Geleneksel Sosyalizm Ülkelerinde Yabancılaşma Nasıl Ortaya Çıktı?
Kasım 2025, Kaan Sungur
Buradaki geleneksel sosyalizm ifadesi 1980’li yıllara değin sürdürülen sosyalizm inşa çabalarını veya Çin’i de etkileyen Sovyet tipi sosyalizm modelini kastetmektedir. Bu model neredeyse Yugoslavya dışında tüm sosyalist ülkeleri etkilemiştyir. Sosyalizm ve kapitalizmde işçilerin yabancılaşmasını karşılaştırmak, Marx’ın yabancılaşma kavramını ve yabancılaşmanın her iki sistemde nasıl farklı şekillerde ortaya çıktığını anlamayı gerektirir.
Marx’ın Yabancılaşma Teorisi
Öncelikle, Karl Marx’ın gördüğü şekliyle yabancılaşmayı tanımlamamız gerekir. Marx’a göre, kapitalizm altında yabancılaşma sadece bir memnuniyetsizlik duygusu değil, işçinin kendi insan doğasından ve insan potansiyelinden koparıldığı temel bir yapısal durumdur. Marx, sınıflı toplumlarda dört tür yabancılaşma belirlemiştir:
İşçinin veya üreticinin kendi Emek Ürününe Yabancılaşması: İşçi, ürettiği şeye sahip değildir. Çalışanın ürettiği ürün, işçiye karşı duran, genellikle başkasına kâr sağlamak için araç olarak kullanılan “yabancı bir nesne” haline gelir.
Üretim Sürecinden (İşin Kendisine) Yabancılaşma: İş, çalışan kişi için yaratıcı olma ihtiyacını karşılayan bir şey değil, dışsal bir şeydir. Hayatta ayakta kalmak için bir araçtır (ücret). İş, monoton, anlamsız ve yorucu olarak görülür.
İnsan Doğasından Yabancılaşma: İnsanlar, özgür ve bilinçli faaliyetlerle dünyayı şekillendiren yaratıcı varlıklardır. Kapitalizmde çalışma veya iş, özgür veya yaratıcı değildir, bir anlamda zorla yaptırılır ve işçinin temel insanlığını inkar eder.
Diğer İnsanlardan Yabancılaşma: Emek bir meta haline gelir ve bireyler arasındaki ilişkiler rekabetçi, ticari alışverişlere indirgenir. Örneğin: İşçiler daha iyi işler için birbirleriyle rekabet ederler ve işçi ile kapitalist arasındaki ilişki doğası gereği sömürücüdür.
Kapitalizmdeki Yabancılaşma
Marksist bakış açısına göre, yabancılaşma kapitalizmin doğasında var olan ve kaçınılmaz bir özelliktir.
Temel Neden: Üretim araçlarının (fabrikalar, toprak, fabrikalar, makineler) özel mülkiyeti. Sadece emek gücüne sahip olan işçi, hayatta kalmak için bu çalışma gücünü (işgücü) ücret karşılığında kapitaliste satmak zorundadır.
Mekanizma şöyle işler:
İşçi bir meta (ürün) üretir, ancak kapitalist bu malın sahibi olur ve kâr elde etmek için satar, işçiye ise yarattığı değerin sadece bir kısmını (ücret olarak) verir. Üretimin amacı işçinin tatmini değil, azami kâr elde etmeye göre tasarlanmıştır. Bu da iş bölümüne, montaj hatlarına ve vasıfsızlaşmaya yol açar. İşçinin yaratıcı gücü meta haline gelir. Emekleri işçilerin kendilerini ifade etme aracı değil, satılacak bir maldır. İşçiler arasında güçsüzlük, anlamsızlık, tecrit edilmişlik duygusu ve kendinden uzaklaşma duyguları, kapitalist sistemin doğal sonuçlarıdır. İyi ücret alan işçiler bile, işleri kontrol altında, tekrarlayıcı ve tatmin edici değilse kendilerini yabancılaşmış hissederler.
Sosyalizmin Birincil Başlangıç Aşamasında Yabancılaşma
Sosyalizmin amacı yabancılaşmanın ortadan kaldırılmasıdır. Ancak, 20. Yüzyılda yaşanan geleneksel sosyalist toplumlarda görülen pratik yaşamda karmaşık durumlar ortaya çıkmış ve farklı yabancılaşma biçimleri yaşanmıştır.
Teorideki Sosyalizm (Amaç)
Geleceğin sosyalist toplumunda önerilen çözüm: Üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti. İşçiler fabrikaları, toprağı ve araçları kolektif olarak sahiplenir. Buradaki geleceğin sosyalizmindeki toplumsal mülkiyet bugünkü sosyalist toplumlarla karşılaştığında çok çok ileri olan bir toplumsal mülkiyettir. Çünkü bu toplum maddi ve manevi olarak çok çok varlıklı ve zengindir, kültürel gelişkinlik düzeyi çok ileridir, sosyalist demokrasi çok çok ileridir, bireylerin genel yönetişim sistemlerine (devlet olmayan devlet) katılımı ve bireylerin genel yönetişim kararlarının oluşmasına katılım kanalları çok çeşitli ve zengindir, bireylerin genel yönetişim yapısına katılım sorumlulukları ve katılım bilinçleri son derece yüksektir. Bireylerin, halkın ve kamuoyunun toplumsal mülkiyet üzerindeki kontrol ve denetim mekanizmaları bugünkü durum ile karşılaştırılmayacak ölçüde gelişkin ve zengindir.
Oysa bugünün sosyalizmi hâlâ sosyalizmin ilk başlangıç aşamasında olduğundan dolayı, bugünkü var olan toplumsal mülkiyet geleceğin sosyalist toplumundaki toplumsal mülkiyet ile karşılaştırılmayacak düzeyde az gelişkindir. Geleceğin sosyalist toplumundaki toplumsal mülkiyet ve kamu şirketleri ve işçiler tarafından yönetilen bugünün sosyalist devlet işletmelerinden çok farklıdır. Aynı şekilde Marx’ın komünizmdeki planlı ekonomi ile ilgili görüşleri de Çin ve Sovyetler’deki koşullardan çok farklıdır:
Marx ve Engels, komünizm veya komünizmin ilk aşaması (sosyalizm) altında planlı ekonominin nasıl işleyeceğine dair ayrıntılı bir plan yazmamış olsalar da, onun temel ilkelerini ve gerekliliğini ortaya koymuşlardır. Kapitalizm altındaki “üretim anarşisi”ni, komünizm altındaki bilinçli, kolektif üretim örgütlenmesiyle karşılaştırmışlardır.
Aşağıda, Marx’ın başlıca eseri Kapital, Cilt 3’ten planlı ekonomiye dair en doğrudan tanımlarından biri yer almaktadır.
Üretimin Doğrudan Düzenlenmesi ve Bilinçli Bir biçimde Düzenlenmesi
“Şimdi, ……üretim araçlarını ortaklaşa kullanan, tüm farklı bireylerin emek gücünün bilinçli olarak topluluğun birleşik emek gücü olarak uygulandığı özgür bireylerden oluşan bir topluluğu (komünizmi) hayal edelim. Burada Robinson’un emeğinin tüm özellikleri tekrarlanır, ancak tek bir farkla, insanların emek gücünün bireysel değil, toplumsal olmasıdır… Bu durumda, bireysel üreticilerin hem emekleri hem de ürünleri ile ilgili toplumsal ilişkileri, sadece üretim açısından değil, bölüşüm açısından da son derece basit ve anlaşılırdır.”
Burada Marx, üreticilerin ihtiyaçlarını karşılamak için emeklerini ve kaynaklarını nasıl kullanacaklarına kolektif ve bilinçli bir şekilde karar verdikleri, piyasanın kaotik güçlerinin ve kişisel olmayan güçlerinin yerini alan bir komünist toplum öngörür.
Sosyalist toplumda yabancılaşmayı sona erdirecek mekanizmalar:
Üründen Yabancılaşma: Marx’ın da belirttiği gibi komünist toplumun ilk aşaması olan geleceğin sosyalizminde işçiler ve diğer üreticiler, üretilen ürünlerin kolektif sahipleri olarak, emeklerinin tüm ürünlerini kontrol edecek ve bunlardan yararlanacaklardır.
Üretim Faaliyetinden Yabancılaşma: komünist toplumun ilk aşaması olan geleceğin sosyalizminde üretimde kâr elde etme güdüsü ortadan kalkacak, çalışma kar ve verimlilik için değil, üretim insanın kendini gerçekleştirmesi ve toplumsal ihtiyaçların sağlanması amacıyla düzenlenecektir. Geleceğin sosyalizmindeki Planlama ve plan ekonomisi, üreticiler için daha yaratıcı bir çalışma ortamı sağlayacaktır. Geleceğin sosyalizmindeki bu planlama ve plan ekonomisi daha önce Çin ve Sovyetler Birliği gibi geleneksel sosyalizmde gördüğümüz planlama ve plan ekonomisinden—her açıdan– çok çok daha gelişkin niteliklere sahip olacaktır.
İşçini üreticinin Kendi Doğasına Yabancılaşması: Marx’ın da belirttiği gibi komünist toplumun ilk aşaması olan geleceğin sosyalizminde iş veya çalışma, bireylerin tüm potansiyellerini geliştirdikleri özgür bir faaliyet olan “yaşamın en temel ihtiyacı” haline gelecektir.
Diğer İnsanlardan Yabancılaşma:Marx’ın da belirttiği gibi komünist toplumun ilk aşaması olan geleceğin sosyalizminde rekabetçi piyasa ilişkileri, yerini dayanışmaya dayalı toplumsal ilişkileri teşvik eden kolektif ve gelişkin toplumsal mülkiyet ile yer değiştirecektir.
Sosyalizmin Başlangıç Aşamasında Olan Ülkelerde Yaşanan Yabancılaşma
Geleneksel sosyalizmde—sosyalizmin ilk başlangıç aşamasında olan ülkelerde– Sovyetler Birliği, Çin ve diğerlerinde genellikle yeni ve farklı yabancılaşma biçimleri ortaya çıkmıştır. Bu durum devrimlerden hemen sonra değil daha ileri dönemde ortaya çıkmıştır. Bunun çeşitli nedenleri var olmakla birlikte Sovyetler Birliği’nde kurulan toplum modeli bu yabancılaşmaya yol açmıştır. Sovyetler Birliği’nde 1930’lardan itibaren yüksek düzeyde merkeziyetçi bir siyasi sistem ve yüksek düzeyde merkeziyetçi bir ekonomik sistem kurulmuş ve totaliter özellikler gösteren siyasi ve ideolojik üstyapı bu ekonomik sistemi ayakta tutma ve destekleme görevini üstlenmiştir. Bunun sonucunda Komünist partinin üst düzey yöneticileri, devletin üst düzey görevlileri ve üst düzey ekonomik-işletmecilik görevlerini yapan görevliler halk kitlelerinden giderek uzaklaşan ve onların üzerinde bir konumda bulunan bir siyasi sınıf haline gelmişlerdir. 1980’lerde ortaya çıkan bugünkü yeni sosyalizm dalgası bu pratiklerden ders çıkararak daha başarılı olan yeni bir sosyalizm inşa modeli geliştirmektedir.
Bahsedilen SSCB ve diğer sosyalizmin başlangıç aşamasında bulunan geleneksel sosyalist toplumlarda özel semaye sahibi sınıflar ortadan kaldırılmış olmasına karşın, üretim araçlarının ve sermayenin kontrolü ve yönetimi genellikle doğrudan işçilerin elinde değil, güçlü ve son derece merkezi bir şekilde örgütlenmiş olan devletin ve devlet yöneticilerinin kontrolü ve yönetiminde olmuştur. Dolayısıyla bu toplumlarda kapitalizmde gördüğümüz yabancılaşma türleri ile birlikte yeni yabancılaşma türleri de ortaya çıkmıştır.
Geleneksel Sosyalizmde Ortaya Çıkan Yeni Yabancılaşma Biçimleri:
Üründen Yabancılaşma: Neyin ne kadar üretileceğine işçiler ve halk değil, devlet yöneticileri karar veriyordu. İşçi, nihai üründen ve onun bölüşümünden hala ayrıydı.
Üretim Eylemine Yabancılaşma: İş, genellikle monoton ve disiplinli kalmaya devam etti. Halk kitlelerinden uzaklaşana bürokratlar ve işçilerden uzaklaşan işletme yöneticileri tarafından belirlenen niceliksel plan hedeflerinin yerine getirilmesi için gösterilen çaba, işçilerin katkılarını ve memnuniyetini göz ardı ederek neredeyse kapitalizmin verimlilik ölçütünü taklit ediyordu. Çalışma ve emek, devlet için üstlenilmesi gereken bir görev haline geldi; bireysel yaratıcılık genellikle devletin belirlediği hedeflere tabi tutuldu.
Siyasi Yabancılaşma: Yeni bir yabancılaşma biçimi ortaya çıktı: siyasi süreçlerden yabancılaşma. Öncü konumunda Kabul edilen komünist partisi, işçilerin çıkarlarını temsil ettiğini iddia ediyordu, ancak çoğu zaman muhalefeti bastırarak, iktidardaki siyasi elit ile işçi sınıfı arasında bir uçurum yaratıyordu. İşçiler ve halk, gerçekte yönetim veya devlet üzerinde gerçek bir kontrole sahip değildi.
Diğer İnsanlardan Yabancılaşma: kapitalizmde görülen Piyasa rekabeti yerine, toplumda iktidar partisinin gözüne girmek için rekabet söz konusu idi, halkın ihtiyaç duyduğu tüketim malları kıttı ve insanlar arasında şüphe kültürü hakimdi; insanlar komşularının muhalif olduğunu düşündüklerinde—devlet nezdinde itibar elde etmek içi—komşularını gizli polise ihbar etmek zorunda kalıyorlardı.
Sosyalizm ve Kapitalizmde yabancılaşma Üzerine Temel Farklılıklar
Yabancılaşmanın Kaynağı: Kapitalizmde yabancılaşma, piyasa ve özel mülkiyetten kaynaklanır. Geleneksel sosyalizmde ve özellikle Sovyetler Birliği’ndeki toplumda ise yabancılaşma, devlet bürokrasisi ve parti bürokrasisinden kaynaklanıyordu.
Kontrolün Doğası Farklıydı: Kapitalizmdeki işçiler, işveren ve piyasa güçleri tarafından kontrol edilir. Geleneksel devlet merkezli sosyalizminde ise işçiler ekonomik planları yapan bürokrasi ve parti aygıtı tarafından kontrol ediliyordu. Özetle, kapitalizmde yabancılaşma sistemik bir zorunluluk idi fakat Geleneksel sosyalizmde ve özellikle Sovyetler Birliği’nde ise görüldü ki, özel mülkiyeti ortadan kaldırmak yabancılaşmayı sona erdirmek için yeterli olmadı. Geleneksel sosyalizm olarak adlandırdığımız bu tür sosyalizm, genellikle piyasanın yabancılaşmasını ortadan kaldırmada başarılı olmuş, ancak bunu zorlayıcı, işçilere ve halka hesap vermeyen bir devletin yarattığı yabancılaşma ile değiştirmiştir. Bu nedenle günümüzün sosyalizminde işçilerin hem üretim hem de siyasi süreç üzerinde gerçek kontrol sahibi olmasının, yabancılaşmayı aşmanın kilit önlemi olduğunu söyleyebiliriz.
