Marksizmde Çalışanların Yabancılaşması Üzerine: Köleler, Bağımlı Köylüler ve Ücretli İşçiler
Köleci Toplum, Feodal Toplum ve Kapitalist Toplum’da Yabancılaşma Hangi Farklı Nitelikler Gösteriyor
Kaan Sungur, Ekim 2025
Marx, sınıflı toplumlarda dört tür yabancılaşma belirlemiştir:
• Ürettiği Ürüne Yabancılaşma: Çalışan kişi, ürettiği şeye sahip değildir. Çalışanın ürettiği ürün, işçiye karşı duran, genellikle başkasına kâr sağlamak için araç olarak kullanılan “yabancı bir nesne” haline gelir.
• Üretim Sürecinden (İşin Kendisine) Yabancılaşma: İş, çalışan kişi için yaratıcı olma ihtiyacını karşılayan bir şey değil, dışsal bir şeydir. Hayatta ayakta kalmak için bir araçtır (ücret). İş, monoton, anlamsız ve yorucu olarak görülür.
• İnsan Doğasından Yabancılaşma: İnsanlar, özgür ve bilinçli faaliyetlerle dünyayı şekillendiren yaratıcı varlıklardır. Kapitalizmde iş, özgür veya yaratıcı değildir, zorla yaptırılır ve işçinin temel insanlığını inkar eder.
• Diğer İnsanlardan Yabancılaşma: Emek bir meta haline gelir ve bireyler arasındaki ilişkiler rekabetçi, ticari alışverişlere indirgenir. Örneğin: İşçiler daha iyi işler için birbirleriyle rekabet ederler ve işçi ile kapitalist arasındaki ilişki doğası gereği sömürücüdür.
Köleci dönemden feodalizme, feodalizmden kapitalizme sınıflı olan toplumsal düzenlerde ekonomik gücü elinde bulunduran üst sınıf alt sınıfı sahip olduğu ekonomik güçle olabildiğince sömürmüştür. Fakat bu üç toplumda sömürü ve yabancılaşma biçimleri oldukça farklıdır.
Köleci toplumdan başlayalım: Bu toplumun alt sınıfı olan kölelerin yalnızca emekleri değil tamamen kendileri bir mal konumundadır.
Köle, kendi ürettiği herhangi bir ürünün hiçbir şekilde sahibi olamaz. Ürettiği şey doğrudan ve koşulsuz olarak efendisine gider, kendi ürettiği zenginliği efendisinin zenginliği olarak görmek durumundadır. Yani kendi emeğinin ürününe yabancılaşmış olur. Köle, üretim sürecinin nasıl, ne zaman, nerede olacağının ön bilgisine ve kontrolüne sahip değildir yani yaratıcılığı ve buna bağlı üretkenliğini etkisizleştirilir. Dolayısıyla üretim sürecine de yabancılaşır. En son ve mutlak olan yabancılaşma ise kölenin kendi insan doğasına yabancılaşmasıdır.
O bir insan değildir, bir maldır: alınıp satılabilen bir mal. Bir iradesi yoktur, efendisinin iradesi onun karşı koyamayacağı bir tabudur ve o ne denilirse onu yapmakla yükümlüdür.
Feodal toplum
Diğer bir toplum düzeni olan feodal toplumda da bu tür yabancılaşmalar elbette hakimdir. Bu düzenin alt sınıfı ise serflerdir. Serf köylüler kölelerin aksine bir mal değildirler ancak feodal beyler olan feodal toprak sahiplerinin topraklarına zorunlu olarak bağlanmışlardır. Serf köylülün emeği ikiye ayrılır:
1-) Zorunlu Emek
Bu emek türünde serf köylü, haftanın belirli günlerinde feodal toprak sahibinin mülkünde karşılıksız ve zorunlu olarak çalışmak durumundadır. Bu tür çalışmada serf, emeğinin ürününe tamamen yabancılaşır.
2-) Feodal Toplumda Köylülerin Tarımsal Emek Faaliyeti (Çalışma)
Serfler, feodal Orta Çağ Avrupası’nda, miras yoluyla kendisine tahsis edilen arazide toprak ağası adına çalışan köylülerdir. Serfin çocukları miras yoluyla toprağı işleme hakkını, engel çıkarılmadığı takdirde – toprak sahibinden elde edebiliyorlardı.
Toprağın ve üretilen ürünün mülkiyeti toprak sahibinden ait olmakla birlikte, serfler yiyecek ve giyecek ihtiyaçlarını karşılayacak kadar ürünü kendilerine ayırabiliyorlardı.
Serf köylünün, emek sürecinde ise serf köylü kendini ve ailesini geçindirebilmek için ona toprak sahibi tarafından işlemek verilen küçük bir mülkü işler fakat bu küçük topraktan elde ettiği ürünlerin büyük bir bölümüne sahip olamaz. Kiliseye veya efendisine, işlediği toprağın ürününün bir bölümünü vergi olarak vermek zorundadır. Ürün rantı adı verilen bu durum ise serfin, emeğinin ürününe sonradan yabancılaşmasıdır.
Serf köylü, toprak sahibinin toprağında çalıştığı günlerde aynı kölelerde olduğu gibi üretim sürecine tamamen yabancıdır.
Kontrol tamamen feodal toprak sahibinin veya onun görevlendirdiği kahyanın elindedir. Serf köylü, yalnızca denileni yapmakla yükümlüdür. Kendi toprağını işlediği günlerde ise süreç üzerinde birtakım kontrollere sahiptir: toprağını ne zaman ekeceğini, nasıl sulayacağını ve benzeri şeyleri kendi iradesiyle belirleyebilir. Bu durumda emeğine daha az yabancılaşmış olur.
Serf köylü bir köle gibi mal konumunda değildir; kendi ailesi, evi ve bir derecede de olsa bir hukukî bir kimliği vardır.
Ancak serf köylü bu tür haklara feodal toprak sahibinin izni olmadan sahip olamaz yani kendi tercihine göre özgürce sevdiği biriyle evlenemez, yaşadığı toprak parçasını terk edip kentlere göç edemez veya başka bir yere gidemez, hangi ürünü ekeceğine bile kendisi karar veremez. Dolayısıyla görünmez iplerle toprak sahibine bağlıdır, burada gene tam bir öz iradeden ve özgürlükten bahsedilemez. Feodal toplumdaki alt sınıf olan serfler de kendi insani doğalarına köleler kadar olmasalar da yabancılardır.
Kapitalizm
Gelelim günümüz dünyasına yani hakim, genel toplumsal düzen olan kapitalizme. Kapitalizmdeki alt sınıf ise proletarya yani işçi sınıfıdır. Tarihteki kaçınılmaz toplumsal ve ekonomik gelişmelere dayalı olarak işçi sınıfı tabii ki köle ve serf köylü sınıflarından daha iyi yaşam koşullarına sahiptir.
Nicel birikimler sınıflar arasındaki çelişkiyi keskinleştirmiş ve bunun sonucundaki nitel sıçramalar ise insanlığı gittikçe geliştirmiştir. Bu tarihin nesnel yasalarından birisidir. Kapitalist düzendeki emek yabancılaşmasının köleci ve feodal toplumdan temel farkı yabancılaşmanın doğrudan şiddet veya hukukî bağ ile olmayıp ücretli emek denilen ekonomik zorunluluk yoluyla gerçekleşmesidir.
İşçi bir fabrikada ürün veya da modern bir büroda hizmet üretir fakat bu ürün işçinin değil fabrika sahibinin ya da ofis sahibinindir. İşçi kendi ürettiği o ürünü satın alabilmek için sermayedarın ona verdiği ücreti kullanmak durumundadır. Yani kendi emeğinin somutlaşmış halini alabilmek için ürünün değerinden daha az olan kendi aldığı üvreti kullanmalıdır. İşçi ne kadar çok üretirse sermaye o kadar zenginleşir, dolayısıyla sermayenin işçi üzerindeki tahakkümü de bir o kadar artar.
Sonuç olarak işçiler kapitalizmde ürettikleri ürünlere yabancılaşır. İşçi, üretim sürecinin nasıl işleyeceğine karar veremez. Kaç saat ve nerede çalışacağı gibi faktörler işverenin çıkarlarına -işverenin sahip olduğu üretim aracının kullanım ömrünün sınırlarına- bağlıdır. İşçinin emeği yaşamını sürdürmek için kullanmak zorunda olduğu yegâne şeydir. Dolayısıyla işçi üretim sürecinde de kendine yabancılaşır: yaratıcı olamaz, potansiyelini gerçekleştiremez aksine onu köreltir ve sadece denileni yapmakla yükümlü bir robota dönüşür.
İnsan ve Hayvan
Marx’a göre insanı hayvandan ayıran temel farklılık onun doğayı iradeli ve yaratıcı olarak dönüştürebilmesidir. Kapitalist toplumdaki emek süreci ise bu yaratıcılığı eyleme dökmek için bir amaç değil para kazanmak için bir araca dönüşmüştür.
Asıl, emeğini kullandığı vakitlerde insan gibi hissetmesi gereken insan kapitalist toplumda emeğini kullanırken öz doğasından uzaklaşıp tekdüzeleştiği için insan gibi hissedemez ancak emeğini kullanmadığı vakitlerde -uyumak, yemek yemek vs.- insan gibi hissedebilir.
Bu durum insan için geriye doğru bir dönüştür çünkü emek kullanmadığı zamanlarda insanı kendisini insan gibi hissetmesi daha çok hayvanî bir özelliktir. Görüldüğü üzere kapitalizm insanı bu denli kendi doğasına yabancılaştırmıştır. Kapitalist düzende bu yabancılaşmalara sebep olan şey ücretli emektir. Kapitalizmde gördüğümüz tüm sorunların kaynağı budur.
Bir diğer yabancılaşma türü ise insanların birbirlerine yabancılaşmasıdır. İşçilerin sayısı çoktur, fakat iyi işlerin sayısı azdır işçiler iyi işlere girebilmek için birbirleriyle rekabet ederler. Bu durum işçi sınıfına mensup olan bireylerin aralarındaki bağları çokça zayıflatır. Dolayısıyla insanlar birbirlerini araç olarak kullanmaya başlar ve insanîlikten uzaklaşırlar.
Sonuç olarak insanların köleci, feodal ve kapitalist toplum düzenlerindeki yabancılaşma biçimleri farklıdır.
Marx ve Engels, kapitalist toplum için kapsamlı şekilde geliştirdikleri bir kavram olan işçi yabancılaşması perspektifinden “köle toplumu”nu ayrıntılı ve bağımsız bir şekilde analiz etmemiş olsalar da, daha geniş tarihsel materyalist çerçeveleri, onların açıklamalarını yeniden yapılandırmamızı sağlar.
Burada anahtar nokta, Marx ve Engels için yabancılaşmanın belirli bir dizi toplumsal üretim ilişkilerinde kök saldığını anlamaktır. Yabancılaşmanın biçimi, üretim biçimine göre değişir. Kapitalizmde işçi biçimsel olarak özgürdür, ancak ekonomik olarak emek gücünü satmaya mecburdur. Köle toplumunda ise sömürü ve yabancılaşma kapitalizme kıyasla daha doğrudan, daha kapsamlı ve daha acımasızdır.
Marx ve Engels, teorilerine dayanarak köle toplumunda işçinin yabancılaşmasını şöyle açıklarlardı:
1. Çalışanın Kendi Ürettiği Üründen Yabancılaşması
Kapitalizmde: İşçi, kapitalistin sahip olduğu ve sattığı bir meta üretir. Ürün, işçiye karşı duran yabancı bir güç haline gelir.
Köleci Toplumda: Bu yabancılaşma mutlak düzeydedir. Köle hiçbir şeye sahip değildir — ne aletlere, ne hammaddelere, ne de elbette ürüne. Kölenin emeğinin tüm ürünü — mahsuller, binalar, el sanatları — köle sahibi tarafından derhal ve şiddet aracıyla kamulaştırılır. Ürün sadece köleye “karşı durmakla” kalmaz, aynı zamanda onları ezenlerin mülkiyeti altındadır ve ürün onları boyunduruk altına alan sınıfı zenginleştirmek ve güçlendirmek için kullanılır.
2. Çalışma Sürecinden Yabancılaşma (Emek Süreci)
Kapitalizmde: Emek (işçinin çalışması) bir işkence, sadece hayatta kalmak için bir araç olarak görülebilir. İşçiler, nasıl, ne zaman ve ne üretecekleri üzerinde hiçbir kontrole sahip değildir.
Köleci Toplumda: Bu yabancılaşma son raddededir ve doğrudan şiddetle uygulanır. Emek bir seçim değil, kırbaç, işkence veya ölüm tehdidi altında var olmanın bir koşuludur. Köle, emek sürecinde hiçbir özerkliğe sahip değildir. Çalışma hızından kullanılan yöntemlere kadar her ayrıntıda yönlendirilir, tamamen zorla çalıştırılır. Bu durum yaratıcı, kendi kendini yöneten insan faaliyetinin tam tersidir. Bu, insanlık dışı bir cezadır.
3. İnsanın Kendi Doğasından Yabancılaşması
Kapitalizmde: İşçinin yaratıcı ve toplumsal potansiyeli bastırılır. Çalışma, insan özünün gerçekleştirilmesi değil, hayatta kalmak için mekanik bir faaliyete indirgenir.
Köleci Toplumda: Bu belki de en derin yabancılaşma düzeyidir.
Marx, insanları hayvanlardan ayıran şeyin bilinçli, özgür ve evrensel üretken faaliyetimiz olduğunu görmüştür. Köle, sistematik olarak yük hayvanı veya alet statüsüne indirgenir. İnsanlıkları, egemen ideoloji tarafından açıkça reddedilir. Sosyal veya politik varlıklar olarak görülmezler. Yaratıcılık, topluluk ve planlama kapasiteleri ezilir ve yalnızca efendinin amaçları doğrultusunda yönlendirilir. İnsan olarak kendi temel doğalarından yabancılaşırlar.
4. Diğer İnsanlara Yabancılaşma
Kapitalizmde: Sosyal ilişkiler piyasa ve mallar aracılığıyla gerçekleşir. İşçiler birbirleriyle rekabet ederler ve kapitalist ile işçi arasındaki ilişki, “serbest” bir sözleşmeyle maskelenmiş bir sömürü ilişkisidir.
Köleci Toplumda: Bu yabancılaşma belirgindir ve yasal olarak da güvence altına alınmıştır. Birincil sosyal ilişki, efendi ile köle arasındaki ilişkidir — mutlak egemenlik ve boyun eğdirme ilişkisi. Köle, doğrudan düşmanı ve sömürücüsü olan efendisinden yabancılaşmıştır. Dahası, köle genellikle diğer kölelerden de yabancılaşmıştır; sosyal bağları (aile, akrabalık) köle ticareti yoluyla kasıtlı olarak koparılmış ve yasal olarak tanınmamıştır, bu da kapitalist proletaryanın yapabildiği gibi istikrarlı, devrimci bir sınıf bilincinin oluşmasını engellemiştir. Onlar izole üretim birimleri olarak muamele görmüşlerdir.
Temel Fark: Sömürünün Biçimi
Marx ve Engels, Alman İdeolojisi ve Kapital gibi eserlerinde farklı üretim biçimlerini özetlemişlerdir. Köle üretim biçiminin özü, işçinin kendisinin bir mülk olarak sahiplenilmesidir.
Kapitalizmde: Sömürü, “ücret” yoluyla gerçekleşir. İşçi, emek gücü karşılığında ücret alır, ancak bu ücretin ötesinde bir değer (artı değer) yaratır ve bu değer kapitalist tarafından alınır.
Köle Toplumunda: Sömürü doğrudan ve açık bir şekilde gerçekleşir. Köle sahibi, tüm ürünü alır. Kölenin “bakımı” (yiyecek, barınma) ücret değildir; bir makineye yakıt vermek veya bir ata yem vermek gibidir — mülkün işlevsel kalması için gereken üretim maliyetidir.
Sonuç: Köleci Toplumda Daha Kapsamlı, ancak Daha Az “Gizemli” Bir Yabancılaşma
Marx ve Engels için, kölenin yabancılaşması kapitalist ücretli işçinin yabancılaşmasından daha kapsamlı ve korkunçtu. Ücretli işçi, emeğini satma “özgürlüğüne” sahipken yabancılaşır; köle ise mülk olduğu için yabancılaşır.
Ancak, köleci toplumdaki bu yabancılaşmanın daha az gizemlidir.
Kapitalizmde sömürü, bir günlük çalışmanın karşılığında “adil” bir ücret ödenmesiyle gizlenir. Köle toplumunda ise sömürü apaçık ve barizdir; bir insanın başka bir insanı doğrudan ve şiddetle egemenliği altına almasıdır. Sınıf ilişkilerinin acımasız gerçekliğini gizleyecek ‘özgürlük’ ve “eşitlik” gibi ideolojik bir perde yoktur.
Bu nedenle, Marx kapitalizmin belirli toplumsal ilişkilerini eleştirmek için yabancılaşma teorisini geliştirirken, tarihsel materyalist yöntemi, yabancılaşmanın özü olan kişinin emeği, çalışanın emeğinin ürünü ve toplumsal ilişkileri üzerindeki kontrolünü kaybetmesinin, bir sınıfın diğer sınıfın emeğini sömürdüğü her sınıf temelli toplumda var olduğunu gösterir. Köle toplumunda bu yabancılaşma en ham ve mutlak biçimini alır.
Marx ve Engels’e göre feodal ve kapitalist toplumlarda yabancılaşmanın farkı nedir?
Marx ve Engels’e göre yabancılaşmanın doğası feodal ve kapitalist toplumlarda temelden farklıdır, çünkü her bir sistemin üretim ilişkileri birbirinden farklıdır.
Her iki sistemde de çalışanlar sömürülür ve yabancılaşır, ancak bunun aldığı biçim farklıdır.
Özet Tablosu: Feodal ve Kapitalist Yabancılaşmanın Farkları
| Feodal Toplum | Kapitalist Toplum | |
| Sömürünün Temeli | Ekonomi dışı zor: Yasal, siyasi ve askeri güç (efendinin emek talep etme hakkı). | Ekonomik zorlama: Üretim araçlarına sahip olmakta “özgür” olan işçi, hayatta kalmak için emek gücünü satmak zorundadır. |
| Sömürünün Biçimi | Emek zamanının veya ürünlerin doğrudan sömürülmesi (örneğin, angarya emeği, kira). | Ücret sistemi perdesi arkasında. işçinin ürettiği artı-değerin sömürülmesi |
| Yabancılaş-manın Doğası | Doğrudan, kişisel ve görünür. Serf kendisini kimin ve nasıl sömürdüğünü bilir. | Dolaylı, kişisel olmayan ve gizlenmiş. Sömürü “adil” ücret sözleşmesiyle gizlenir. |
| Sosyal İlişkiler | Kişisel bağımlılık ilişkileri (Lord-Serf, Usta-Çırak). Hiyerarşik bir zincir var. . | Pazar ve sermayeye nesnel bağımlılık ilişkileri. Biçimsel olarak özgür ve eşit bireyler. |
| İdeolojik Maske | Din ve gelenek (örneğin, “İlahi Hak”, “Varlıkların Büyük Zinciri”) sosyal hiyerarşiyi meşrulaştırır. | Özgürlük, eşitlik ve liyakat ideolojisi. Piyasa tarafsız ve adil olarak görülür. |
| Yabancılaş-mamış Yaşam Alanı | Serf köylüler kendi arazilerinde ve ev içi üretimlerinde bir dereceye kadar özerkliğe sahiptiler. | İşçinin iş dışı yaşamı (boş zaman, tüketim) kendini ifade edebileceği tek alan haline gelir, ancak bu alan da ticarileştirilir. |
Sonuç: Toplumsal “İlerlemenin” İlginç İronisi
Marx ve Engels için, feodalizmden kapitalizme geçiş bir anlamda ilericiydi: eski dünyanın katı, kişisel hiyerarşilerini yıkarak daha büyük bir insani gelişme potansiyeli yarattı. Ancak, kapitalizm feodalizmin açık görünür şeffaf sömürüsünü daha incelikli, gizemli ve evrensel bir sömürü ve yabancılaşma biçimiyle değiştirdi. Feodalizmdeki serf köylüler yabancılaşmıştı ama düşmanlarını tanıyorlardı.
Kapitalist işçiler ise, piyasanın yapısına sistematik olarak gömülü bir şekilde yabancılaşmışlardır, bu da onları tanımlamayı ve dolayısıyla mücadele etmeyi potansiyel olarak zorlaştırmaktadır.
