Candan Badem: Çin, Vietnam ve Küba’da Sosyalizm Yaşıyor

Sinan Dervişoğlu’nun Bugünün ve Yarının Sosyalizmi Kitabı

Editör’ün Notu: Yazar, Candan Badem kitap üzerine cesur değerlendirmelerde bulunmuş ve samimi bir özeleştiri yapmış. Bu gerçekten değerli bir tutum. Badem’e göre “sosyalist ülkelerde piyasa unsurlarını kontrol etmek mümkündür. Dervişoğlu’nun dediği gibi Çin kapitalist değildir çünkü a) kamu mülkiyeti ekonomideki kilit sektörleri elinde tutuyor b) bankacılık devletin elinde, c) özel sektörün siyasi güç ve medya sahibi olmasına izin verilmiyor ve d) piyasa serbest değil, yönetiliyor.” ve Badem ekliyor: “Çin’de piyasa basitçe yönetilmiyor….sosyalist planlamaya uygun biçimde yönetiliyor.” Badem’e göre “kitapta nadiren de olsa Sinan Dervişoğlu’nın SBKP önderliğine haksızlık ettiği örnekler de var.”

Vurgulayalım sosyalizm komünist toplumun birinci aşamasıdır. Bugüne kadar sosyalizmi inşa eden hiçbir ülke bu aşamaya ulaşamadı. Çin ve Sovyetler’de bu aşamaya ulaştık diyen liderlerin yanıldığı ortaya çıktı. Bu görüş hala net değil ve kafa karışıklığına yol açıyor. Deng’in katkısı tarihte ilk kez “Çin’de henüz bu aşamadan çok uzağız, sosyalizmi inşa ediyoruz, fakat bizim inşa etmeyi başardığımız sosyalizm az gelişkin bir sosyalizmdir, henüz sosyalizmin (ön) başlangıç aşamasının ötesine geçemedik. Çin üretici güçlerin ve kültürün geriliği nedeniyle daha uzun bir tarihi dönem boyunca, sosyalizmin başlangıç aşaması içinde kalacaktır. Yapacağımız işleri planlarken bu temel gerçekliği asla aklımızdan çıkarmamalıyız.” (1981) değerlendirmesinde bulunarak, gelişmekte olan ülkelerde sosyalizmin inşası ile uğraşanlar için önemli bir görüş ortaya attı.

Komünist toplum bir ütopya mı?

Kitabı değerlendiren Candan Badem ne yazık ki Marx’ın yaşamı boyunca emek vererek ve ciltler dolusu eserle kurduğu bilimsel nitelikli Komünist Toplum teorisini bir “ütopya” olarak tanımlamış. Oysa Marx yaptığı derin araştırmalardan sonra komünizmin birinci aşaması olan sosyalist toplum boyunca HAKİM üretim tarzının (diğer üretim tarzları ikincil olmak üzere) üretim araçlarının ortaklaşa mülkiyetine dayalı olan ve kullanım amaçlı üretim yapan plan ekonomisi sistemine sahip olan “birleşik üretim tarzı” olacağı şeklinde bu toplumun ekonomik formasyonuna ilişkin genel bir teorik tanımlama getirmişlerdi. Bence bu “ütopya” görüşü bugünün gerçekleri ile de uyuşmuyor. 20.yüzyılda birçok ülke bu görüşlerden yola çıkarak, komünist toplumun birinci aşaması olan sosyalizmi inşa deneyleri içine girdiler. “Plan ekonomisini” kurdular, değer yasasını göz ardı eden üretim sitemlerini kurdular, komünlerde evde yemek pişirme yerine komünist kantinler ve tam eşitlikçi bölüşüm deneylerini yaptılar. Bugün dünya komünist ve sosyalistlerini ve sosyalist ülkelerin önder partilerini halklarını diri tutan ve coşturan ideal komünist toplum hedefidir. işçi sınıfı ve İnsanlık gerçek özgürlüğe ancak bu topluma ulaştığında kavuşabilecek ve Devletin sönümü bu aşamada başlayacaktır. Bu ülkeler hala sosyalizmin başlangıç aşamasındadır ve Komünist toplumun ilk aşaması olan sosyalizme ilerlemek için iddialı ve sabırlı bir mücadele içerisinde.

Komünizm hedefi ve ideali olmadan bugünkü çabalarımız gerekli olan devrimci itici güçten yoksun kalacaktır.

Sinan Dervişoğlu’nun Kitabı, cilt 2: Bugünün ve Yarının Sosyalizmi

Türkiye Komünist Hareketi Web Dergisi Yurtsever’den alınmıştır..

Sinan Dervişoğlu, benim de bir zamanlar küçümsediğim ÇKP ve Çin’i küçümseme ve Çin’i kapitalist saymanın yanlışlığını göstermektedir. Burada ben kendi adıma hatamı kabul ediyorum.

03-11-2025

 Sinan Dervişoğlu’nun kitabının 1. cildini geçen yazımda incelemiştim. Kitabın ikinci cildinde yazar Sinan Dervişoğlu günümüzde yaşayan üç sosyalist ülke olan Çin, Vietnam ve Küba’da sosyalizmin nasıl ayakta kaldığını tartışıyor, bu ülkelerdeki riskleri analiz ediyor, bu ülkelerin dünya komünist hareketine katkılarını ve SSCB’nin yıkılışından çıkardıkları dersleri inceliyor. İkinci cildin öteki bölümlerinde ise sosyalizmde devlet, proletarya diktatörlüğü, hukuk, parti, ekonomi, plan, piyasa, işçi denetimi ve son olarak nasıl bir uluslararası perspektif ve dünya devrimi sorunlarını ele alıyor.

Dervişoğlu Çin, Vietnam ve Küba’da sosyalizmin neden yıkılmadığı sorusuna kısaca şu yanıtı veriyor: Bu ülkelerdeki komünistlerin ve emekçilerin devrim öncesine uzanan belirli siyasi gelenekleri, zaafların büyümesini ve bir rejim krizi oluşmasını engellemektedir. Ayrıca Çin, Vietnam ve Küba SSCB’nin çöküşünden dersler çıkarmışlardır.

Ayrıca bu ülkelerden Çin ve Vietnam ekonomik olarak başarılı oldukları için, Küba ise hala yoksullukla boğuşmakla birlikte siyasal aygıtlarının şeffaflığı, katılımcılığı ve yozlaşmadan uzak kimliği sayesinde meşruiyetini korumuştur.

Dervişoğlu, benim de bir zamanlar küçümsediğim ÇKP ve Çin’i küçümseme ve kapitalist saymanın yanlışlığını göstermektedir. Burada ben kendi adıma hatamı kabul ediyorum.

ÇKP daha 1980lerde Mao’nun hatalarını aştı

 ÇKP daha 1980lerde Mao’nun hatalarını aşmıştı. Biz Sovyetik bilimsel sosyalistler ne yazık ki ÇKP’nin ne dediğiyle ilgilenmedik bile. Dınğ Şao Ping’i kapitalist yolcu ve revizyonist olarak gördüğümüz için onu da hiç okumadık. Onun adının Deng değil Dınğ olduğunu, Deng diye yazıldığını dahi bilmiyorduk. Dınğ ve daha sonra gelen liderler ve hükümetler piyasa unsurlarını ekonomiye soktular ancak kapitalizmi geri getirmediler. Piyasa unsurlarını kontrol etmek mümkündür.

Dervişoğlu’nun dediği gibi Çin kapitalist değildir çünkü a) kamu mülkiyeti ekonomideki kilit sektörleri elinde tutuyor…. b) bankacılık devletin elinde, c) özel sektörün siyasi güç ve medya sahibi olmasına izin verilmiyor ve d) piyasa serbest değil, yönetiliyor.

Bu sonuncu maddede Dervişoğlu, kapitalist ülkelerde de piyasanın serbest olmadığını ve oralarda da yönetildiğini nedense atlamış.

Çin’deki fark piyasanın basitçe yönetilmesi değil sosyalist planlamaya uygun biçimde yönetilmesidir.

Dervişoğlu, Çin, Vietnam ve Küba’nın ortak bir özelliği olarak, bu ülkelerdeki istihbarat örgütlerinin yöneticilerinin hiçbir zaman parti ve devlette önemli bir mevkide olmadıklarını saptıyor.

Bu ülkelerde yozlaşma ve rüşvete karşı parti önderliği daha sağlam bir sınav verdi. Bu ülkelerde ayrıca komünist parti kitle çizgisi ve kolektif ustalık ve kolektif akıl siyasetlerini daha başarılı bir biçimde uyguladı.

SBKP’de kadro seçiminde liyakat ilkesinin çiğnenmesi ve adama göre is ilkesinin zararlı sonuçlarını gören ÇKP, SBKP’nin hatalarından ders aldı. Dervişoğlu’nun ÇKP akademisyenlerinden Wu Meihua’dan aktardığına göre ÇKP kadro seçiminde şu dört ölçütü 1993 yılında kabul etmişti.

1) Genç ve enerjik olmak.

Bu ölçütün Stalin döneminde uygulanmış olduğunu belirtmek gerekir. 1930’larda SSCB bakanlar kurulunun (halk komiserleri kurulu) yaş ortalaması 35 idi.

2) Devrimci ahlaka sahip olmak. 

Doğrusu bu kriter ölçülebilir değil.

3) Bilgili olmak.

Salt ideolojik konularda değil mesleki konularda da bilgili olmak. Bu ölçülebilir bir kriter elbette ancak kadrolar tam olarak hangi konularda bilgili olacak? Dervişoğlu bunları açıklamıyor.

4) Profesyonel olmak, işleri tanımlı kurallar çerçevesinde yürütmek.

Bu güzel ancak inisiyatif almayı nasıl teşvik edeceğiz?

Yine Dervişoğlu’nun bildirdiğine göre, ÇKP parti kadrolarının seçiminde hem parti üyelerinden hem de parti dışı kitle örgütlerinden görüş almaktadır. Ayrıca kararlarda %51 çoğunluk yeterli bulunmamakta, üçte iki çoğunluk hedeflenmektedir.

Dervişoğlu devlet teorisi ve pratiğine ayırdığı bölümde Lenin’in Devlet ve Devrim adlı eserini de eleştirel süzgeçten geçiriyor ve Lenin’in aksine devletin bir araç değil akıllı bir özne olduğunu, Batıda geliştirilen “devletin göreceli bağımsızlığı” tezinin de Marksist devlet teorisindeki eksiklikleri gideremediğini savunuyor.

Marksist Devlet Teorisi

Ancak bu iki tezin neden birbirini dışlaması gerektiğini ben anlamadım: Devlet bir açıdan sınıfsal egemenliğin aracı, başka bir açıdan akıllı özne olamaz mı? Dervişoğlu ayrıca devletin politik bir yabancılaşma olduğunu, sınıf mücadelesinin ürünü, öznesi ve alanı olduğunu savunuyor ki burada söylediği şeyler daha ufuk açıcı görünüyor.

Yazar Lenin’in tarif ettiği “hiçbir yasayla veya hukukla kendini sınırlamayan bir proletarya diktatörlüğü” fikrini de yanlış buluyor ki bence de haklı. Lenin’in burada kastettiği şey proletarya diktatörlüğünün burjuva hukukuyla kendini sınırlamaması olmalı ancak ifadesi sorunludur…. çünkü burjuva devleti yıkıldıktan sonra ne olacağı belirsizdir. Sosyalist bir devlette kendini hukukun üstünde sayan tek bir parti olması doğru değildir. Bununla birlikte SBKP’yi hiçbir hukuk tanımayan bir parti olarak göstermek de doğru değildir. En fazla idamların gerçekleştiği 1937 yılında bile yargısız infazlar yoktur, kararlar yanlış olsa bile yargılama prosedürleri uygulanmış, sanıklara savunma hakkı verilmiş ve her davada halka açık duruşmalar yapılmıştır. İdamların kurbanları da çoğunlukla yine partililerdir. 1939 yılında parti kendi hatalarını yine kendi kararıyla kabul etmiştir. Ne var ki Hruşçov gibi unsurlar hatalarına rağmen makamlarını korumuştur.

SSCB’de tek parti uygulaması yanlıştı

Bugünden baktığımızda şurası net görünüyor: SSCB’de tek parti uygulaması yanlıştı. Bolşevikler karşı devrimci ayaklanmalara ve eylemlere katılmayan sol Sosyalist Devrimciler partisi ve Menşevik partinin parti olarak varlıklarını sürdürmelerini sağlamalıydılar. Sosyalist Devrimciler partisi ve Menşeviklerin Bolşevik partiye katılması ister istemez onların bazı olumsuz eğilimlerinin Bolşevik partiye taşınmasını getirdi. Stalin, 1938’de kendi çocukluğunu idealize eden bir kitap tasarısına şöyle karşı çıkmıştı: “Kahramanlar” ve “kalabalıklar” teorisi Bolşevik bir teori değildir, bir Sosyalist Devrimciler partisi teorisidir. Sosyalist Devrimciler partisi der ki halkı halk yapan kahramanlardır, onu kalabalıktan halka dönüştürürler. Bolşevikler ise Sosyalist Devrimciler’e “kahramanları halk yaratır” diye yanıt verirler.” (Stalin, Soçineniya, cilt 14, Moskova: İzdatel’stvo Pisatel, 1997, s. 249).

 Ancak buradan hareketle günümüzde örneğin Küba’da çok partiye izin verilmesini istemek doğru olmaz çünkü doğru bir işi yanlış zamanda yapmak yine yanlış sonuçlar verir. Bugünkü Küba’da kurulacak ikinci bir siyasi ancak CIA tarafından desteklenen bir karşı devrim partisi olabilir.

Dervişoğlu’nun SBKP önderliğini haklı olarak eleştirdiği çok sayıda örnek var, SSCB’de “sosyalizmin zaferinin tamamlandığı” tezi bunlardan biri. Kuşkusuz Hruşçov’un bu saçma tezi yanlıştı.

Komünist toplum ütopyasını gündemimizden çıkarmalıyız

Ancak bence Dervişoğlu’nun da halen savunduğu, devletin ortadan kalkması veya sönümlenmesi ve herkesin topluma yeteneğine göre verip ihtiyacına göre aldığı bir komünist toplum ütopyasını gündemimizden çıkarmamız gerekiyor çünkü bu tür ütopyalar komünizmi gerçekleşmeyecek kadar iyi bir düş durumuna sokuyor.

Oysa bizim insanlara gerçekçi ve ayakları yere basan bir proje sunmamız gerekiyor. Sosyal devlet, planlı ekonomi ve emekçi iktidarı yeterince iyidir bundan daha fazlasını önermeye gerek yoktur. Sosyalizm dünya çağında egemen olursa ve teknik gelişmeler olanaklı kılarsa o zaman daha ileri bir toplum hayali kurulabilir.

Engels’in dediği gibi insanlık ancak çözebileceği meseleleri önüne koyar. Bugünün sorunu olmayan sorunları tartışmak bizi gerçek gündemden koparır ve davaya da zarar verir. Bunları deyince sosyalizmi bırakıp sosyal demokrasiye dönmüş olmayız çünkü sosyal demokrasi burjuvaların mülkünü kamulaştırmayı kabul etmez, planlı ekonomiyi kabul etmez, emperyalizmle bağını kesmeyi kabul etmez ve sosyal devletten anladığı da bizim anlayışımızın çok gerisindedir.

Dervişoğlu’nun nadiren de olsa SBKP önderliğine haksızlık ettiği örnekler de var. Örneğin Brejnev’in “prestij projelerinin” Aral gölünü kuruttuğunu ve çevre felaketine yol açtığını savunuyor. Oysa Seyhun ve Ceyhun ırmaklarının suyunu pamuk tarlalarını sulamakta kullanma projesi Brejnev’in yalnız başına karar verdiği düşüncesiz bir proje değildi. Sovyet uzmanları projenin çevreye etkilerini hesaplamışlardı. Aral gölünün kuruması da öngörülen bir bedeldi. Proje uygulandı çünkü getirisi götürüsünden daha çoktu.

Dervişoğlu, geçmiş sosyalist ekonomi deneylerinde planı tartıştığı bölümde merkezi planlamanın teknik değil siyasal bir olgu olduğunu savunuyor ki bunda haklıdır. Bunun ardından şöyle diyor: “Kaç tane sigara çakmağı üretileceğini ve en uygun fiyatın ne olması gerektiğini bize gösterecek bir mucize bilgisayar hala yoktur ve yakın bir gelecekte de olacağa benzememektedir.” Bu noktada yazara şöyle yanıt verebiliriz: Sigara çakmağı gibi stratejik olmayan bir hafif sanayi ürününün miktarı ve fiyatını neden merkezi planlama hesaplasın ki? Merkezi planlama sadece belli stratejik sektörlerin belli ürünleri ve hizmetlerini planlamalıdır. Gerisi işletmelere bırakılır.

 Devlet işletmesinin yönetim kurulunda emekçi temsilcileri olur ve bunların yönetime katılımı böyle sağlanır. Sigara çakmağının üretiminin planlamasını devlet işletmeleri veya özel işletmeler kendisi yapabilir, bunlar da kendi hesaplarına göre maliyete belli bir kar ekleyerek fiyatı bulabilirler ve üretimi de talebe göre ayarlayabilirler.

Dervişoğlu SSCB’de beyaz eşya üretiminde plancıların o yıl kaç evlilik olacağına ilişkin tahminleri temel almalarını komik buluyor. Doğrusu ben buna pek şaşırdım. Neden komik olsun ki? Bu gayet normal ve rasyonel bir düşüncedir. Kapitalist beyaz eşya üreticileri de böyle tahminleri kullanıyorlar. Sosyalist plancılar da bu kararları merkezi olarak alabilirler. Bazı riskler ekonominin kapitalist veya sosyalist olmasından bağımsızdır. Beyaz eşya örneğinde birbiriyle rekabet eden birden çok devlet işletmesi olabilir ve bu işletmelere kendi kararlarını alma hakkı da verilebilir. Merkezi planlama da bunların aşırı üretim yaparak ellerinde stok biriktirmesi ve iflas etmesi riskine karşı bunları sürekli izleyerek önlem alabilir. Ayrıca merkezi planlama hangi sektörlerde ne kadar ithalata izin verileceğine karar verir. Örneğin hangi eşyanın içeride üretileceğine, hangilerinin ithal edileceğine karar verir. Nitekim Dervişoğlu ekonomide tek ve yegane belirleyici mekanizma olarak merkezi planlamayı düşünmeyi eleştirmektedir.

Dervişoğlu SSCB’de kalite konusunu tartışırken de yine çok haksız bir önermede bulunuyor ki doğrusu ben çok şaşırdım. Diyor ki Sovyetlerin ve sosyalist ekonomilerin geçerliliği ve rekabet gücü olan bir markası (Kalaşnikov tüfek markası hariç) olmamıştır! Dervişoğlu ne yazık ki bu iddiasıyla Putin’e benzemiştir:

Putin de SSCB galoştan başka bir ihraç maddesi yoktu demiştir! Dervişoğlu acaba hiç mi Sovyet Serkisov saati, Zenit fotoğraf makinesi görmemiştir? Sovyet Lada otomobilleri kendi segmentlerinde gayet başarılıydılar. Benim çocukluğumda 1970lerin Kars-Ardahan’ında Sovyet malı tırpanlar en kalitelisiydi. Sovyet traktörleri ve biçerdöverleri ise ABD ve NATO etkisi yüzünden Türkiye’ye giremiyordu. Perestroyka döneminde Gorbaçov haininin ihracat hakkı verdiği bazı kooperatifler ucuz ve kaliteli olan Sovyet tereyağını piyasadan toplamışlar ve Avrupa’ya satmışlardı. Bence Gorbaçov’un ihaneti kooperatiflere izin vermesi değil, kooperatiflerin devlet mülkiyetini yağmalamasına ve sübvanse edilen devlet ürünleri üzerinden rant elde etmesine izin vermesiydi. Dervişoğlu’nun plana ilişkin tezlerinin tamamını bu yazıda ele almak mümkün değil, o işi başka bir yazıya bırakarak son olarak dünya devrimi üzerindeki son bölüme değinmek istiyorum.

Dünya Devrimi ve Günümüzün Enternasyonal Örgütü

Yazar dünya devriminin mümkün olmadığını ve günümüzün karmaşık dünyasını tek bir merkezden yönetmenin de mümkün olmadığını güzel açıklıyor. Ben ise daha da ileri gidip günümüz dünyasında bir Komintern hayal etmenin dahi yanlış olduğunu çünkü bunun komünistlere zarar vereceğini düşünüyorum. Tek bir merkezden yönetilen bir dünya komünist hareketi mümkün olmadığı gibi her ülkedeki komünistlere de fazladan bir de yabancı bir devletin ajanı olmakla suçlanmak külfetini getirir.

Örneğin merkezi Pekin olan bir Komintern olsaydı ve Türkiye komünistlerinin partisi de oradan yönetiliyor olsaydı komünistlerin Çin ajanı suçlamasıyla uğraşması gerekecekti. Yalnızca sermaye devletinin baskısı değil sıradan halkın gözünde de komünistler fazladan gereksiz bir yükün altına girmiş olacaklardı. Bunlara hiç gerek yoktur. Bütün komünist partiler kendi aralarında sürekli iletişim ve dayanışma içinde olabilirler ve olmalıdırlar elbette ancak bunun için merkezi bir partiye veya örgüte gerek yoktur.

Paylaş

Bir Yanıt Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir