Türkiye ABD ve Batıya Mutlak Bağımlı Bir Ülke Mi?

Küresel Güney’in Kolektif Yükselişi ve Türkiye’nin Stratejik Özerklik Tutkusu

Ferdi Bekir, Onur Şahin, Temmuz 2025

Giriş

Son zamanlarda Türkiye’den bazı sosyalist-komünist aktivistler ve araştırmacılar hatta Marksist sosyalist parti liderleri, Türkiye’nin ekonomik, politik, ideolojik ve askeri olarak emperyalizme mutlak bağımlı bir konumda olduğunu ileri sürdüler. Hatta bir siyasi yazara göre bu “mutlak bağımlılık Türkiye kapitalizminin yapısal niteliğinden kaynaklanıyor”. Böylece 1830-40’larda Türkiye’ye giren Avrupa kapitalizminin zaman içinde gelişimi ve giderek daha belirgin görülebilen çeşitli yeni nitelikler kazanması, devlet destekli tekelci-bürokratik kapitalizm, 2. Dünya Savaşı yıllarında görece güçlü bir devlet sermayesinin oluşması; sanayide ve tarımda göreceli yerlileşme, finansal bağımlılık, tekelciliğin görece kırılması ve 1980’lerde ekonomide pazarın rolünün devreye sokulması, özel büyük tekelci şirketlerin güçlenmesi, sermayenin ve girişimciliğin Anadolu’ya doğru hızla genişlemesi…. tüm bu nitelikler yazar tarafından tek bir niteliğe indirgenmiş oluyor: uluslararası kapitalizme tam bağımlılık….Böylece değişim ve dönüşüm rahatlıkla gözden kaçabilir.[1]

Bu tür oldukça tartışmalı bir görüşü değerlendirmek amacıyla dünyanın en önemli dış politika danışmanları, dış politika teorisyenleri, ABD ve Batı Avrupa’daki dış politika, ekonomi ve askeri güvenlik alanında çalışan Think-Tank düşünce üretim kuruluşları ve hatta saldırgan, savaş kışkırtıcısı NATO üzerine araştırma yapan Think-Tank düşünce üretim kuruluşlarının Türkiye’nin emperyalizme mutlak bağımlı konumu üzerine görüşlerini araştırdık, aşağıda onların bu konudaki görüşleri açıklamaya çalıştık. Bu görüşlerin sahibi olan bu tanınmış uzmanların ve emperyalist güçlere hizmet veren bu şahısların bir bölümü büyük burjuvazinin “sol kolu” olan liberal, neoliberal ve seküler Partilere diğerleri ise büyük burjuvazinin “sağ kolu” olan sağ kanat muhafazakar ve kliselerle yakın bağlantılı olan Partilere hizmet vermişlerdi. Bunlar arasında  Brzezinski, Henry Kissinger, John Mearsheimer,  Samuel Huntington, Joseph NyeStephen Walt,  Condoleezza Rice, Madeleine Albright gibi bir kısmı pratik sorumluluk alan diğer bir kısmı ise onlar için teoriler üreten teorisyenler bulunuyor. İncelediğimiz birçok uzman Türkiye’nin özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yönetiminde iddialı bir dış politika izlediği konusunda birleşiyor. Türkiye’nin genel olarak-diplomasi, ulusal savunma, Anadolu Selçuklularından başlattığı kendi tarihini yeniden yorumlamada, kendi gerçeklerine uygun bir politik sistem arayışı içinde olmasıyla daha özerk tercihler yapabildiğini ifade ediyorlar. Türkiye’nin stratejik özerklik açısından dahi önemli açılımlar yapmış olduğunu yazıyorlar. Türkiye, “Küresel Güney” ülkelerini ekonomik fırsatlar elde etme, siyasi meşruiyet edinme ve uluslararası destek kazanma mekanları olarak görüyor; böylece onlarla kendi stratejik özerklik çabasına hizmet edecek şekilde güçlü bağlar kurmaya çalışıyor. Türkiye, “2024-2028 Stratejik Planı”nda savunma sanayiinin yerlileşme oranını 2023’teki %80’den 2028’de %85’e çıkarma gibi iddialı bir hedef koydu. Bkz. Prof. Chen Likuan, Türkiye’nin Küresel Güney’in Kolektif Yükselişinden Güç Alan Stratejik Özerklik Arayışı; 2025/Haziran 

Önemli Akademisyenler ve Dış Politika Uygulayıcıların Değerlendirmeleri

1. Zbigniew Brzezinski (Eski ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı)

Brzezinski, Türkiye’yi Avrasya’da ABD çıkarları için hayati önem taşıyan önemli bir devlet olarak görüyordu, Türkiye’yi pasif bir aktör olarak görmüyordu. Büyük Satranç Tahtası (1997) adlı eserinde Brzezinski, Türkiye’nin ya Batı ile ittifak kurabileceğini ya da bağımsız bir yol izleyebileceğini, ancak stratejik öneminin onu bağımlı bir ülke olmaktan kurtarabileceğini savunmuştur.

2. Henry Kissinger (Eski ABD Dışişleri Bakanı)

Kissinger, Türkiye’nin Doğu ile Batı arasında bir köprü olarak oynadığı tarihi rolü sık sık vurgulamıştır. Kissinger, özellikle Erdoğan döneminde Türkiye’nin artan stratejik özerkliğini kabul etmiş ve Ankara’nın herhangi bir güce boyun eğmek yerine NATO, Rusya ve Orta Doğu arasındaki nüfuzunu en üst düzeye çıkarmaya çalıştığını belirtmiştir.

3. John Mearsheimer (Chicago Üniversitesi, Saldırgan Gerçekçi Dış Politika Okulu)

Mearsheimer, muhtemelen tüm devletler gibi Türkiye’nin de kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini savunuyor. Mearsheimer’e göre Türkiye’nin NATO üyeliği, boyun eğmeyi değil, dikkatle hesaplanmış bir ittifakı ifade ediyor. Mearsheimer, Türkiye’nin Rus S-400 füzeleri satın almasını, bağımlılıktan ziyade denge stratejisinin bir kanıtı olarak görmüştür. Batı füze konusunda Türkiye’ye yardım olmayınca Rus S-400 füzeleri öne çıktı.

4. Samuel Huntington (Medeniyetler Çatışması)

Huntington, Türkiye’yi Batı ve İslam medeniyet kimlikleri arasında “parçalanmış bir ülke” olarak görmüştür. Huntington, Türkiye’nin Batı’ya tam olarak entegre olmakta zorlanacağını öngörmüştü; ancak bu, ona göre bağımlılık anlamına gelmiyor; aksine, bağımsız bir yol arayışı anlamına geliyor.

5. Joseph Nye (Harvard Üniversitesi, Yumuşak Güç Teorisinin mimarı)

Joseph Nye, Türkiye’nin Orta Doğu ve Balkanlar’daki yumuşak güç kullanmasını ele almış ve Türkiye’nin basitçe güçlü müttefiklerine boyun eğmek yerine Orta Doğu ve Balkanlar’da bölgesel liderlik peşinde koştuğunu öne sürmüştür. Nye’ye göre Türkiye’nin yürüttüğü ekonomik ve politik mücadelelerinin mutlak bir bağımlılık olarak görülmesi yerine, Türkiye’nin daha güçlü müttefikleri ile karmaşık bir karşılıklı bağımlılık içinde olduğunu düşünmek daha doğru olacaktır.

6. Stephen Walt (Harvard, Realist Dış Politika )

Walt, Türkiye’nin 2015’lerden itibaren demokratik gerilemesini eleştirmekte fakat aynı zamanda Türkiye’nin stratejik özerklik için mücadele etttiğini ve belirli başarılar kazandığını kabul etmektedir. Stephen Walt, Erdoğan dönemindeki Türkiye’nin, herhangi büyük güce birine boyun eğmek yerine, büyük güçleri birbirine karşı kullanarak, daha sık bir biçimde vaka bazında işlemsel (transactional) bir dış politika izleme görünümü verdiğini savunuyor. Walt’a göre Türkiye’nin İslam’a vurgu yapması ve kendisini Türk dili konuşan ülkelerle özdeşleştirmesi, Türkiye’nin kültürel özerklik arayışını ve Türkiye’nin etnik kimliğinin güçlenmesini, Türkiye’nin medeniyet bilincini ve kültürel öz-güven arayışını ortaya koymaktadır.

7. Condoleezza Rice (Eski ABD Dışişleri Bakanı)

Rice, Türkiye’nin önemli bir NATO müttefiki olarak öneminin yanı sıra, özellikle Irak ve Orta Doğu meseleleri konusunda özerk davranışlar içinde olduğunu da kabul etmektedir. Condoleezza Rice, Türkiye’yi bağımlı bir ülke olarak değil, bazen anlaşmanın zor olduğu çetin ceviz bir ortak olarak tanımlıyor.

8. Madeleine Albright (Eski ABD Dışişleri Bakanı)

Liberal Madeleine Albright, Türkiye’nin 2015’lerden itibaren demokratik gerilemesini eleştirmiş ve endişelerini dile getirmiş olmasına karşın, ancak aynı zamanda Türkiye’nin stratejik önemini de kabul etmektedir. Madeleine Albright,  yazılarında Türkiye’yi “bağımlı” bir ortak olarak değil, kendi gündemi ve planları olan kilit bir oyuncu olarak tanımlamaktadır.

Düşünce Kuruluşları Tarafından Yapılan Değerlendirmeler

1. RAND Corporation

RAND analistleri, Türkiye’nin Batı’dan “stratejik olarak uzaklaştığını” belirtse de, RAND analistleri Türkiye’nin bir müşteri devlet olmadığını vurguluyor. RAND’ın son raporları, Ankara’nın bağımsız askeri politikalarını (örneğin, İHA silahları ihracatı, Suriye müdahaleleri) özerkliğin işaretleri olarak vurguluyor.

2. ABD-Alman Marshall Fonu (GMF)

Alman Marshall Fonu uzmanları, Türkiye’nin kritik ancak zorlu bir NATO müttefiki olmaya devam ettiğini savunuyor. Alman Marshall Fonu liderleri, Türkiye’nin ekonomik zayıflıklarına (örneğin, dolar/avro krizleri) dikkat çekerken, aynı zamanda Türkiye’nin iddialı dış politikasına da vurgu yapıyor. Bu nedenle, Alman Marshall Fonu analistleri, Türkiye’nin büyük Batılı güçlerin yanı sıra diğer büyük güçlerle de karmaşık bir ilişki içinde olduğunu ve tamamen bağımlı olmadığını savunuyor.

3. Wilson Araştırma Merkezi (Center)

Wilson Center’daki akademisyenler, Türkiye’yi Avrupa, Rusya ve Orta Doğu arasındaki coğrafyasından yararlanan “yeniden yükselen bir bölgesel güç” olarak tanımlıyor. Wilson Center’daki akademisyenler, Türkiye’yi bağımlı bir devlet olarak değil, çok kutupluluğu hedefleyen bir devlet olarak tanımlıyorlar.

4. Brookings Enstitüsü

Brookings analistleri, özellikle Erdoğan döneminde Türkiye’nin “işlem ve vaka bazında” kararlar verdiği dış politikasına dikkat çekiyorlar. Brookings analistleri, Türkiye’nin ekonomik sıkıntılarını ve ekonomik zorluklarını kabul ederken, Ankara’nın ABD’ye meydan okuma becerisini (örneğin S-400 alımı) stratejik bağımsızlığının kanıtı olarak öne çıkarmışlardı.

5. Carnegie Uluslararası Barış Vakfı

Carnegie Vakfı akademisyenleri, Türkiye’nin Batı çıkarlarıyla ne tam olarak uyumlu ne de tam olarak karşı olduğunu savunuyor. Türkiye’nin ekonomik sorunları dış güçler için belirli bir kaldıraç ve baskı olanağı sağlıyor, ancak Türkiye’nin askeri ve jeopolitik eylemleri (örneğin Libya, Suriye) Türkiye’nin özerkliğini gösteriyor.

6. Heritage Vakfı (Muhafazakarlar)

Heritage analistleri, Türkiye’nin demokraside gerilemesini eleştirmekle birlikte, stratejik önemini de kabul ediyorlar. Heritage Vakfı analistleri, Türkiye’nin bağımlı değil, sonuç odaklı bir aktör olduğunu ima ederek, Türkiye’ye karşı sert ama çıkar merkezli ve özenli bir ABD politikasını savunuyor.

Sonuç: Türkiye’nin Güçlenen Stratejik Özerklik Arayışı

Türkiye son 10 yıl içinde ekonomik zorluklarla karşı karşıya olsa ve Batılı güçlerle karmaşık ilişkiler içinde olsa da, “mutlak bağımlı bir konumda” olduğu iddiası çoğu ana akım akademisyen veya düşünce kuruluşu tarafından desteklenmiyor. Bunun yerine uzmanlar, Türkiye’nin stratejik özerkliğini, büyük güçler arasındaki dengeleyici eylemlerini ve iddialı bölgesel politikalarını vurguluyor; bunların hepsi, mutlak bir bağımlılıktan daha çok katmanlı bir gerçeği ortaya koyuyor. Birçok uzman Türkiye’nin stratejik özerklik arayışını başarıyla gerçeğe dönüştürmeye başladığına işaret ediyor.  

Türkiye’nin stratejik özerklik arayışı, çeşitli etkenlerin bir araya gelmesinin bir sonucu. “Küresel Güney” ülkelerinin kolektif yükselişi, Türkiye’nin stratejik özerklik arayışı için elverişli bir dış ortam sağlamaktadır. Türkiye’nin kapsamlı ulusal gücünün artması (compound national power) ve bunun sonucunda Türkiye’nin kendine ve dünya durumuna ilişkin algısında meydana gelen değişimlerin, Türkiye’nin stratejik özerklik pratiğinin temel nedenini oluşturduğunu söylersek, Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği ve “Küresel Güney” dışındaki diğer ülkelerin Türkiye karşısından irrasyonel taleplerinin ve hegemonik eylemlerinin Türkiye’nin bu çabalarının itici gücü olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin Türkiye’nin 30 adet F35 savaş uçağı alımı—bunun 6 tanesini almaya giden pilotlar eli boş dönmüştür— ve kabaca ödediği paraya el konması sorunu 8 yıldır hala çözülememiştir.


[1] 1980’lerin başlarına kadar Türkiye’de bankacılık-finans, büyük çaplı sanayi, madencilik, enerji, çimento, tarım sektörlerinde (kamu alımları üzerinden) çok güçlü bir devlet sermayesi- tekelci devlet kapitalizmi– temeline sahipti. Ve bu saydığımız sektörlerdeki ürün fiyatları, banka kredileri ve mevduat faiz oranları, döviz kurları— ilgili devlet kurumları tarafından  belirleniyordu.

Paylaş

Bir Yanıt Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir