Türkiye’nin Küresel Güney’in Yükselişinden Güç Alan Stratejik Özerklik Kazanma Çabaları; Türkiye ile Küresel Güney Arasındaki Olumlu Sinerji
Mayıs 2025
Yazarlar Hakkında: Chen Likuan, PhD, Yan’an Üniversitesi Tarih ve Kültür Fakültesi’nde doçenttir.
Özet: “Küresel Güney” ülkelerinin kolektif yükselişi, uluslararası manzaranın evriminde bir dönüm noktasıdır. “Küresel Güney”in bir üyesi olan Türkiye’nin stratejik özerklik çabaları çeşitli şekillerde kendini göstermektedir: ekonomik olarak, Türkiye ekonomiye hükümet müdahalesini güçlendirmiş ve geleneksel değerleri ve bağımsızlığı vurgulamaktadır ; siyasi olarak, Türkiye ulusal özelliklerine uygun bir kalkınma yolunu bağımsız olarak araştırmaktadır ; kültürel olarak Türkiye, yüzünü İslam dünyasına çevirmiş ve etnik kimliğini güçlendirmeye çalışmaktadır ; savunma alanında, savunma özerkliğini teşvik etmek için savunma sanayi kompleksinin gelişimini hızlandırarak ; diplomatik olarak, Türkiye dış politikasında bir dönüşüm gerçekleştiriyor ve küresel yönetişim sisteminin reformuna da katılıyor. “Küresel Güney” ülkelerinin yükselişi, Türkiye’nin stratejik özerklik arayışını sürdürmesi için elverişli bir dış ortam sağlamıştır. Kapsamlı ulusal gücünün artmasıyla ortaya çıkan bilişsel değişiklikler, Türkiye’nin stratejik özerklik arayışının temel nedenidir. ABD ve diğer Batı ülkelerinin Türkiye’ye karşı kaba tutumu ise Türkiye’nin stratejik özerklik arayışının itici gücü olmuştur. Türkiye’nin stratejik özerklik arayışı, büyük güçler arasındaki rekabette Türkiye’nin diplomatik manevralarına elverişlidir ve diğer birçok “Küresel Güney” ülkesine politika alanı ve faydalar sağlamaktadır. Bu da Türkiye’nin “Küresel Güney” dışındaki ülkelerle ilişkilerinin dönüşümünü hızlandırmaktadır. Kısıtlamalar : Türkiye’nin stratejik özerklik arayışı: a) “Küresel Güney”in genel gelişme eğilimi tarafından sınırlandırılmaktadır ; b) “Küresel Güney” dışındaki ülkeler tarafından kısıtlanmaktadır ve c) iç faktörler tarafından kısıtlanmaktadır, ancak yine de Türkiye’nin stratejik özerklik arayışı, Türkiye’nin iç ve dış politika dönüşümüne rehberlik etmeye devam etmektedir. Türkiye, çok yönlü bir denge sağlamak için “Küresel Güney” ülkelerinin pratik hedeflerine yaklaşmaya devam edecektir.
Metin Burada Başlıyor
“Küresel Güney” ülkelerinin kolektif yükselişi, mevcut uluslararası manzaranın evriminde dönüm noktası niteliğinde bir özelliktir. Bu ülkelerin ekonomik gücü ve siyasi etkisi önemli ölçüde artmış olup, uluslararası sahnede giderek daha önemli bir rol oynamaktadırlar. Büyük güçler arasındaki rekabetin gelişmesiyle, bir zamanlar ABD’yi takip eden ve onun etkisinde olan bazı “Küresel Güney” ülkeleri daha geniş bir manevra alanı kazanmıştır. Bu ülkeler giderek stratejik özerkliğe yönelme eğilimi göstermektedir.
“Küresel Güney”de nispeten hızlı bir gelişme potansiyeline ve belirgin bir güce sahip önemli bir bölgesel güç olan Türkiye, bölgesel ve uluslararası sahnelerde giderek daha aktif hale gelmiş ve böylece tüm çevrelerin dikkatini çekmiştir. Türkiye’nin bir dizi eylemi, Türkiye’nin stratejik özerklik hedefi altında incelenebilir. Türkiye’nin stratejik özerklik arayışı, “Küresel Güney” ülkelerinin genel gelişme eğilimini incelemek için önemli bir giriş noktasıdır ve bu tür ülkelerin stratejik özerklik arayışının evrenselliğini ve özgüllüğünü tam olarak göstermektedir.
Şu anda, küresel akademi Türkiye’nin stratejik özerklik arayışı konusunda çok boyutlu araştırmalar yürütmektedir. İlk olarak, bu konuyla ilgili çok sayıda araştırma, Türkiye’nin ABD ve NATO ile olan ittifak ilişkisine odaklanmaktadır. Bazı akademisyenler, Türkiye’nin ABD ve Batı’dan uzaklaşmasının belirli bir dereceye kadar stratejik özerklik arayışını yansıttığını savunmaktadır. İkincisi, Türkiye’nin orta güç olarak yükselişi, stratejik özerklik arayışının güç temelini oluşturmaktadır. Bazı akademisyenler, Türkiye’nin orta güç statüsünü Doğu ve Batı arasında dengeleyici bir politika izleyerek uluslararası sahnede söylem gücü ve etkisini kullanmasının da bir dereceye kadar özerklik arayışını yansıttığını savunmaktadır. Üçüncüsü, bazı akademisyenler stratejik özerklik arayışının somut tezahürlerini Türkiye’nin çevre komşu bölgeler ve bölgesel meseleler üzerindeki etkisi perspektifinden incelemişlerdir. Dördüncü olarak, diğer akademisyenler Türkiye’nin stratejik özerklik talebini ABD dışındaki ülkelerle ilişkilerini geliştirerek ifade ettiğini savunmaktadır. Bu araştırma, tezimiz için sağlam bir temel oluşturmaktadır, ancak yine de Türkiye’nin dış politika dönüşümünü analiz etme düzeyinde kalmaktadır. Bu nedenle, “Küresel Güney” ülkelerinin yükselişi ve Türkiye’nin stratejik özerklik talebinin artmasıyla birlikte, ikisi (Türkiye/”Küresel Güney”) arasındaki etkileşimli ilişkiyi sistematik ve kapsamlı bir şekilde analiz etmek gerekmektedir. Bu bağlamda, bu makale, stratejik özerklik arayışında Türkiye’nin “Küresel Güney” ülkesi olarak performansını, motivasyonlarını, etkisini ve sınırlarını araştırmaya çalışmakta ve Türkiye’nin stratejik özerklik arayışının gelecekteki perspektifleri hakkında bazı fikirler sunmaktadır.
Bölüm I. Küresel Güney’in Yükselişi ve Türkiye’nin Konumu
“Küresel Güney” ülkelerinin kolektif yükselişi, Türkiye’nin stratejik özerklik arayışını için geniş bir çerçeve oluşturan uluslararası manzaranın evriminde bir dönüm noktası haline gelmektedir. “Küresel Güney” kavramı sürekli olarak yeni anlamlar kazanmaktadır. Yeni dönemde, “Küresel Güney” ülkeleri stratejik özerklik konusunda yeni bir arayış içindedir ve Türkiye’nin bu konudaki eylemleri, analiz için doğru bir giriş noktası olmalıdır.
(I) “Küresel Güney”in Kökeni ve Stratejik Dönüşümü
“Küresel Güney” kavramının net bir tanımı yoktur, ancak coğrafi veya bölgesel bir kavramdan, bu yeni güçlenen ülkelerin artan taleplerini yansıtan, hem ekonomik hem de siyasi entegrasyonu içeren bir kavrama doğru kademeli olarak geçiş yapmıştır. Bu makalede, “Küresel Güney” ülkeleri, gelişmekte olan pazar ülkeleri ve gelişmekte olan ülkelerin topluluğunu ifade etmektedir. “Küresel Güney” ülkelerinin siyasi temeli bağımsızlık ve kendi kendine yeterliliktir. “Küresel Güney” ülkelerinin tarihsel misyonu kalkınma ve canlanmadır ve “Küresel Güney” ülkelerinin ortak talebi adalet ve eşitliktir. Bu, “Küresel Güney” ülkelerini incelerken önemli bir başlangıç noktası ve dayanak noktasıdır. 1969 yılında, Amerikalı yazar ve solcu siyasi aktivist Carl Oglesby “Küresel Güney” terimini kullanmaya başladı.
yüzyıla girerken, küreselleşmenin yararlarından faydalanan bazı güney ülkeleri hızla gelişti ve birbirleriyle olan bağları giderek daha da yakınlaştı. 2001 yılında Goldman Sachs’ın baş ekonomisti Jim O’Neill, gelişmekte olan piyasa ülkelerini özel olarak ifade etmek için “BRIC” kavramını önerdi. 2004 yılında Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), “Küresel Güney’i Oluşturmak” başlıklı bir rapor yayınladı. Bu raporun önsözünde Zhou Yiping, “gelişmekte olan ülkeler ekonomik, sosyal ve politik özellikleri bakımından farklılık gösterse de, hepsi bir dizi kırılganlık ve zorlukla karşı karşıya” olduğunu belirtti. Raporda Çin de “Küresel Güney” ülkelerinden biri olarak değerlendirildi. 2006 yılında ünlü Goldman Sachs Yatırım bankası, BRIC ülkelerinden sonra en yüksek büyüme potansiyeline sahip ülkeler olan “Sonraki On Bir” (N-11) ülkelerinden söz etti. “BRICS” ve “Sonraki On Bir” ülkelerin yükselişiyle birlikte, “Küresel Güney” ülkelerinin uluslararası statüsü ve küresel etkisi hızla artmıştır ve BRICS’in çoklu genişlemeleri de bu ülkeler arasında dayanışma, işbirliği ve kendi güçlerini artırmak için ortak eylem eğilimini yansıtmaktadır. Uluslararası Para Fonu verilerine göre, satın alma gücü paritesi ile hesaplandığında, gelişmekte olan ve gelişen ekonomilerin GSYİH’si 2009 yılında dünya GSYİH’sinin %50,6’sını oluştururken, gelişmiş ekonomilerin payı ise 2024 yılına kadar %40,1’e düşecek. Ayrıca, 2008 küresel finans krizinden sonra, bazı “Küresel Güney” ülkelerinin uluslararası sistemdeki konumu daha belirgin hale geldi. Bu ülkeler, küresel yönetişim sisteminin çevresindeki elverişsiz konumlarını kademeli olarak değiştirerek, sistemi reform ve iyileştirmeye kararlı hale geldiler, büyüyen ekonomik güçlerini uluslararası etkiye dönüştürdüler ve küresel yönetişim sistemindeki etkilerini ve seslerini artırdılar. Rusya-Ukrayna çatışmasının patlak vermesi ve Filistin-İsrail çatışmasının yeni turunun (Aksa Tufanı) başlamasının ardından, bazı “Küresel Güney” ülkelerinin ABD ve Batı ülkelerinden farklı politika pozisyonları benimsediğini gördük. Bu, stratejik özerklik tutumunu göstermekte ve uluslararası alanda geniş ilgi görmektedir.
(II) Türkiye’nin “Küresel Güney” Ülkeleri Arasındaki Rolü ve Konumu
“Küresel Güney” ülkelerinin yükselişi, benzer özelliklere sahip bir grup gelişmekte olan ekonomi ve gelişmekte olan ülkenin uluslararası alanda etki ve çekicilik kazanmaya başlamasını ifade eder ve Türkiye de bu ülkelerden biridir. Daha da önemlisi, Türkiye, güçlü ulusal güce sahip, stratejik özerklik arayışını tercih eden ve stratejik özerkliğe yönelik aktif bir tutum sergileyen “Küresel Güney” üyeleri arasında tipik bir temsilcidir. Türkiye’nin orta güç olarak yükselişi, Türkiye’yi “Küresel Güney”in en güçlü üyelerinden biri haline getirmiştir. Ekonomik güç açısından, 1980’lerde başlayan neoliberal ekonomi politikalarından yararlanan Türkiye’nin ekonomik gelişimi giderek daha dikkat çekici hale gelmiştir. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) iktidarının ilk yıllarında Türkiye, gelişmekte olan bir pazar ülkesi haline gelmişti. Türkiye ayrıca “VISTA” (Vietnam, Endonezya, Güney Afrika, Türkiye, Arjantin) ve “Sonraki On Bir” (N-11) ülkeleri arasında sayılmış ve Orta Güçler İşbirliği (MIKTA) organizasyonuna katılmıştır. Aynı zamanda Türkiye, BRICS işbirliği mekanizmasına katılma isteğini defalarca dile getirmiş ve resmi olarak başvuruda bulunmuştur.
Askeri Yönü
Askeri açıdan Türkiye, NATO içinde ABD’den sonra en büyük ikinci askeri güce sahip ülke ve Orta Doğu’da bir askeri güçtür. Yerli savunma sanayisini geliştirerek Türkiye, askeri ve güvenlik alanlarında ABD’ye olan bağımlılığını azaltmaktadır.
Kültürel Açıdan
Kültürel açıdan Türkiye, Doğu ve Batı kültürlerini birbirine bağlayan bir “köprü ülkesi”dir. Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri tarafından İslam dünyası için demokratik bir model olarak görülmektedir ve Türkiye, İslam kültürünü ve Asya’daki Türk dilli ülkelerin geleneksel değerlerini önemsiyor.
Diplomatik Açıdan
Diplomatik açıdan Türkiye, Rusya-Ukrayna çatışmasında Batı’nın Rusya’ya uyguladığı yaptırımlara olumlu yanıt vermemiş, ulusal çıkarlarını ve güvenliğini korumak için esnek ve özerk bir strateji benimsemeyi tercih etmiştir. Böylece Türkiye, Batı’yı takip eden pasif bir rolden, yapıcı bir rol olan ve stratejik özerklik arayışını hedefleyen “Küresel Güney” rolüne geçiş yapmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra, Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde Türkiye, Batı’dan öğrenerek “Asya’yı terk edip Avrupa’ya girmeye” başladı. Soğuk Savaş’ın başlamasından sonra Türkiye, ulusal güvenliğini NATO’ya bağlayarak ve Avrupa Birliği’ne (AB) katılmaya çalışarak, ABD’nin liderliğindeki kapitalist kampın yanında yer aldı. Ancak, NATO üyesi ve AB aday ülkesi olarak Türkiye, ABD ve Batı’nın taleplerine tam olarak uymadı ve stratejik özerklik arayışını tercih ettiğini gösteren somut adımlar attı. Soğuk Savaş döneminde Türkiye, NATO’nun sağladığı savunma güvenliğinden memnuniyetsiz ve şüpheci hale geldi ve savunma özerklik arayışını sağlamak için kendi savunma sanayisini geliştirmeye başladı. AKP’nin iktidara gelmesinden sonra, Türkiye’nin orta güç olarak yükselişiyle birlikte, stratejik özerklik arayışını ekonomik, siyasi, kültürel ve diplomatik düzeylerde daha belirgin hale geldi. Son yıllarda, büyük güçler arasındaki rekabetin yoğunlaşmasıyla birlikte, Türkiye ile Batılı müttefikleri arasında Rusya-Ukrayna çatışması ve Filistin-İsrail çatışmasının yeni turu gibi bir dizi konuda farklılıklar giderek daha belirgin hale geldi ve stratejik özerklik arayışının hızı giderek arttı.
II. Türkiye’nin Stratejik Özerklik Arayışının Görünümleri
Stratejik özerklik, asimetrik bir ittifak içinde yer alan bir müttefik ülkenin şu yeteneğini ifade eder: Bu müttefik ülke (Türkiye) ittifak sistemindeki egemen güçlü ülkelerin (örneğin ABD veya İngiltere) iradesine karşı çıkabilir, (ABD’nin) baskısına direnebilirse ; siyasi, ekonomik, askeri ve diplomatik alanlarda başta olmak üzere, önemli ulusal çıkarları ilgilendiren konularda bağımsız stratejik seçimler yapabiliyorsa. Bu yargıya dayanarak, bu makale Türkiye’nin stratejik özerklik arayışını ele alırken, aslında Türkiye’nin kendi ulusal hedeflerine ulaşmak için ABD’nin hakimiyetinden bağımsız olarak iç ve dış ilişkilerini yürütme iradesini ve eylemlerini ele almaktadır. Daha önce de belirtildiği gibi, “Küresel Güney”in daha hızlı gelişen üyelerinden biri olan Türkiye, kaçınılmaz olarak ABD ve Batı ülkeleriyle farklılıklar ve çatışmalar yaşayacaktır. Türkiye, önemli ulusal çıkarları ilgilendiren konularda bağımsız stratejik seçimler yapabilmek için, çoğu zaman egemen bir güçlü ülkenin iradesine karşı çıkabilmekte ve hatta onun baskısına direnebilmektedir. Bu durum, Türkiye’nin ekonomik, siyasi, kültürel, savunma ve diplomatik düzeylerde özerklik arayışında özellikle kendini göstermektedir ve bu, “Küresel Güney” ülkelerinin stratejik özerklik arayışını anlamak için de önemli bir giriş noktasıdır.
(I) Ekonomik Vizyon: Ekonomiye Devlet Müdahalesinin Güçlendirilmesi, Geleneksel Değerlerin ve Bağımsızlığın Vurgulanması
Türkiye’nin stratejik özerklik ve büyük güç statüsü arayışında ekonomi her zaman temel unsur ve anahtar temel olmuştur. Türkiye’nin ekonomik ölçeği BRICS ülkeleri kadar büyük olmasa da, Türkiye ekonomik büyümesi ve artan etkisiyle “Küresel Güney” ve “BRICS’e yakın” ülkelerin temsilcisi haline gelmiştir. Türkiye ekonomisi üzerine yapılan akademik araştırmalar genellikle ekonomik kalkınmasının başarılarına ve krizlerine odaklanmaktadır, ancak objektif olarak bakıldığında, Türkiye’nin ekonomik kalkınması ve dönüşümünün arkasında Batı’ya karşı çıkma ve stratejik özerklik arama gibi örtük bir mantık olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye, dış normatif güçlerle ilişkilerinde bu güçlerin tam hakimiyeti altında kalmamış ve belirli bir özerklik sergilemiştir.
“Küresel Güney” ülkeleri perspektifinden bakıldığında, Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası gibi kurumlar, ekonomik ve siyasi gücün Batı ülkelerinin elinde adaletsiz bir şekilde yoğunlaşmasını teşvik etmektedir. Uzun süredir Türkiye’nin dış sermayeye bağımlılığı, ekonomik kırılganlığın artmasına neden olmuştur. Ancak, 21. yüzyılın başındaki ekonomik büyüme, Türkiye ile uluslararası ekonomik kurumlar arasındaki ilişkiyi yeniden şekillendirmiş ve bu kurumların (IMF/Dünya Bankası) Türkiye’nin ekonomik kalkınması üzerindeki etkisi ve normatif gücü önemli ölçüde zayıflamıştır. Türkiye, liranın değer kaybı ve enflasyon kriziyle karşılaştığında, IMF gibi uluslararası finans kurumlarından yardım istememiş, bunun yerine bazı Arap Körfez ülkelerinden döviz takası ve kredi talep etmiştir. Recep Tayyip Erdoğan, uluslararası kredilerin altın bazlı olması gerektiğini ve ülkelerin dolar baskısından kurtarılması gerektiğini, çünkü tarihte altının hiçbir zaman baskı aracı olarak kullanılmadığını belirtmiştir. Türkiye, Rus enerjisini ruble ile satın almayı ve Rusya’nın bağımsız olarak geliştirdiği MIR ödeme sistemini kullanmayı kabul etti. Bu, Türkiye’nin Rusya’ya AB yaptırımlarına karşı koymada, “dolarizasyonun ortadan kaldırılmasında” ve küresel finans sisteminde doların hakimiyetine meydan okumada yardımcı olduğu anlamına geliyor. Erdoğan 2023 seçimlerini kazandıktan sonra, Batı’da eğitim almış ve mesleki deneyime sahip bir maliye bakanı (Şimşek) ve merkez bankası başkanını atayarak, Batı ülkelerinden yatırım çekmek için “Batının ortodoks ekonomi politikaları” ile daha uyumlu para politikaları benimsemeye çalıştı. Ancak bu önlem beklenen sonuçları vermedi ve Türkiye hala hükümet bütçe açığı, yüksek enflasyon ve sürekli değer kaybeden lira ile karşı karşıya. Bu bağlamda, 2 Eylül 2024’te Türkiye, büyük ölçüde mevcut ekonomik zorluklarını aşmak için Çin ve Rusya gibi ülkelerle ticaretten yararlanmayı umduğu için, BRICS işbirliği mekanizmasına katılmak için resmi başvuru yaptı.
Ayrıca, Türkiye’nin ekonomi politikası İslami sermayenin etkisinde olma özelliği göstermekte ve Türkiye’nin ekonomi politikası devlet müdahalesini artırmıştır. Bu devlet müdahalesi, Erdoğan’ın otoriterliğini yansıtan muhafazakar bir eğilime sahiptir. AKP hükümeti, küreselleşmeyi ve dünya ekonomisine entegrasyonu vurgulayan, ancak aynı zamanda geleneksel İslami değerleri de destekleyen, ekonomi alanında daha derin bir “reform ve uyum programı” uygulamaktadır. Anadolu’da nispeten muhafazakar yeni ortaya çıkan sanayi ve ticaret sınıfı, 1970’lerden günümüze kadar hızla büyümüş ve Türkiye’nin batı kesimlerindeki geleneksel seküler büyük işletme gruplarının yanında yeni bir ekonomik güç haline gelmiştir. Böylece Türkiye’nin özel sermaye sektöründe, bir kutbu Türk Sanayi ve Ticaret Derneği (TÜSİAD), diğer kutbu ise Müstakil Sanayiciler ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) temsil eden iki kutuplu bir yapı oluşmuştur ve bu yapı, Türk ekonomisine ılımlı bir İslamcı renk katmaktadır. Siyasete karışan ancak kendilerini gizleyen başka önemli sanayi ve iş adamları dernekleri de vardır: Uluslararası sözleşmelerle uğraşan 102 üyeli Türkiye Müteahhitler Birliği. Türkiye Müteahhitleri Çin’den sonra ikinci en güçlülerdir. 2008 finans krizi, ABD ve AB ekonomilerini ciddi şekilde zayıflattı, Batı’nın ana akım ekonomi teorisinin teorik kusurlarını ve neoliberal ekonomi politikalarının eksikliklerini ortaya çıkardı, küresel gücün Çin’e kayma sürecini hızlandırdı ve küresel gücün gelişmekte olan dünyaya kayma sürecini hızlandırdı. Türkiye ekonomisi sorunlarla boğuşmaya devam ederken, Türkiye’nin bu durumu, önceki ekonomik yönetişim modellerinin başarısızlığını ve etkisizliğini de ortaya koymakta ve Türkiye’de neoliberal fikirlerin ve yönetişim uygulamalarının başarısızlığını temsil etmektedir. Türkiye, yeni bir ekonomik dönüşüm geçirmeli, ekonomik büyüme için yeni itici güçler bulmalı ve ekonomik yapısını değiştirmelidir. Bu hedeflere ulaşmak için, ekonomik alanda devlet gücünün rolü daha da öne çıkmıştır. Bugün Türkiye’de bazı kesimler, ekonomik alanda devlet kontrolünün güçlendirilmesini savunan devletçi geleneğin yeniden canlandığını ve liberal piyasa ilkelerinden uzaklaşma eğilimi olduğunu düşünmektedir.
Geleneksel Batı ekonomisinde enflasyonu dizginlemenin yolu faiz oranlarını yükseltmektir. Ancak, geçmişte bir kez, 2021 civarında Erdoğan düşük faiz oranlarının üretim, istihdam ve ihracatı teşvik ederek yüksek enflasyonla mücadele edebileceğini savunmuştu. Erdoğan ayrıca, yüksek faiz oranlarının İslami öğretileri ihlal ettiğini ve servet farkını artırdığını eleştirerek, “Erdoğanomics” olarak adlandırılan “ekonomik bağımsızlık savaşı” ilan etti. Erdoğan’ın garip bir faiz oranı (faiz oranları) yönetim politikası sayesinde, Erdoğan Türkiye’nin gelişmekte olan ekonomisinin enflasyonla başa çıkması için yeni bir yaklaşım sağladı. Kısa vadede, bu politika imalat sektöründe bir patlama ve işsizlik oranında bir düşüşe yol açarak, Batı ekonomisinin teorilerini yıkmaya yönelik radikal bir girişim olarak değerlendirilebilir. Bazı akademisyenler, Türkiye’nin ekonomi politikasını gelişmekte olan bir ekonominin bağımsız kalkınmaya ulaşma girişimi olarak yorumlamakta ve Türkiye’de neoliberalizmin marjinalleşmesini alkışlamaktadır.
Türkiye ayrıca bir dizi aktif sanayi stratejisi ve ekonomik kalkınma modeli başlatmıştır. Bu, Türkiye’nin ekonomik büyümeye ve sanayi yapısının uyumlaştırılmasına odaklandığını ve Türkiye’yi “küresel üretim merkezi” haline getirme konusundaki kararlılığını göstermektedir. Türkiye’nin 2011 yılında önerdiği “2023 Vizyonu” stratejik planı, Türkiye’yi dünyanın en büyük on ekonomisinden biri haline getirmek ve Türkiye’yi küresel ölçekte rekabetçi bir büyük güç haline getirmek ana hedefini içermektedir. 2021 yılında Türkiye, ihracatın genişletilmesi ve istihdamın artırılmasına odaklanan “Yeni Ekonomi Modeli” adlı bir model önerdi. Erdoğan, Türkiye’nin dış şoklara karşı duyarlılığını azaltmak ve ithalata bağımlılığını düşürmek için ülkenin toplam borç stokundaki döviz payının azaltılacağını ve bu “Yeni Ekonomi Modeli”nin yüksek katma değerli ürünlerin üretimini ve ihracatını artırmaya öncelik vermeyi amaçladığını belirtti. Sonuç olarak, ekonomi ve finans sektörüne devlet müdahalesinin güçlendirilmesi ve geleneksel değerlerin vurgulanması ve ulusal bağımsızlığın ön plana çıkarılması, Türkiye’nin stratejik özerklik arayışının önemli tezahürleridir. Türkiye’nin ekonomik düzeydeki önlemleri, “Küresel Güney”in bir üyesi olarak ABD ve Batı’nın ekonomik kontrolünü kırma konusundaki gerçekçi talebini vurgulamaktadır.
(II) Siyasi Olarak: Türkiye, kendi ulusal gerçeklerine uygun bir ulusal kalkınma yolunu bağımsız olarak araştırmaktadır.
Ülkelerin ulusal gerçeklerine uygun kalkınma modellerine olan güvenleri ve bu modeller hakkında gelişen öz farkındalıkları, “Küresel Güney” ülkelerinin siyasi uyanışını ifade etmektedir. “Küresel Güney” ülkeleri, kendi ulusal koşullarına göre, kendi kalkınmalarına uygun bir modernleşme yolunu bağımsız olarak araştırmalıdır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye, Batı kapitalist kampının yanında yer aldığı için siyasi kalkınma modeli Batılılaşmıştır. Batı ülkelerinin siyasi sistemleri ve kalkınma modellerinin etkisi ve müdahalesi altında, Türkiye siyasi gelişim sürecinde Batı’dan derin bir şekilde etkilenmiştir. 21. yüzyıla girildikten sonra, Kemalizm’e inanan geleneksel siyasi elitler giderek marjinalleşirken, geniş bir halk tabanına sahip olan AKP iktidara geldi. AKP iktidarını sağlamlaştırdıktan sonra, Türkiye’nin siyasi gelişimi Batı ülkeleri tarafından belirlenen demokratikleşme paradigmasını aşmaya başladı, bu da önemli bir değişimi göstermektedir. Erdoğan’ın liderliğinde Türkiye, Batı sermayesinin ve dış siyasi güçlerin müdahalesinden kurtulma sürecine girdi, özerk bir kalkınma yolunu izledi ve kendi ulusal koşullarına uygun benzersiz bir siyasi model oluşturmaya başladı. Erdoğan, anayasa değişiklikleri (genellikle referandumlarla) yoluyla ordunun siyaset ve devlet işleri üzerindeki gücünü ve gölgesini kademeli olarak zayıflattı ve yargının bağımsızlığını zayıflattı, böylece Türkiye’nin şimdilerde yeni kurulan devleti ve siyaseti, hükümetin ve başbakanın otoritesini güçlendirdi. Daha sonra Erdoğan, Ağustos 2014’te cumhurbaşkanı seçildikten sonra, parlamenter sistemden (ABD ve Fransa’dan farklı) benzersiz bir başkanlık sistemine siyasi geçiş sürecini başlattı. 15 Temmuz 2016’daki başarısız askeri darbe girişiminin ardından Erdoğan, bu askeri darbeyle bağlantılı Gülen hareketinin kitle tabanını tasfiye etti ve diğer bazı siyasi muhalif grupları da bastırdı. Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni geçici olarak askıya aldı ve idam cezasının yeniden getirilmesini gündeme aldı. Bu, Türkiye’nin AB’nin beklediği gibi liberal demokratik reformları uygulamadığını gösterdi. Aynı zamanda Türkiye, referandumla (2018) devlet sistemini parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçirdi ve Erdoğan, Türkiye’nin ilk seçilmiş cumhurbaşkanı oldu (yasa ile seçime hak kazanan tüm nüfus tarafından). Bu başkanlık sistemi, cumhurbaşkanının yürütme organının (hükümet) başı ve devlet başkanı olmasıyla belirgin Türk özellikleri taşıyor ve cumhurbaşkanı artık yargı ve yasama (parlamento) organlarına kıyasla baskın bir konuma sahip.
Aslında Türkiye’nin bu son hamleleri, ABD’nin savunduğu Batı tarzı demokrasiden sapmıştır. Bu hamleler, Türkiye’nin gerçeklerine ve ihtiyaçlarına uygun, içsel/yerli veya bağımsız bir kalkınma arayışını içermektedir ve bu hamleler, Türkiye’nin gerçeklerine ve ihtiyaçlarına uygun bir kalkınma yolunu bağımsız olarak keşfetmek isteyen ülke liderliğinin iradesini yansıtmaktadır. AKP iktidara geldikten sonra Türkiye, sivil ve askeri ilişkilerindeki reform sürecini hızlandırmış ve ordunun eski misyonunu revize etmiş, buna paralel olarak ılımlı İslami demokrasi geliştirmeye başlamıştır. Bu iki reform, ordunun siyaset üzerindeki gücünü ve askeri teçhizat ve personel terfi/ceza konularındaki (son) karar gücünü zayıflatmıştır. Tüm bu değişiklikler, ılımlı bir İslami parti olan AKP’nin istikrarlı bir şekilde iktidarda kalmasını sağlamıştır. Özellikle 2016 askeri darbesinden sonra Türkiye, ordunun geniş siyasi alanda ve askeri alanda geçmişteki güçlü rolünü ve statüsünü zayıflatan bu tür reformları yoğunlaştırdı: örneğin kara, deniz ve hava kuvvetleri Milli Savunma Bakanlığı’nın liderliği altına alındı. Jandarma kuvvetleri, sahil güvenlik polisi ve sahil güvenlik ordusu İçişleri Bakanlığı’nın liderliği altına alındı. Askeri hastaneler Sağlık Bakanlığı’nın liderliği altına alındı ; ve yeni kurulan askeri akademiler de Milli Savunma Bakanlığı’nın liderliği altına alındı; Ulusal Güvenlik Konseyi ve Yüksek Askeri Konsey’deki askeri personel sayısı azaltıldı, yerlerine siviller geldi. Türkiye’de ordunun etkisini ve statüsünü zayıflatan tüm bu önlemler, karşılığında hükümetin yetkilerini ve statüsünü güçlendirmiş, özellikle cumhurbaşkanının ordu üzerindeki kontrolünü sağlamlaştırmış ve Erdoğan’ın başkanlık sistemini oldukça sorunsuz bir şekilde uygulaması için zemin hazırlamıştır. Genel olarak, Erdoğan hükümetini destekleyen Türkiye’nin mevcut elitleri, Batı’nın siyasi gelişim modelini mekanik olarak kopyalamanın siyasi sorunları çözemeyeceğini ve Türkiye’nin siyasi olarak ulusal gerçeklerine uygun bir ulusal gelişim yolunu bağımsız olarak araştırması gerektiğini savunuyorlar. Genel olarak, “devlet inşası, hukukun üstünlüğü ve demokrasi arasında bir denge sağlamalıyız” diyorlar. Böyle bir siyasi değişim, Batı tarzı demokratikleşmenin eski, orijinal modelini sorgulamaya açmıştır. Bu tür bir siyasi değişim, Türkiye’nin demokrasisinin zayıflamasına ve siyasi gücün cumhurbaşkanı liderliğindeki merkezi hükümetin elinde yoğunlaşmasına ve merkezileşmesine yol açmıştır.
(III) Kültürel Olarak: Türkiye İslam Dünyasının Kucağına Geri Dönüyor ve Ulusal Kimliğini Güçlendirmeye Başladı
Türkiye, İslam ve Türk dili konuşan bir ülke olarak gerçek kimliğini yeniden keşfedip yeniden keşfederek kültürel kimliğini canlandırmaktadır. Böyle bir yeni kültür politikasıyla Türkiye, daha derin bir manevi düzeyde stratejik özerklik için bir meşruiyet kaynağı elde etmeye çalışmaktadır. Türkiye, geleneksel dini değerlere saygıyı vurgulamakta ve Türkiye ile İslam ve Türk dilli ülkeler arasındaki bağları aktif olarak teşvik etmektedir. İslam değerleri ve normları ile İslam geleneği, insanların sosyo-kültürel alanına da girmeye başlamış ve bu durum, insanların Batı’nın sosyal ve kültürel normlarını taklit etme ve takip etme tutumunu yavaş yavaş değiştirmiştir. Türkiye, “İstanbul’un Fethi”nin (1453) yıldönümünü ve Peygamber’in doğum gününü yüksek profilli etkinliklerle kutlayarak tarihe ve imparatorluğun ihtişamına duyulan nostaljiyi ifade etmekte ve böylece ulusun gurur duygusunu uyandırmaktadır. Camiler, İslam’da en önemli ibadet yerleridir. Tarih boyunca camiler ekonomik, dini, kültürel ve hatta siyasi olmak üzere birçok işleve sahip olmuştur. AKP iktidarı döneminde çok sayıda cami inşa edilmiştir. 2020 yılında Türkiye, İstanbul’daki Ayasofya Müzesi’ni yeniden camiye dönüştürmüştür. Eğitim alanında Türkiye, 2012 yılında “dindar yeni nesiller” yetiştirmeyi önermiş ve hükümet, dini okullara girişin çok daha kolay ve giriş sınavı olmaksızın, ebeveynlerin onayı gerekmeksizin yapılmasını öngören bir yasa çıkarmıştır. Dini okullara giriş yaşı da 15’ten 10’a düşürüldü ve dini okulların müfredatına Sünni doktrinleri ve değerleri eklendi. (İmam Hatip Liseleri) . Türkiye, yasal olarak İslam hukukunun etkisini geri kazandırmış, başörtüsü yasağının kaldırılması, alkol yasağı ve yeni camilerin yoğun bir şekilde inşa edilmesi gibi kararnamelerle dinin sosyo-kültürel alandaki rolünü güçlendirmiştir.
“Orta Asya Türkleri kompleksi tutkusu” Türkiye kültürünün temel bir unsurudur. Orta Asya ile kurduğu manevi ve kültürel bağ bugünkü Türkiye kültürünün temel önemde olan bir yanıdır. Türkiye, Orta Asya’daki Türk dilli ülkelerin entegrasyonunu teşvik ederek Türk Devletleri Teşkilatı’nın kurulmasını talep etmiştir. Bu şekilde Türkiye, kendi Türk etnik kimliğini güçlendiriyor, Orta Asya meselelerine aktif olarak katılıyor ve Orta Asya bölgelerinde kendi etkisini artırmaya çalışıyor. Türkiye, Avrupa ve Amerika ülkeleriyle rekabetinde daha fazla avantaj elde etmeye çalışıyor. Tüm bunlar, Türkiye’nin “Doğuya bak” dış politika dönüşümünü tamamlayıcı niteliktedir. 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılması ve bağımsız Türk cumhuriyetlerinin kurulmasıyla Orta Asya, Türk dış politikası için önemli bir yön haline geldi. Türkiye, Orta Asya ülkelerinden gelen öğrencileri Türk okullarında yüksek öğrenim görmeye teşvik etmiş ve “Türk Üniversiteler Birliği” gibi değişim platformları kurmuştur. 2009 yılında, Türk dilli ülkeler arasında siyaset, ekonomi, kültür, eğitim ve diğer alanlarda değişim ve işbirliğini teşvik etmeyi amaçlayan bir kuruluş olan Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi kuruldu. Türkiye bu örgütün kurucu üyesidir ve sekreterliği İstanbul’da bulunmaktadır. Türkiye’nin teşvikiyle, kuruluşun adı “Türk Devletleri Teşkilatı” olarak değiştirilmiş ve Türk Konseyi’nin gayri resmi bir kültür birliğinden siyasi ve ekonomik bir kuruluşa dönüşümünü başlatmayı hedeflemiştir. Ayrıca Türkiye, Birleşmiş Milletler’e, yabancı ülkelerdeki adını “Turkey”den “Türkiye”ye değiştirmek için başvuruda bulundu. “Türkiye” kelimesi, “Türk halkının vatanı” anlamına gelir ve kelimenin kökü “Türk” anlamına gelir, bu da Türkiye’nin Türk soyundan geldiğini gösterir. Haziran 2022’de Birleşmiş Milletler bu talebi resmi olarak onayladı. Türkiye’nin bu dizi eylemleri, etnik kimliğini yeniden keşfetme ve araştırma, Türk dili konuşan ülkeler arasındaki statüsünü güçlendirme ve hatta Türk dili konuşan ulusların lideri olma çabasını yansıtmaktadır. Özetle, Türkiye’nin İslam’a verdiği önem ve Türk dilli ülkelerle özdeşleşmesi, Türkiye’nin kültürel özerklik arayışını ve Türkiye’nin etnik kimliğinin güçlenmesini göstermekte, Türkiye’nin medeniyet bilincini ve kültürel özgüvenini ortaya koymaktadır.
(IV) Ulusal Savunma: Türkiye Savunma Sanayii Kompleksi Gelişimini Hızlandırdı ve Savunma Özerkliğini Teşvik Ediyor
Güvenli ve güvenilir bir savunma gücü oluşturmak, stratejik özerklik arayışının ön koşulu ve temelidir. Türkiye’nin özerk askeri ve savunma önlemlerine yönelik hazırlıkları, öncelikle stratejik özerklik arayışını sağlamayı amaçlamaktadır ve 1960’ların ortalarında Batı ve Yunanistan ile yaşanan Kıbrıs kriziyle başlamıştır. Soğuk Savaş döneminde Türkiye, ABD’nin korumasına dayanan güvenlik politikasını değiştirmeye başlamış ve kendi savunma sanayisini geliştirmeye odaklanmıştır. 21. yüzyıldan bu yana Türkiye, yabancı askeri yardıma bağımlılığını azaltma ve yerli savunma sanayisini geliştirme iradesini ve kararlılığını defalarca ve açıkça dile getirmiştir. Bu resmi beyan, Türkiye’nin savunma sanayisinin gelişimi için önemli bir itici güç haline gelmiştir. Türkiye, “2024-2028 Stratejik Planı”nda, savunma sanayisinin yerlileştirme oranını 2023’te %80’den 2028’de %85’e çıkarmak gibi iddialı bir hedef belirlemiştir. 2023 yılında Erdoğan, “Türkiye Yüzyılı için Doğru Adımlar: 2023 Seçim Bildirgesi”ni (“Türkiye Yüzyılı Bildirgesi”) yayınladı. Bu Manifesto, Türkiye’nin ikinci yüzyılı için kalkınma hedeflerini ortaya koydu ve savunma sanayisi hedefi şu şekilde belirlendi: savunma sanayisinde dışa bağımlılığı azaltmak, yerli üretim oranını daha da artırmak, yatırım ve teknolojik yenilikleri aktif olarak teşvik etmek, teknolojik atılımlar gerçekleştirmek ve nihayetinde tamamen bağımsız bir savunma hedefine ulaşmak.
Bu amaçla Türkiye, yerli savunma sanayisini geliştirmeye ve askeri gücünü artırmaya başlamış, rekabetçi ve yenilikçi bir savunma sanayisi inşa etmiştir. Şu anda Türkiye, kara, deniz ve hava kuvvetleri dahil olmak üzere ana askeri kollarının silah sistemlerini kapsayabilecek bir askeri-endüstriyel sistem kurmuştur. Türk silahlı kuvvetlerinin ihtiyaç duyduğu savaş uçakları, insansız hava araçları, büyük yüzey gemileri, zırhlı araçlar ve taret sistemleri dahil olmak üzere çeşitli askeri teçhizatları üretebilmektedir. Türk savunma sanayisinde tanınmış şirketler arasında Aselsan, Türk Havacılık ve Uzay Sanayii, füze üreticisi Roketsan, Bayraktar, İstanbul Tersanesi, Otokar, FASS Defense vb. bulunmaktadır. Bu şirketlerden bazıları, dünyanın en büyük 100 savunma şirketi arasında yer almaktadır.
Ayrıca Türkiye, bir dizi savunma sanayii modernizasyon projesi başlatmıştır. 12 Mart 2004 tarihinde, Türk Donanması “Ulusal Gemi” (MILGEM) proje ofisini kurarak “Ulusal Gemi” projesi için bir geliştirme planı hazırlamıştır. 2023 yılında, Türkiye’nin uçak gemisi “Anadolu” (denizlerde seyir yapabilen bir insansız hava aracı gemisi) %75 oranında yerli malzeme kullanılarak denize indirilmiştir. Denizde uçak gemisi “Trakya”nın inşası da hızlandırılmaktadır. Türkiye, insansız hava araçlarının araştırma, geliştirme ve üretiminde küresel bir lider haline gelmiştir. TB-2, Anka-S ve “Kızılelma” (Kırmızı Elma) gibi insansız hava araçları, Türkiye tarafından bağımsız olarak geliştirilmiştir. Türkiye’nin yerli üretim insansız hava araçları, Dağlık Karabağ çatışmasında önemli bir rol oynadı ve Türkiye’nin askeri ihracatında önemli bir yer tutuyor. 2017 yılında Türkiye, Rusya’nın S-400 hava savunma füze sistemini satın alma niyetini açıkladı ve iki taraf 2019 yılında S-400’lerin ilk partisini teslim aldı. Türkiye’nin bu hamlesi, ABD’ye karşı derin bir güvensizlik duygusunu ve savunma alanında özerklik arayışına işaret ediyordu.
Şu anda, savunma sanayii, esas olarak yabancı ithalata bağımlı bir tedarik modelinden, güçlü bir Ar-Ge tabanına sahip ve ithalatı azaltan, ancak güçlü ihracat ivmesini koruyan, kendine yeten bir modele dönüşmüştür. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) bir araştırma raporuna göre, Türkiye’nin 2020-2024 yılları arasındaki silah ihracatı payı 2015-2019 yıllarına göre %103 artarak küresel sıralamada 11. sıraya yükselirken, ithalat payı %33 azalarak 22. sıraya geriledi. Birleşik Arap Emirlikleri, Pakistan, Katar ve Malezya Türkiye’nin silah ihracatının en büyük üç destinasyonu olurken, İspanya, İtalya ve Almanya ise silah ithalatının en büyük üç kaynağıdır.
(V) Diplomatik Olarak: Türkiye Dış Politikasının Dönüşümünü İlerletiyor ve Küresel Yönetişim Sistemi Reformuna Katılıyor
21.yüzyıla girerken, “Küresel Güney” ülkelerinin yükselişiyle birlikte Türkiye’nin diplomasisi de önemli bir dönüşüm geçirdi. 2010’lu yıllarda, Ahmet Davutoğlu’nun önerdiği “Stratejik Derinlik” doktrini rehberliğinde, Türkiye, “sıfır sorun politikası” olarak bilinen komşu ülkeler politikasını başlatmış ve bölgesel ve hatta uluslararası düzeyde etkisini artırmaya başlamıştır. Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği ile ilişkilerini geliştirirken, Rusya, Çin ve diğer “Küresel Güney” ülkeleriyle ilişkilerinin geliştirilmesine de önem vermektedir. Türkiye’nin ana hedefi, bölgesel ve küresel düzeyde dış politika hedeflerini desteklerken küresel bir aktör haline gelmektir. Türkiye, “Küresel Güney” ülkelerini ekonomik fırsatlar elde etmek için bir alan, siyasi meşruiyet aramak için bir alan ve uluslararası destek kazanmak için bir alan olarak görmektedir.
Orta Doğu’daki değişikliklerin (Arap Baharı olarak adlandırılan) ardından Türkiye, Suriye iç savaşına aktif olarak müdahale ederek dış politika dönüşümünde yeni bir dönem başlattı. Özellikle 2016’daki başarısız askeri darbe girişiminden sonra, “proaktif ve insani” diplomasi rehberliğinde Türkiye insani yardımlar gerçekleştirmiş, bölgesel sıcak noktalara aktif olarak müdahale etmiş ve bağımsız askeri operasyonlar yürütmüştür. Bu dönemde Türkiye’nin Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği ile olan farklılıkları giderek daha belirgin hale gelmiştir. Aynı zamanda Türkiye, en az gelişmiş ülkeler için bir kalkınma destekçisi olarak konumlandı ve uluslararası forumlarda bu ülkelerin taleplerini dile getirerek, yüksek gelirli ve en düşük gelirli ekonomiler arasında orta bir pozisyon benimsedi. 2022 Şubat ayında Rusya-Ukrayna çatışmasının patlak vermesinden sonra, Türkiye Cumhurbaşkanı, Türkiye’nin Rusya’ya ekonomik yaptırım uygulamayacağını açıkça belirtmiştir. Böylece Türkiye, hava sahasını Rusya’ya kapatmayan ve ülkeye ekonomik yaptırım uygulamayan tek NATO üyesi ülke oldu.
2019 yılında Türkiye, Asya ülkeleriyle diyalog ve işbirliğini güçlendirmek amacıyla “Yeni Asya” girişimini duyurdu. Türkiye, özellikle Çin ve Rusya gibi “Küresel Güney” ülkelerine yakınlaşarak ABD ile rekabetinde avantaj elde etmeyi ve ABD’yi Türkiye’ye yönelik tutum ve yaklaşımını değiştirmeye zorlamayı amaçlamaktadır.
Türkiye-Rusya ilişkileriyle ilgili olarak, 2004 yılında Türkiye ve Rusya, her iki ülkenin de güvenlik ve istikrara değer veren Avrasya güçleri olduğunu belirten ve işbirliğinin güçlendirilmesinin önemini vurgulayan “Dostluğun ve Çok Boyutlu Ortaklığın Derinleştirilmesine İlişkin Ortak Bildiri”yi imzaladı. Ekim 2016’da Rusya ve Türkiye, enerji sektöründe yakın işbirliğine yol açan “TurkStream” doğal gaz boru hattı anlaşmasına vardı. İki taraf ayrıca Aralık 2017’de S-400 füze satın alma sözleşmesini imzaladı. Rusya-Ukrayna çatışması patlak verdikten sonra Türkiye, birbiriyle rekabet halindeki birçok güç arasında dengeli bir tutum sergiledi ve bu da bir dereceye kadar Rusya’nın yararına oldu.
Türkiye-Çin ilişkileri açısından, Türkiye ile Çin arasındaki ilişkilerdeki değişiklikler, bir dereceye kadar, Arap Baharı’ndan sonra özellikle belirgin hale gelen, Türk dış politikasının daha özerk ve Batı odaklı olmayan bir çizgiye kaymasıyla ilgilidir. 2010 yılında Çin ve Türkiye arasında stratejik işbirliği ilişkilerinin kurulmasından bu yana, ilişkiler hızla ısındı. 26 Nisan 2013’te Türkiye, Şanghay İşbirliği Örgütü’nün “diyalog ortağı” oldu ve böylece bu tür bir ilişki kuran ilk NATO üyesi oldu. Ekim 2014’te Türkiye, Asya Altyapı Yatırım Bankası’na katıldı. Türkiye, “Orta Koridor” girişiminin “Kuşak ve Yol” girişimi ile uyumunu güçlendirmeye, Türkiye-Çin ilişkilerini yeni bir düzeye taşımaya ve Avrasya kıtası genelinde bağlantılılığın sağlanmasına yardımcı olmaya isteklidir. Türkiye ayrıca, BRICS’e katılma niyetini defalarca dile getirmiş ve bu platformu ortak güçlenmeyi sağlamak için kullanmayı amaçlamıştır.
2008 dünya finans krizinden sonra, küresel yönetişim sistemi “Küresel Güney” ülkeleri lehine ilk büyük ayarlamaları, reformları ve gelişmeleri gördü ve bu ülkeler aynı zamanda küresel yönetişim sisteminin reformu için en büyük itici güç haline geldi. Küresel yönetişim konuları genişlemeye devam ederken, geleneksel ve geleneksel olmayan güvenlik konuları iç içe geçtikçe, “Küresel Güney” ülkelerinin kolektif yükselişi, uluslararası toplumun bu tür ortak insanlık sorunlarına ortak yanıt vermesine yeni bir güç kattı. Türkiye, 2009-2010 yıllarında BM Güvenlik Konseyi’nin geçici üyesi olarak görev yaparak Birleşmiş Milletler’de güçlü bir gayret göstermiş, küresel yönetişimde daha yapıcı bir rol oynamış ve bu alandaki aktif katılımını hızlandırmıştır. “Küresel Güney”in bir üyesi olarak Türkiye, İran nükleer sorunu, gıda güvenliği ve BM reformu gibi konularda kendi önerilerini ve fikirlerini ortaya koymuş, küresel yönetişime aktif olarak katılmış ve Batı’nın hakim olduğu mantıksız yönetişim sistemini değiştirmeye çalışmıştır.
Türkiye ve İran İlişkileri
İran’ın nükleer sorunu konusunda Türkiye, Batı ülkelerinin İran’a nükleer sorun nedeniyle uyguladığı baskıdan memnun değildir ve Avrupa ile ABD’nin İran’a karşı müzakere ve yaptırımlardan oluşan ikili politikayı uygulamayı reddetmektedir. Türkiye, her ülkenin nükleer enerjiyi barışçıl amaçlarla kullanma hakkına sahip olduğunu, ancak bu ülkelerin Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı ile işbirliği yapması ve Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’na uyması gerektiğini savunmaktadır. 2010 yılında İran, Türkiye ve Brezilya, Tahran’da nükleer yakıt takası konusunda “Tahran Ortak Deklarasyonu”nu imzaladı ve Türkiye, İran’a kapsamlı yaptırımlar uygulayan BM kararını da reddetti. Bu Bildirge, İran’ın nükleer meselesinde Türkiye’yi ABD’nin karşıtı bir tutuma yöneltmiştir.
Rusya-Ukrayna çatışmasının patlak vermesinden sonra, Türkiye ve Rusya, Batı’nın tahıl anlaşmasını yerine getiremediği bir durumda küresel gıda güvenliği konularını görüştü. Birleşmiş Milletler ve Türkiye’nin teşvikiyle Birleşmiş Milletler, Rusya, Türkiye ve Ukrayna, güvenli bir deniz insani yardım koridoru aracılığıyla Ukrayna’nın tahıl, gıda ve gübre ihracatını yeniden başlatmayı amaçlayan “Karadeniz Tahıl Girişimi”ni İstanbul’da kabul etti.
Türkiye, uluslararası sistemin mevcut yapısını da eleştirmiştir. Erdoğan bir keresinde BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üye sayısının beş değil yirmi olması gerektiğini belirtmişti. Erdoğan, BM çatısı altında dünyanın “barış, güvenlik ve refahından sorumlu” olabilecek bir kurumun yeniden düzenlenmesini ve “tüm kökenleri, inançları ve kültürleri temsil edebilecek küresel bir yönetişim yapısının” kurulmasını talep etti. Türkiye, Soğuk Savaş koşullarına dayanan BM güvenlik mimarisinin işleyişinin mevcut dünya düzenine uymadığını savunmaktadır. Davutoğlu da geçmişte şu noktaya dikkat çekmişti: “Yeni küresel düzen daha kapsayıcı ve katılımcı olmalıdır”. Türkiye, sorunları izlemekle kalmayıp, çözüm için masaya oturan aktif ve etkili aktörlerden biri olacaktır.
III. Türkiye’nin Stratejik Özerklik Arayışının Arkasındaki İtici Motivasyonlar
Türkiye’nin stratejik özerklik arayışı, birkaç faktörün birleşiminin sonucudur. “Küresel Güney” ülkelerinin kolektif yükselişi, Türkiye’nin stratejik özerklik arayışına elverişli bir dış ortam sağlamaktadır. Türkiye’nin ulusal gücünün artması ve bunun sonucunda Türkiye’nin kendisine ve dünya durumuna bakışındaki değişiklikler, stratejik özerklik arayışının temel nedenidir. Öte yandan, ABD, Avrupa Birliği ve diğer “Küresel Güney” dışı ülkelerin mantıksız talepleri ve hegemonik eylemleri, bu arayışın itici gücüdür.
(I) “Küresel Güney” Ülkelerinin Yükselişi Türkiye İçin Elverişli Bir Dış Ortam Sağlamaktadır
Uluslararası aktörler arasındaki etkileşim, uluslararası sistemi oluşturan bütünsel bir yapıdır. Uluslararası sistemde meydana gelen değişiklikleri ancak anlayarak Türkiye’nin stratejik özerklik uygulamalarına neden geçebildiğini anlayabiliriz. Soğuk Savaş döneminde Orta Doğu, Doğu ve Batı blokları arasında yoğun bir rekabetin yaşandığı bir sahne idi ve bölge ülkeleri genellikle “taraf tutmaya” zorlanıyordu. Büyük küresel değişiklikler bağlamında, “Küresel Güney” ülkelerinin kolektif yükselişi, uluslararası sistemin yeniden şekillendirilmesi taleplerine yol açmış ve çok kutuplu bir uluslararası manzara eğilimini hızlandırmıştır. Bu koşullar altında Türkiye, ulusal çıkarlarını daha esnek bir şekilde takip edebilmektedir. Bu çok kutuplu eğilim, ABD’nin göreceli düşüşü ve “Küresel Güney” ülkelerinin göreceli kolektif yükselişinde belirgin bir şekilde yansıtılmaktadır. “Küresel Güney” ülkeleri içinde, Rusya ve Çin’deki stratejik dönüşümler Türkiye’nin stratejik özerklik arayışını ile yakından ilgilidir. Türkiye’nin stratejik özerklik sürecinde Rusya önemli bir rol oynamıştır ve Rusya-Türkiye ilişkilerinin gelişimi, Türkiye’nin stratejik özerklik arayışına önemli bir destek sağlamıştır. Rusya, kendisini “Küresel Güney” ülkelerinin lideri olarak konumlandırmaktadır. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra Rusya, dış stratejisinde kısa bir Batılılaşma dönemi yaşamıştır (Yeltsin). Putin iktidara geldikten sonra, “Doğu ile Batı arasında denge kurarak, Avrupa ve Asya’ya eşit önem veren” pragmatik bir dış politika başlattı. Ancak, 2008 Rusya-Gürcistan Savaşı’ndan 2022 Rusya-Ukrayna çatışmasına kadar, Rusya’nın Batı ülkeleriyle ilişkileri sürekli olarak kötüleşti. ABD öncülüğündeki Batı ülkeleri, Rusya’ya birçok kez yaptırım uyguladı ve ABD ile Rusya arasındaki büyük güç rekabeti yoğunlaştı. Bu süreçte Rusya’nın dış politika stratejisi “Doğu’ya yönelme”den “Güney’e yönelme”ye kaymış, Rusya kendini neo-kolonyalizmle mücadelede “Küresel Güney” ülkelerinin lideri olarak konumlandırmış ve “Küresel Güney” ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmeye odaklanmıştır. Mart 2023’te Rusya, “Rusya Federasyonu’nun Dış Politika Kavramları”nı yayınlayarak Batı’nın uluslararası düzen üzerindeki hakimiyetini kaybettiğini ve “Küresel Güney” ülkelerinin Rusya ile işbirliği yaparak mevcut liberal uluslararası düzeni birlikte devirip yeni bir tür uluslararası düzen kurmaları gerektiğini belirtti. Bu analiz, “Küresel Güney” ülkelerinin Rusya’nın dış stratejisindeki önemli konumunu vurgulamaktadır ve “Küresel Güney”in temsilcisi olan Türkiye, Rusya’nın stratejik dönüşümünden ve uyumundan faydalanmıştır.
Çin ve “Küresel Güney”
Çin’in temsil ettiği (genel kabul gören) “Küresel Güney” ülkeleri, yeni ortaya çıkan küresel düzende giderek daha önemli bir rol oynamaktadır. Çin’in artan gücü ve etkisi, Türkiye’nin Çin ile daha yakın ilişkiler kurması için güçlü bir itici güç oluşturmaktadır. Aynı zamanda, Afganistan ve Irak’taki savaşlar ile 2008 ekonomik krizi, ABD hegemonyasının çöküşünü hızlandırmıştır. Özellikle Orta Doğu’daki değişiklikler, ABD’nin Orta Doğu politikasının taraflı olduğunu ve ABD’nin yeteneklerinin sınırlarını ortaya koymaktadır. Bunlar, ABD’nin Orta Doğu’daki yönetişim ikilemini ve bölgedeki etkisinin daha da azalmasını yansıtmaktadır. Bu koşullar altında Türkiye, ABD’nin taleplerine pasif olarak uyum sağlamak yerine, kendi ulusal çıkarlarını takip etmek ve çevre bölgelerde daha aktif bir dış politika uygulamak için daha fazla stratejik alan ve elverişli bir dış ortam kazanmıştır. Tüm bu gelişmeler, Türkiye’yi değişen bölgesel düzende stratejik özerkliğini sağlamak ve güçlendirmek için yeni mekanizmalar aramaya itmiştir. Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun da belirttiği gibi, “Komşularımız ve küresel çevre nefes kesici değişiklikler geçiriyor. Türkiye’nin jeopolitik konumu nedeniyle, çevremizdeki kırılganlıkları ve krizleri öngörme ve yönetme becerisi hayati önem taşımaktadır. Yeni fikirlerin ve yeni girişimlerin ortaya konması gereken bir döneme giriyoruz”. Türkiye’nin, “Küresel Güney” ülkeleriyle ilişkiler geliştirerek, birçok ülkenin aradığı kilit bir ülke olmaya çalışarak, ABD ve Batı’nın etkisini dengelemeye ve hatta buna karşı korunmaya çalıştığı görülmektedir.
(II) Türkiye’nin Ulusal Gücü Arttıkça, Bu Artış Türkiye’nin Yönetici Siyasi Elitinin Zihniyetinde Bilişsel Değişiklikler Getiriyor
“Küresel Güney” ülkesi olarak Türkiye’nin ulusal gücünün önemli ölçüde artması, Türkiye’nin stratejik özerklik arayışına bir güç temeli sağlamış ve Türkiye’nin büyük güç statüsü talebi daha acil hale gelmiştir. Türkiye, ekonomik yapılandırmada önemli başarılara imza atarak dünyanın en büyük yirmi ekonomisinden biri haline gelmiştir. 2002’den 2021’e kadar Türkiye’nin nominal GSYİH’si %340, satın alma gücü paritesi ile hesaplanan GSYİH’si ise %420 artmıştır. Hızlı ekonomik gelişme, Türkiye’nin ulusal gücünü artırarak stratejik özerklik arayışı için maddi bir temel oluşturmuştur. Türkiye’nin stratejik özerklik arayışı, Türkiye’nin kendi çıkarlarına dayanmaktadır ; uzun vadeli bir kılavuz ilke olarak stratejik özerklik söylemi, Türkiye’nin liderlerinin ve elitlerinin algılarını etkilemektedir. Türkiye, “2023 Vizyonu”nda, “köprü ülkesi”nden önemli bir rol oynayan küresel bir güce dönüşmek için yüz yıllık bir kalkınma hedefi belirlemiştir. 2023 seçimlerinde Erdoğan, Türkiye’nin stratejik özerklik arayışını yeniden teyit eden “Türkiye Yüzyılı” seçim manifestosunu ortaya koymuştur. Bu büyük vizyonu destekleyen ideolojik temel, Erdoğan ve AKP’nin iktidara gelmesinden bu yana Türkiye’nin oluşturduğu stratejik düşünce biçimidir. Bazı akademisyenler, bir ülkenin uluslararası sahnedeki faaliyetlerinin çoğunun diğer ülkelerin eylemlerine tepki niteliğinde olmasına rağmen, ülkelerin ulusal çıkarlarını gerçekleştirmek için tutarlı ve birleşik uzun vadeli stratejiler uygulamaya çalıştıklarını belirtmektedir. Stratejik özerklik, Türkiye’nin genel ulusal stratejisinin önemli bir parçasıdır ve bu “büyük stratejinin” vizyonu ve hedefi, stratejik özerkliğe sahip bir küresel güç olmaktır. Bu stratejik düşünceden hareketle Türkiye tek taraflı “Batılılaşma” ve “Avrupalılaşma” tutumunu değiştirmeye başlamış, bunun yerine İslam dünyasına dönüş sürecini başlatmış ve büyük güç olma arayışını ve kimliğini vurgulamaya başlamıştır. AKP iktidara geldikten sonra, AKP sürekli olarak laikliğe meydan okudu. İslam ideolojisi, Türkiye’nin dış dünyayı nasıl gördüğünü şekillendirmede temel bir değişken ve kalıcı bir itici güç haline geldi, Türkiye’nin Batı yanlısı tutumunun ideolojik temelini temelden sarsarak ülkede anti-Amerikan duyguların yükselmesine neden oldu. Türkiye’nin son dönemdeki Filistin-İsrail çatışmasına (2023’ten beri) aktif müdahalesi, bu konuda ahlaki üstünlük sağlamaya ve İslam dünyasında liderlik rolü oynamaya yönelik bir girişim olarak görülebilir. Ayrıca, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihi mirası, Türkiye’nin dünya gücü statüsü ve İslam dünyasında liderlik arayışının meşruiyet kaynağıdır. Türkiye, stratejisini ve ulusal kimliğini yeniden tanımlamayı hedeflemektedir. AKP döneminde Türkiye’nin dış politikası da neo-Osmanlıcılık ile şekillenmiştir. Türkiye, bu tarihsel kimliği ve ulusal kimliği, Türkiye’nin çağdaş büyük güç arayışını ve hırsını yeniden canlandırmak için kullanmaktadır. Böylelikle Türkiye, eskiden Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası olan ülke ve bölgelere müdahale etmektedir. Bu kimlik tanıma, Türkiye’nin Batı’ya yönelme ve Orta Doğu ülkelerinden uzak durma şeklindeki geleneksel tercihini de değiştirmiştir. Türkiye’nin özel coğrafi konumu ve kimlik özellikleri, Türkiye’nin stratejik düşüncesini etkilemiş ve Türkiye’nin tam Batılılaşma yolunun uzun sürmeyeceğini ve “Doğu ile Batı arasında denge kurmanın” Türkiye’nin kendi çıkarlarına daha uygun olduğunu göstermiştir. Bu nedenle, bu stratejik düşüncenin etkisiyle Türkiye, Batı ittifak sistemi içinde kalmasına rağmen İslami kimliğini yeniden keşfetmeye ve Doğu’ya yakınlaşmaya başlamıştır. Aynı şekilde Türkiye, ABD ve Batı ile ilişkilerini geliştirirken stratejik özerkliğini de geliştirmeyi hedeflemektedir.
(III) ABD ve Avrupa Birliği’nin Kaba Tutumları Türkiye’yi Batı’dan Uzaklaştırıyor
“Küresel Güney” ülkeleri arasında Türkiye, tarihsel olarak yarı sömürgeye indirgenmiş bir ülkedir. Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD liderliğindeki askeri ittifaka katılmış ve uzun süredir Batı ile entegre olmaya aktif olarak çalışmıştır. Ancak Türkiye’nin gerçek anlamda Batılı bir ülke olması çok zordur ve özellikle ABD ve Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye karşı kaba tutumu, Türkiye’yi Batı’dan giderek uzaklaşmaya itmiştir. Batı, Türkiye’nin NATO ve AB üyeliklerinin meşruiyetini değerlendirirken, Türkiye ise bunların Türkiye’nin ulusal çıkarlarına zarar verip vermeyeceğini tartmakta ve NATO’dan çekilme olasılığını değerlendirmektedir.
Türkiye, ABD’nin jeostratejisinde “kilit bir devlet” ve önemli bir müttefik olmasına rağmen, ABD Türkiye’yi eşit bir ortak olarak görmemektedir. 2015 Türkiye-Rusya “jet olayı”, 2016 başarısız askeri darbe girişimi ve Kürdistan İşçi Partisi (PKK) gibi birçok konuda ABD, Türkiye’nin çıkarlarını ve duygularını göz ardı etmiş ve etkili destek ve yardım sağlamamıştır. Bu tutum, Türkiye’de bir “terk edilme” hissine yol açmıştır. İttifak teorisini tartışırken, “tehdit dengesi” görüşünü savunan akademisyenler, ortak bir dış tehdidin ittifakın oluşmasının ana nedeni olduğunu savunmaktadırlar. Müttefikler arasında ortak tehdit algısı değişirse, bu durum ittifakın istikrarını ve uyumunu etkileyecektir. Suriye savaşında ABD, Türkiye’nin dış tehdidin ana kaynağı olarak gördüğü Suriye Kürt Halkı Koruma Birlikleri (YPG) ile işbirliği yapmıştır. Bu nedenle, Türkiye ile ABD arasında ortak tehdit algısının farklı olması, iki ülke arasındaki anlaşmazlıkların temelini oluşturmakta ve Türkiye’nin ulusal güvenliğini bağımsız olarak koruması için önemli bir neden haline gelmiştir. Erdoğan bir keresinde ABD’ye, Türkiye’ye yönelik tek taraflı ve saygısız yaklaşımını değiştirmezse, Türkiye’nin yeni ortaklar ve dostlar bulmak zorunda kalacağı uyarısında bulunmuştu. Soğuk Savaş döneminde, ABD’nin Küba Füze Krizi’nde Türkiye’ye yaptığı gizli ihanet ve iki Kıbrıs krizi sırasında müttefiki Türkiye’ye yönelik tehditleri ve askeri ambargoları, Türkiye’ye tamamen ABD’nin yanında yer almanın sorunlarını derinlemesine fark ettirmiştir. 2016 askeri darbesinden sonra Türkiye, darbenin ABD’nin emriyle veya planlamasıyla gerçekleştirildiğini iddia etti, ancak ABD, Türkiye’nin darbeye katılanlardan biri olarak gördüğü Fethullah Gülen’i iade etmeyi reddetti, bu da Türkiye’de memnuniyetsizlik ve güvensizliğe neden oldu. Alman Marshall Fonu (Düşünce Kuruluşu) tarafından 2022 yılında yapılan bir kamuoyu araştırması, Türk katılımcıların %58’inin ABD’yi Türkiye’nin ulusal çıkarlarına yönelik en büyük tehdit olarak gördüğünü ortaya koydu.
Ayrıca, Türkiye 1960’larda Avrupa Ekonomi Topluluğu’na katılmak için başvuruda bulunduğundan beri, Türkiye AB’nin dışında kalmıştır. Uzun süren katılım süreci boyunca Türkiye, AB’nin “Kopenhag kriterleri”ne uygun olarak iç siyasi demokratikleşme ve ekonomik liberalleşme reformlarını teşvik ederek ordunun gücünü zayıflattı ve Kürt azınlığın haklarını artırdı. Ancak AB, Türkiye’nin reformlarının AB standartlarına uymadığını savunmaya devam etmiş ve iki taraf arasındaki müzakereler yavaş ilerlemiş, sonunda da dondurulmuştur. İki taraf sadece Kıbrıs ve Kürt sorunlarında çıkmaza girmiş olmakla kalmadı, AB de AKP’nin benimsediği çeşitli politikalardan giderek daha fazla memnuniyetsiz hale geldi ve derin dini ve kültürel farklılıklar artık gizlenemez hale geldi. Kimlik konusunda, Türkiye’nin İslami kimliğinin Avrupa kimliğinden büyük ölçüde farklı olduğu ve AB’ye dahil edilmemesi gerektiği düşünülmektedir. Avrupa ülkeleri, Türkiye’nin Avrupa’ya ait olmadığını savunmaktadır. Almanya ve Fransa, değerler ve kültür açısından Türkiye’nin “Avrupalılığını” sürekli olarak sorgulamış ve Türkiye’yi ortak bir Avrupa kimliğine sahip bir iç üye olarak değil, ortak ekonomik ve güvenlik çıkarları olan “ayrıcalıklı ortak” statüsünde görmüştür. Bu nedenle, Türkiye’nin zorlu üyelik süreci, Avrupalılaşma sürecinde uyum baskısı yaratmış ve Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinden duyduğu yorgunluk, Türkiye’nin Batı’dan koparak stratejik özerklik arayışına girmesinin önemli bir nedeni haline gelmiştir.
IV. Türkiye’nin Stratejik Özerklik Çabalarının Etkisi ve Sınırları
Türkiye gerçek bağımsızlıktan hâlâ çok uzak. “Küresel Güney” ülkelerinin yükselişi ile Türkiye’nin stratejik özerklik uygulaması arasında etkileşimli bir ilişki bulunmaktadır. Bir yandan, “Küresel Güney”in yükselişi, Türkiye’nin stratejik özerklik arayışını şekillendiren bir etkiye sahiptir ve Türkiye’ye stratejik alan ve uluslararası bir ortam sağlamaktadır. Öte yandan, Türkiye’nin stratejik özerklik arayışındaki önlemleri ve performansı, “Küresel Güney” ülkeleri için de yön, yol ve politika alanı sağlayacaktır. Ancak, çeşitli faktörlerin kısıtlamaları nedeniyle, Türkiye’nin stratejik özerkliği hala sınırlıdır.
(I) Stratejik Özerkliğin Etkisi
Stratejik özerklik peşinde koşmak, Türkiye’yi Batılı müttefiklerine olan bağımlılığından büyük ölçüde kurtarmış, Türkiye’yi büyük güçler arasındaki rekabette avantajlı bir konuma getirmiş, “Küresel Güney” ülkelerine stratejik alan ve faydalar sağlamıştır ve bu da Türkiye’nin “Küresel Güney” dışındaki ülkelerle ilişkilerinin dönüşümünü hızlandırmaktadır.
Stratejik Özerklik çabaları, Türkiye’nin Büyük Güçler Arasındaki Rekabette Manevra Yapmasına Olumlu Etki Ediyor
Büyük güçler arasındaki rekabette, “Küresel Güney” ülkeleri uluslararası mücadelelerde daha zengin deneyimler kazanmaktadır. “Küresel Güney” ülkelerinin bağımsız karar alma yeteneği güçleniyor ve “Küresel Güney” ülkelerinin diplomasi daha olgun hale geliyor. Şu anda, Türkiye’nin ulusal kimliği ve diplomatik davranışları yeniden şekillenmektedir. Türkiye, Batı yanlısı bir ABD müttefiki olmaktan, stratejik özerkliğe açık bir tutum sergileyen “Küresel Güney”e doğru kaymaktadır. Stratejik özerklik, Türkiye’ye uluslararası sistemde hayatta kalmak ve gelişmek için daha istikrarlı bir alan sağlamıştır. Türkiye, mevcut uluslararası duruma pasif olarak uyum sağlamak yerine aktif olarak entegre olarak, ABD’nin politika hataları nedeniyle zorluklara sürüklenmekten kaçınmakla kalmayıp, aynı zamanda Türkiye’nin uluslararası etkisini sürdürmek ve güçlendirmek, kendi güvenliğini ve çıkarlarını koruma yeteneğini güçlendirmek de mümkün olmaktadır. Stratejik özerklik uygulamalarıyla Türkiye, “Küresel Güney” ülkeleriyle daha yakın ekonomik bağlar kurmuştur. 2000 yılında, Türkiye’nin geleneksel olarak zayıf bağları olan Güney Yarımküre bölgeleri, Türkiye’nin ihracatının %6’sından azını ve ithalatının yaklaşık %13’ünü oluşturuyordu. On yıl sonra, Türkiye’nin bu bölgelere yaptığı ihracat %9’a, bu bölgelerden yaptığı ithalat ise %22’ye sıçradı. Türkiye’nin Küba, Venezuela, Bolivya ve Nikaragua dahil olmak üzere Latin Amerika ülkeleriyle işbirliği ilişkileri hızla gelişmiştir.
Türkiye’nin Batı’nın müttefiki ve “Küresel Güney” ülkesi olarak ikili kimliği
Türkiye’nin Batı’nın müttefiki ve “Küresel Güney” ülkesi olarak ikili kimliği, Türkiye’nin her iki taraftan da fayda sağlamasına yardımcı olur ve her iki tarafın Türkiye üzerindeki kısıtlamalarını ve cazibesini azaltır. Bir yandan, NATO üyesi ve AB aday ülkesi olarak, Türkiye her ikisine de güvensiz olmasına rağmen, Türkiye’nin önemli coğrafi konumu ve kimliği sayesinde NATO’dan güvenlik koruması ve AB’nin geniş pazarına ve ekonomik yardımına erişim sağlayabilmektedir. Öte yandan, Türkiye’nin BRICS işbirliği mekanizmasına katılma başvurusu, Türkiye’nin etkisini “Küresel Güney” ülkeleriyle etkileşim yoluyla gösterip güçlendirmesine ve bu ülkelerin tanınmasını ve kabulünü sağlamasına olanak tanıyabilir. Türkiye’nin kendi güvenlik ve kalkınma hesaplamaları ve planları rehberliğinde, Türkiye çok yönlü bir denge yoluyla stratejik esnekliğini korumakla kalmayıp, stratejik esneklikten de yararlanarak Türkiye’nin ulusal çıkarlarını en üst düzeye çıkarmaktadır. Büyük güç rekabeti ve oyunları bağlamında, stratejik özerklik sayesinde Türkiye’nin ulusal çıkarları artık ABD ve Batı’ya bağlı değildir ve bu stratejik özerklik, ABD ve Batı’nın kısıtlamalarını azaltmakta ve Türkiye’nin karşı karşıya olduğu riskleri düşürmektedir. Erdoğan’ın AKP’sinin bu kadar uzun süre kesintisiz iktidarda kalabilmiş olması, AKP’nin stratejik özerklik söyleminin iç halkın onayını kazandığını ve Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmasında belirli bir rol oynadığını göstermektedir. Türkiye’nin stratejik özerklik uygulamaları rehberliğinde Türkiye, bölgesel ve küresel güçlerle ilişkilerinin geliştirilmesinde ulusal çıkarlarının korunmasına önem vermekte ve stratejik özerkliği dış politikasında daha fazla manevra alanı için bir fırsat penceresi olarak görerek çok taraflı ve dengeli bir politika izlemektedir. Çevre bölgelerdeki istikrar ve güvenlik, Türkiye için uzun vadeli hedeflerdir. Özellikle Kürt meselesinde Türkiye, ABD’nin etkisinden uzak bir şekilde Kürt silahlı gruplara saldırarak kendi ulusal güvenliğini ve bölgesel istikrarı korumaya çalışmaktadır.
Türkiye’nin Stratejik Özerklik Uygulaması, “Küresel Güney” Ülkeleri için Stratejik Alan ve Avantajlar Sağlamaktadır
Türkiye’nin stratejik özerklik arayışı, Çin ve Rusya’yı da içeren “Küresel Güney” ülkelerinin genel eğilimini temsil etmektedir. Rusya’nın durumu ilginçtir: geçmişinde hegemonyacılık gölgesi olsa da, Rusya’nın mevcut dış politikası “Küresel Güney”in kolektif yükselişine ve mücadelelerine güçlü destek vermeyi önceliklendiren bir politika benimsemiştir. Nesnel olarak, Türkiye’nin stratejik özerklik arayışı, uluslararası toplumun kazan-kazan işbirliği çağrısına yeni bir güç katabilir, “Küresel Güney” ülkelerinin uluslararası statüsünü ve etkisini artırabilir ve “Küresel Güney” ülkelerinin Türkiye’de etki sahibi olmaları için alan sağlayabilir. Bu etki, bu ülkelerin Türkiye diplomasisindeki statüsünü güçlendirmekte, “Küresel Güney” ülkelerinin ortaklaşa güçlenmesine, adil ve rasyonel yeni bir uluslararası siyasi ve ekonomik düzenin kurulmasına ve dünya çok kutupluluğunun gelişmesinin teşvik edilmesine katkıda bulunmaktadır.
Türkiye-Rusya İlişkileri
Türkiye-Rusya ilişkileri konusunda, Türkiye’nin Rusya ile daha özerk bir şekilde etkileşime girmesi, Türkiye-Rusya ikili ilişkilerinin iyileştirilmesine katkıda bulunmakta ve Türkiye-Rusya ilişkilerinin gelişmesi için fırsatlar sunarken, Türkiye’nin Rusya ile daha özerk bir şekilde etkileşime girmesi, ABD-Rusya büyük güç rekabetinde Rusya’ya da fayda sağlamaktadır. Türkiye’nin Rusya ile çok yönlü işbirliği ilişkileri bulunmaktadır: nükleer enerji, gaz, petrol, turizm, taze gıda maddeleri. Rusya için, Türkiye’nin stratejik özerklik uygulaması kapsamında Rusya ile işbirliğini sürdürmesi, ABD ve Batı ülkelerinin Rusya üzerindeki stratejik rekabet baskısını zayıflatabilir. 21. yüzyıldan bu yana ABD, Rusya’ya birçok kez ekonomik yaptırımlar uygulamıştır. Ancak Türkiye, Rusya-Ukrayna çatışmasının patlak vermesinden sonra ABD’nin yaptırım uygulamasını takip etmemiş ve bu da Rusya’nın karşı karşıya olduğu ekonomik ve siyasi baskıyı bir ölçüde hafifletmiştir. Ayrıca, Rusya ile Türkiye dahil “Küresel Güney” ülkeleri arasındaki ticaret hacmi önemli ölçüde artmış ve ABD ile Batı’nın savaş ve ekonomik yaptırımlarla Rusya’yı yıpratma girişimleri başarıya ulaşamamıştır. NATO doğuya doğru genişlemeye devam ederken, Rusya’nın stratejik tampon bölgesi daralmıştır. Türkiye’nin stratejik özerkliği uygulayıp geliştirirken Rusya’ya yakınlaşması, ABD liderliğindeki NATO’nun Rusya’yı kontrol etme yeteneğini zayıflatabilir, ABD’nin Orta Doğu’daki ittifak sistemini bölebilir ve ABD-Rusya rekabetinin yönüne derin bir etki yapabilir. Türkiye’nin bir dizi diplomatik faaliyeti, Rusya’nın Suriye iç savaşına yüksek profilli müdahalesi ve 2015’teki Türkiye-Rusya “jet düşürme” olayından bu yana iki ülke arasındaki bozulan ilişkileri iyileştirdi ve Türkiye-Rusya ikili ilişkileri ısındı. Ayrıca, Türkiye’nin önemli jeopolitik konumu nedeniyle, Türkiye ile Rusya arasındaki daha yakın ilişkiler, Rusya’nın Karadeniz’e erişimini güvence altına alabilir ve Rus petrol ve gaz kaynaklarının istikrarlı bir şekilde taşınmasını sağlayabilir. Bazı akademisyenler, “Küresel Güney” ülkelerinin stratejik özerkliğinin Rusya’ya küresel büyük güçlerle stratejik işbirliği ve bölgesel güçlerle stratejik işbirliği fırsatları sunduğunu belirtmektedir. Bunun nedeni, Rusya’nın dış politikasında stratejik özerklik arayan ve uygulayan daha fazla bölgesel aktör görmek istemesi ve bu ülkelerin ABD’nin müdahalesi olmadan kararlar almasından memnun olmasıdır.
Türkiye-Çin İlişkileri
Türkiye-Çin ilişkileri konusunda, Rusya’nın aksine Çin “Küresel Güney”in doğal bir üyesidir. Türkiye’nin “Küresel Güney” üyesi olarak stratejik özerklik çabasını uygulaması bağlamında, Çin-Türkiye ilişkilerinin gelişme beklentileri daha umut verici olacak ve Türkiye’nin stratejik özerkliği, Türkiye-Çin ikili ilişkilerinin gelişmesi için bir fırsat penceresi açacaktır. Bir yandan Türkiye, Çin’in Orta Doğu meselelerine yapıcı müdahalesine karşı daha olumlu bir tutum sergilemektedir. Bu tutum, Çin’in “Kuşak ve Yol” işbirliği girişiminin uygulanmasını teşvik etmekte ve Çin’in Küresel Güvenlik Girişimi, Küresel Kalkınma Girişimi ve Küresel Medeniyet Girişimi gibi diğer yeni girişimlerinin uygulanmasını desteklemektedir. Bu, Türkiye-Çin ikili ekonomik ve ticari işbirliği için gelişme alanı sağlıyor ; stratejik işbirliği ve Türkiye-Çin kültürel alışverişlerini teşvik etmek için bir gelişme alanı sağlar ve tüm bunlar da ABD ve Batı ülkelerinin Çin’i “Küresel Güney” ülkelerinden ayırma girişimlerini bozmaya yardımcı olur. Öte yandan, küresel yönetişim sisteminin reformu için en büyük itici güç ve kolektif özne olan “Küresel Güney” ülkelerinin özerkleşme talepleri ve bilinçli eylemleri, uluslararası düzene önemli bir olumlu etki yapabilir. Küresel meseleler alanında, geleneksel ve geleneksel olmayan güvenlik meseleleri iç içe geçmiş durumdadır ve uluslararası toplumun ortak bir yanıt vermesini gerektirmektedir. Türkiye’nin stratejik özerklik uygulaması kapsamında Çin ile işbirliğini sürdürmesi, Türkiye’nin küresel yönetişime aktif katılımı ve Türkiye’nin Batı’nın uluslararası siyasi düzenine muhalefeti, Çin’in mevcut dünya düzeninin reformunda yapıcı rol oynamasına elverişlidir.
Türkiye’nin Stratejik Özerklik Uygulaması, Türkiye’nin Küresel Güney Dışında Olan Ülkelerle İlişkilerinin Dönüşümünü Hızlandırıyor
AKP’nin iktidara gelmesinden sonra, Türkiye’nin dış politikası sık sık imparatorluk geçmişine ve Türkiye’nin bölgedeki liderlik rolüne atıfta bulunmuştur, bu da Avrupa ülkeleri ve ABD ile ilişkilerin çok gerginleşmesine yol açmıştır. Amerika Birleşik Devletler’in müttefiki olarak Türkiye’nin stratejik özerklik arayışı, bir dereceye kadar iki ülke (Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye) arasındaki farklılıkları ve çatışmaları genişletmiştir. Türkiye’nin stratejik özerklik arayışı, iki ülke arasındaki ilişkileri de kötüleştirmiş ve Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye’nin stratejik konumunun öneminden şüphe etmeye başlamasına neden olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere Batı ülkelerinin Türkiye’ye yönelik memnuniyetsizliği giderek artabilir ve Batı ülkelerinin gözünde Türkiye’ye yönelik çelişkili ve kararsız bir algı ortaya çıkabilir. Bugün bile bazı Batı ülkeleri Türkiye’ye karşı açıkça memnuniyetsizliklerini dile getirmektedir. Geleceğe bakıp bir tahminde bulunacak olursak, Türkiye özerk dış politikasından ve proaktif diplomatik stratejisinden vazgeçmeyecek ve Türkiye’nin ABD’den uzaklaşan “merkezkaç” eğilimi giderek güçlenebilir, ancak çeşitli kısıtlamalar nedeniyle Türkiye’nin özerk dış politika arayışının hızının daha da yavaşlayacağını da eklemeliyiz. Gelecekte ABD-Türkiye ilişkileri, dönemsel olarak ortaya çıkan yapısal çelişkilerle karakterize olacak ve bunu kısa vadede bu yapısal çelişkilerin hafiflemesi izleyecek ve Türkiye’nin ikili ilişkileri, işlemsel ve araçsal özellikler sergileyecektir. ABD’li RAND Corporation’ın bir araştırma raporunda, Türkiye ile NATO arasındaki merkezcil kuvvetlerin dört merkezkaç kuvvetinden etkilendiği belirtilmiş, bunlardan biri de Türkiye’nin giderek daha belirgin hale gelen stratejik özerklik arayışına işaret edilmiştir. Türkiye, NATO’nun hedeflerine genellikle ters düşen bağımsız dış politika hedeflerini daha kararlı bir izlemektedir. 1990’lardaki ilk Irak Körfez Savaşı’ndan son 2023 Filistin-İsrail çatışmasının yeni turuna kadar, ABD-Türkiye ilişkileri yukarıda bahsedilen bir dizi farklılık nedeniyle ciddi sınavlardan geçmektedir. ABD için Türkiye’nin stratejik özerklik arayışı, Türkiye’nin artık ABD’nin “piyonu” olarak hareket etmediğini görmek anlamına geliyor. ABD, Türkiye’nin daha özerk eylemleriyle karşı karşıya kalacaktır ve daha eşit bir ABD-Türkiye ortaklık ilişkisine hazırlanmaktadır. Ayrıca, ABD, değişen jeopolitik manzara ve karşılıklı bağımlılık ilişkilerine uygun bir dış politika oluştururken, Türkiye’nin stratejik ayarlamalarının etkisini de dikkate almalıdır. Ayrıca Türkiye, ABD’nin Orta Doğu stratejisinin uygulanmasında da önemli bir belirsizlik unsuru haline gelmektedir. ABD askerleri, Türkiye’nin İncirlik ve Konya hava üslerinde, İzmir’deki NATO Kara Komutanlığı’nda ve Kürecik’teki ABD erken uyarı radar sisteminde konuşlandırılmıştır. İncirlik hava üssünü örnek olarak alırsak, Soğuk Savaş döneminde kullanılmaya başlanan bu üs, ABD’nin Irak, Afganistan ve Orta Doğu’nun diğer bölgelerinde politikalarını uygulaması için önemli bir üs. Ancak Türkiye, İncirlik hava üssünü ABD ile rekabetinde sık sık bir pazarlık kozu olarak kullanmaktadır. Başarısız askeri darbe girişiminin ardından Türk yetkililer İncirlik hava üssünü kapattı ve bu askeri üsten başlatılan ABD Hava Kuvvetleri’nin “IŞİD İslam Devleti”ne yönelik hava saldırıları kesintiye uğradı. Bu eylem, ABD’nin Türkiye’nin müttefik olarak samimiyeti ve etkinliği konusundaki şüphelerini derinleştirdi.
AB-Türkiye İlişkileri
Erdoğan, Türkiye’nin AB’ye katılmaktan vazgeçmeyeceğini söylemeye devam etse de, pratikte Türkiye’nin AB’den uzaklaşma eğilimi giderek daha belirgin hale gelmektedir. Mülteci sorunu, Doğu Akdeniz sorunu, Kıbrıs sorunu ve demokrasi ve insan hakları konularında iki taraf arasındaki çatışmalar ve farklılıklar derinleşiyor. Türkiye’nin eylemleri, AB’nin Türkiye’den beklentileri ve talepleriyle çelişmekte ve Türkiye’nin demokraside gerileme yaşadığı ve giderek tek taraflı bir dış politika izlediği yönündeki AB’nin önyargısını derinleştirmektedir. Orta Doğu’daki yeni değişikliklerin ardından Türkiye, bölgede “ılımlı İslami demokrasi”nin siyasi değerini öne çıkardı ve bu Orta Doğu ülkeleri içinde “Türk modeli”ni geliştirmeye kararlı olduğunu açıkladı. Özellikle 2016’daki başarısız askeri darbe girişiminden sonra Türkiye, iç İslamlaşma sürecini hızlandırdı ve Türkiye’nin siyasi dönüşümünü aktif olarak teşvik etti. Bu, Türkiye’nin İslamileşmesinin, kimlik dönüşümü açısından Avrupalılaşmanın yerini yavaş yavaş aldığını göstermektedir. Türkiye’nin iç politikada geçirdiği siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel dönüşümler, Türkiye’nin kendine uygun ulusal kalkınma ve Türk modernizasyonunu bağımsız olarak keşfetme yoluna girdiğini göstermektedir. Bu gelişmeler, aynı zamanda ABD ve Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi “Batı modeli” bir ülkeye dönüştürme girişimlerinin başarısızlığını müjdeliyor ve Türkiye’nin “Avrupalılaşmasının” gerilediğini gösteriyor. Bu nedenle Türkiye ve AB, ilişkilerinde yeni bir model üzerinde düşünmeye başlamıştır.
(II) Türkiye’nin Stratejik Özerklik Arayışının Kaçınılmaz Sınırları
Türkiye, “Küresel Güney”in bir üyesidir ve diğer “Küresel Güney” ülkeleriyle yakınlaşarak stratejik özerklik arayışını vurgulamaktadır. Türkiye’nin stratejik özerklik arayışı giderek hızlanmakla birlikte, Türkiye’nin stratejik özerkliği hala sınırlıdır ve belirli kısıtlara sahiptir. Türkiye’nin stratejik özerklik arayışı, “Küresel Güney” ülkelerinin genel gelişme eğilimi, ABD ve Batı’nın “Küresel Güney” ülkeleriyle rekabeti ve bu ülkeleri kendine çekme çabaları ve üçüncü olarak Türkiye’nin iç faktörleri gibi unsurlar tarafından kısıtlanmaktadır.
“Küresel Güney” Ülkelerinin Yükselişinin Kaçınılmaz Sınırları
Türkiye’nin diğer “Küresel Güney” ülkeleriyle yakınlaşarak stratejik özerklik arayışı, “Küresel Güney”in genel ve kolektif yükselişinden önemli ölçüde etkilenmektedir. Bir grup ve kolektif özne olarak “Küresel Güney” ülkeleri genel bir yükseliş eğilimi göstermekte ve bu da Türkiye’ye fayda sağlamaktadır. Ancak, mevcut uluslararası sistemde, çoğu “Küresel Güney” ülkesi ekonomik olarak hala küresel endüstri zincirinin alt-orta kesiminde yer almaktadır ve bağımlılık sorununu aşmaya çalışmaktadırlar. Birçok ülke hala siyasi olarak özerk bir kalkınma misyonuyla karşı karşıya ve etnik ve dini sorunlar, sanayileşme ve modernleşme gibi iç yönetişim sorunlarıyla boğuşmaktadır. Genel olarak, “Küresel Güney” ülkeleri, liberal uluslararası düzeni altüst etmek bir yana, geleneksel gelişmiş ülkelere henüz temel bir meydan okuma getirememektedir. “Küresel Güney” iç yapısı, bir uluslararası örgüt veya siyasi blok değildir ve “Küresel Güney”in net bir üyelik yapısı da yoktur. “Küresel Güney”, farklı değerlere, kültürel geleneklere ve gelişmişlik düzeylerine sahip gelişmekte olan ülkeler ve yükselen pazar ülkelerinden oluşan gevşek bir gruptur. Aynı zamanda, “Küresel Güney” grubu Çin ve Rusya gibi büyük güçleri, Türkiye ve Brezilya gibi orta güçleri ve çok sayıda az gelişmiş ülkeyi içermektedir. Bu ülkeler farklı çıkarları olduğundan, birçok alanda önemli farklılıklar ve eşitsizlikler ortaya çıkmakta ve bu da birleşik, kurumsallaşmış bir platform oluşturulmasını zorlaştırmaktadır. Buna ek olarak, yeni yükselen “Küresel Güney” ülkeleri, Batı ülkeleri tarafından kullanılmaya ve bölünmeye yatkındır, bu da belirli bir derecede kırılganlık ve istikrarsızlık olduğunu göstermektedir. Batı ülkeleri, “Küresel Güney” ülkelerini kazanmaya çalışarak ve zaman zaman pohpohlama yoluyla “Küresel Güney” kavramını kendi çıkarlarına uygun bir söylem içine hapsetmeye çalışıyorlar. Aşağıda belirtildiği gibi, ABD ve Batı ülkeleri bu ülkelerin tamamen özerk olmasını istememekte ve Çin’i “Küresel Güney” ülkelerinden izole etmeye çalışarak Çin ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki ilişkileri bozmaya çalışmaktadırlar. Örneğin, 2023 Münih Güvenlik Konferansı’nda “Kuzey-Güney işbirliği” konusu tartışıldı ve G7 zirvesi de bazı “Küresel Güney” ülkelerini G7 toplantılarına davet etti. Büyük güçler arasındaki rekabet bağlamında, Türkiye de dahil olmak üzere “Küresel Güney” ülkeleri, ABD ve Batı’nın kazanmak istediği kilit hedefler olmaya devam edecek. Bir akademisyen şöyle yazmıştır: “Buradaki sonucum, Türkiye’nin güney rotası (“Küresel Güney”) Türklerin geleneksel rotasına (Batı) alternatif olmadığı gibi, geleneksel rotanın (Anadolu) da alternatifi olmadığıdır. Aksine, bana göre Türkiye’nin güney rotası, küresel yönetişimde önem kazanmayı amaçlayan tamamlayıcı bir rotadır”.
Küresel Güney Dışındaki Batılı Ülkelerden Kaynaklanan Türkiye’nin Stratejik Özerklik Arayışına Yönelik Kısıtlamalar
“Küresel Güney” ülkelerinin kolektif yükselişi ve stratejik özerklik arayışının ortasında, ABD ve Avrupa’nın temsil ettiği “Küresel Güney” dışı ülkeler, bu “Küresel Güney” ülkelerini kazanmak ve onlarla rekabet etmek için aktif olarak çaba göstermektedir. Elbette ABD ve Avrupa, “Küresel Güney” ülkelerinin stratejik özerklik arayışının çok fazla öne çıkmasını istememektedir. Türkiye ABD’nin müttefiki olmaya devam ettiği sürece, stratejik özerklik arayışı ABD’nin tolere edilebilir sınırları içinde kalırsa, ABD hala Türkiye’yi ikna ve onunla uzlaşma yoluna gidebilir. Ancak Türkiye, ABD’nin kırmızı çizgisini aşar, ABD’nin Orta Doğu’daki temel çıkarlarına dokunur, hatta ABD’nin liderliğine ve hegemonyasına meydan okursa, bu durum ABD’nin tutumunun eleştiriye, hatta yaptırımlara doğru kaymasına yol açacaktır. Bir yandan, Türkiye’nin sert tutumu ve güçlü eylemleri, Türkiye’nin ABD ile olan bağımlılık ilişkisini ortadan kaldıramaz. ABD, Türkiye’nin ulusal güvenliğini korumada önemli bir rol oynamaktadır. Ayrıca, Türkiye askeri, ekonomik ve siyasi hedeflerine ulaşmak için hâlâ ABD’ye güvenmek zorundadır ve Türkiye henüz bölgesel güvenlik hakimiyeti konusunda ABD ile rekabet edebilecek durumda değildir. Türkiye, savunma teçhizatı ve silahlarını çeşitlendirmek için büyük çaba sarf etse de, öngörülebilir gelecekte savunma ürünlerinde önemli miktarda Amerikan malı teçhizat bulunmaya devam edecek ve Türkiye’nin NATO’nun güvenlik ve savunma sisteminden tamamen kopması imkansızdır. Bir Türk düşünce kuruluşunun “Türkiye-NATO İlişkilerinin 70 Yılı” başlıklı araştırma raporu, NATO’nun Türkiye için önemini ve Türkiye’nin NATO’ya katkılarını ayrıntılı olarak ele almış, “NATO 2030” gündeminde Türkiye’nin konumunu değerlendirmiş ve Türkiye-NATO ilişkilerini derinleştirmek için çeşitli politika önerileri sunmuştur. Öte yandan, Türkiye’nin stratejik özerklik arayışı, ABD’nin Orta Doğu’daki stratejik geri çekilmesinden bir dereceye kadar yararlanmış olsa da, bu durum ABD’nin Orta Doğu meselelerindeki önemli konumunu temelden değiştirmeyecektir. Türkiye, ABD’nin stratejik ittifak sisteminde önemli bir bağlantı olmaya devam etmektedir. Büyük güçler arasındaki rekabetin gereklilikleri nedeniyle, Biden yönetimi bölgesel müttefikleri ve ortaklarıyla ilişkileri yeniden inşa etmeyi amaçlayan “Yeni Orta Doğu Politikası”nı başlattı. ABD’nin Orta Doğu stratejisindeki bu mikro ayarlamalar, Türkiye’nin stratejik özerklik arayışını sürdürme kapasitesini ve manevra alanını bir dereceye kadar zayıflatmıştır. Bu nedenle, Türkiye’nin stratejik özerklik talebi nedeniyle Türkiye ile ABD arasındaki çatışmalar derinleşse de, Türkiye’nin ABD’ye asimetrik bağımlılığı, Türkiye’nin stratejik özerklik hedeflerini ve vizyonunu uzun süre kısıtlamaya devam edecektir. Bu bağlamda, bazı akademisyenler stratejik bağımlılıktan stratejik özerkliğe geçişin Türkiye’deki NATO ittifakı içindeki ilişkisini değiştirdiğini, ancak Türkiye-NATO’nun karşılıklı ihtiyaçlarının “kopmadan çatışma” durumunu sürdüreceklerini belirlediğini belirtmiştir.
Avrupa Birliği için, AB Türkiye’nin üyeliğini kabul etmekte yavaş olsa da, bu önemli üyeyi tamamen terk etmek istememekte ve AB-Türkiye ilişkileri için yeni bir model arayışını önemli bir gündem maddesi olarak görmektedir. Doğu Akdeniz konusunda Türkiye ve AB’nin ortak çıkarları vardır ve olası zorlukları birlikte ele almalıdırlar. Alman Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsü Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi’nden Bayan İlke Toygür, AB politika yapıcılarının artık Türkiye’nin AB üyeliği öncülüne dayalı olarak etkili diplomasi yürütemeyeceklerini veya daha geniş jeopolitik stratejiler geliştiremeyeceklerini savunmaktadır. AB politika yapıcıları, Türkiye’nin demokratik gerilemesi ve AB-Türkiye ilişkilerinin diğer yönleri üzerinde yeniden etki kazanmak için başka yerlere bakmalı ve yenilikler yapmalıdır. Buradan, Türkiye’nin “Avrupalılaşma”dan sapmasının ilişkilerin tamamen kopması anlamına gelmediği ve AB’nin Türkiye’nin kimlik sorununa yönelik tutumunun, Türkiye’nin stratejik özerklik arayışında hâlâ önemli bir rol oynadığı görülebilir.
Türkiye’nin Stratejik Özerklik Arayışında İç Faktörlerden Kaynaklanan Kısıtlamalar
Bazı akademisyenler, Türkiye’nin ikileminin, iç politikasının bölünmüş değerlere sahip bir toplum üzerine kurulu olması olduğunu belirtmiştir. Bu ikilemin temelinde, AKP ve Erdoğan’ın ekonomik kalkınmayı sürdürme ve siyasi-değer dengesi sağlama becerisi yatmaktadır. Şu anda Türkiye, lira değer kaybı, artan enflasyon ve işsizlik oranındaki artışla karşı karşıya olup, bu durum ekonomik kalkınması üzerinde büyük bir olumsuz etki yaratmakta ve Türkiye’nin stratejik özerklik arayışına ekonomik destek sağlama yeteneğini doğrudan sınırlamaktadır. “2023 Vizyonu”ndan “Türkiye Yüzyılı”nı başlatma çağrısına kadar, Erdoğan’ın liderliğindeki Türkiye’nin hırslı olduğu söylenebilir. Ancak şu anda “Vizyon”daki ekonomik hedeflerin çoğu gerçekleştirilememiştir. Örneğin, Türkiye 2023 yılına kadar kişi başına düşen GSYİH’si 25.000 dolar olan dünyanın en büyük on ekonomisinden biri olmayı hedeflemişti. Ekonomik küreselleşme derinleştikçe, hiçbir ülke mevcut uluslararası ekonomik düzenden kopamaz, özellikle de Türkiye’nin ekonomik endüstrileri hala düşük-orta seviyede ve ABD’ye finansal ve ekonomik bağımlılığı nispeten güçlü olduğu için. Yabancı yatırımlara aşırı bağımlı olan uzun vadeli ekonomik büyüme modeli, Türkiye’nin endüstriyel yapısını tamamen değiştirmesine izin vermemiştir. Bu nedenle, Türkiye ekonomisi hala büyük risklerle karşı karşıyadır. Türkiye şu anda hala bir orta güçtür ve bir orta gücün gücü, stratejik özerkliğe yönelik aşırı hırslarını ve beklentilerini destekleyemez, bu da Türkiye’nin stratejik özerklik arayışının sınırlarını belirler. Bu nedenle, Türkiye stratejik özerklik peşinde olsa da ve Rusya ve Çin ile yakın ilişkiler sürdürse de, Batı’yı kendinden uzaklaştırmayı göze alamaz. Türkiye’nin NATO üyesi ve AB gümrük birliğinin bir parçası olma kimliği, Türkiye için hala önemli bir rol oynamaktadır.
Türkiye’nin stratejik özerklik arayışı, iç muhalefet partilerinin baskısıyla da karşı karşıyadır. 2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, en büyük muhalefet partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi ve koalisyon ortakları oyların %48’ini aldı ve Erdoğan az bir farkla seçildi. Önceki seçimlerde CHP ile AKP arasındaki oy farkı çok daha büyüktü. 2024 yerel seçimlerinde CHP, İstanbul, Ankara ve İzmir gibi Türkiye’nin büyük şehirleri ve çoğu kıyı bölgesi dahil olmak üzere 35 şehirde (AKP 24 şehirde kazandı) belediye başkanlığı seçimlerini kazandı ve oyların yaklaşık %37,8’ini aldı (AKP yaklaşık %35,48 aldı). Bu belediye başkanlığı seçimi, hem Erdoğan hem de AKP için büyük bir darbe oldu. Bunun nedeni, Türkiye’deki iç muhalefetin NATO’yu desteklemesi, NATO’nun ulusal güvenlik için caydırıcılık sağlamadaki önemli rolünü kabul etmesi ve Türkiye’yi F-35 programına geri döndürmeye çalışarak ABD ile eşit temelde ittifak ilişkisini ilerletmeye çalışmasıdır. O dönem Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın Türkiye’sini Batı yolundan saptığı için eleştirmişti. İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Erdoğan hükümetinden Rusya’ya aşırı bağımlılıktan kurtulmasını, S-400 füzelerinden vazgeçmesini ve Rusya ile ortaklaşa inşa edilen Akkuyu nükleer santralini kamulaştırmasını talep etti. Türkiye’nin en etkili iş örgütlerinden biri olan Türkiye Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Simone Kaslowski, Erdoğan hükümetine Rusya-Ukrayna çatışmasını Batı’ya dönmek ve NATO veya Avrupa Konseyi’nin güvenilir bir üyesi olmak için tam olarak değerlendirmesi çağrısında bulundu.
V. Sonuç
“Küresel Güney” ülkelerinin yükselişi ve Türkiye’nin kendi ulusal gücünün artmasıyla birlikte, Türkiye’nin stratejik özerklik çabaları ekonomik, siyasi, kültürel, savunma ve diplomatik alanlarda dikkate değer bir performans ve belirgin özellikler sergilemiştir. Türkiye’nin stratejik özerklik çabaları, “Küresel Güney” ülkelerinin kolektif yükselişi üzerinde önemli bir olumlu etki yaratmıştır ve Türkiye’nin “Küresel Güney” dışındaki ülkelerle ilişkilerinde önemli bir olumlu etki yaratmıştır. Çeşitli kısıtlamalar nedeniyle, Türkiye’nin stratejik özerklik çabalarının hızı daha da yavaşlayacak, ancak genel olarak Türkiye’nin stratejik özerklik arayışı, iç ve dış politika dönüşümünü güçlü bir şekilde yönlendirmeye devam edecektir. Türkiye, çok sayıda güçlü küresel aktör arasında bir denge sağlamak için “Küresel Güney” ülkelerine yakınlaşmaya devam edecektir. Türkiye’nin stratejik özerklik arayışının amacı, aşırı Batı yanlısı çizgisini düzeltmektir, sanıldığı gibi Batı’dan tamamen kopmak değildir. Bu nedenle, Türkiye’nin stratejik özerklik arayışının özünü net bir şekilde anlamalıyız: Bu, ABD ittifak sisteminden veya NATO’nun güvenlik çerçevesinden tamamen kopmak değil, Türkiye’nin bu söylemi (stratejik özerklik arayışı) ulusal çıkarlarını gerçekleştirmek için kullanmak istemesi anlamına geliyor. Sonuçta, Türkiye’nin gerçek stratejik özerkliğe ulaşıp ulaşamayacağı, hem uluslararası hem de iç ortamdaki değişikliklere bağlıdır ve daha fazla gözlem ve inceleme gerektirir. Türkiye’nin stratejik özerklik çabalarını rasyonel bir şekilde değerlendirmeli, Türkiye’nin kararlılığını küçümsememeli ve Türkiye’nin stratejik özerklik konusundaki yeteneklerini abartmamalıyız. Bu konuyu net bir şekilde anlamak, Çin-Türkiye ilişkilerinin gelecekteki gelişimi için faydalı olacaktır.
Hem “Küresel Güney” ülkesi hem de ABD’nin müttefiki olan Türkiye, stratejik özerklik arayışında temsil edici ve tipik bir örnektir. “Küresel Güney” üyesi olan ve ABD ittifak sistemi içinde yer alan Suudi Arabistan, BAE ve diğer Körfez ülkeleri de stratejik özerklik arzusu içindedir. Büyük güçler arasındaki rekabetin gelişmesiyle birlikte, ABD ve Batı, bu “Küresel Güney” ülkelerini kazanmak ve aralarında rekabet etmek için yoğun çaba sarf etmektedir. Yükselen bir büyük güç ve “Küresel Güney” üyesi olarak Çin, bu ülkelerle sürdürdüğü işbirliğini “Üç Küresel Girişim”in uygulanmasıyla birleştirmeli, işbirliği ve karşılıklı yarar zihniyetini savunmalı, küresel yönetişim sistemi ve yönetişim kapasitesinin reformunu ortaklaşa teşvik etmeli ve böylece ABD ve Batı’nın “Küresel Güney” ülkelerini kazanma girişimlerini boşa çıkarmalı ve Çin’in diplomatik stratejisini optimize etmelidir.
Dipnotlar ve Referanslar
[2] Jakob Lindgaard ve Moritz Piper, “Türkiye’nin NATO’daki Geleceği: İttifak Bağımlılığı, Rusya ve Stratejik Özerklik Arasında”, DIIS, Kopenhag, 2020; Tamseel Aqdas, “Liberal Dünya Düzeninde Stratejik Özerklik için Türkiye’de Neo-Osmanlıcılığın Yükselişi”, Güvenlik ve Stratejik Analizler Dergisi, Cilt 9, No. 1, Temmuz 2023; Mustafa Kutlay ve Ziya Öniş, “Batı Sonrası Düzeninde Türk Dış Politikası: Stratejik Özerklik mi, Yeni Bağımlılık Biçimleri mi?”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 97, No. 4, 2021; Guo Changgang ve Liang Yingying, “Türkiye-NATO İlişkileri: Stratejik Özerklik mi, İttifak Öncelikli mi?”, Batı Asya ve Afrika, No. 1, 2023.
[3] Ding Gong, “Türkiye’nin Orta Güç Diplomasisinin Gerçeği ve Olasılığı”, Arap Dünyası Çalışmaları, No. 5, 2012; Huang Zhong ve Song Xiaoli, “Önemli Orta Ülkelerin Çok Taraflı Ortak Diplomasisi”, Çağdaş Uluslararası İlişkiler, No. 9, 2024; Bugra Süslər, “Türkiye: Değişen Dünyada Ortaya Çıkan Bir Orta Güç mü?”, LSE IDEAS Stratejik Güncelleme, Mayıs 2019.
[4] Hakan Yapar, “Stratejik Derinlikten Mavi Vatan’a ve Ötesine: Türkiye’nin Daha Büyük Stratejik Özerkliğe Doğru Kayışını Anlamak,” Görüş Belgesi, IEEE 40, 2021; Alberto Gasparetto, “Transition and Middle Power: Turkey’s Strategic Autonomy on the Atlantic Area Border with the Middle East, the Mediterranean and the Horn of Africa,” Springer Nature Switzerland AG, 2021.
[5] Veysel Tekdal, “Çin ile Daha Yakın İlişkiler Yoluyla Daha Fazla Özerklik? Türkiye-Çin İlişkilerini Yeniden Ele Almak,” Oasis, 2023; Orhan Gafarlı ve Julia Roknifard, “Türkiye’nin ‘Stratejik Özerklik’ İnşa Etme Politikası Bağlamında Rusya ile İlişkiler,” Uluslararası İlişkiler, Cilt 20, No. 79, 2023.
[6] Stewart Patrick ve Alexandra Huggins, “‘Küresel Güney’ Terimi Yükselişte. Kullanımdan Kaldırılmalıdır,” Carnegie Uluslararası Barış Vakfı, 15 Ağustos 2023, https://carnegieendowment.org/2023/08/15/term-global-south-is-surging.-it-should-be-retired-pub-90376, 27 Ocak 2024 tarihinde erişilmiştir.
[7] Forging a Global South, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programları, 19 Aralık 2004.
[8] “PPP Temelli GSYİH, Dünya Payı,” IMF, Ekim 2024, https://www.imf.org/external/datamapper/profile/OEMDC/WEO, 20 Kasım 2024 tarihinde erişilmiştir.
[9] Huang Chao, “Uluslararası Politik Ekonomi Perspektifinden ‘Küresel Güney’in Anlamı,” Dünya Ekonomisi Çalışmaları, No. 9, 2023, s. 9.
[10] MIKTA (Orta Güçlerin İşbirliği), Meksika, Endonezya, Güney Kore, Türkiye ve Avustralya’nın kendi kendilerini organize ettikleri bir çıkar koalisyonudur. Bu ülkeler, hızlı ekonomik büyüme, benzer diplomatik kavramlar ve yakınlaşan çıkarlar gibi ortak özelliklere sahiptir. Daha demokratik ve adil bir çok kutuplu dünya kurma ortak stratejik hedefini paylaşırlar ve hepsi çok taraflı işbirliğini teşvik ederek daha fazla hak ve sorumluluk kazanmayı umarlar, uluslararası sahnede etki ve söylem gücü kullanmak için aktif ve barışçıl yöntemler kullanma eğilimindedirler.
[11] Holsti’ye göre, rol kavramı, karar vericilerin kendi ülkelerine uygun genel kararlar, taahhütler, kurallar ve eylemler hakkındaki tanımlarının yanı sıra, ülkelerinin uluslararası sistemde veya alt bölgesel sistemlerde tutarlı bir şekilde oynaması gereken işlevleri de içerir. Bkz. Kalevi J. Holsti, “Dış Politika Çalışmalarında Ulusal Rol Kavramları”, Uluslararası Çalışmalar Üç Aylık Dergisi, Cilt 14, Sayı 3, 1970, s. 245-246.
[12] Ziya Öniş ve Mustafa Kutlay, “Değişen Küresel Düzen İçinde Yükselen Güçler: BRICS Çağında Türkiye’nin Politik Ekonomisi,” Third World Quarterly, Cilt 34, No. 8, 2013, s. 1409.
[13] Harry Clynch, “Ankara Konsensüsü: Türkiye Yükselen Afrika’da Etkisini Nasıl Artırıyor,” African Business, 6 Şubat 2024, https://african.business/2024/02/politics/the-ankara-consensus-how-turkey-is-boosting-influence-in-rising-africa1, 9 Haziran 2024 tarihinde erişilmiştir.
[14] Ziya Öniş ve Caner Bakır, “Finansal Küreselleşme Çağında Türkiye’nin Politik Ekonomisi: AB’nin Önemi,” Güney Avrupa Toplumu ve Siyaseti, Cilt 12, No. 2, 2007, s. 156.
[15] Zou Zhiqiang, “Türkiye’nin Ekonomik Yönetişimindeki Kriz ve Dönüşüm,” Arap Dünyası Çalışmaları, No. 1, 2018, s. 9.
[16] “Türkiye, ABD Doları Hegemonyasından Kaçan Diğer Ülkelere Katıldı,” Mint Press News, 21 Nisan 2018, https://www.mintpressnews.com/turkey-joins-other-nations-flocking-from-dollar-hegemony/240867/, 6 Nisan 2024 tarihinde erişildi.
[17] Zou Zhiqiang ve Yu Haijie, “İdeal Yönetişim ve Gerçek Zor Durum: Türkiye’nin ‘Yüzüncü Yıl Vizyonu’nun Ekonomik Performansının Analizi,” Batı Asya ve Afrika, No. 6, 2023, s. 78.
[18] Wei Min, “‘Erdoğanomics’ ve Başkanlık Sistemi Altında Türk Ekonomi Politikasının Yönü—Merkez Bankası Bağımsızlığı Perspektifinden,” Turkish Studies, No. 1, 2018, s. 37.
[19] “Erdoğanomics” terimi ilk olarak Şubat 2016’da The Economist dergisinde ortaya çıktı ve daha sonra Erdoğan hükümetinin ekonomi politikası önerileri için akademik bir terim haline geldi.
[20] Özgür Orhangazi ve A.Erinç Yeldan, “Çalkantı İçindeki Türkiye: Heterodoksi mi, Neoliberal Çevresel Kalkınmada Yeni Bir Sayfa mı?”, Development and Change, Cilt 54, Sayı 5, 2023, s. 1-29.
[21] Tuba Sahin, Gokhan Ergocun ve Yunus Girgin, “Türkiye, Dönüm Noktası Olan Yeni Ekonomik Reform Paketini Açıkladı,” AA News, 13 Mart 2021, https://www.aa.com.tr/en/economy/turkey-announces-landmark-new-economic-reform-package/2173910, 20 Mayıs 2024 tarihinde erişilmiştir.
[22] Xu Xiujun ve Shen Chen, “Küresel Güney’in Yükselişi ve Dünya Düzeninin Evrimi,” Uluslararası Çalışmalar, No. 4, 2023, s. 67-68.
[23] Metin Gurcan, “Türkiye Ordusunu Nasıl Reform Ediyor,” Al-monitor, 11 Ağustos 2016, http://www.al-monitor.com/pulse/originals/2016/08/turkey-military-reforms-are-democratically-deficient.html, 15 Mayıs 2024 tarihinde erişilmiştir.
[24] Zeng Xianghong ve Zhang Junsu, “İmparatorluk Nostaljisi, Jeopolitik Fırsatlar ve Türk Dış Politikasındaki Dönüm Noktası”, Foreign Affairs Review, No. 2, 2022, s. 68-70.
[25] Zan Tao, Modern Devlet ve Ulus İnşası: 19. Yüzyıl Başlarında Türk Milliyetçiliği Üzerine Bir İnceleme, Pekin: Sanlian Kitapevi, 2011 baskısı, s. 381.
[26] Murat Yeşiltaş, “Türkiye’nin İddialı Askeri ve Savunma Stratejisini Çözmek: Hedefler, Temeller ve Etkileri,” Insight Turkey, Cilt 22, No. 3, 2020, s. 96.
[27] Stratejik Plan 2024-2028, SSB, 5 Nisan 2024, https://www.ssb.gov.tr/Images/Uploads/MyContents/V_20240405145902497059.pdf, 13 Nisan 2024 tarihinde erişilmiştir.
[28] “Türkiye Yüzyılı İçin Doğru Adımlar: 2023 Seçim Beyannamesi,” s. 254-261, Liang Qin ve Li Yubo, “Türkiye Yüzyılı Ulusal Stratejik Vizyonunun Analizi,” Çağdaş Uluslararası İlişkiler, No. 1, 2024, s. 85. “Türkiye Yüzyılı” ulusal stratejisi, Türkiye’nin iç politikası, ekonomisi, güvenliği ve diplomasisini kapsamaktadır. Aynı zamanda Türkiye’nin yüz yıllık yönetim deneyimini özetleyen ikinci yüzyılı için stratejik planı ve Türkiye’nin gelecekteki uluslararası düzene ilişkin anlayışı ve planlamasıdır.
[29] Burak Ege Bekdil, “Türkiye Üç Fırkateynin İnşaası İçin Yerli Tersaneleri Seçti,” Defense News, 25 Ocak 2023, https://www.defensenews.com/industry/2023/01/24/, 24 Temmuz 2024 tarihinde erişildi.
[30] Mathew George ve Katarina Djokic, “Uluslararası Silah Transferlerinde Eğilimler, 2024,” SIPRI, Mart 2025, https://www.sipri.org/sites/default/files/2025-03/fs_2503_at_2024_0.pdf, 20 Mart 2025 tarihinde erişilmiştir.
[31] Davutoğlu, 2001 yılında yayımlanan “Stratejik Derinlik” adlı kitabında “Stratejik Derinlik” doktrinini (aynı zamanda “Davutoğlusizm” olarak da bilinir) ayrıntılı olarak ele almıştır. Davutoğlu, Türkiye’nin tarihi ve coğrafi konumu nedeniyle “stratejik derinliğe” sahip olduğunu savunmuş ve Türkiye’yi “merkezi güç” olarak sınıflandırmıştır. Bu fikir, AKP’nin iktidara gelmesinden sonra yeni dış politika düşüncesi haline gelmiştir.
[32] Ariel González Levaggi ve Federico Donelli, “Türkiye’nin Küresel Güney ile Değişen İlişkileri,” Uluslararası İlişkiler, Cilt 7, Sayı 4, 2021, s. 1111.
[33] Federico Donelli ve Ariel Gonzalez Levaggi, “Küresel Aktör Olmak: Küresel Güney için Türkiye’nin Gündemi,” Rising Powers Quarterly, Cilt 1, Sayı 2, 2016, s. 97.
[34] Emre Karaca, “Türkiye’nin Rusya’ya Yaptırım Uygulama Planı Yok: Türk Siyasetçi,” AA News, 3 Mart 2022, https://www.aa.com.tr/en/russia-ukraine-crisis/turkiye-has-no-plans-to-impose-sanctions-on-russia-turkish-politician/2521887, 14 Nisan 2024 tarihinde erişildi.
[35] Suat Kiniklioglu ve Valeriy Morkva, “Türk-Rus İlişkilerinin Anatomisi,” Güneydoğu Avrupa ve Karadeniz Çalışmaları, Cilt 7, Sayı 4, 2007, s. 535-536.
[36] Meliha Benli Altunisik, “Türkiye’nin Dış Politikasındaki Değişim: Küresel Değişimler ve İç Politika,” Routledge Diplomasi ve Devlet Yönetimi El Kitabı, Londra: Routledge Yayınları, 2022, s. 172.
[37] Zhou Guiyin, “Küresel Güney’in Yükselişi ve Küresel Yönetişim Sisteminin Reformu: Uluslararası Kurallar ve Kurumlar Örneği,” Uluslararası Görünüm, No. 2, 2024, s. 98.
[38] Emel Parlar Dal, “Küresel Yönetişim Ağı’nda ‘Yükselen Orta Güç’ Olarak Türkiye’nin İzinde: Tercihler, Yetenekler ve Stratejiler,” Journal of International Affairs, Cilt 19, No. 4, 2014, s. 112.
[39] Ibrahim Al-Marashi ve Nilsu Goren, “Türk Algısı ve Nükleer Silahların Yayılması,” Stratejik İçgörüler, Cilt 8, Sayı 2, Nisan 2009, s. 4-5.
[40] Berdal Aral, “Dünya Beşten Büyük: Türkiye’nin Yeni Uluslararası Bakış Açısının Yararlı Manifestosu,” Insight Turkey, Cilt 21, No. 4, 2019, s. 72.
[41] Yüksel Taşkin, “Türkiye’nin Bölgesel Güç Arayışı,” Orta Doğu Araştırma ve Bilgi Projesi, 21 Ağustos 2010, http://www.merip.org/mero/mero082110, 23 Nisan 2024 tarihinde erişildi.
[42] Mustafa Kutlay ve Ziya Öniş, “Batı Sonrası Düzeninde Türkiye Dış Politikası: Stratejik Özerklik mi, Yeni Bağımlılık Biçimleri mi?”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 97, No. 4, 2021, s. 1087.
[43] Orhan Gafarlı ve Julia Roknifard, “Türkiye’nin ‘Stratejik Özerklik İnşa Etme Politikası Bağlamında Rusya ile İlişkileri,” Uluslararası İlişkiler, Cilt 20, No. 79, 2023, s. 34.
[44] Ivan U. K. Klyszcz, “Mesele ‘Tarafsızlık’ Değil: Küresel Güney Rusya’nın İşgaline Nasıl Tepki Veriyor?”, Heinrich-Böll-Stiftung, 30 Ocak 2023, https://www.boell.de/en/2023/01/30/it-not-about-neutrality-how-global-south-responds-russias-invasion, 6 Mart 2024 tarihinde erişilmiştir.
[45] Rusça “Концепция внешней политики Российской Федерации,” Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı, 31 Mart 2023, https://www.mid.ru/ru/detail-material-page/1860586/, 20 Temmuz 2024 tarihinde erişilmiştir.
[46] Sun Degang ve Ling Shengli, “Pluralistic Unity: An Analysis of Weak-Chain Alliances in the Middle East,” World Economics and Politics, No. 1, 2022, s. 66-67.
[47] Veysel Tekdal, “Çin ile Daha Yakın İlişkiler Yoluyla Daha Fazla Özerklik? Türkiye-Çin İlişkilerini Yeniden Ele Almak,” Oasis, No. 39, 2024, s. 105.
[48] Pavel V. Shlykov, “Stratejik Riskten Korunma Durumu: Türkiye’nin Dış Politikası ve Rusya ile İlişkileri,” Russia in Global Affairs, Cilt 21, No. 3, 2023, s. 136.
[49] Mevlüt Çavuşoğlu, “11. Büyükelçiler Konferansı Açılış Konuşması, Ankara, Ağustos 2019,” Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, 7 Ağustos 2019, http://www.mfa.gov.tr/data/BAKAN/bkon2019-eng.pdf, erişim tarihi: 3 Ağustos 2024.
[50] Kemal İnat ve Burhanettin Duran, “Bölgesel ve Küresel Zorluklar Karşısında Türkiye Dış Politikası,” Insight Turkey, Cilt 25, No. 2, 2023, s. 81.
[51] Şaban Kardaş, “Stratejik Özerklik Arayışı Sürüyor, ya da Türkiye’nin ‘Yeni Dalgası’nı Nasıl Anlamalı?”, GMF Türkiye Analizi, 28 Kasım 2011, s. 3.
[52] Liu Yi ve Cui Yaping, “2023 Seçimleri ve ‘Türkiye Yüzyılı’ Büyük Stratejisi”, Arap Dünyası Çalışmaları, No. 1, 2024, s. 36.
[53] Mustafa Aydin, “Türk Dış Politikasında ve Türk Dış Politikası için Büyük Strateji: Tarih, Coğrafya ve Uygulamadan Alınan Dersler,” Perceptions: Journal of International Affairs, Cilt 25, No. 2, 2020, s. 207.
[54] Li Bingzhong ve Tu Bin, “Erdoğan Döneminde Türk Dış Politikasının Dönüşümü ve Sınırları,” Batı Asya ve Afrika, No. 2, 2018, s. 93-94.
[55] Shampa Roy-Mukherjee ve Ejike Udeogu, “Türkiye’nin Küresel İlişkilerinin Yeniden Değerlendirilmesi ve Güneydoğu Asya Bölgesine Kayışı,” Journal of Global Faultlines, Cilt 10, No. 1, 2023, s..
[56] [ABD] Stephen Walt, İttifakların Kökenleri, çeviren Zhou Piqi, Şanghay: Şanghay Halk Yayınevi, 2018 baskısı, s. 157.
[57] “ABD, Pastor ile NATO’nun Stratejik Ortağını Değiştiriyor,” Hürriyet Daily News, 11 Ağustos 2018, https://www.hurriyetdailynews.com/dont-force-turkey-to-look-for-other-friends-erdogan-addresses-us-in-nyt-article-135685, 8 Nisan 2024 tarihinde erişildi.
[58] Cem Cetinguc, “GMF: Türklerin AB Algısı,” s. A. Türkiye, 14 Nisan 2022, https://www.paturkey.com/news/gmf-turkish-perceptions-of-the-eu/2022/, 2 Temmuz 2024 tarihinde erişilmiştir.
[59] Samuel Huntington, Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Yapılandırılması, çev. Zhou Qi ve diğerleri. , Pekin: Xinhua Yayınevi, 2010 baskısı, s. 126.
[60] Kishore Mahbubani, “ASEAN Büyük Güçler Arasındaki Rekabet Ortamında Nasıl Hayatta Kalıyor ve Gelişiyor,” Foreign Affairs, Cilt 102, No. 2, 2023, s. 141.
[61] Ariel González Levaggi ve Federico Donelli, “Türkiye’nin Küresel Güney ile Değişen İlişkileri,” International Affairs, Cilt 97, Sayı 4, 2021, s. 1111.
[62] Orhan Gafarlı ve Julia Roknifard, “Türkiye’nin ‘Stratejik Özerklik İnşa Etme Politikası Bağlamında Rusya ile İlişkileri,” Uluslararası İlişkiler, Cilt 20, No. 79, 2023, s. 41.
[63] Nukhet A. Sandal, “Gelişmekte Olan Dünyada Meşrulaştırma Stratejisi Olarak Orta Güçlük: Brezilya ve Türkiye Örnekleri,” Uluslararası Siyaset, Cilt 51, Sayı 6, s. 705.
[64] Du Donghui, “Atlantik’ten Büyük Çevreye: Türkiye’nin Bileşik İttifak Stratejisi Üzerine Bir Ön Çalışma,” Batı Asya ve Afrika, No. 6, 2022, s. 153.
[65] Jakob Lindgaard ve Moritz Piper, “Türkiye’nin NATO’daki Geleceği: İttifaka Bağımlılık, Rusya ve Stratejik Özerklik,” DIIS, Kopenhag, 2020, s. 43.
[66] Noah Ringler, “Kavşakta Türkiye: Karmaşık Karşılıklı Bağımlılık Çağında Stratejik Dengeyi Şekillendirmek,” Georgetown Güvenlik Çalışmaları Dergisi, 15 Aralık 2021, https://georgetownsecuritystudiesreview.org/2021/12/15/turkey-at-the-crossroads-shaping-strategic-balancing-in-an-era-of-complex-interdependence/, 5 Nisan 2024 tarihinde erişilmiştir.
[67] Xu Xiujun, “The Origins and Impact of the ‘Global South’ Craze” (Küresel Güney Çılgınlığının Kökenleri ve Etkileri), World Affairs, No. 12, 2023, s. 14.
[68] Federico Donelli ve Ariel Gonzalez Levaggi, “Küresel Aktör Olmak: Küresel Güney için Türkiye’nin Gündemi,” Rising Powers Quarterly, Cilt 1, Sayı 2, 2016, s. 100.
[69] Gloria Shkurti Özdemir, Uzmanlar Yanıtlıyor: Türkiye-NATO İlişkilerinin 70 Yılı, Siyasi, Ekonomik ve Sosyal Araştırma Vakfı, Şubat 2022, s. 5-44.
[70] Du Donghui, “Atlantik’ten Büyük Çevreye: Türkiye’nin Bileşik İttifak Stratejisinin Ön Çalışması,” Batı Asya ve Afrika, No. 6, 2022, s. 137.
[71] “Küresel Değişim için Yeni Bir Transatlantik Gündem,” Avrupa Komisyonu, 2 Aralık 2020, https://ec.europa.eu/commission/presscorner/detail/en/IP_20_2279, 13 Eylül 2024 tarihinde erişildi.
[72] Ilke Toygür, “AB-Türkiye İlişkilerinde Yeni Bir Yol”, Carnegie Uluslararası Barış Vakfı, 26 Ocak 2022, https://carnegieendowment.org/2022/01/26/new-way-for-ward-for-eu-turkey-relations-pub-86264, erişim tarihi: 16 Haziran 2024.
[73] Zan Tao, Bağdat’tan İstanbul’a: Tarihsel Bir Perspektiften Orta Doğu’daki Büyük Değişimler, Pekin: CITIC Press Group, 2022 baskısı, s. 254.
[74] Tamseel Aqdas, “Liberal Dünya Düzeninde Stratejik Özerklik için Türkiye’de Neo-Osmanlıcılığın Yükselişi,” Güvenlik ve Stratejik Analizler Dergisi, Cilt 6, No. 1, 2023, s. 66.
[75] Serdar Dincel, “Yerel Seçimlerde 48 Milyondan Fazla Oy Kullanıldı: Türkiye Seçim Kurulu Başkanı,” Anadolu Ajansı, 4 Nisan 2024, https://www.aa.com.tr/en/turkiye/more-than-48m-cast-votes-in-local-elections-turkish-election-authority-chief/3180814, 24 Eylül 2024 tarihinde erişildi.
[76] Alan Makovsky, “Erdoğan’ın Gölgesinde Bir Muhalefet Dış Politikası,” Orta Doğu Enstitüsü, 8 Mayıs 2023, https://www.mei.edu/publications/opposition-foreign-policy-erdogans-shadow, 6 Temmuz 2024 tarihinde erişildi.
[77] Yang Chen, “Rusya-Ukrayna Çatışmasında Türkiye’nin Dengeleyici Diplomasisi: Performans, Motivasyonlar ve Etkisi,” Arap Dünyası Çalışmaları, No. 5, 2022, s. 87.
[78] Sinem Adar, “Türkiye’de Ukrayna Savaşı Algısı: AB-Türkiye İlişkilerinin Geleceği İçin Anlamı,” Alman Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsü, 4 Haziran 2022, https://www.swp-berlin.org/10.18449/2022C25/, 8 Nisan 2024 tarihinde erişilmiştir.
Kaynaklar
