Deniz Gezmiş Önderliğindeki Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO), “Halkın Kurtuluşu” ve Ardından TDKP: Gerilladan Partiye

Aydın Çubukçu

Bu yazı, İletişim Yayınları, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce Cilt 8: Sol Akımlar adlı eserden alınmıştır. Başlığı biz koyduk.

Kitabı İlk baskısı: 2007

Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce, Cumhuriyet Türkiyesi’ndeki belli başlı düşünce akımlarının, siyasal açılımları ve etkilerini esas alarak, bir değerlendirmesini hedefliyor. Her cildin bağımsız bir kitap kimliği de taşıdığı bu dokuz ciltlik yayında, düşünsel yönelimler, tartışmalar/polemikler, ideolojik söylemler, üzerinde odaklaşılan çizgiler ve izlekler, ayrıca bunların düşünsel esin kaynakları, dönemler ve akımlar boyunca etkisini hissettiren güçlü zihniyet kalıpları mercek altına alınıyor.

THKO’nun doğuşu ve evrimi: toplumsal ve teorik temeller

’70’li yıllarda etkinlik gösteren bütün genç siyasî hareketler gibi, THKO da ’68 gençlik eylemleri içinde doğmuştur. Dünya ve Türkiye hakkındaki değerlendirmeler, eylem tarzları ve genel olarak sol hareket hakkındaki eleştiriler konusunda anlayış birliği gibi ilişki noktaları, siyasal gruplaşmalara temel hazırlayan başlıca etkenler arasında sayılabilir. Bu düşünce ve eylem zemininde Ankara’da Hüseyin İnan, İstanbul’da Deniz Gezmiş etrafında toplanan devrimciler, önce FKF, sonra da Dev-Genç içinde, İstanbul’da ise DÖB’de öne çıkan iki grup olarak, THKO’nun kuruluşunda rol oynadılar.

Aralarında Deniz Gezmiş, Cihan Alptekin, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan gibi dönemin sevilen gençlik önderlerinin de bulunduğu Ankara ve İstanbul grupları arasında, 1969-1971 yıllarında “gerilla eğitimi almak ve emperyalizme karşı savaşmak” için gittikleri Filistin’de daha ileri hedefler için birlikte hareket etme eğilimi güçlendi.

“Parlamentarizm ile darbecilik arasına sıkışmış olmaya son veren”, “savunmacı eylem çizgisinin ötesinde” ve “siyasal gündemi belirleyen” eylemler tasarlayan THKO çekirdeğinin “gençlik hareketinin sınırlarını aşan bir devrimci hareket” ve onun örgütünü yaratma sorununu çözmek temel iddiasıydı. “Tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye” hedefini gerçekleştirebilecek siyasal programa ve devrim yapma isteğine sahip bir örgüt bulunmadığına dair görüş, THKO’nun kendi varlık nedenini açıklarken, siyasal ve taktik çizgisini de belirledi.

1967-71 arasında, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en yüksek ve radikal işçi-köylü hareketleri baş gösterdi. Bunlar, güçlü etkileri dolayısıyla diğer toplumsal muhalefet odaklarınca desteklendi; yükselen öğrenci hareketiyle önemli ölçüde bağlandı. Mücadelenin kitleselleşmesi ölçüsünde olmasa da, köylü hareketinde anti-emperyalist temalar da yer bulmaya başladı. Özellikle öğrenci gençliğin dolaysız desteği ile gerçekleşen mitinglerde, toprak ve taban fiyat uygulamasına ilişkin talepler kadar anti-emperyalist sloganlar da yer buluyordu. Köylü hareketiyle devrimci gençlik arasındaki ilişkiler, kırsal alanlarda da sosyalizm sempatizanı bir gençlik kitlesinin oluşmasına temel sağladı. FKF ve sonra da Dev-Genç, düzenlenen her köylü mitingine, katılımcı ya da doğrudan örgütleyici olarak katıldı. Köylüler devrimcileri tanırken, devrimci gençlik kitlesi de, kendi mücadelelerini güçlendiren, umutlarını canlandıran köy adlarını bayraklarına, sloganlarına taşıdılar: Söke-Serçin, Değirmenözü, Atalan, Gollüce…

Kır yoksullarının ve topraksız köylülerin, küçük üreticilerin yığınsal hareketi, özellikle MDD saflarında hâkim olan “halk savaşı yoluyla kırlardan şehre doğru gelişecek devrim” görüşünü güçlendirdi.

THKO’nun önder kadroları ve ilk gerilla hareketine katılanlar, öğrenci eylemlerinin yanı sıra, işçi-köylü mitinglerinde, köylerde, fabrika semtlerinde yapıları toplantılarda da birbirlerini tanıdılar, ileriye dönük tasarılar geliştirdiler. Kırdaki her kıvılcımda, bozkırı tutuşturacak bir güç görerek heyecanlanan gençler, bulundukları her kırsal alanda, aynı zamanda “yakında ve bir gün mutlaka” başlatacakları gerilla savaşı için gözlemlerde de bulunuyorlardı.

Özellikle İstanbul’da işçi sınıfı hareketi içinde de, gençlik hareketinin önemli sayılabilecek ilişkileri vardı, Başta Deniz Gezmiş ve Cihan Alptekin olmak üzere, pek çok öğrenci lideri, Singer, Demirdöküm, Sungurlar, Horoz Çivi, gibi büyük grev ve fabrika işgallerinde işçilerin yanında yer almış, 15-16 Haziran 1970’de gerçekleşen büyük işçi eyleminde de etkili biçimde rol oynamışlardı. Yaygın bir yanlış görüşün aksine, bu gerçek, gençlik önderlerinin yalnızca öğrenci hareketinin bir ürünü ve ilgilerinin yalnızca üniversite ve gençlik sorunuyla sınırlı olmadığını da göstermektedir. Bu, THKO’nun sonraki gelişme evrelerinde kendisini hissettirecek bir başka Özellik olarak değerlendirilmelidir.

***

Öte yandan uluslararası komünist harekette yaşananlar, küçük burjuva devrimciliğinin (Guevaracılık vb.) “pasifizme ve oportünizme” karşı alternatif olarak algılanmasına götürüyordu. Bu da, THKO’nun düşünsel ve pratik biçimlenişini önemli ölçüde etkiledi.

Başta Vietnam kurtuluş savaşı olmak üzere, güneydoğu Asya ve Latin Amerika’daki gerilla mücadeleleri ve halk savaşları, Fransa, İtalya, İngiltere, Almanya ve Amerika’da yükselen kitlesel devrimci gençlik eylemleri, oluşum halindeki her siyasî eylemi ve düşünceyi etkiliyordu.

Aynı dönemde, “Sosyalizmin anavatanı” Sovyetler Birliği ve SBKP, “Prag Baharı”nın da etkisi altında, tümüyle “devrimden korkan”, ulusal ve toplumsal kurtuluş savaşlarının karşısında yer alan bir odak olarak değerlendiriliyordu. Marksist partilerin yozlaştın İmasından, emperyalizme karşı mücadelelere yeterince destek verilmemesine kadar kabarık bir “suç dosyası”na sahip ’60’lı yılların SBKP’si ve ona paralel hareket eden partiler gelişen mücadeleye önderlik edip devrimci örnekler sunacak durumda görülmüyorlardı. “Kruşçevci revizyonizmin “barış” kavramını esas alan propagandası, İnandırıcılıktan uzak “hümanizm” söylemi, “barışçıl yarış” “barışçıl geçiş”, “kapitalist olmayan kalkınma yolu” gibi tezleri, hareket halindeki dünyayı tanımlamaktan ve hareketin etkenlerini kendi etrafında birleştirme yeteneğinden uzaktı. Diğer yanda ise, ÇKP, “proletaryanın öncü rolü”, “proletarya diktatörlüğü” ve “kitlelerin devrimci şiddetine dayanan devrim” kavramlarını kullanan oldukça sert bir eleştiri fırtınası estiriyordu ve militan devrimci duygulara daha yakın duruyordu.

Bu arada, anarşist teori ve pratiğin tarihsel köklerinin oldukça güçlü olduğu Latin Amerika “solcu”luğu da, Küba Devrimi’ntn “az sayıda kararlı devrimci” eliyle gerçekleşmiş gibi değerlendirilen içeriği ve Che Guevara kimliği üzerinden etkili oluyordu. THKO kurucuları, bu kaynaktan özellikle Che Guevara aracılığıyla mücadele anlayışlarını oluşturacak hayli zengin malzeme derlediler.

Sistemli bir “parti-cephe-ordu teorisine” sahip olan Maoculuk, “ayırt edici bir teori ve politika” arayışında olan hareketleri derinden etkilerken, THKO etkili gerilla savaşını her türden teorik çalışmadan daha çok önemseyen tercihi nedeniyle görece bu etkiden masun kaldı.

Kuruluşu döneminde THKO önderleri, MDD hareketi içinde, genel olarak Türk Solu ve Aydınlık dergisinde işlenen temel tezlerden çok farklı görüşlere sahip değillerdi. Özellikle Kemalizm “millî cephe”, “işçi-köylü İttifakı” gibi konularda MDD hareketi içindeki diğer fraksiyonlar tarafından da paylaşılan tespitlerde, THKO’nun farklı, aykırı bir görüşü yoktu. Ancak “askerî darbe yoluyla devrim” görüşünü savunanlarla ilişkileri daima reddetmişler, bu çevrelerin eklentisi olarak davranan MDD’cilerle sert tartışmalar yürütmüşlerdir. Bir başka tartışmanın konusu olan ÇKP- SBKP arasındaki çatışma ise, “Castro ve Ho Şi Minh nasıl davranıyorsa öyle davranırız” diyerek gündem dışında tutuluyordu. Bununla birlikte, ÇKP’ye ve önderi Mao Zedung’a sempatiyle bakılıyor, SBKP özellikle halk savaşlarına karşı soğuk davranması, Filistin davasına açık destek vermemesi gibi konularda eleştiriliyor, “revizyonizm” kavramı, bu çerçevede şekilleniyordu. Bütün bu etkiler, Hüseyin inan tarafından cezaevi koşullarında kaleme alınan “Türkiye Devriminin Yolu” başlıklı broşürde çök açık olarak görülebilir.

THKO’nun yeniden inşası ve TDKP: özeleştiri süreci

1974-75 yıllarında THKO’nun hayatta kalan ileri kadroları örgütün merkezî yapısını yeniden kurdular ve özeleştiri sürecini başlattılar. Gerilla mücadelesinin kısa sürede yenilgiye uğraması, önder kadroların kaybedilmesi, geriye kalan kadrolar arasında, önce yalnızca askerî-teknik açılardan değerlendirilip eleştirildi. Ancak bunun herhangi bir ilerleme sağlamadığı görüldüğünde, Özeleştiri derinleştirildi. Siyasî, ideolojik ve toplumsal kapsamda geliştirilen özeleştiriyle ulaşılan sonuç, “kitle çizgisi”, “parti”, “işçi sınıfı öncülüğü” gibi kavramların önem taşıdığı yeni bir politika arayışı oldu.

Sosyal ve ekonomik yapı değerlendirmesi, Kemalizm, proletarya Önderliği, partinin rolü ve önemi gibi temel konularda revizyonizmin etkisi altında kalındığını tespit eden özeleştiri, proletaryayı devrimci bir parti içinde örgütlemeyi başlıca görev olarak önüne koyuyordu. Önderlerinin idam sehpasında “Yaşasın Marksizm-Leninizmin yüce ideolojisi” sloganıyla can vermiş olması, geçmişten kalan en önemli miras olarak tanımlandı. “Marksizm- Leninizme ve işçi sınıfına yöneliş” olarak adlandırılan bu yeni süreçte, devrimci şiddetin ve şiddete dayanan devrim fikrinin savunulması belirleyici bir özellik olarak korunuyordu, Revizyonizm “tüm teorik temelleriyle” eleştirilirken, ilk THKO’dan farklı olarak, artık yalnızca SBKP’nin güncel pratiğiyle yetinilmedi; uzun bîr tarihsel süreçte SSCB’de “kapitalizme dönüş” temeli üzerinde yükselen bir politik ve ideolojik bütünlük olarak değerlendirildi.

THKO’nun, ÇKP ve Mao Zedong çizgisini kendisine daha yakın bulmasında, SBKP’nin Stalin’e yönelik eleştirileri karşısında, ÇKP’nin Stalin’i savunuyor görünmesi belirleyici bir rol oynadı. SBKP tarafından ileri sürülen “Bütün Halkın Devleti” kavram karşısında, “Proletarya Diktatörlüğü”nün ve Marksizm-Leninizmin yüksek sesle savunulması, eleştiri ve özeleştiri için bir dayanak olarak gösteriliyor, geçmiş dönem ve mevcut siyasal Örgütler de bu açıdan eleştiriliyordu. Bununla birlikte THKO, aynı dönemde faaliyet gösteren Maocu ya da temel kaynaklarını ÇKP’den derleyen diğer genç siyasal hareketlerden farklı olarak, “Mao Zedung Düşüncesi”nin iddia edildiği gibi, “çağımızın Marksizm-Leninizmi” olduğu görüşünü hiçbir zaman paylaşmadı.

“Üç Dünya Teorisi” adı altında yürütülen ve “günümüzde dünya devriminin temel çizgisi” olarak tanımlanan politikayı da, Marksist devlet teorisi, sınıf mücadelesi teorisi ve uluslararası pratiğin verileri bakımından kuşkuyla karşıladı. Özellikle, “iki süper devlete karşı mücadele esastır” diyen Maocu teze karşı, “iç gericiliğe karşı mücadelenin” merkezî görev olarak saptanması, kesin bir ayrım çizgisi koyuyordu ve bu eleştiriler, AEP Önderi Enver Hoca’nın eleştirilerini açıkça dile getirmesinden önce THKO içinde önemli ölçüde geliştirilmişti. Daha sonra, bu teoriye karşı açıktan cephe alınacak Maoculukla olan bu mesafeli ilişki tümüyle kesilecektir.

Yeni koşullarda yeni örgüt biçimleri ve yeni araçlar

1970’li yılların ilk yarısında, örgütlenmeye ve harekete geçirilmeye hazır bir sempatizan kitlesinin bulunması, THKO’nun Anadolu’da da gelişmesi için temel sundu. Esasen ciddi bir Örgüt şemasına, hiyerarşiye, tüzük ve programa sahip olmayan ilk THKO’nun efsanevi etkisi, biçimsel bir çatıyı da artık gerekli hale getiren koşullarla karşı karşıyaydı. Bir siyasî gazetenin yayımlanması ihtiyacı da bu koşulların sonucudur.

Halkın Kurtuluşu gazetesi, 1976 yılında, artık belli bir erginlik dönemini tamamlamış hareketin “legal merkezi yayın organı “olarak doğdu.

Halkın Kurtuluşu, “Kolektif bir ajitatör ve kolektif bir propagandacı ve kolektif bir örgütleyici” olacak, hareketin, kitlesel ilişkilerinin Örgütlenmesi amacına hizmet edecekti. “Herkese iş, köylüye toprak, halka hürriyet” sloganı bu dönemin temel sloganlarından biriydi. İşçi sınıfının mücadelesine ve örgütlenmesine olduğu kadar, topraksız köylülerin de her hareketine büyük önem veren bir çalışma tarzını benimseyen THKO, feodal kalıntıların güçlü ve Kürt nüfusun yoğun olduğu bölgelere de yöneldi. Esasen, geniş sempatizan çevrelere sahip olduğu bölgede, bu avantajı değerlendirmeye çalıştı.

Bu dönemde, illegal Yoldaş dergisi (Kürtçe olarak da Heval*) “THKO Merkez Yayın Organı” olarak, gizli basımevlerinde ortalama 20 bin basılıyor, örgüt içiyle sınırlı olmaksızın dağıtılıyordu, Güncel konuları işleyen illegal bildiriler ise, yüz binlerce basılıp elden dağılabiliyordu.

Üniversitelerdeki etkisine paralel olarak kırsal kesim gençliğini de çevresinde toplayan THKO, Halkın Kurtuluşu gazetesinin çıkışıyla iki yönlü bir gelişme gösterdi.

Birincisi; gazete, öngörüldüğü gibi, daha geniş halk yığınlarına ulaşabilmek için gerçekten etkili bir araç haline geldi ve gazetenin dağıtım ve haber ağı, yığınsal örgütlenmeyi güçlendirdi. Diğer yandan gazete, politik hattın, propaganda ve ajitasvonun oturacağı temelin netleştirilmesinin yakıcı bir ihtiyaç olduğunu, yeni ve değişik yayın araçlarıyla desteklenmesi gerektiğini gösterdi.

Özellikle, “sosyo-ekonomik yapı ve devrimin yolu” problemi, diğer siyasî hareketlerle tartışmalarda bir ayrım noktası olmak bakımından belirleyici bir önem taşırken, “merkezî yayın organının bu konuda belirsiz sloganlarla yetinmesi mümkün değildi. Türkiye, “yarı feodal ve yarı sömürge” bir ülke olarak değerlendirilmekle birlikte, kapitalizmin özgün gelişme yoluna ve mevcut düzeyine, buna bağlı olarak da işçi sınıfının mücadelesine ve örgütlenmesine güçlü vurgular yapılıyordu. Ajitasyon ve propaganda çalışmalarında da, işçi sınıfı hareketi esas alınıyor, büyük fabrikalarda ve işçi havzalarında örgütlenmeye özel bir ağırlık veriliyordu.

İlkim 1978’de toplanan THKO Konferansı, işçi sınıfına yönelme konusunda ortaya çıkan zaafları tespit ederek, bunları ortadan kaldırmaya yönelik kararlar aldı. “Diğer esilen sınıflar arasındaki çalışmayı bir yana itmeksizin, sanayi (şehir), tarım (kır) özellikle de modem sanayi işçileri arasındaki çalışmayı esas almalıyız.”

Özeleştiri sürecinde, “proletarya öncülüğü” kavramı konusunda hiçbir tereddüt kalmamıştı. Kent küçük burjuvazisinin ve köylülüğün demokratik devrimde işçi sınıfının müttefiki olarak rol oynayacağı da, aynı derecede kuşku götürmeyen saptamalardandı. Bu noktada yapılan vurgu, THKO’yu iki bakımdan diğer genç siyasî hareketlerden ayırıyordu. İşçi sınıfının öncülüğü, örneğin Mahir Çayan tarafından “esas olarak ideolojik öncülük” olarak tanımlanmıştı ve aynı kökenden doğan pek çok siyasal hareket için de hâlâ aynı biçimde savunuluyordu. Yine genç siyasal hareketlerden ve İbrahim Kaypakkaya tarafından temelleri atılmış olan TKP-ML/TİKKO (Türkiye Komünist Partisi- Marksist-Leninist / Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu) da işçi sınıfının rolünü, “kırlardan gelişecek halk savaşının gelişmesinin halli bir aşamasına” erteliyordu.

THKO ise, işçi sınıfı öncülüğünü “ideolojik, siyasî, örgütsel fiili öncülük” olarak, her birine ayrıca vurgu yapılmış terimlerle tanımlıyordu. Bunun gereği olarak İstanbul başta olmak üzere, İzmir, Adana, İskenderun, Mersin gibi sanayi ve liman kentlerinde Halkın Kurtuluşu gazetesi ekseninde kitlesel örgütlenmeler gerçekleştirmeye çalıştı.

***

Özeleştirinin diğer bir önemli unsuru, “küçük burjuva devrimciliğine ve bireysel terörizme” karşı mücadele idi. Bu yalnızca THKO’nun kendi geçmişiyle hesaplaşması olarak kalmadı, aynı zamanda, o dönemde etkisini büyük ölçüde artırmış bulunan yeni siyasal hareketlerin örgüt ve eylem tarzlarını da eleştiren bir kapsamda genişletildi.

THKP-C kökenli yeni siyasal oluşumların Mahir Çayan’ın teorik mirası üzerinde kendi aralarında şiddetli bir tartışmaya girdiği bir zamanda, THKO, Mahir Çayan’ın “Kesintisiz Devrim” genel başlığı altında topladığı görüşlerini sert biçimde eleştirdi.

Ardından İbrahim Kaypakkaya’nın görece daha sistemli ve köklü bir “kırsal anarşizmi” içeren görüşleri eleştirildi. Her iki eleştiri de, esas olarak, işçi sınıfının devrimde öncülüğü, proletarya partisi, “silahlı propaganda”, “politikleşmiş askerî savaş stratejisi”, emperyalizm, faşizm gibi kavramlar ekseninde geliştirildi. Bu süreçte, eleştirilerde temel kaynak olarak kullanılan Marx, Engels, Lenin ve Stalin’in eserleri yaygın olarak okundu, köy kahvehanelerine kadar inen olağanüstü bir tartışma ortamı yasandı. Bugün, Çorum’da, Tunceli’de, Kahramanmaraş’ta, Adana’da, büyük kentlerin kenar semtlerinde, Marksizmin klasiklerini sayfa sayfa okuyarak birbirleriyle ateşli tartışmalara girişen köylüleri, gecekondu kadınlarını, işçi-işsiz gençleri tasavvur etmek bile güçtür.

“Küçük burjuva devrimciliğinin eleştirisi” süreci, THKO’nun kendi içinde bölünme yaratmadı. Örgüt, tek vücut halinde hem kendi geçmişine hem de güncel eğilimlere karşı mücadele etti, işçi sınıfı içinde çalışmayı esas alan yeni yönelim, bu eleştirilerle daha da güçlendi. Parti ve öncülük kavramlarının netleşmesi, daha sonraki etkin mücadele için dayanak sağladı.

“Modern revizyonizme, burjuva ve küçük burjuva sosyalizmine karşı bayrak açma” THKO’nun örgütsel ve programatik evriminin belirleyici dayanaklarını oluşturdu. Bir bakıma, THKO’nun bir “grup örgütü”nden çıkarak, siyasal partiye dönüşmesi, burjuva ve küçük burjuva sosyalizmine ve modern revizyonizme karşı mücadeleyi sert bir biçimde sürdürmesinin ürünüdür denile bilir. Çünkü, bu “bayrak açış”, “az sayıda kararlı devrimcinin eylemine”, seçkinciliğe, halktan kopukluğa, öncüyü halkın yerine geçirmeye karşı bir mücadelenin genişletilmiş, teorik olarak derinleştirilmiş hali olmuştur.

Kitle içinde siyasal çalışma

THKO, 1977 seçimlerinde Tunceli, Kahramanmaraş ve Çorum’da bağımsız adaylarla seçimlere katıldı ve ciddi oy oranlarına ulaştı. Tunceli ve Çorum adayları, seçimi az farkla kaybettiler. Seçimlere katılma, gerek kitle içinde siyasî çalışma yürütmek gerekse değişik mücadele biçimleri içinde kadrolarını eğitmek için başvurulan bir yol olarak, verimli sonuçlar doğurdu.

Fakat asıl kitlesel gücünü gençlik içinde bulan THKO, YDGDF (Yurtsever Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu) aracılığıyla yurt çapında örgütlü bir gençlik gücü oluşturuyordu. YDGDF, 50 bini aşkın üyesiyle, ülke çapında bir siyasal güçtü. Sıkıyönetim koşullarında kongresini yasadışı olarak yapmayı başaracak kadar da disiplinli bir örgüttü.

Haftalık Halkın Kurtuluşu gazetesi, ortalama 50 bin civarında satılıyor, kampanya dönemlerinde bu sayı 80 bine ulaşıyordu.

1978 yılı mart ayında yayımlanmaya başlayan Parti Bayrağı dergisi, Marksizm-Leninizmin teorik zenginliğiyle kadroların buluşmasını amaçlıyordu. Gerek diğer siyasî hareketlerin eleştirisinde, gerekse yurt ve dünya sorunlarının incelenmesinde, bu dergi önemini bugün dc koruyan araştırmalar yayımladı. Gençlik derneklerinden, kahvehanelere, işyerlerine kadar inmiş bulunan sert güncel siyasî tartışmalarda Parti Bayrağı, elden ele dolaşan bir kaynak olarak kullanılıyordu. Parti Bayrağı, Türkiye’nin sosyoekonomik yapısı, sol ve sosyalist hareketin eleştirel incelenmesi, sınıf mücadelesinin pratik sorunları, ulusal sorun, uluslararası komünist hareketin sorunları gibi konularda kapsamlı araştırmalar ve tartışma yazıları içeriyor ve bütün genç siyasal hareketler içinde ciddi tartışmalar yaratıyordu.

“Komün Yayınları” ve “Yıldız Yayınları”, hareketin teorik kitaplığını oluşturmayı amaçlayan diğer kurumlardı, Marx, Engels, Lenin ve Stalin’in, bazı temel eserleri bu yayınevleri tarafından çevrilip basıldı.

Ayrıca, “Halkın Kurtuluşu Yayınları” adı altında da, daha çok tartışma ve eleştiri yazıları içeren birkaç broşür yayımlanmıştı.

Bu arada örgüt, kapsamlı bir iç tartışma sürecinde ÇKP etkilerini ve buradan kaynaklanan eğilimleri eleştirmeye yöneldi. “Üç Dünya Teorisi”nin yanı sıra, “çok sınıflı ve çok kanatlı” parti teorisi, “Proleter Kültür Devrimi”, devlet ve sınıflar konusundaki teoriler yanında, “Mao Zedung Düşüncesinin kendisi de diyalektik ve tarihsel materyalizmle karşıtlık halindeki felsefî temelleriyle eleştirilerek reddedildi. Aynı konulardaki eleştirilerini dünya çapında açıkça dile getiren AEP (Arnavutluk Emek Partisi) ile “kardeş parti” ilişkisi de bu süreçte doğdu.

TDKP’nin kuruluşu, örgüt yapısı ve etkisi

Kazanılan büyük kitle ve militan gücü, ulaşılan teorik-programatik düzey, partileşme sürecine girildiğini kabul etmek için yeterli görüldü ve THKO, Ekim 1978’de TDKP-İÖ (Türkiye Devrimci Komünist Partisi-İnşa Örgütü) adım aldı.

2 Şubat 1980’de de, TDKP I. Kongresi yapıldı, TDKP Kongresi, örgütün sınıf yapısının %30 oranında işçilerden oluştuğunu belirliyordu. Bazı il organlarında yönetici kadrolar arasında işçiler çoğunlukta bulunuyordu, Buna rağmen, sınıfla olan bağların zayıflığına dikkat çekilen değerlendirmede, “işçi sınıfını kazanma mücadelesi”nin sürdürülmesindeki eksikliklere de değiniliyordu. İzmir’de TARİŞ fabrikalarında günlerce süren direnişte, Adana’da işgal ve grev biçimlerinde sürdürülen işçi hareketlerinde, Maraş ve Çorum’da faşist katliam girişimine karşı halk direniş komitelerinin oluşturulması ve günlerce süren silahlı savunmanın örgütlenmesinde, DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in öldürülmesini protesto gösterilerinde TDKP oldukça etkin bir biçimde yer almasına karşın, “işçilerle birleşme” hâlâ zayıf ve kalıcı bağlar oluşturmaktan uzak olarak değerlendirilip eleştiriliyordu. 1980’de, “Halkın Kurtuluşu” ile “Dev-Yol”un temelini oluşturduğu ittifakla kutlanan 1 Mayıs’ta, yurt çapında bir milyona yakın insan bir araya gelmişti ve bu, yaygın kanaatin aksine, yasadışı sol güçlerin halktan/kitlelerden kopuk olmadığının da bir göstergesiydi. Yine de, TDKP, “kitleleri seferber edebilme gücü” ile, “proletarya ile sıkı bağlar içinde” olmanın aynı şey olmadığını sık sık hatırlatarak, militanlarına işçi sınıfı içindeki çalışmayı ilerletme görevi veriyordu. Buna uygun olarak, TDKP, üretim ve bölge esasına göre örgütleniyor, hücreleri örgütün temel birimleri olarak kabul ediyordu. Bu, eylemlerin planlı ve denetimli yürütülmesi kadar, demokratik merkeziyetçilik ilkesinin partiye hâkim kılınması bakımından da gerekli görülüyordu. Ayrıca TDKP, “gizlilik yöntemleri ve pratik örgütlenmesi bakımından, günümüze kadar Türkiye’de ulaşılmış en ciddi ve dayanıklı örgüt” olarak var olmasını da hücre örgütlenmesini “yeraltı” örgütlenmesinin bir zorunluluğu olarak benimsemesine borçlu olduğunu ifade etmektedir.

Örgütün yasal yayın organlarından Parti Bayrağı 1979’da Sıkıyönetim tarafından kapatılıp süresiz yasaklandı. Bir süre değişik adlarla yayımlandı. Halkın Kurtuluşu ise, sıkıyönetim sonrası, önce İzmir’de basılarak ülke ölçeğinde gizli, yarı gizli dağıtılmaya devam etti. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra tamamen sustu. Partinin merkezî yayın organı olarak, illegal merkez yayın organı Devrimin Sesi yayımlanmaya başladı. Nisan 1981’de TDKP, merkezî yapısının önemli ölçüde yok olmasına yol açan ağır bir darbe aldı. Merkez Komitesi’nin büyük çoğunluğu tutuklandı. Yaklaşık 4 yıllık bir “suskunluk” döneminden sonra, illegal Yoldaş ve TDKP Merkez Yayın Organı Devrimin Sesi, 1985’te yeniden yayımlanmaya başlanıp örgütün açıklamalarına göre, 20-25 bin arasında basılıp dağıtılmaya devam edildi.

1990 Şubat (1. Genel) Konferansından sonra özellikle işçilerin kitlesel siyasî etkisini güçlendirmeye yönelik örgütlenme biçimlerinin yaratılması çalışmaları partinin son dönemdeki faaliyetlerinin karakteristiği oldu. Bunun bir devamı olarak TDKP doksanların ortalarından itibaren, “işçi ve halk hareketiyle birleşme hedefi doğrultusunda yenileyerek geliştirdiği platform” ekseninde çalışmalarını sürdürmekledir.

Paylaş

Bir Yanıt Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir