Abdullah Öcalan’ın Başlangıç Görüşlerindeki Değişim ve Sosyalizme Getirdiği Eleştiriler
Kemal Okur, Temmuz 2025

Kürt İşçi Partisi (PKK)’nin kurucu lideri Abdullah Öcalan, ideolojik olarak oldukça karmaşık bir süreçten geçerek siyasi faaliyetlerine başladı. Öcalan’ın düşüncelerinde, o dönemde Türkiye’de etkili olan Devrimci Doğu Kültür Ocakları Derneği’nin milliyetçi fikirlerinin yanı sıra, gençlik ve öğrenci çevrelerinde yaygın olan silahlı mücadeleyi yücelten radikal bir Marksizm-Leninizm yorumunun etkisi belirgindi.
Yaptığımız tartışmalarda, Öcalan’ın Mahir Çayan’ın “Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi” (PASS) doğrultusunda geliştirdiği silahlı propaganda fikrini, Kürt Ulusal Kurtuluş Devrimi açısından kritik bir araç olarak gördüğü ortaya çıkıyordu. Bu fikirlerle, özellikle gecekondu bölgelerinde ve öğrenci çevrelerinde en öfkeli ve çatışmaya yatkın gençleri etrafında toplayarak dar bir kadro oluşturmuştu.
Öcalan, destekçileri arasında, son yüz yıldaki bütün Kürt hareketlerinin sömürgeci güçlerle işbirliği yapan “hainler” tarafından yönetildiği fikrini yayarak, radikal milliyetçi düşünceleri teşvik ediyordu. Bu nedenle, özellikle sağ basında sıkça dile getirildiği şekilde, Öcalan’ı yalnızca Marksist-Leninist olarak tanımlamak gerçekçi değildir.
Zamanla, sosyalizm, toplumsal dönüşüm ve Kürt halkının kurtuluşu konularındaki düşüncelerinde ciddi bir değişim yaşadı. Hem küresel sol hareketlerin etkisi hem de Kürt mücadelesinin özgün koşulları doğrultusunda, başlangıçta benimsediği devlet merkezli modeli terk etti. Öcalan, “devlet merkezli olmayan”, radikal demokrasiye dayalı, ekolojik ve toplumsal cinsiyet eşitliğini temel alan “demokratik konfederalizm” adını verdiği siyasal modeli, Ortadoğu’nun çeşitli ülkelerinde yaşayan Kürt halkları için en uygun çözüm olarak savunmaya başladı.
Bu çalışma, Öcalan’ın sosyalist düşüncesindeki ideolojik dönüşümü; erken dönem militanlık sürecinden cezaevindeki yazılarına kadar izleyerek, bu dönüşümün dönüm noktalarını ve temel etkilerini incelemektedir.
I. İlk Yıllar: Milliyetçilik ve “Radikal Marksizm-Leninizm” (1970’ler – 1980’ler)
Öcalan’ın siyasal görüşleri, 1970’li yılların radikal sol atmosferinde şekillendi. Sovyetler Birliği ve sosyalist blok, Türkiye ve Kürt bölgelerindeki sosyalist çevreler üzerinde ciddi bir etkiye sahipti. Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisiyken, Marksist-Leninist metinler okuyor, anti-emperyalist mücadeleleri ve ulusal kurtuluş hareketlerini tartışıyor, Ankara’daki radikal, sosyalist ve ilerici gençlerin ortak girişimiyle kurulan, yükseköğrenim gençliğini temsil eden demokratik kitle örgütü ADYÖD’ün (kurucularından biri de Abdullah Öcalan’dı) içinde anti-şovenist ilkelere vurgu yapıyordu. Aynı zamanda Vietnam, Kamboçya, Laos ve Filistin direnişlerinden de ilham alıyordu.
1980’lere gelinirken, Öcalan’ın öncülüğünde yükselen radikal Kürt milliyetçiliği fikri, birçok radikal militanın Türk-Kürt ortak sol örgütlerinden koparak Kürtlerin ayrı hedefleri olduğuna inanmaya başlamasıyla yaygınlık kazandı. Bu süreç, PKK’nin halk savaşı stratejisine dayanan, şiddeti yoğun şekilde kullanan bir örgüt yapısına evrilmesine neden oldu. Bu savaşın öncü gücünü ise örgüte adanmış bir fedai kadrosu oluşturacaktı.
PKK’ye göre Kürt sorunu, esas olarak Türk devletinin yürüttüğü ulusal baskı ve soykırım politikalarının sonucuydu. Öcalan, Kürtlerin yaşadığı dört ülkenin hükümetlerini sömürgeci olarak tanımlıyor ve bu devletleri baş düşman olarak görüyordu. Bu dönemde sosyalist ülkelere yönelik açık bir eleştiri getirmeyen Öncü fedailiğe ve tam itaate dayalı bir örgüt modelini savunarak, dört ülkede Kürtleri mevcut devletlerden kopararak ayrı bir devlet kurmayı hedefliyordu. Bu hedef, Lenin’in öncülüğünde geliştirilen “Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı” ilkesine dayandırılmaya çalışılıyordu.
PKK’nin ilk faaliyet alanı Türkiye idi. Suriye, İran ve Irak’ın Türkiye ile yaşadığı çelişmelerden faydalanma stratejisi izleniyordu. Bu bağlamda, Türkiye ile en keskin çelişmeleri olan Suriye’deki Esad yönetimiyle bir anlaşma yapıldı. 15 Ağustos 1984’teki büyük ve sansasyonel eylemle PKK, Kürtler arasında ciddi bir milliyetçi alternatif olarak kendini gösterdi.
II. Kriz, Sovyetlerin Çöküşü ve PKK’de Yeni Çizgi (1990’lar)
1990’lar, Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle birlikte, dünya sosyalizminin büyük bir kriz yaşadığı dönemdi. Doğu Avrupa ülkelerinin kapitalist yola girmesiyle Soğuk Savaş sona erdi ve ABD’nin küresel hegemonyası pekişti. Bu koşullarda Öcalan, sosyalist kuram ve pratikleri sorgulamaya başladı.
Aynı zamanda PKK, Türkiye’nin artan askeri profesyonelleşmesi ve istihbarat yöntemleriyle mücadelede zorlanıyor, kitle desteği bulmakta güçlük çekiyordu. Ancak Avrupa’daki Kürt diasporası önemli bir finansal ve moral kaynak sağlıyordu. 1990’larda Batılı ülkeler sivil siyasetçileri ikna ederek PKK’yi yasal düzleme çekme konusunda reformlar öneriyor, bunun zeminini hazırlamaya çalışıyorlardı. Fakat, devlet iktidarında büyük ağırlığı olan askerler Türkiye’nin henüz böyle bir reforma hazır olmadığını savunuyor ve sivillerle bu konuda ciddi bir bilek güreşi yürütüyordu. Bu iki taraf arasındaki çatışmaların kendisini ifade ettiği birçok örnek olaydan söz edilebilir. Askerlere göre Türkiye, böylesi hızlı bir liberalleşmeye hazır değildi ve 12 Eylül’ün getirdiği istikrarın savunulması hâlâ çok önemliydi.
Bu siyasi atmosferde Kürt siyasi hareketi, SHP’den ayrılarak bağımsız bir siyasi parti kurdu ve bu yapı, PKK ile yakın ilişkiler geliştirdi. Aynı dönemde Öcalan, daha önce benimsediği sosyalist kavramları eleştirmeye başladı. Ayrı bir Kürt devleti kurma hedefini, Marksist-Leninist düşüncenin yanlış bir dayatması olarak tanımlayarak, devletsiz alternatif yönetim modellerini tartışmaya açtı. Yıkılan sosyalist devletleri eleştirerek, bu yapıların özünde kapitalizmin başka bir biçimi olduğunu ve halkın özgür katılımını sağlayamadığını savundu.
Öcalan, bu süreçte post-modern kimlik siyasetinin yükselişini gözlemledi ve Batılı çevrelerde PKK’nin meşruiyetini artırmak için bu fikirleri benimsedi. O dönemde aynı şekilde Türkiye’de de çeşitli sosyalist gruplar, Aleviler bu post-modern kimlik siyasetine güçlü bir ilgi göstermeye başlamışlardı. Diğer yandan, Amerika ve Batıdaki ideoloji çevreleri PKK ve Öcalan’ın düşüncelerini etkilemek için büyük çaba gösteriyordu. Öcalan bu dönemde, devletsiz toplum fikrini merkezine aldı. Devletin, ister milli ister sosyalist olsun, halkı bastıran ve otoriter yapılar üreten bir aygıt olduğunu savundu.
Marx’ı aşmak gerektiğini, onun sosyalizminin “devletli sosyalizm” olduğunu öne sürdü; Peter Kropotkin’in daha gerçekçi bir sosyalizm anlayışı sunduğunu belirtti. Aynı zamanda Batı’daki Yeşil hareketlerden ve radikal feminist düşünürlerden etkilendi. Jinoloji (kadın bilimi) ve Jin, Jiyan, Azadî sloganlarını hareketin merkezine yerleştirerek kadınların kurtuluşunu devrimci mücadelenin temel ekseni hâline getirdi.
III: Cezaevi Yazıları ve Demokratik Konfederalizm Görüşünün Doğuşu (1999-)
1999’da yakalanarak İmralı Adası’na hapsedilen Öcalan, doğrudan siyasi yaşamdan uzak kalmasına rağmen PKK üzerindeki etkisini sürdürdü. Bu dönemde yoğun bir okuma ve düşünsel üretim sürecine girdi. Sol-anarşist düşünür Murray Bookchin’in “özgür belediyecilik” (libertarian municipalism) anlayışından, radikal feministlere, postmodern teorisyenlere kadar geniş bir literatürü inceledi.
Bookchin’in görüşlerinden esinlenerek geliştirdiği “demokratik konfederalizm”, klasik milliyetçilik ve geleneksel sosyalizm anlayışlarıyla köklü bir şekilde karşıtlık içindeydi. Fakat süregiden savaş koşulları, PKK’nin milliyetçi eğilimlerini sürdürmesini zorunlu kılıyordu.
Demokratik konfederalizm, devletsiz, yerelden örgütlenen, ekolojik duyarlılığa sahip, kadınların ve gençlerin öncülüğünde kurulan bir toplumu hedefliyordu. Öcalan’a göre geçmişteki tüm devlet modelleri, sosyalist devletler dâhil, ataerkil ve baskıcıydı; bu nedenle Kürt sorununun çözümü artık bağımsız devlet kurmak değil, demokratik özerklik temelinde mevcut devleti aşan bir toplumsal dönüşümle mümkündü.
2010’larda Suriye iç savaşının derinleşmesiyle, özellikle Rojava’da PKK’ye yakın güçler için yeni bir siyasal alan oluştu. 2010’larda, Suriye iç savaşı dış müdahalelerle iyice kızıştı ve üç milyon Kürdün yaşadığı kuzey Suriye’nin çeşitli bölgelerinde PKK için ciddi siyasal fırsatlar ortaya çıktı. İran ve Suriye, Türk hükümetinin isyancı İslamcı muhalif güçleri aktif olarak desteklemesine karşı bir politika olarak, Suriye’nin yakın çalıştığı İran hükümetiyle beraber, PKK ve ona yakın Kürt örgütlerini silahlandırarak bölgeyi Türkiye’den gelecek bir müdahaleye karşı koruma görevini verdi.
IŞİD’in yükselişiyle birlikte Kürt güçleri, Batı’dan askeri destek alarak şiddetli çatışmalara girdiler. ABD ve müttefikleri, Türkiye’yi dışlayarak Kürt güçlerini destekledi. Böylece “Rojava Devrimi” olarak adlandırılan süreç başladı.
PKK’ye bağlı yapılar, Rojava’da demokratik konfederalizmi uygulamaya koyduklarını; halk meclisleri, kadın eşbaşkanlığı, komünler ve çok etnikli yönetim sistemlerini kurduklarını duyurdu. Bu deneyim Batı’daki anarşist, sosyalist ve feminist çevrelerde büyük yankı uyandırdı. Hatta bazı aktivistler bölgeye yerleşerek bu sürece fiilen katıldı.
IV. Öcalan’ın 2010’lardaki Düşüncesinin Temel Nitelikleri
Öcalan’ın Kürtlerin özgürleşmesi ve sosyalizm üzerine eleştirileri giderek derinleşti ve şu temel nitelikler ön plana çıkmaya başladı:
Devletsiz Toplum: Devlet, toplumu kuşatan ve bastıran bir aygıt olduğu için, merkezi devletin kontrolünün oldukça zayıf olduğu bir coğrafya üzerinde özerk dinler, özerk milliyetler ve diğer özerk yapıların birbirlerine eşitlikçi biçimde bağlı olduğu konfederal bir yönetim yapısı en ideal çözümdür. Görünüşte, PKK ulus-devlet çözümünü Öcalan’ın görüşlerine bağlılık çerçevesinde reddetmesine karşın örgüt saflarında ve örgütü destekleyen kitleler içerisinde farklı türden Kürt milliyetçilikleri güçlü bir şekilde teşvik edilmiş ve Kürtlerin diğer milliyetlere göre üstün olan yanları vurgulanmıştır.
Toplumsal Cinsiyet Özgürlüğü: Ataerkil, erkek davranışlarının eleştirileri ve Kürt toplumundaki erkek egemen kültüre karşı duruşla birlikte kilit bir konuma getirilmiştir. Böylece, kadının özgürleşmesi ve bağımsızlığı demokratik özerklik veya demokratik konfederalizm davasının en önemli bileşenidir. Demokratik konfederalizm idealini gerçekleştirecek olan kitleler kadınlar ve gençlerdir. Bu çerçevede, Öcalan, Jinoloji (Kadın Bilimi) ve Jin-Jiyan-Azadi (Kadın, Yaşam, Özgürlük) sloganlarını tüm hareket saflarında kökleştirmiş, eski ve bugünkü erkek-egemen toplumların ve erkek-egemen siyasetin karşısına yeni bir radikal alternatif sunarak kadınları radikalleştirmeyi amaçlamıştır.
Ekolojik Ekonomi: Batılı Yeşil görüşlerden esinlenen bu görüşe göre üretimi ve tüketimi arttırmayı merkeze alan ve milli gelir büyümesini kutsallaştıran kapitalist modernitenin karşısına insanın ekolojik çevresini ayakta tutmaya odaklanan yeni bir ekonomik görüş ve yeni değerler önerilir. Büyük ve makineleşmiş sanayi işletmeleri yerine, kitlelerin yönetimine katıldığı, kooperatif türden küçük çaplı şirketler ekolojik değere ve demokratik konfederalizm ideallerine çok daha uygundur.
Çok Kültürlülük, Çoğulculuk ve Birlikte Yaşam: Homojen bir ulus-devlet bizim idealimiz olamaz. Şimdi Türkler, Kürtler, Araplar, Asuriler ve farklı dini inançlara sahip halklar hep birlikte demokratik bir konfederasyon içinde yaşamalıdır; bu en ideal çözümdür.
Doğrudan Demokrasi ve Parti İdeolojisi: Öcalan ve PKK görünüşte kararların alınmasında danışma, halk tabanından fikir toplama yöntemine büyük değer biçmişlerdir. Fakat pratikte savaş koşulları, gizli çalışma koşulları bu tür yöntemlerin uygulanmasını oldukça zorlaştırmış; önemli kararlar ve yasal partinin önemli seçim adayları, merkezi olarak ve kesin uygulanma talimatıyla belirlenmiş, böylece bu ideal, pratikte çalıştırılamamıştır. Ayrıca, PKK’nin kendi üs bölgelerinde bile çok sert dış kuşatma ve savaş atmosferi olduğu için kararlarda doğrudan demokrasi yine gerçekleşmeyen bir ideal olarak kalmıştır.
Aşırılık Derecesinde Kişi Kültü Politikası: PKK ve Öcalan kuruluşundan itibaren Öcalan etrafında aşırılık derecesinde bir kişi kültü geliştirmiş ve bunu bugüne kadar devam ettirmiştir. Bunun olumsuz sonuçları çok yönlüdür.
Böylece Öcalan’ın düşüncelerinin gelişimi başlangıçta kuvvetli bir şekilde radikal Kürt milliyetçiliği ve Marksizm-Leninizmin radikal bir yorumundan işe başlamış ve en sonunda bugün farklı slogan ve kavramlarla savunduğu devleti ve devlet aygıtını şeytanlaştıran, post-modern kimlik politikasının izlerini taşıyan ve bu kimlik politikası çerçevesinde radikal demokrasiyi sosyalizme ulaşmanın bir yolu olarak gören, yaşanmış ve bugün yaşayan sosyalizmi kapitalist modernite çerçevesi içinde ele alan bir görüşler silsilesine evrilmiştir. Her şeye rağmen Ortadoğu bölgesindeki siyasi düşünceler açısından bakarsak, Öcalan’ın düşüncelerinde bazı olumlu ve ilerici yanların olduğu da söylenebilir – Gerçekten de Ortadoğu’da çeşitli sorunların ve etnik ve dini ayrımların çatışma yoluyla çözümünü eleştirmek ileri bir yan taşımaktadır. Burada, sahadaki bazı militanlar bu eleştirinin pratikte uygulanmadığını söylüyor olsalar dahi biz fikir düzeyinde bakarak yine de bu olumlu yana vurgu yapmayı gerekli görüyoruz.
Demokratik konfederalizm görüşü bu yönüyle teorik temelleri zayıf olmakla birlikte özgün bir ampirik deney olarak değerlendirilebilir. Bu görüşler içerisinde Marksizmin eleştirisi ve sosyalizm tarihinin eleştirisi anarşist ve feminist fikirlerle harmanlanmıştır. Son olarak, Öcalan’ın pragmatik ve yeni koşullara uyum sağlamaya yatkın kişiliği onu PKK’yi silah bırakmaya, kendini feshetmeye ve savaşı bırakmak gerektiği gibi bir sonuca sevk etmiş son çağrıları ile Türk ve Kürt modernleşmesine ve Ortadoğudaki siyasal modernleşmeye katkıda bulunmasına yol açmıştır.
Bkz. Öcalan’ın Demokratik Konfederalizm Manifestosu Hangi Teorileri Savunuyor: https://sosyalistbirlik.com/?p=3967
Bkz. 22 Ekim “İmralı” Sürecinin Nedenleri ve Sonuçları Üzerine Bir Öngörü: https://marksizm.org.tr/?p=5038
