DEM Parti Liderlerinin Yeni Görüşleri: Ortadoğu’da Ulus-Devlet Çıkmazına Çözüm

Yazar H. Deniz Kaytan

Çeviren: Talha Karabey

Ağustos, 2025

Çevirenin Notu: Yeni bir Parti kurma hazırlığında olan ve sosyalist akımlara katılma ve destek çağrısı yapan DEM Parti’nin görüşlerini incelemeyi önemi görüyoruz. Bu yazı Demokratik Modernite web dergisinden alınmıştır. Yazının Orijinal başlığı “Ortadoğu’da Ulus-Devlet Çıkmazı” Ara başlıklar ve kısaltmalar bize aittir. Yazıdaki tashih hataları ve diğer sorunlar düzeltilmiştir.

Dünya üzerinde hiçbir sistem sonuna kadar kendi varlığını sürdüremez. Bu tür bir  iddia, propagandadan öte bir değer taşımaz. Bu iddia Devletçi uygarlık sisteminin kendi hegemonyasını sürdürmesinin önemli bir aparatıdır. İtalya’da, Mussolini’ye, İspanya’da Franco’ya, Almanya’da Hitler’e, Sovyetler’de Stalin’e kadar birçokları benzer iddialarda bulunmuşlardır. Günümüzde bu nakaratı tekrarlayan iktidar sahiplerini biliyoruz. Oysa son 5000 yıllık merkezi uygarlık sisteminin doğuşundan bugüne kalan tek bir devletçi yapı yoktur. 

Burada günümüzde toplumsallığın başına bela ya da hegemon güçlerin başına bela olan ve bir virüs gibi her yere sızma yeteneği gösteren bir hastalıktan söz etmek gerekir. Bu hastalık günümüzün her türlü benzer hastalıklarından daha tehlikeli ve ölümcüldür.

İktidar hastalığı: İktidarcılık

Bu “iktidar hastalığıdır.” Korkunç ve zehirlidir. Bu hastalığa yakalanıp kurtulmak pek çok durumda olası değil. Hele hele çok büyük toprak, coğrafya, devlet ve sermaye tekeli üzerinde bu hastalığa yakalanan birey kolay iflah olmaz. Bu hastalığın yaklaşık 5000 yıllık tarihi vardır, her yere sızmaya çalışmış ve bunu başarmıştır da.

Tarihsel topluma ait manevi değerler

Bu manevi değerler toplumsallığın devletçi hegemonik uygarlık sürecinin öncesinde de vardı. Doğal toplumun uygarlık değerleri olarak geliştiler ve günümüzde toplumsallık halen bu tarihsel mirastan besleniyor.

Eğer toplumsallık kendi özgür doğasıyla yeniden bulaşabilirse bu manevi değerler üzerinde kendi varlığını inşa edecektir. Ahlak ve politika bu değerlerin en önemlilerinden sayılabilir.

Toplumsallık

Toplumsal doğalar öz olarak ahlaki ve politiktir. Ahlaksız ve politikasız birey ve toplum düşünülemez. Toplum ahlaksız ve politikasız kalmaya zorlanabilir. Ahlak ve politik yetenek kötürümleştirilerek rolünü oynayamayacak denli zayıf kılınabilir. Asla yok edilemez. Yok edilmesi ancak toplum olmaktan çıkmakla mümkündür. Ahlak ve politika toplumsal hakikatin güçlü araçlarıdır. Dolayısıyla toplum için olmazsa olmaz türden  bir biçimde toplumsallığın ontolojik parçalarıdır. Ahlaksız ve politikasız birey ve toplum olamayacağı gibi ahlaki ve politik değerlerinden koparılmış bireyler direnemezler. O nedenle ahlak ve politika en az özgürlük kadar korunması gereken hakikatin temel ifade tarzlarıdırlar.

Doğal toplum İdeali

Özgürlük, eşitlik, adalet, demokrasi, kutsallık, mülksüzlük, dayanışma, doğa ile barışık ve kendisini onun bir parçası sayan zihniyet doğal toplumdan günümüze miras kılan temel insanlık değerleridir.

Devletler ve hegemonik yapılar için uygun olmasalar dahi, toplumun kendi doğal yaşam döngüsünde olan temel değerleri ezel-ebed kapsamında ele alabiliriz.

Toplumun kendi doğasına ait olan değerler onun bedeninin adeta parçaları olduğundan, toplum varlığını sürdürdükçe, egemen yapılar kimi açılardan da bunlara karşı hep savaş içinde olmuşlardır. 

Bu değerler varlığını tarih boyunca sürdürmüş merkezi uygarlık sistemlerinin zihniyetine aykırıdır  o yüzden egemen yapılar bu değerlere karşı hep savaş içinde olmuşlardır. 

Uzayı keşfetme arayışının çok daha kâr getiren bir iş olmadığını anlamadıklarında, yaşadığımız gezegende kalıp burayı kendi cennetlerine, toplumların da cehennemine çevirme uğraşları daha cazip gelmiştir.

Şimdilerde egemenler daha çok dünyamızı ilgilendiren uzay çalışmaları yine gelişmiş teleskoplarla çağın bilimi uzayın derinliklerini gözlerken, dünyayı halklara cehennem etmekle meşgul olan uluslararası tekelci sermaye sahipleri sınıf atlayarak yeryüzünün tanrısal düzenini yöneten tanrı olma derdindeler.

Çağın iktidar karakteriyle uyumlu olan ve dünyamızın yeni tanrı kralı olan Trump, tanrının kendisini tercihen yarattığını söyleyecek kadar bir megaloman.

yakın coğrafyamızda uzun süreli kalmış olmanın şehvetiyle kendilerini tanrının en sevgili kulları görürken, tebaaları onlara kutsiyet değeri biçiyor.

Bu tanrının sevgili kuluna dokunanın kutsanacağı fikri dolaşıyor kimi zihinlerde.

Dünyamızı yöneten küresel sermaye sahibi egemenler bu dünyada hegemonya/iktidar savaşı vermeyi daha gerçekçi görürler.

Yaşadığımız dünyada hayatın son hızla sona doğru savrulduğumuz gerçeğini yansıtan bir fotoğrafın karşısında olduğumuzu düşünmek ve bu da bir yanılsama. Hayat hiç kimse için cennet vaat etmiyor. Cennet sermaye sahiplerinin ayakları altında.

21. yüzyılın ilk çeyreğinin son yılına girdik. Dünyada siyasal ve toplumsal iklim kaos ve krizlerle boğuşuyor. Varlıklarını azami kar tekeli üzerinde kuran küresel sermaye sahiplerinin yaşadığımız gezegene artık bir hayırlarının olmadığını ve bir hayırlarının dokunmadığını daha net gördük.

Ortadoğu coğrafyası ve geniş çeperi hegemonya savaşı yaşıyor

İnsan toplumsallığını ve tarihsel toplumunun ilk doğuş beşiği olan Ortadoğu coğrafyası ve geniş çeperi hegemonya savaşı yürütenlerin iştahını kabartmaya devam ediyor.  “Yeni Dünya Düzeni”, “Büyük Ortadoğu Projesi” ve “Arap Baharı” denilen müdahaleler geride sadece kaos kriz ve enkaz bıraktı.

Ulus-devlet kapitalizmi ve ona bağlı yapılanmaların bu coğrafyada farklı işlediğini söylemek abartılı olmasa gerek. Dünyanın farklı coğrafyalarından bölgemize medeniyet getirdiğini iddia edenler bölgede, kör-topal da olsa, işleyen düzenleri de alt üst ederek ülkeleri yaşanmaz hale getirmişlerdir. Ülkeler ve onların yeraltı ve yerüstü zenginlikleri talan edilmiş, bölgede yüz yılı aşkın bir zaman evvel Ortadoğu coğrafyasını kendi tekelci sermayeleri sömürgeci emelleri için dizayn edenler doğal toplum uygarlığının bu ilk doğduğu Ortadoğu alanlarında emellerine ulaşamamışlardır.

 Merkezi devletçi uygarlığı geliştirip bunu tarih içinde ulus-devlet kapitalizmine ve endüstriyalizme doğru taşıyanlar kendi doğdukları mekana yabancılaşmışlardır.

Onlar toplumsallığın temel değerlerini merkezi devletçi uygarlık sistemiyle büyük oranda aşındırmışlar, toplumsal doğaya adeta ihanet etmişlerdir.

Devletçi uygarlık sistemine geçiş yapanlar ilk uygarlığın ahlaki-politik komünal, eşitlikçi, özgürlükçü ve adalete dayalı sınıfsız, kadın özgürlüğüne dayalı temel zihniyet özelliklerinden ciddi bir uzaklaşma yaşamışlardır.

Devletçi uygarlık sisteminin beş bin yılı aşan yolculuğu sonrası bu bölegenin insanları kendi tarih bilincine, ahlaki değerlerine, kimliğine, inancına bir bütün zihniyetine yabancılaşmıştır.  İnsanların kendilerinin içine girdiği yabancılaşma, başkalaşma ve kirlenme halinin farkında olmayarak kendisini “bir kurtarıcı” olarak görmesi bir çözüm doğurmuyor.

Hegemon yapının bölgede tutmayan mayası sadece kriz ve kaos yaratmakla kalmıyor. Güya “önleyici savaşlar” kendisiyle birlikte halka ölüm taşırken, yansımaları bölge için halkların toplu mezarlıkları oluyor. 11 Eylül saldırısını bahane olarak gören ABD ve ortakları Ortadoğu ve çeperine müdahale etmişlerdir. “Önleyici savaş” dedikleri bu saldırılarla müdahale ettiği coğrafyaları adeta enkazda çevirmiştir. Toplumsallık ve insanlık için ilk büyük kayıplardan biri doğal toplumda ana-kadın zihniyetine karşı gelişen hiyerarşi ve bu hiyerarşik gelişimin giderek başat konuma gelerek kendisini hegemonik sistem temelinde adım adım örgütlemesidir.

Merkezi uygarlık sistemi ve devletleşme

 Bu örgütlenme doğal toplum sistemine karşı merkezi uygarlık sisteminin doğup gelişmesine yol açan bir süreci başlatmıştır.

Giderek devletleşmeye yol açan bu tarihsel süreçte a tüm toplum kesimleri üzerine bir iktidar ve tahakküm mümkün değildir. Kent-site oluşumu ve nüfusu tarım-köy toplumunun nüfusuna oranla hem daha az hem de sınırlıdır. Günümüze benzer bir kentleşme ve nüfus yoğunluğu zaten mümkün değildir. Kent-site devletli yerini krallığa dayalı devlete taşırken tarihsel süreç imparatorluk türü durumlara zemin hazırlamıştır. Sonrasında ise ulus-devlet kapitalist modernitenin bir siyasal rejimi olarak vücut bulur.

Ulus-devlet veya kapitalist modernite

 Biz burada ulus-devlet ya da kapitalist modernite bağlamında toplumsallığa darbe vuran olumsuzluklardan söz ederken, adeta iç içe geçmiş iki yapının toplum karşıtı rollerini dile getiriyoruz: ulus-devlet ve kapitalizm

Ulusal pazarın ve sınırların engel teşkil ettiği noktada ulus-devlet sınırlarını aşmak kapitalist tekelcilik için kaçınılmaz olmasına karşın, günümüzde dünyanın pek çok coğrafyasında ulus-devlet ve kapitalizm bir madalyonun iki yüzü olarak var olmaya devam ediyor.

“Kapitalizm onu kullanan güçlere karşı çok sayıda zaferler sağlamıştır ama bunu hep toplumları kriz ve kaos içinde tutarak, toplumun ahlakını ve politik duruşunu işlevsiz kılarak, onları sürekli iç ve dış savaşlar içinde tutarak, yıkım ve kırımı yaşatarak gerçekleştirir.

Sonuçta güç ve zenginlik küçük bir sınıfın elinde toplanmış ve bu kesimler zafer kazanmış. Karşında ise yıkılan bir toplum ve sürdürülemez yaşam ve çevre bırakmışlardır.” Avrupa’da yaygınlık kazanan iç savaşlar, çekişmeler, kaos ve krizlerden yararlanan ve kendisi için fırsata çeviren kapitalist sistem ve boşluğu değerlendirerek çıkış yapar. Kapitalist sistem kapitalizmden ayrı olarak gelişen Rönesans, Reform ve Aydınlanma devrimlerini kendisi amaçları için kullanır.

Burada ince bir nüans farkı vardır. Kapitalist sistem bir hegemonik güç olarak yükselince tüm toplum, çevre ve eski uygarlık sistemleri büyük bir tehdit altına girmişlerdir. Bilinmesi gereken temel husus kapitalizmin uygarlığın 16. Yüzyılda girdiği kriz karşısında bir çözüm gücü olarak rol oynamaması aksine fırsatı kullanarak bir bastırıcı bir hegemonik güç olarak çıkış yapmasıdır. 

Kapitalizm: din veya ideolojik-politik bir tekel

“Kapitalizmi İslamiyet veya Hristiyanlık gibi bir din veya ideolojik-politik bir tekel olarak çözümlemek hiç şüphesiz bizi daha çarpıcı hakikatlerle tanıştıracaktır.

Kapitalizm uygarlık tarihine azami tekelleşme getirmiştir. İnsanlık tarihinde ilk tekelin güçlü ve hilekar adam ile başlatıldığını hep göz önüne getirirsek, kapitalizmin bu tarihsel elin en örgütlü kurumsal ifadesi olduğunu anlayacağız.” 

“İktidarın kurumsallaşmış tam ifadesine ve iradesine devlet demek gelenekselleşmiş bir anlatımdır. Kapitalizmi iç içe bu geleneksel iktidarı ulus-devlet formu olarak örgütlenmeye uygun görmüştür. Ulus-devletin içinde homojen toplum yaratma operasyonunu en çıplak ve gerçek haliyle kendisini faşist devlet modelinde açığa vurur. İkinci Dünya Savaşı’nın bu modelle bağlantısı çok çarpıcıdır. Toplumsal doğamız yoğun bir çeşitliliği ve farklılığı kendi içinde taşımasına karşın Avrupa’da ulus devlet bu çeşitliliği ve farklılığı yok sayarak bunu inkara tabi tutarak kendini tek egemen kılmak ister. Tek devlet, tek dil, tek vatan, tek ulus sloganı bu durumu en iyi bir biçimde örgütler. Bu biçimde gelişen tekelleşme vücuttaki kanser hücreleri gibi çoğalır. Hücreler anormal çoğalmıştır…”

Sömürgecilik veya yeni sömürgecilik

Batı uygarlığı Avrupa’da her iki dünya paylaşım savaşına ulaşabildiği coğrafyaları kendi çıkarlarına uyumlu olarak sömürgeleştirmişlerdir. Avrupa’daki kapitalist tekelleşme kendisini dünyaya yaymaya çalışmıştır. Sömürgecilik ya da yeni sömürgecilik tarzında kurulmak istenen bu iktidarlara karşı ulusal kurtuluş dirilişleri olmuş, birçok yerde zaferler elde etmişlerdir.

Ulusal kurtuluş dirilişleri

Ancak özellikle Doğu’da ve Ortadoğu’da Britanya ulus-devleti dünya hegemonu olma sevdası ile kim güçlerle birlikte Ortadoğu’yu kendi çıkarlarına göre parsellemiştir. Toplumsal talepler dikkate alınmamış, yok sayılmıştır. Egemenlik peşindeki yerel işbirlikçi güçler batılı hegemon güçlerle kendi çıkarlarına bir ilişki geliştirmiş ve ulus-devletin ikinci bir türevi tepeden inme tarzında özelde Arap coğrafyasında gerçekleştirilmiştir. Parçala-böl-yönet politikası en etkili yöntemdir.

Ulus-devletin ikinci bir türevi

Batılı güçler, yeni kıta da denilen Amerika kıtasının tüm zenginlikleri talan ederken, kıtada halklar, kültürler, kimlikler, inançlar soykırımdan geçirilmiştir. Yine, Afrika kıtası benzer şekilde işgal edilerek zenginlikleri talan edilmiş ve halklar köleleştirilmiş, kırıma uğratılmıştır. Afrika kıtası gerçek anlamda çölleştirilmiştir. Bugüne kadar da Afrika kıtası henüz kendini toparlayamamıştır.

Dünya üzerine kapitalist tekelci uygarlık ayağının değmediği, sömürmediği bir mekan nerdeyse bırakmamıştır.. Nerede bir zenginlik varsa kapitalizmin kemirgen canavarı oraya el atmaya çalışmış ve kendi soygun tekelini kurmuştur.

2. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru ABD, Hitler faşizmi yenilgi noktasına getirilirken, bunu fırsata çevirerek ABD kendisi de devreye girmiş. Batı nezdinde yeni kurtarıcı bir hegemon güç olma sevdası ile yanıp tutuşurken, faşizme karşı kazanılan zaferi adeta kendi hesabına yazmıştır.

Yeni Hegemon ABD

Artık bu yeni ortamda stratejilerin fikir babasının İngiltere, uygulama gücünün ABD olduğu yeni bir durum ile karşılaşıyoruz. Sorun alanları yaratmak tekelci sermayenin adeta temel siyaset biçimi olmuştur. Kapitalizm ve sistemin sermaye tekeli çelişkiler üzerinden kendine sömürü alanı açmaya çalışmıştır.

SSCB’nin kendi egemenliğini sağlama alması —-ki bu ağırlıkta devlet kapitalizmi tarzında olmuştur- kısmi genişleme ve savaşlar sonrasında Batı ile içine girdiği yarış iki kutuplu dünya düzeninin oluşumuna yol açtı.

Batı dünyası bunun karşısında Sovyet tehdidini bertaraf etmek için reel sosyalizme karşı farklı birçok yönelimi devreye koymakla birlikte kendi çıkarlarını güvenceye alan ama hegemonyasını pekiştiren kurumsallaşmalara girmiştir.

Batı kendi içinde sosyalizmin cazibesini kırmak için bu amacı da hedefleyen uygulamalara girmiştir: sosyal hukuk devleti ve liberal demokrasiye dayalı temel hak ve özgürlükler, ekonomik refah ve uygulamalarını iki kutuplu dünya düzeninden ayrı düşünemeyiz. 

Günümüzde özellikle İsrail-Filistin çatışmasının başladığı 7 Ekim 2023 tarihindeki Hamas saldırısıyla başlayan savaş, Batı dünyasının liberal demokrasisinin, temel hak ve özgürlüklerin, düşünce ve ifade özgürlüğünün, adalet ve eşitliğin, yine Lahey Merkezli Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin çok da bir değerinin olmadığının, kapitalist modernitenin tekelci sermaye çıkarlarının her şeyin önüne geçtiğini bize göstermiştir.

Öte yandan özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasında gelişen iki kutuplu dünya düzeninin halkların, toplumların pek çok temel sorununa çözüm getirmediği görüldüğü koşullarda sistemi sorgulayan— sivil toplum hareketlerinin—alternatif arayışları gelişmiştir.

Ağırlıkta sivil toplum hareketleri olarak gelişen ve yapıların hiçbiri sistemin dışına çıkmayı başaramadığı için ona eklemlenmekten ve onun içinde erimekten kurtulamamışlardır. Dünyadaki değişim ve dönüşüm gelişmeler farklı toplumsal ihtiyaçları açığa çıkarmış, dünyayı adeta ikiye bölen NATO ve Varşova Paktı sürecinde ortaya çıkan toplumsal bilinçlenme ve aydınlanma sonucunda küreselleşme gibi köklü politik değişimler devreye sokulmak zorunda kalınmıştır.

Reel sosyalizmin çözülüşü

Kendini yenilemeye ve dönüşümü sağlayarak bir nevi zamanın ruhuna uyumlu bir yola giremeyen yapılar toplumsal gelişimin önünde birer engel haline gelmiş, çöküş ve dağılmayla yüz yüze kalmışlardır.

Pek çok somut neden reel sosyalizmin çözülümüne, Berlin Duvarı’nın yıkılışına, iki kutuplu dünya düzeninin dağılmasına neden olmuştur. Bir yönüyle de bu çözümsüz dünya düzeninin aşılması dünya hakları açısından yararlı olmuştur. Her şey bir yana dünyadaki temel sorunların çözümü ve sorumluluğu kapitalist sistemin üzerine kalmıştır.

Kapitalist sistemin tekelci sermayenin iktidar peşinde koşan yapılarının toplumsal sorunları çözmeye dair bir yeteneklerinin olmadığını biliyoruz. Kapitalist sistemin uluslararası tekelci sermayenin azami kâr peşinde koşan yapılanmaları ulus-devlet sınırlarını aşan hakikatleriyle bu sistem ve onun karakteri savaş ve ölüm, yıkım ve talan, sömürü ve yalanla kendini ayakta tutar. Dolayısıyla iki kutuplu dünya düzeninin dağılması sonucunda, ulus-devlet kapitalizminin gerçek yüzünün açığa çıktığını belirtebiliriz. Yeni dönemde -1990’dan bugüne- devletçi kapitalist devletlerin çözdüğü bir problem yoktur ya da çözdükleri bir elin parmak sesine geçmez.

 kırım ve talan sistemi olan bu devletçi kapitalist toplum sistemi Reel sosyalizmin dağılması sonrası zaferini ilan etmiştir.

 “Tarihin sonu”, “ideolojilerin sonu” propagandasıyla toplumları teslim alabileceğini, dünyada kapitalist imparatorluğun artık rakipsiz olduğunu, dileyince dünya sistemini yönetebileceğini  düşünmüştür.

Merkezi uygarlık tarihi aynı zamanda bir savaş tarihidir. Sadece savaş ile beslenen bir tekelci sermaye sistemi söz konusudur. Yiyecek ve tüketecek, talan edip sömürecek bir şey kalmadığında kendi kuyruğundan başlayarak kendisini yemeye başlayacaktır ki, son yıllarda bunu bütün çıplaklığıyla yaşıyoruz.

Dünyada hiçbir toplumsal değer tanınmayan bu sistemin koruduğu tek şey vardır. O da tekelci sermayenin çıkarlarıdır. Bu sistem kendisini burjuvaziye dayalı ulus-devlet biçiminde örgütlemiştir. Süreç içerisinde sınır ötesi pazar ve ticaret tekeli önünde engel görüldüğünden dünyada bu ulus-devlet rejimleri restore edilerek yeniden yapılandırılmaya çalışılmıştır.

Ulus-devlet statükoculuğu hedefte

Buna direnen ulus-devlet statükoculuğu ise bu sermaye tekellerinin hedefindedir. Savaş ve ölümlerle beslenen ve iktidar olmada sınır tanımayan bu sistem bir savaş yoksa da, bir neden bulup savaş çıkaracaktır.

Savaş tekelini de büyüterek dünyayı faşizan zihniyetli diktatöryal rejimlerle yönetmeyi tercih edecektir. Öte yandan kendisini dünya imparatorluğu gören ABD sahip olduğu hegemonyayı kimseyle paylaşma niyetinde değildir. Finans kapital ile paradan para kazanan ve bu soygun rejimi hayali para tekeli kurmayı bile başarmış ticaretin kumar ayağında soygun düzenine sınıf atlatmıştır.

Kapitalist sistemin Ortadoğu’ya Müdahalesi

İki kutuplu dünya düzeninin dağılmasından sonra kapitalist sistem Ortadoğu’ya birkaç kez müdahalede bulunmuştur. Kendilerinin neden olduğu diktatoryal rejimler ve öncesinde Sovyet yayılmacılığını engelleme amacıyla kullandığı yeşil kuşak projesi, reel sosyalizmin dağılışıyla boşa düşmüştür.

Öte yandan kendisinin örgütlediği radikal dinci-selefi yapılar kapitalist sistemi tehdit eder hale gelmiştir. 11 Eylül saldırısını bahane eden ABD ve ortakları Ortadoğu ve çeperine müdahale etmişlerdir.

“Önleyici savaş” dedikleri bu saldırılarla müdahale ettiği coğrafyaları adeta enkaza çevirmiştir. El-Kaide ve Taliban türü örgütler ve bunların türevleri karşısında kapitalizm kendince bir çözüm bulmaya çalışsa da, kapitalizmin Ortadoğu ve çevresi için öngördüğü hiçbir plan tutmamıştır.

Öyle ki, müdahale ettiği alanlara “özgürlük” götüreceğini vaat eden bu hegemon güçler müdahalede bulunduğu coğrafyalardaki halkların hayatını cehenneme çevirmiştir. ABD ve ortakları yaklaşık 4 yıl evvel Afganistan’ı Taliban’a bırakarak ülkeden kaçmışlardır. Özgürleştirilmek istenen Afganistan en sonunda milyonlarca kadın ve kız çocuklar için zindana dönüştürülmüştür. Batı demokrasi Doğu’da hayatı zindana çevirmekten bir sakınca görmüyor. Bir gelecekte İran’a olası bir müdahalede Taliban’ı kullanacak mı, onu da yaşayıp göreceğiz. 

Tekelci çıkarlarının peşinden kendisine yeni pazarlar arayan ABD ve ortaklarının bölgeye müdahalelerinde halklara, toplumlara verebilecekleri hiçbir şeyleri olmadığını dünyaya göstermiştir. “Terörizm” gerekçesiyle bu ülkeleri işgal eden güçler, girdikleri her coğrafyayı, ülkeyi yakıp yıktıkları gibi halklara yapmadıkları kötülüğü bırakmadılar.

Devlet terörizmi

Pratik uygulamalarıyla “uluslararası terörizmi” devlet olmayan örgütler üzerinden çarpıtan bu hegemonik kapitalist sistemler kendi uygulamalarının en büyük terörizm olduğunu görmek istememektedirler. Ülkelerini uluslararası uyuşturucu kartellerinin cennetine çeviren bu ülkeler ve kendi çıkarları için her türlü çete örgütlerini destekleyen bazı ülkeler ekonomik çıkarları ile örtüşüyorsa, kendi ortaklarıysa çok rahatlıkla bunu görmezden gelebiliyorlar. İsrail’in Filistin halkına saldırısını ve Suriye’de radikal çete yapılarını IŞİD, El Nusra vb. gibi destekleyenler devlet terörizminin bu çıplak yüzüyle karşılaştıklarında üç maymunu oynayabiliyorlar.

Devlet terörizminin son 35 yılda yaygınlaştığı bölgelerde IŞİD gibi barbar bir örgütün lideri Bağdadi’nin görevlendirdiği bir çete başı, sadece İran’ın Suriye’deki etkisini kırmak ve İsrail’in güvenliğini sağlama amaçlı olarak satın alınıp hazırlanarak bir ay içinde Suriye Devleti’nin Cumhurbaşkanı yapılmıştır.

Suriye’nin Kaderi

Yaşananlardan şu sonuç çıkarılabilir. Devletçi güç odakları terör tanımını kendi çıkarlarını gözeterek yapıyorlar. Öte yandan Suriye’de Esad rejimini bir diktatöryal rejim olarak görüp eleştirenler yeni rejimi de kendi uydusu kıldıkları ve şu an oluşturulan Suriye’nin başına getirilen Colani henüz bir iki ayda yeni bir diktatör olabileceğinin işaretlerini veriyorlar.

 Yeni Suriye rejiminde halkların lehine olabilecek özgürlükler yok sayıldığı için mevcut Suriye’nin kaderi Irak’ın yaşadıklarından farklı olmayacaktır.

Öte yandan bölgede Batılı hegemon güçler, dünya’nın en kalabalık devletsiz halkı olan Kürtlerin, her halk gibi evrensel, doğuştan gelen haklarını istemeleri dahi terörizmle yaftalanıyor.

Tekelci sermaye çevrelerinin ve çifte standartlara başvurmalarının kendi çıkarlarıyla bağlantılı olduğunu söylemek gerekir. Bu tür yaklaşımların temel amacı tekelci çıkarları olan güçler için ahlaki bir problemdir. Hiçbir toplumsal değer tanımamanın, çürümenin, yozlaşmanın ortaya çıkardığı gerçekliklerdir.

Ortadoğu’da birçok devletin yapay olduğunu, kapitalist modernite güçleri tarafından dizayn edildiğini, birçok ülkede bilinçli sorun alanları bıraktıklarını, uzun vadede bu sorunları çelişkileri tırmandırmanın birer aracına dönüştürmek için kullanıldığını ve bu Ortadoğu ülkelerinin bir kısmının dış dinamiklerin desteğiyle ayakta tutulduğu gerçektir.

 Ortadoğu’da birçok devletçi yapı böyledir. Ortadoğu ülkelerinin çoğunluğunda demokrasinin esamesi bile okunmamaktadır. Uluslararası tekelci sermaye için bunun bir önemi yoktur. Onlar elde edecekleri sermaye ve kârlarına bakmaktadırlar. Ortadoğu ülkelerindeki ulus devlet yapısı Ortadoğu’daki ülkelerinde var olan toplumsal farklılıkları, kültürel, etnik yapıları, dilleri, inançları yok saymış, görmezden gelmiş, inkâr etmiştir.

Ulus-devlet hegemonyası altında asimilasyon, kültür kırım ile binlerce yıllık kimlikler eritilmeye çalışılmıştır.

Ortadoğu dünyanın en kadim coğrafyasıdır. Toplumsallığın ilk ana yurdudur.

 Toplumsal kültürel kökler binlerce yıllıktır. Kuşkusuz ahlaki-politik toplumu özellikle tarihsel toplumsal gerçeklikleri yok saymak kolay kolay sonuç vermeyecektir. Bunu Irak’ta, Suriye’de, Lübnan’da gördük. İran, Afganistan, Pakistan, Türkiye çok da farklı değildir. Devleti yönetenler de birçok kez bu gerçeklikleri dile getirmişlerdir. Bu coğrafyalarda halklar on binlerce yıl içinde hiçbir dil, din, kültür, etnik, farklılık gözetmeksizin bir arada huzur içinde yaşamışlardır.

Küreselleşmenin önemli bir diğer nedeni

Küreselleşmenin önemli bir nedeni sermayenin ulus-devlet sınırlarını aşıp serbest dolaşım talebi olmasına karşın, Küreselleşmenin diğer bir nedeni toplumsal çeşitliliklerin kendi kültürlerini ve dillerini, doğalarını, tarihlerini, varlıklarını özgürce yaşamak istemeleridir.

 Ulus devlet krizlerinin bir nedeni olan tekelcilik, pazar ekonomisi ve onun üzerine tahakküm kurmak olmasına karşın, Ulus devlet krizlerinin diğer nedeni de homojen tek tip toplum yaratma çabalarının sonuçsuz kalmasıdır.

Batı toplumları sorunlarını liberalizmin sosyal- hukuk devleti, liberal demokrasi, eşitlik-adaleti ile aşmaya çalışırlardı.

Batı toplumları sorunlarını ekonomik refah, devlet ve demokrasi dengesini kendi içine gözeterek toplumsal tepkileri aşağı çekmişlerdir.

Özellikle iki kutuplu dünya sisteminin aşılması sonrası kendilerine rakip olacak bir sosyalist sistem olmamasına karşın özellikle Avrupa ülkeleri toplumsal talepler bağlamında ihtiyaçlara cevap veremediğini görüyoruz.

Kendisi için demokrasi, kendisi için ekonomik refah, kendisi için hak ve özgürlükler, kendisi için adalet yaklaşımlarında da aşınmalar görülmüştür.

Burada şu sonuca varılabilir: sosyalizmin haklar ve toplumlar için öngördüğü hak ve özgürlükler sistemi dağılışıyla birlikte tehdit olmaktan çıkınca Avrupa ülkeleri demokrasi değerini,  temel toplumsal hak ve özgürlükleri, adalet ve eşitliği bu temelde toplumsal değerleri artık kendileri için olmazsa olmaz bir ihtiyaç olarak görmüyorlar…

Bir örnekle somutlaştırabiliriz. 2000’li yılların başında İsveç’te bir Kürt kadını ailesi tarafından katledilmişti ve bu bir patlamaya yol açmıştı. Çok ciddi haklı toplumsal tepkiler gelişmiş. Kendisi de bir kadın olan İsveç Dışişleri Bakanı da cenaze törenine katılmıştı. Olması gereken bir tepki vermişti.

Ancak yıllar sonra ABD ve birlikte hareket ettiği koalisyon ortakları Afganistan’a Taliban adlı kadın düşmanı bir radikal dinci örgüte teslim ettiğinde bu ülkede yaşayan milyonlarca Afgan kadını ve kız çocuğunun içine düşürüldüğü karanlığa karşı da bu batılı ülkelerin “en demokratik sistemlerinden” benzer bir sahiplenme ve itirazı beklerdik ama yok.  

En son kadının yaşadığı odada pencereye ihtiyaç yoktur diye karar alan Taliban ve bu karanlık ruhlu yaratıklar kendi ülkelerinde bu tür uygulamaları caiz görüyorlar. Kadın örgütleri dışında tüm devletler çıkarları gereği kendisinden gayrısına demokratik hak ve özgürlükleri layik görmüyorlar.

Oysa Evrensel düşünebilmek, özgürlüklere sahiplenmek insani olandır.

27 Kasım 2024 tarihinde suriye’de El-Nusra uzantısı El- Kaide ile aynı zihniyeti paylaşan HTŞ adlı silahlı çete hızla Şam’a yürümeleri sonrasında yarım asırlık ömürden fazla bir süre iktidar olan Esad ailesinin –rejimi- yıkılmış, ülkeyi yönetenler kaçarak kendilerinin dayandığı temel kitle olan Arap Alevileri olan Nusayrileri bırakıp sadece kendi ailelerini kurtarmışlardır.

Örgütsüz bir halkın karşısında gören çete ruhlu bu yapılar Lazkiye, Tartus ve tüm Alevi-Nusayrilerin yaşadığı bölgeleri de işgal ederek onlarca Alevi ileri gelenlerini katletmişlerdir.

Nasıl oldu da Suriye rejimi bir hafta on gün içinde dağıldı?

2010’lu yıllarda Arap Baharı ile birlikte ılımlı İslamı tüm Ortadoğu’yu yaymak isteyen siyasal İslamcılar Batılı güçlerin de Arap Baharı adını verdikleri süreçte kimi devletler Suriye rejimini de değiştirip oradaki sünni İslamı Müslüman Kardeşler şahsında hakim kılmak istediler. 

1990 yılı ve sonrasında özgür ve demokratik bir Ortadoğu sistemini savunan hem de Batı’nın işgalci amaçlarını hem de Batı’nın bölgesel statükoculuğu aşmaya çalışan ilerici hareketler tüm bölge için bir çözüm stratejisi geliştirdiler.

Bunun en önemli amaçlarından biri demokratik Ortadoğu ve halklarının eşit-özgür birliğiydi. Kapitalist sistemden günümüze dek süren tekelci çıkarları temsil eden zihniyette zirve yapan kadın kırımına karşı kadın özgürlük ideolojisini geliştirdik. Endüstriyalizmin yaşandığı ve savaşların ve nükleer tehdidin yaşandığı dünyamızda doğal yaşamın tehdit altına alınmasına karşı ekolojik bir zihniyetin gelişimini ekolojik-ekonomi ve doğanın korunmasını bütünsel bir stratejik hedef olarak ortaya koyduk. Tüm farklılıkların, dillerin, kültürlerin iç içe barış içinde yaşayacağı demokratik toplum projesini geliştirmeye çalıştık.

Reel sosyalizmi dağılmasına götüren nedenleri tahlil ederek demokratik sosyalizmin toplumsal hak ve özgürlüklerin gelişmesini teşvik ettiğini ortaya koyduk.

Kürtlerin yaşadığı tüm ülkelerde savaş karşıtı, barışı önceleyen bir sistemi önce bu dar bölgede, sonra tüm Ortadoğu’da geliştirmeyi amaç edindik. Ortadoğu’da kökü derinlerde olan statükocu zihniyetin aşılması için bir rönesansın gerekliliğini ortaya koyduk.

Batılı kapitalist modernite sistemine karşı böyle alternatif bir demokratik modernite sisteminin geliştirilmesinin önemini ortaya koyarken, zamansal akışta Ortadoğu’da mevcut sınırlarının anlamsızlaşacağını, AB sistemi ve demokrasisini aşan alternatif bir sistemin imkan dahilinde olduğunu ve hatta bu alternatifin evrensel karakteri nedeniyle birikmiş küresel toplumsal sorunlarında bir çözüm olabileceğini, bunun gerçekleşebilir olduğunu tüm boyutlarıyla tanımladık.

2010’lu yıllardaki bu sürecin devamında Batı’nın Irak ve Afganistan’a müdahalesi ertesinde tarihsel bölgede dinsel mezhepsel radikal hareketlerin ortaya çıkması ve bu hareketlerin –tasvip edilmeyen işlrr yapmaları- özellikle Müslümanların yaşadığı coğrafyada sivil katliamlara yönelmesi, camilerde bomba patlatılması dikkat çekiciydi.  Her türlü savaşa ve şiddete karşı ancak “meşru savunma savaşının” meşru olduğunu düşünüyor ve bunu aşan her türlü işgalci, sömürgeci soykırıma dayalı çalışmaların reddedilmesi gerektiğine inanıyoruz. Uzak kıtalardan “önleyici savaş” adı altında Ortadoğu savaş alanına çeviren her türlü müdahalenin amacı işgal ve talandır. Çok-uluslu veya ulus-üstü tekelci sermayenin yeni pazar arayışıdır.

“İslami hareket” olduğunu iddia eden IŞİD gibi hareketlerin kendi topraklarını işgal eden sömürgeci güçlere karşı herhangi bir eylemde bulunmamaları Batı’nın modernitesine karşı olduklarını iddia etseler de, bunun öyle olmadığını hayatın açık gerçeği söylüyor. DAİŞ gibi tüm radikal grupların tüm eylemleri Batı’da faşizmin gelişmesine yol açmış, IŞİD’in beklediği Mesih’te gelmemiştir.

Yukarıda da tanımladığımız Ortadoğu’da her türlü savaş ve bölgesel müdahalenin önünü alabilecek bir çözüm seçeneği olan demokratik ulus sistemine karşıt pratikler ortaya koyan ve eylemleriyle sadece kapitalist modernite ulus-devlet sistemlerinin birer sonucu olan dinciliği, milliyetçiliği, cinsiyetçiliği ve pozitivizme hizmet eden bu radikal selefi yapıların pratiği dolaylı olarak kapitalist tekelci sermayenin hegemonya savaşlarını adeta davetiye çıkarıyor.

Şu çok açık ve nettir: Batılı güçler Ortadoğu ve Doğu’da en çok da din-mezhep, etnik çelişkiye dayalı müdahalede bulunmuşlardır. Bizim önerdiğimiz Demokratik ulus projesi tüm bu çelişkilerin yapısal olduğunu, hakların doğasına bu çelişkilerin asıl  savaş ve çatışma nedeni olmadığını iddia etmektedir.

Bu çelişkileri köpürten ve savaşlar çıkarıp bunun üzerinden bunun üzerinden iktidar devşiren iktidar sahipleri savaş gıdalarının bitmesini kesinlikle istemiyorlar. Bu tip çelişkiler topluma ait değildir. Bu çelişkileri yaratanlar hegemonya peşine koşan kan emici diktatöryel-sömürgeci yapılardır. 

Suriye rejiminin çöküş nedenleri

Burada yeniden Suriye rejiminin çöküş nedenlerine değinebiliriz. Esad rejimi iktidar zihniyetine  dayalı hegemonik sistemde ısrar etmiştir. Esad Ülkesindeki farklılıkları tanıma ve onlarla demokratik hak ve özgürlüklere dayalı bir yaşamı paylaşmayı reddetmiştir.

Parçalanmış bir ülkede merkezi ulus-devlet yapısına dayalı bir yaşamı paylaşmayı reddetmiştir. Parçalanmış bir ülkede merkezi ulus-devlet yapısında ısrar edip hanedanlığa benziyken yönetim modeli çöküşün bir başka nedeni olarak belirtilebilir. Her konuda olduğu gibi kendi özgücüne dayanmayan, dış güçlerin çeşitli desteğiyle açığa çıkan Suriye’nin yapısı bazı komşu ülkelerin radikal dinci hareketlere desteği, ABD’nin uyguladığı ekonomik ambargo önemli bir dağılma nedeni olarak görülebilir.

Suriye Kürtleri yıllarca kendi statülerinin tanınması bağlamında barışçıl çözümde ısrarcı olmuşlar ama rejim çözüme yanaşmayınca tıpkı Saddam rejimde olduğu gibi Kürt halkını yok sayan bir diktatöryel rejim daha tarihe karışmıştır.

Bölgedeki benzer ülkelerde de bölünme paranoyaları bir hastalık olarak kendini dışa vurmuş, eğer Kürtler hak ve özgürlüklerine kavuşurlarsa iktidarları yıkılıp tuzla buz olacak sanısına kapılmıştır.

“İktidar önce kör eder” deyimi burada da doğrulanmaktadır. Kürtler yaşadıkları tüm ülkelerde özgür eşit yurttaş olmak istemişlerdir. Dünyada her halkın kendini yönetme hakkı varsa demokratik seçimlerle iş başına geçen her seçilen kazanılmış hakkını kullanmalıdır.

Öte yandan bugün 21. yüzyıldayız. Bu çağ bilişim çağıdır ve bilgi sınır tanımıyor. Bu çağda da halen asimilasyonun sonuç alacağını, “beyaz kırımın” gerçekleşeceğini düşünmek akla ziyandır. Dünyanın hiçbir ulus-devletinde farklı kimliklerin, kültürlerin, dillerin, inançların birlikte yaşaması,  o ülkelerin bölünmesine yol açmamıştır. Hatta tersine kendini yaşadığı coğrafyada özgür hisseden birey yaşadığı  ülke ile aidiyet duygusunu geliştirmiştir. Burada şöyle bir tespitte bulunmak yanıltıcı olmayacaktır. “Özgürlükler Parçalamaz Birleştirir!”

“Özgürlükler Parçalamaz Birleştirir!”

Dünyada bunun yığınla örneği vardır. Özgürlüklerin saklı enerjiyi açığa çıkardığı, bırakalım çözülmeye, zenginliğe yol açtığı görülecektir. 

Ulus-devlet kapitalizmi tüm sosyoekonomik yapılanmayı tarihte eşi görülmemiş bir derinlikte sömürüye açmasıdır. Azami iktidarlaşma biçimi olarak ulus-devlet kapitalizmi sömürüyü imkan dahiline sokar.

“Kendisini yapılandırmasından günümüze değin hep yüceltilen uğruna kan, can isteyen herkes kurtarıcı görülen ulus-devlet kapitalizmi modernitenin gerçek tanrısıdır.”

Ulus-devlet kapitalizmi en çok sorun üreten kurum olan bu kapitalizmde aldatma, kandırma, oyalama, her türlü sömürüyle meşgul etme, açıklıkla terbiye etme, işsizlikle yaşamdan bezdirme sıradan yaşam olayları olur.

Halkların başına bela edilen bu tip yapılanmaların birer rant ve sermaye birikim şirketi gibi çalıştığı görülür. Kapitalizm toplumsal mühendislik çalışmalarını ve kurumlaşma üzerinden geliştirir. Genel bağlamda ulus-devletin karakterini ortaya koyarak bu yapılanmaya karşı alternatif olası çözüm yollarını ortaya koymalıyız.

ulus-devletçi sistemlerin son 500 yıllık tarihinde insanlığa verdiği ve onun yaşamına kattığı ciddi bir değer yoktur. Kimi temel başlıklarla ulus-devletin anti-toplumcu karakterini ortaya koymaya çalışalım:

1. Burjuvazi kâr-sermaye tekeli oluşturmak için kendisine ait bir pazar oluşumunu öncelikle teşvik etmiştir.

2. Bunu yaparken tüm toplumsal farklılıkları yok saymayı, tek tip homojen bir toplum hedefleyerek nihayetinde toplum kırımına neden olmuştur.

3. İnsanlık hiçbir dönemde ulus-devletin yaptığı gibi coğrafyaları parçalayan katı sınırlar çizmemiştir. Ulus-devlet dünyamızı katı sınırlarla parsellemiştir.

4. Ulus-devlet hegemon sınıfa göre emeğini sömürüp her işe koşturacağı ruhu ve yüreği teslim alınmış yurttaş imalat merkezlerini örgütler. Bu görevi esaslı okullar, kışlalar, ibadet merkezleri ve resmi ritüellerle sağlar.

5. Ulus-devlet sömürüye alan açmak için toplumsal mühendislik çalışması yaparken soykırım ve kültür kırım ile birlikte en çok da ahlaki-politik toplumu hedefler. Ahlakın yerine hukuku ikame eder.

6. Bunun için dinciliği, milliyetçiliği, toplumsal cinsiyetçiliği ve pozitivizmi etkili kullanılır.

7. Toplumsal hakikat paramparça edilir, insanın zihniyeti işlemez hale getirilir.

8. Doğanın bir parçası olan toplumu doğaya yabancılaştırırken, ekolojik çevreyı kıma uğratır.

9. Azami kâr ve sermaye tekeli için ve bir avuç iktidar elitinin çıkarları için her şey yapılır.

10. İktidar ve devletin sızmadığı tek bir toplumsal hücre ve gözenek bırakılmaz.

11. Ulus-devlet kadını en gelişmiş iktidar ve sermaye aracı olarak kullanmaya büyük özen gösterir. Bu bağlamda geliştirilen kadın köleliği tüm köleliklerin zemini kılınmıştır.

12.Ulus-devletin tekelci çağında kapitalizm azami kârı hedeflerken, aşırı kentleşme, nüfus yoğunluğu ile işsizliğe yol açarken kentler ucuz işgücü alanına çevrilir.

13. Ulus-devlet herhangi bir iktidar biçimi değildir. Devlet iktidarının en gelişmiş biçimi olmasından öteye içinde faşizmi geliştiren bir devlet biçimidir.

14. Ulus-devletler kimi reformlar yaparak tekelci emperyal yayılmanın önünü açmak için yeni pazar arayışlarının önünü açmak için ucuz hammadde, işgücü sağlamak ve azami kâr için yeni pazarlar bulmak için sınırları aşarak küreselleşmeyi getirmesine karşın bu küreselleşme kimi ulus-devletler açısından iç sorunları azaltmak, toplum-devlet bünyesine kimi yumuşamalara gitmek istiyorlar. Bunlar Batıdaki egemen sınıfın karakterine uygun değildir.

Batıdaki egemen sınıf kendi ana ülkesinde ulus-devleti esneterek farklı coğrafyalarda her türlü hile ve sahtekarlıkla sömürüyle daha fazla kâr elde etmenin yolunu bulmaya çalışmaktadır. Bu nedenle azami kâr tekelci sermayenin yegane amacı olmayı sürdürecektir.

21. yüzyılın ilk çeyreğinde kapitalizmin liberal ideolojisine dayalı her türlü toplumsal hak ve özgürlüklerin sadece egemenlerin haklarını gözettiği ölçüde geçerli olduğunu gördük. Filistin’de işlenen soykırıma karşı Batı dünyasının temel toplumsal hakları yok sayılmış, milyonlarca insanın soykırımını tüm dünya canlı seyretmiştir.

Bizim düşündüğümüz toplum için günümüzün uygarlığından bir çözüm beklemek gaflet olur. Kapitalist-emperyalist sisteme ve onun hegemonik gerçeğine karşı bu sistem artık ömrünü doldurdu.

Alternatif bir sisteme acil ihtiyaç var diyebilecek noktadayız. Bu alternatife dair halklar, ezilen toplumsal kesimler ve özgür bir dünyada yaşama umudunu koruyanlar çok şey söylüyorlar. Herkes tartışacak ve kendi hakikatine dayalı çözümü kendi ana yurdunda tüm tarihsel direnişlerden dersler çıkararak geliştireceklerdir.

Alternatif bir sistem düşünüldüğünde tüm sorunlar beş binlik uygarlık sisteminin yürüdüğü yol bu durumdan sorumludur. Sorunlar devletçi bir zihniyet ve devletçi bir kültürün sonucudur.

Bu nedenle iktidarcılığa, devletçiliğe ve onun tuzaklarına düşmeden, özgür topluma dayalı iktidar karşıtı ve olumlu hiyerarşiyi önemseyen demokratik bir zihniyet inşasını olmazsa olmaz görüyoruz.

Bireylerin Kendi kendilerni tüm toplumsal yaşamda örgütleyerek yönetme ve bunun kavramlarını oluşturmak olanak dahilindedir.

Yukarıda eleştirdiğimiz tüm olumsuzlukların tersini düşündüğümüzde bizim için geçerli olacak yol ve yöntemler de kendiliğinden açığa çıkacaktır.

Aslında binlerce yıl  halklar iktidarsız ve devletsiz yaşamış ve kendi yaşamlarını kolaylıkla organize etmişlerdir. Bu bağlamda tarihsel toplumun geleneği ve kültürü bizim için önemli bir zemin sunuyor. Bu gelenek ve kültür tarihsel toplumun hafızasında canlıdır.

Marksizm Eleştirisi

 Ulus-devletin krizi ve bunun kapitalizmle bağına çok değindik. Marksizmin ilk doğuş sürecine bir göz atmakta yarar vardır. Marksizm kendisini bilimsel sosyalizm adı altında örgütlemeye başladığı günlerde kapitalist sistem henüz tam olgunluk sürecinde bile değildi. Kapitalizmin bir vahşi yapısından söz edebiliriz  fakat kapitalizmin son yüz elli yılı aşkın zamanda esnek zihniyetiyle pek çok kez kendini restorasyondan geçirmiş, değişim-dönüşüme açık tutmuştur. Kapitalizme göre halkların özgürlük seçeneği yoktur. Bu tespitten hareket edersek Marksizmin kendi zamanı içindeki hatalarını, yetmezliklerini, yanlış tahlillerini eleştirmeye girmeden önce şunu söyleyebiliriz.

Beş bin yıllık egemenlikçi tarihte merkezi bir sistem kendi önünü tamamlayıp toplumsal gelişimin önünde engel olmadan evvel bu sisteme karşı alternatif geliştirmek bir sonuç vermeyecektir -kaldı ki Marksizm hiçbir zaman alternatif bir sistem geliştirememiştir.

Marksizmin tahlillerinin çoğunluğu zaman içinde geçerliliğini kaybetmiştir. Reel sosyalizmin çözülüşünün nedeni salt yanlış uygulamalar değildir. Reel sosyalizmin çözülüşünün nedeni aynı zamanda yapılan yığınla yanlış tahlillerdir.

Şimdi yirmi birinci yüzyılda yaşıyoruz. Devletçi iktidarcı uygarlık sisteminin sürdüremezliği netleşmiştir. İçinden geçtiğimiz kaos ve kriz süreci bunun açık örneğidir. Bugün geldiğimiz noktada acil olarak halklar için özgürlük seçeneğine ihtiyaç vardır.

Toplumun yönetime dahil olması

21. yüzyılının ilk çeyreğinde dünyamızda yaşanan sorunlar tek başına gezegenimiz için alarm zilleri çaldırıyor. Devlet ve iktidarın gücünün törpülenerek demokratikleşme sağlanmasa bile toplumun yönetime dahil olmasında adımlar atılmazsa gezegenimizin bu sistemin yarattığı kötülüğü ne kadar taşıyabileceği belirsizdir.

İnsanlık gerçek hazine olan değerlerini Ortadoğu’da kaybetti. Sözünü ettiğimiz bugünkü sisteme ilişkin kötülük insanın bedenine bir virüs yayılmıştır. ı

Bu ölümcül virüs günümüzde toplumsal kanserleşmeye yol açan kapitalist tekelci sermaye sisteminde artık zirve yapmıştır.

İnsan toplumsallığı bu ölümcül hastalığı tedavi etmesi etmek istiyorsa o vakit bu hastalığı yaratan ilk nedene ulaşmak, o hastalığa yol açan mikrobun neden kaynaklandığını tespit ederek, bu hastalığın tüm gelişim aşamalarının, yan etkilerini tahlil edip bir panzehir bulmalıdır.

“Şaman, yaşlı erkek, güçlü kurnaz adam” üçlü eril ittifakın zihniyetinde oluşan ilk mikrop önce hiyerarşik sistemi ardından beş bin yıllık merkezi uygarlık sisteminin doğuşuna yol açmıştır.

 Binlerce yıllık uygarlık sistemiyle sistemi bu ilk mikrop ataerkil bir sistem yaratmış ve insanlığı tehdit eden devasa olumsuz sonuçlar yaratmıştır. Geliştirilecek panzehiri ile durumun iyileşme süreci beş bin yıl sürmeyecektir elbet, ama başta vurguladığımız gibi ana kadın toplumsallığın cennet toplumu çabuk oluşmayacaktır.

Devlet artı demokrasi gerçekliğini en basitinden en karmaşıklığına inşa etmeliyiz. Bu inşa bireyin demokratik bir zihniyete kavuşması ve kendini toplumsallığın her alanında örgütlemesinden geçecektir. Bu çabaya değer verilmeli bıkmadan, usanmadan takılmadan yürünmelidir.

Radikal demokrasi

Bilişim çağı toplumsal bilinçlenmeyi de yaratıyor. Her türlü bilinçlenme ile toplumu oluşturan tüm kesimler işçiler, köylüler, ezilenler, sömürülenler, kadınlar, gençler, köy ve tarım toplumu ve her türlü sivil toplum bileşenleri ve ekolojistler, savaş karşıtı örgütler, devletsiz halklar organizasyonları ve sosyalistler  ve bu sistemin tüm mağdurları tüm alanlarda radikal demokrasi çerçevesinde bulaşıp örgütlenmelidir. Bu gruplar bir yandan devlet ile diğer yandan devlete ihtiyaç duymadan sivil alanda pek çok toplumsal çalışmaları kendileri yapabilecek yatay demokrasi modelini esas alarak tüm yerleşim alanlarında meclisler kurarak kendilerini örgütleyebilirler. Bkz. Çev. Notu: Yatay Demokrasi: Yeni Toplumsal Hareketlerin Yatay Demokrasi Örgütlenme Modeli, Yusuf Doğan

Sistemin içinde fakat sistemin zihniyetinin dışına çıkarak her türlü dinciliği, milliyetçiliği, cinsiyetçiliği, pozitif bilimciliği aşarak ve mevcut sistemin bu zihniyetinin tam karşıtı bir yaşamı geliştirerek ve demokratik ulus zihniyetine uygun bir yaşamı geliştirerek özgür bir toplum kurmak kaçınılmazdır ve görevimizdir.

Toplumsallığın en büyük dezavantajı  hangi yolda yürüyeceğini bilememesidir. Ancak demokratik uygarlığın ana nehrine insanlığı götürecek yollar dünyamızın tüm bölgelerine uyarlanarak uygulanabilir. Bu demokratik uygarlık yürüyüşü ve kelebek etkisi başlamıştır.

Savaşların, ölümlerin, talanın, tekelci hegemonyanın, nükleer tehdidin, kadın kırımının, doğa ve ekolojik kırımın son bulacağı gezegenimizde toplumsallık “Ana’ya Dönüşü” (Amargi’ye dönüşü) sağlayabilirse üçüncü doğanın canlılığı dünyamızı iyileştirecek ve mavi gezegenimiz güneşin çevresinde yörüngesinde dönen tüm gezegenlerden daha görkemli ışıldayacak, gezegenimiz evrende var olmaya devam edecektir.

Gelecek kuşakların nasipleneceği böyle bir dünyanın özlemiyle.

Paylaş

Bir Yanıt Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir