Dünya Çapında Siyasi Düşüncelerde Yeni Trendler
Yazar Liu Endong, Merkez Komitesi Parti Okulu (Ulusal Siyaset Akademisi) Uluslararası Stratejik Çalışmalar Enstitüsü’nde profesör olarak görev yapmaktadır, 14.03.2025
Günümüz dünyası, yüzyıldır eşi benzeri görülmemiş büyük bir değişimden geçiyor. Uluslararası durum çalkantılı/öngörülemez özellik gösteriyor ve siyaset, ekonomi ve kültür de dahil olmak üzere birçok alanda yeni meydan okumalar ve fırsatlarla karşı karşıyayız. Bu çerçevede, dünyadaki siyasi düşüncelerin evrimi küresel gelişme/kalkınma ve ilerleme açısından büyük önem taşımaktadır. Geleneksel ana akım burjuva politik düşünceler zamanın akışı içinde giderek gerilerken, çeşitli yeni politik ideolojiler karmaşık ortamlarda yükselmeye, gelişmeye ve aralarında harmanlanmaya devam etmektedir. Bu ideolojik eğilimlerdeki değişimler, uluslararası ilişkiler üzerinde farklı derecelerde potansiyel etkiye sahiptir ve farklı ülkelerdeki politikaların yönünü ve insan toplumunun gelişme yörüngesini etkiliyor. 1980’lerden bu yana uluslararası ilişkilerin evriminde önemli bir faktör olan neoliberalizm gibi ana akım ideolojik eğilimler giderek gerilemektedir. 1980’lerden bu yana giderek yerleşen ve güçlenen Batılı kapitalist sistem çerçevesinin sakıncaları ve sorunları giderek daha belirgin hale gelmiştir, ayrıca neoliberalizm gibi bazı geleneksel Batılı siyasi düşünceler ideolojik kaygı ve tedirginlik içine düşmüş ve neoliberal politik düşünce akımı artık “sürdürülebilir bir kapitalizm gerekiyor” talebinin ağır baskısı altına girmiştir.
2008’deki uluslararası finansal krizin patlak vermesinden bu yana, birçok ülkede neo-liberal ekonomik ve sosyal politikaların bir dizi olumsuz sonucu ortaya çıkmış, bu nedenle bazı Batılı akademisyenler bile neo-liberalizmi eleştirmeye başlamıştır. 2016’dan bu yana, ortaya çıkan Trumpizm ve İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkışı gibi olgular, neo-liberalizmin sözde ekonomik piyasalaşma, ticari liberalleşme, siyasi demokratikleşme ve küçük hükümet kavramlarına yönelik Batı kapitalizmi içi uzlaşı arayışının temelini daha da sarstı. Ukrayna krizinin patlak vermesinden bu yana, ABD’nin temsil ettiği Batılı ülkeler ideolojik kimlik alanındaki ittifaklarını güçlendirerek neo-liberal değerler üzerindeki mutabakatı yeniden şekillendirmeye çalışmış olsalar da, mutabakat siyasetini yeniden inşa etmek ve canlandırmak için henüz istikrarlı ve sürdürülebilir bir yol bulamadılar.
27 Nisan 2023 tarihinde ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Sullivan’ın ünlü düşünce kuruluşu Brüksel Enstitüsü’nde yaptığı “ABD’nin Ekonomik Liderliğini Yeniden Canlandırmak” başlıklı konuşmada neo-liberalizme dayalı eski Washington Uzlaşısını tümüyle reddederek açıkça “yeni bir Washington Uzlaşısı” kurulmasını önermesi, neo-liberal siyasi sistem “mitinin” yıkılmakta olduğunun ve neo-liberalizmin temel bir meydan okuma ve krizle karşı karşıya bulunduğunun işaretini vermiştir. Ayrıca Liberal düşünce akımıyla çelişen muhafazakarlık da sorgulanmakta ve eleştirilere maruz kalmaktadır. Bir zamanlar Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde yaygın olan muhafazakâr siyasi düşünce, muhafazakâr siyasi güçler üzerinde büyük bir siyasi baskıya neden olan büyük bir gerileme yaşıyor. Batılı evrensel değerler düşüncesi sorgulama, düşünme ve gerileme ile karşı karşıya…Neo-liberal uzlaşının bozulmasıyla birlikte, neo-liberal değer sistemine dayanan “evrensel değerler” giderek daha fazla sorgulanmaktadır. Son yıllarda halkların hükümete olan güveni giderek azalmış ve evrensel değerler birçok ülke içinde tartışılır hale gelmiştir.
“Evrensel değerler” olarak savunulan doğal liberal değerler, liberal sistemin başarısızlığının olumsuz etkisiyle karşı karşıya kalmakta ve ‘tüm otoriteyi üstlenen hükümet’ sisteminin geri dönüşü tehdidi tarafından zorlanmakta, tüm bunlar liberal değerlerin çekiciliğinin azalmasına neden olmaktadır. Küresel “evrensel değerleri” ve Batılı demokratik siyasi sistem modellerini kabul eden bazı gelişmekte olan ülkeler de siyasi anlaşmazlıklar, siyasi istikrarsızlık ve diğer olumsuz durumlarla boğuşmaktadır. Buna, doğal piyasada rekabet kavramının, gelişme ve ilerlemedeki (kalkınma) küresel dengesizlik ve zengin ile fakir arasındaki uçurumun büyümesi bağlamına sıkışması da eşlik etmektedir. Tüm bunlar, küresel evrensel değerlerin gelişmekte olan ülkelerinin çoğunu bir gelişme ve ilerleme durgunluğu “tuzağına” düşürüp düşürmediği tartışmalarına yol açmıştır.
Bugün dünyada uygarlıkların çeşitliliğine, eşitliğine ve farklılıklarına olduğu kadar gelişme ve ilerleme yollarının çeşitliliğine de saygı duymak ve bunları tanımak, uluslararası toplumda giderek önemli bir fikir birliği haline gelmektedir.
Küreselleşme Karşıtı İdeoloji Daha da Yayılıyor
Son yıllarda küreselleşme karşıtı düşünce eğilimi daha da büyümüştür. Küreselleşme karşıtı ideolojinin gelişim trendine bakacak olursak, bir yandan Batı ülkelerindeki politikacılar kendi ülkelerindeki siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel krizleri dışsallaştırıyor. (sorunu kendi ülkelerinin dışında arıyorlar) Ve birkaç yıl öncesine kadar korumacılık ve yabancı düşmanlığı tonuna sahip olan küreselleşme karşıtı ideoloji, son zamanlarda zayıfları kuşatma ve çevreleme ve zayıf ülkelere zorbalık yapma renklerini kazanmıştır.
Bu yeni siyasi tonlar, dünyadaki küresel ortak değerleri ve küresel uzlaşıyı parçalamakta, bu da ülkeler arasında karşılıklı alarm/teyakkuz, uluslararası örgütlerin işlevsizleşmesi ve başarısızlığı, uluslararası düzenin bozulması gibi olguların sık sık ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Küreselleşme karşıtı düşünce eğilimi, küreselleşme sürecinin yavaşlamasına ve hatta kısmen tersine dönmesine neden olmaktadır. Öte yandan, küreselleşme karşıtı düşünce akımının etkisi arttıkça, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki karşı karşıya gelme, diğer ülkeler arasında karşıya gelmeler ve farklı toplumlar ve farklı sınıflar arasında karşıya gelmeler değişen derecelerde ortaya çıkmıştır.
Bu durumda bize göre çeşitli ülkelerin hükümetleri, küreselleşme karşıtlığının sürdürülemezliği konusunda yeniden farkındalık kazanabilir ve küresel iş birliği ihtiyacının karmaşık ve değişken sorunları ele almanın/çözmenin anahtarı olmaya devam ettiğini yeniden anlayabilirler. Birçok hükümetler muhtemelen küreselleşmenin avantaj ve dezavantajlarını yeniden değerlendirecek, küreselleşme karşıtı eğilimin olumsuz etkileri üzerinde düşünecek, daha dengeli ve sürdürülebilir bir küreselleşme modeli arayışına girecek ve küreselleşmenin yarattığı zorluklarla daha iyi mücadele edebilmek için küresel yönetişim sisteminde değişiklikler yapılmasını teşvik edeceklerdir.
Karşı-küreselleşme akımı ile devletçi/milliyetçi düşünce akımı arasında yakın bir bağlantı var
Bugünkü mevcut küreselleşmeyi tersine çevirme (de globalization) düşünce eğilimi, yeniden milliyetçilik düşüncesine bir dönüş olarak görülebilir. Küreselleşmenin olumsuz etkilerinin sürekli olarak ortaya çıkmasıyla birlikte milliyetçilik, mevcut küresel siyasi sahnede giderek daha etkili olan, ülkelerin küreselleşmeye yönelik tutumlarını derinden etkileyen ve küreselleşme karşıtlığının daha da gelişmesini teşvik etmeye devam eden bir dünya trendi haline gelmektedir.
Birinci olarak, küreselleşme karşıtı eğilim, milliyetçilik siyasi düşünce eğiliminin yeniden geri dönüşüne katkıda bulunmuştur.
İkinci olarak, milliyetçilik siyasi düşünce akımı yeni bir küreselleşme karşıtı düşünce akımının derinleşmesine katkıda bulunmuştur.
Üçüncü olarak, milliyetçi ve küreselleşme karşıtı siyasi düşünceler daha da gelişmeye devam edecektir. Milliyetçi siyasi düşünce akımının gelişim trendine bakacak olursak, milliyetçi siyasi düşünce akımı artık ulusal çıkarları ve egemenliği vurgulamakla sınırlı kalmayacak, ulusal kimlik ve toplumsal gelişme ve toplumsal ilerleme gibi konulara daha fazla odaklanacaktır.
Aynı zamanda, küreselleşme ilerledikçe ve ülkeler arasındaki etkileşimler daha karmaşık hale geldikçe, milliyetçilik düşünce akımının tezahürleri de daha da çeşitli ve karmaşık hale gelecektir.
Demokratik sosyalist ideolojinin kıyısında hayatta ayakta kalma arayışı
Kapitalist ülkelerde siyasi kutuplaşmanın, zengin ve yoksul arasındaki uçurumun, toplumsal tabakalaşma ve eşitsizliğin giderek belirginleştiği, neo-liberal konsensüsün ciddi biçimde sorgulandığı ve küresel evrensel değerlerin yaygın biçimde sorgulandığı, aşırılık yanlısı ideolojilerin ortaya çıktığı, ulusal kimliklerin zayıfladığı ve kimlik siyasetinin ön plana çıktığı günümüzde, demokratik sosyalist ideoloji kapitalizmin eksikliklerini gidermenin alternatif bir yolu olarak görülüyor. Demokratik sosyalist düşünce akımı, teorik ve pratik keşifler yoluyla, insanların dikkatini sosyalizm (komüniteryanizm) perspektifinden yola çıkan “topluluk” bilincine çekmeye çalışmaktadır. Ilımlı ve tarafsız bir siyasi eğilim olarak demokratik sosyalizm, kapitalizmin yapısal krizinin kümülatif bir etkisidir ve kapitalist ülkelerde yeni bir siyasi yön ve atılım arayışlarının bir tezahürüdür. Ancak genel olarak bakıldığında, demokratik sosyalizm düşüncesi akımı hala siyasi akımların gelişiminin kıyısındadır, sınırlı bir etki gücüne ve ani sosyal ve siyasi olaylara karşı zayıf bir duyarlılığa sahiptir ve demokratik sosyalizm düşüncesi akımı aşırı ideolojiler tarafından bastırılmaktadır.
Yeşil- Ekolojist akımın etkisi her geçen gün artıyor
1970’lerden bu yana, yeşil ve temiz çevre korumacılığından kaynaklanan yeşil ekolojist çevreciliğin büyümesi, sivil toplum kuruluşları tarafından desteklenen bir kavramdan, sosyal adaleti, ekolojik korumayı, tabandan gelen demokrasiyi vurgulayan ve kapitalizmin yaşam biçimini ve kapitalist üretim yöntemlerini yeniden düşünmeyi öneren bir kültür yaratmayı amaçlayan önemli bir sosyal düşünce akımına dönüşmüştür. Bu durum bazı ülkelerde siyasi partilerin kurulmasına yol açmış, Alman Yeşiller Partisi de dahil olmak üzere birçok ülkede Yeşiller seçim siyasetinde öne çıkmıştır.Küresel ekolojik siyasi eğilim, felsefi temelini “ekolojik merkezcilik” olarak belirleyerek, insan ekosistemlerinin istikrarını ve doğadaki tüm varlıkların refahını korumayı temel çıkış noktası olarak almaktadır.
Ekolojik çevrenin ve eko sistemin önceliği, insan hakları adaleti, tabandan demokrasi ve şiddet karşıtlığı ekolojik siyasi akımın siyasi ilkeleridir. Yeşil-Ekolojik siyasi akım, küresel ekolojik çevrenin ve mevcut küresel yönetişimin insanlar üzerindeki olumsuz etkilerine odaklanmakta, insan ve doğa arasındaki ilişki üzerine yeniden düşünmeyi teşvik etmekte ve insan uygarlığının düzenini yeniden inşa etmeye çalışmakta, ayrıca insanlar için demokratik bir düzenin yeniden inşasına katkıda bulunmayı ve insan ve doğa arasında uyumun olduğu sürdürülebilir bir “ekolojik toplum” inşa etmeyi amaçlamaktadır. Böylece yeşil-ekolojik siyasi akım hızla dünyada en çok konuşulan siyasi düşünce akımlarından biri haline gelmektedir.
Yeşil- Ekolojik düşünce akımı giderek ekolojik korumanın dar ve yüzeysel bir savunuculuğundan ya da çevre sorunlarına dönüştürücü bir yaklaşımı savunan yüzeysel bir yaklaşımdan daha geniş ve derin bir kaygıya doğru genişlemiş ve insanlarla insanlar arasında, önce gelişmiş olanlarla sonra gelişmiş olanlar arasında (gelişmekte olan ülkelerle gelişmiş ülkeler arasında adalet) ve insanlarla Dünya’nın biyosferindeki diğer organizmalar ve canlılar arasında eşitlik sorununu ele alan daha derin bir yaklaşım haline gelmiştir. Ekolojik akımın hızlanan gelişimi ve evrimi içinde “koyu yeşil” ve “açık yeşil” fraksiyonlar arasında tartışmalar da ortaya çıkmıştır. Ekolojik sosyalistler, doğal çevre sorunu üzerinden kapitalizmi eleştirmek için sosyalist bir alternatif bulmaya çalışmaktadır.
Ekolojik sosyalistler aynı zamanda bilimsel ve teknolojik gelişme hakkında etik/ahlaki açıdan düşünmeyi teşvik etmeye odaklanmaktadır. Dördüncü Sanayi Devrimi’nin gelişmesiyle birlikte bilim ve teknoloji ile bilim ve teknoloji etiği üzerine karmaşık tartışmalar ortaya çıkmıştır. Son yıllarda, yapay zeka, büyük veri ve yaşam bilimleri alanlarında bilim ve teknolojinin patlayıcı bir şekilde büyümesiyle, insanın diğer her şeyden üstün olduğuna dair geleneksel görüş yavaş yavaş parçalandı ve “süper-mitsel” (“süper insan”) ve “post-mitsel” (“post-insan”) gibi kavramlar insanların zihinlerinin ön saflarına geri döndü. Bilim ve teknolojinin insanlığa felaket getirmek yerine insanlığa nasıl daha iyi hizmet edebileceğine ilişkin tartışmalar giderek daha hararetli tartışmalara dönüşüyor.
ChatGPT’nin ortaya çıkmasının ardından, bu alanda önde gelen birçok akademisyen, tanınmış girişimci ve hükümet yetkilisi, bilim ve teknolojinin gelişimine ilişkin endişelerini dile getirmiş ve özellikle insan etiğine ve ilgili düzenleyici kontrollere tabi olmayan yapay zeka alanındaki büyük ölçekli modellerin gelişiminden duydukları endişeyi ifade etmişlerdir. Bilim ve teknolojinin uluslar arasında önemli bir rekabet alanı haline geldiği bugünkü uluslararası bağlamda, teknolojik gelişmeye ve teknolojik ve bilimsel etiğe/ahlaka odaklanma eğilimi çeşitli ülkelerin iç ve dış politikalarını da etkilemekte, insanlar bilim ve teknoloji alanında işbirliği ve rekabet için politikaların oluşturulmasını tartışmaktadır. Henry A. Keissinger’in Temmuz 2023’te Çin’e yaptığı ziyaret sırasında, son kitabı “Yapay Zeka Çağı ve İnsani Geleceğimiz”, dünya ülkelerinin dikkatini bir kez daha, insan toplumunun Yapay zekanın getirdiği dünya düzenindeki yıkıcı değişikliklerle başa çıkmaya henüz hazır olmadığı gerçeğine ve aynı zamanda Çin ile ABD’nin acilen birbirleriyle iyi geçinmenin yeni ve doğru bir yolunu bulmaları gerektiği gerçeğine dikkat çekti.
Aynı zamanda, bilim ve teknolojinin hızlı gelişimi karşısında aşırılıkçı fikirler de yükselişte
Bir yandan bilim &teknoloji ile ülkeler arasındaki ulusal rekabet arasındaki bağ derinleşirken, bu durum teknolojik hegemonya, teknolojik üstünlük, tekno-milliyetçilik ve anti-entelektüalizm ve “anti yapay zeka”gibi bir dizi yeni düşünceye yol açmaktadır. Öte yandan, teknolojik ilerleme “bilimsel popülizm” gibi aşırı düşünceleri de teşvik etmiştir. “Tekno-milliyetçilik” olarak adlandırdığımız ve jeopolitik rekabetin temelde Çin ve Amerikan inovasyon modelleri arasındaki rekabetten kaynaklandığını ve ulusal güvenlik kaygılarının teknoloji politikası yapımında diğer çıkarların önüne geçmesi gerektiğini varsayan bir düşünce akımı yükselmektedir. (“Tekno-milliyetçilik”) İnsanlığın genel çıkarlarını gözeten düşünce eğilimi gelişme ve serpilme eğilimindedir. Yirminci yüzyılın ortalarından önce (1950), sınıfsal ve etnik çatışmalar çok fazlaydı ve karşıtlıklar son derece aktifti. Yirminci yüzyılın ortalarından önce emperyalizm ve sömürgecilik, milliyetçi ülkelerin hâkim olduğu dünya eğilimlerinin temel özellikleriydi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Birleşmiş Milletler merkezli uluslararası düzenin kurulmasıyla birlikte sınıfsal ve etnik çatışmalar azalma eğilimine girmiş, hem ülke içinde hem de uluslararası ilişkilerde barış ve gelişme ve ilerleme (kalkınma) arayışına girilmiştir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki bu çerçeve içinde, sınıf rengini (sınıf kimliğini) ön plana çıkarmayan ve küresel ve toplumsal çıkarlara odaklanan sosyal milliyetçilik, sosyal küreselleşme ve insan hakları düşünceleri gibi insanlığın çıkarlarına hizmet eden ve birçok ülkenin siyasi süreçlerini etkileyen başlıca faktörler haline gelen yeni düşünceler ortaya çıkmış ve gelişmeye başlamıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki bu çerçeve içinde, sömürgecilik, militarizm ve faşizm gibi aşırı ve çatışmacı ideolojiler ise temel olarak dünya sahnesinden çekilmişlerdi. Dünya Savaşı’ndan sonraki bu çerçeve içinde, hegemonyacılık gibi aşırı milliyetçi tonlara sahip ideolojiler belli bir ölçüde etkili olmaya devam etmesine karşın, sınırlı bir etkiye sahip olmaya başlamış ve artan bir dirençle karşılaşmaya başlamıştı.
Dünya trendlerinin gelişim tarihi ışığında bakacak olursak, Çin’in insanlığın ortak değerleri ve insanlığın ortak gelecek topluluğunu inşa etme kavramları, “Yeni İpek Yolu” Girişimi; Küresel Gelişme Girişimi, Küresel Güvenlik Girişimi, Küresel Medeniyet Girişimi ve benzerleri gibi insanlığın genel ve ortak çıkarlarına değer veren düşünceler/çağrılar ve açılımlar ülkeler ve uluslararası kuruluşlar tarafından giderek daha yaygın bir şekilde kabul görmektedir. Bunun nedeni, bu düşünce ve girişimlerin çağımızın sorularına ve dünyanın sorunlarına bilimsel yanıtlar vermesi ve bu düşünce ve girişimlerin uluslararası dünyadaki siyasi akımların gelişimi için yeni bir vizyon ve yeni bir yol sağlaması, aynı zamanda adil uluslararası ilişkilerin inşasına rehberlik etmek için temel bir düşünce kılavuzu ve eylem rehberi sağlamasıdır. Böylece Çin’in öne sürdüğü bu açılımlar giderek popülerleşmektedir.
Bu açılımlar ve girişimler, dünya çapında siyasi düşüncelerin gelişimi için yeni perspektifler ve yollar sağlamakta ve uluslararası ilişkiler için temel kılavuzlar haline gelmiştir. (hümanist bir kültürün yaratılması ve hümanist kültürün geliştirilmesi). Doğası gereği çatışmacı, gerilimci ve hatta aşırılık yanlısı olan düşünce akımları, dünyanın bazı bölgelerinde hala güçlü olsa da, etkileri sınırlıdır ve genel olarak zayıflama eğilimindedir. Genel olarak değerlendirirsek dünyada bir siyasi düşüncenin değer görmesi ve gelişmesi, insanlığın genel çıkarlarına yaptığı katkıya bağlı olacaktır. Bir öngörüde bulunursak, günümüz dünyasında, insanlığın genel çıkarlarına odaklanan ve ilgi gösteren politik düşünce akımları giderek daha fazla tanınacak, desteklenecek ve gelişme eğilimi gösterecektir. Buna karşılık, dar görüşlü ve çatışmacı olan düşünce akımları giderek gerileyecektir.
Siyasi düşünce akımları arasındaki etkileşim ve iç içe geçmeler önemli ölçüde artmıştır
Çeşitli siyasi düşünce akımlarının karmaşık bir şekilde iç içe geçmesi ve üst üste binmesi söz konusudur. Çeşitli aşırılık yanlısı akımların birleşme ve iç içe geçme eğilimi, dünyadaki siyasi düşüncelerin gelişiminde dair karmaşık bir tablo ortaya koymaktadır.
Birinci olarak, Batıdaki yeşil-ekolojik siyasi akımın milliyetçilik/ırkçılık, popülizm, hegemonyacılık ile bağlantılı hale geldiğini ve yeşil-ekolojik siyasi akımın yeni bir parçalanma ve yozlaşma eğilimi gösterdiğini, böylece bir küresel ekolojik emperyalizm düşüncesinin tarih sahnesine çıkmaya başladığını görüyoruz.
İkinci olarak, milliyetçilik ile aşırı sağ popülizm arasındaki sınırlar giderek bulanıklaşmakta ve milliyetçilik son derece hızlı bir şekilde muhafazakâr siyasi düşünceye ve popülizme nüfuz etmektedir.
21’inci yüzyılın milliyetçilik/ırkçılık ve popülist düşünceleri ağırlıklı olarak orta gelirli ülkelerde ve gelişmiş ülkelerde küreselleşme sürecinden marjinalleşen ve memnuniyetsizlik duyan/hayal kırıklığına uğrayan orta sınıf ve işçi sınıfı gruplarında yayılmaktadır.
Küreselleşmenin nüfus ve göç hareketleri üzerindeki olumsuz etkisi, kırılgan mali ve vergi sistemleri ve COVID-19 salgınları gibi kamusal krizler, dikey boyutta “sıradan insanlar” ile “elitler” arasındaki çatışmanın, yatay boyutta ise “yerliler” ile “yabancılar” arasındaki antagonizm ve çatışmanın neden olduğu popülist ideolojilerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu tür gelişmeler ülkelerde siyasi kutuplaşmayı derinleştirmekte, iç siyasi çatışmaları şiddetlendirmekte ve ülkelerin dış politikalarında küreselleşme karşıtı kaymaya katkıda bulunmaktadır.
Net teorik yapıların ve sosyal politika fikirlerinin yokluğu nedeniyle, ırkçılık/milliyetçilik ve popülizm, sıcak sorunlar ve olaylardan faydalanarak ve belirgin sosyal/kültürel bölünmeleri kışkırtarak radikal sol ve sağ ideolojilerle kolayca birleşebiliyor ve göçmen karşıtlığı, küreselleşme karşıtlığı, bölgesel ekonomik entegrasyon karşıtlığı, ekolojik çevre, iklim, toplumsal cinsiyet, cinsellik ve beden politikaları (body politics) gibi kimlik politikalarına dayanan yeni bir siyasi seferberlik gücü yaratabiliyor.
Beden politikası nedir? Beden, eril/dişil; zihin/beden; güçlü/engelli; şişman/zayıf; heteroseksüel/homoseksüel; genç/yaşlı gibi hiyerarşik (çarpık) ikilikler içine yerleştirilir. Dahası, bu ikilikler kamusal ile özel arasındaki sınırların istikrarsız olduğunu göstermektedir. Örneğin, hükümetler ya azınlıkların haklarını tanımayı tercih etmekte ya da azınlıklara yönelik ayrımcılık ve ötekileştirmeyi meşrulaştırmaktadırlar.
Kürtaj yaptırmak isteyen kadınların, ırksal/etnik azınlıkların, eşcinsel/gay erkeklerin, lezbiyenlerin ve transseksüellerin ya da engellilerin anayasal haklarının reddedilmesi yaygın bir olgudur, bu durum ifade özgürlüğü, yasal süreç, mahremiyet hakları ve Eşit Koruma maddesinin eşit olmayan bir şekilde uygulandığını göstermektedir. Böylece, kültürel, sosyal, cinsel ya da siyasi sınırları aşan bedenler/kişiler için vatandaşlık hakları çiğnenmektedir. Tipik örnekler arasında Avrupa ve Kuzey Avrupa’da göçmenlere sert davranılmasını talep eden ve Avrupa entegrasyonuna karşı çıkan popülizm; Latin Amerika’da yaygın olan kaynak milliyetçiliği siyasi düşüncesi ve Amerika Birleşik Devletleri’nde ırkçılık ve popülizmin birleşimi olguları sayılabilir. Irkçılığın, sağ popülizmin ve aşırı milliyetçiliğin daha da derin bir biçimde kaynaşması ve dünya çapında yayılması mevcut uluslararası düzeni ciddi şekilde bozmuş ve ideoloji ve düşünce alanında birçok istikrarsızlaştırıcı faktöre yol açmıştır.
Kaynak milliyetçiliği için Bkz. https://www.nbc.ca/content/dam/bnc/taux-analyses/analyse-eco/geo-bref/geopolitical-briefing-220707.pdf
Üçüncüsü, mevcut karşı-küreselleşme dalgası koşulları altında, milliyetçilik siyasi düşünce akımı geri dönmüş ve milliyetçilik aşırılıkçı ideolojilerle birleşme eğilimi göstermektedir.
Özellikle, bazı ülkeler “ulusal güvenlik” bahanesiyle insanların fikirlerini istismar etmiş ve onları manipüle etmiş, yabancı düşmanlığını yoğunlaştırmış, çoğulculuğa ve çok kültürlülüğe karşı çıkmış, güçlü devlet inşasını savunmuş, aşırı milliyetçilik ve emperyalizm üretmiş, uluslararası uzlaşıyı baltalamış ve stratejik rekabeti yoğunlaştırmıştır.
