekli bir yol olmalıdır. Ama nitekim emek, kapitalizm koşulları altında muazzam bir yabancılaşma geçirmiş, insanın doğasını iğdiş eden salt bir tür geçim aracına dönmüştür. Marx şuna işaret eder: “yabancılaşmış emek; öz-faaliyeti, özgür faaliyeti araca indirgeyerek, insanın türsel yaşamını, onun fiziksel varlığının aracına döndürür”. İşçiler emeklerinde kendilerini olumlamak yerine yadsımaktadır. İnsanlar emeklerinde kendilerini özgür hissetmezler. Aksine aşırı bir esaret hissederler. Emek, “dışsal emek, insanın kendini dışsallaştırdığı emek, kendisini feda etmesi, kendine acı vermesidir.”
Bu koşullar altında işçi, “zihinsel ve fiziksel olarak insanlıktan çıkmış bir varlığa” dönüşmüştür. İşçinin bireyselliğinin yerini otomatikleşmiş seri üretim bantları almış ve onun tarafından imha edilmiştir. Emeğin yabancılaşması; fakirlik ve zenginlik, işçiler ve kapitalistler ve proletarya ve burjuvazi arasındaki kutuplaşmayı temsil eder. Proleterlerin duruş konumundan bakan Marx, kapitalizmin zulmü ve insafsızlığını etkili bir biçimde eleştirir, burjuvazinin proletaryayı sömürüsünü ve boyunduruğunu ifşa eder ve toplumsal devrim ve proletaryanın kurtuluşu çağrısını yapar. Bununla birlikte Marx, burjuvazinin kendisinin de aslında özgür olmadığını ve bir yabancılaşma ve bir esaret durumunda olduğuna dikkat çeker ve şöyle yazar: “Mülk sahibi sınıf ve proletarya sınıfı aynı insani öz-yabancılaşmayı temsil eder. Ama birincisi bu öz-yabancılaşma içinde kendini iyi ve doğrulanmış hisseder, yabancılaşmayı kendi erkliliği sanır ve onun içinde insani bir varoluş görünüşüne sahiptir. İkincisi ise yabancılaşma içinde kendisini yıkıma uğramış hisseder, onun içinde erksizliğini ve insan dışı bir varoluş gerçekliğini görür.”
Ezenler özgür görünse de özünde onlar da gerçekte özgür değiller.
4) Modernleşme, Kapitalist Toplumsal Sistemin Akıldışı (Adaletsiz) Yapısı
Kapitalist modernleşmede mevcut olan tüm sorunların çözümü, kapitalist ekonomik, politik, toplumsal ve ideolojik sisteminin içinde aranmalı ve bulunmalıdır. Marx, sermayenin bireysel değil, toplumsal bir güç olduğuna inanır. Sınıf çelişmesi üzerine kurulu olan modern burjuva özel mülkiyeti, birilerinin ürün üretiminin ve mülkünün diğerleri tarafından sömürüsünün en son ve en tam dışavurumudur. Bu nedenle modernleşme sorununu çözmek için, özellikle mülkiyet ve toplumsal sistem sorununa ve toplumsal bölünme ve sınıf çelişkisinin çözümüne eğilmek gerekir. Daha da önemlisi, toplumsal bölünme ve uzlaşmaz çelişkinin yol açtığı sınıf mücadelesi, kaçınılmaz olarak muazzam bir toplumsal maddi/ekonomik zenginliğin israfına ve manevi/ruhsal çatışmalara neden olmakta ve toplumun sağlıklı, uyumlu ve sürdürülebilir gelişimini engelleyen temel bir engel haline gelmektedir. Böylece modernleşme, insani gelişmeyi ve uygarlaşmayı ilerleten olumlu bir güç olmaktan çıkıp, insan uygarlığının sağlıklı gelişimini engelleyen olumsuz bir güce dönüşmektedir. Bu nedenle komünizmin ayırt edici özelliği, genel olarak mülkiyet sistemini ortadan kaldırmak değil, burjuva mülkiyet sistemini ortadan kaldırmak ve böylece modernleşmeyi hakikaten adil ve rasyonel bir toplumsal sistem üzerine oturtmaktır. Marx ve Engels şuna işaret etmişti: “Komünist devrim, geleneksel mülkiyet ilişkilerinden en köklü kopuştur; gelişme sürecindeki en köklü kopuşun geleneksel fikirlerden kopuş olması şaşılacak bir şey yoktur.”
Bu nedenle sosyalistler- komünistler, her yerde mevcut toplumsal ve politik sisteme karşı koyan her devrimci hareketi destekler ve kendi teorilerini tek kelimeyle özetleyebilirler: özel mülkiyeti ortadan kaldırmak. Ancak bu yöntemle modernleşmenin kazanımları toplumun tümünün ortak zenginliği ve insanın uygarlaşmasını ve gelişimini ilerleten olumlu bir güç haline gelebilir.
