Lenin’in Nisan Tezlerinin Doğruları ve Yanlışları

Ekim Devrimi: Ekim Devrimi Bir Tesadüf müydü, Yoksa Kaçınılmaz Tarihsel Bir Seçim miydi?

Zhou Shangwen: Doğu Çin Normal Üniversitesi, Şangay, Marksizm Okulu ve Dünya Tarihi Araştırmaları Profesörü

Ocak 2017

2017, çok tartışılan bir konu olan Ekim Devrimi’nin yüzüncü yıldönümüdür. Devrimin zaferi bir bakıma tesadüfi olsa da, dönemin genel bağlamı, Rusya’nın dünya tekelci kapitalizm aşamasına girerken kapitalizmin karşı karşıya kaldığı sayısız çelişkinin bir ürünü olduğunu ortaya koymaktadır. Rusya, küresel kapitalist sistemin zayıf halkası haline gelmiş ve bu da devrimi kaçınılmaz kılmıştı. Bu noktada, Marksizm’in rehberliğinde, net bir program ve stratejiye sahip devrimci bir parti, halkı eski rejime ölümcül bir darbe vurmaya ve yeni bir proleter rejim kurmaya yönlendirebilirdi. Ekim Devrimi’nin temel önemi, modernleşmeye giden kapitalist olmayan bir yolun öncü keşif çabasında yatmaktadır. Bu keşif, uzun ve zorlu bir tarihsel süreçti ve bu süreç günümüzde de sosyalist ülkelerde devam etmektedir.

[Anahtar Kelimeler] Ekim Devrimi; tarihsel seçim; Bolşevikler; Lenin

Eski ve modern tüm devrimlerin tarihsel temelleri vardır. Başarılı olsun ya da olmasın, derin sosyal kökleri ve öznel ve nesnel nedenleri vardır. Marx’ın dediği gibi, “İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yazarlar, ama bunu istedikleri gibi yapmazlar; kendi seçtikleri koşullarda değil, doğrudan karşılaştıkları, geçmişten miras aldıkları ve aktarılan koşullarda yazarlar.”

Rusya’da bu iki çok farklı devrimin neredeyse “üst üste binmesine” izin veren sosyal bağlam neydi? Ekim Devrimi, Lenin ve Bolşeviklerin tamamen öznel iradesinin ürünü müydü, yoksa tarihsel zorunluluk ve tesadüflerin birleşiminin sonucu muydu? Cevap tarihte yatmaktadır.

1. Rus Devriminin Kökenleri

Ekim Devrimi, “insanlık tarihinde yeni bir çağın başlangıcı” olarak selamlansa da, Rus versiyonu bir “On Sekizinci Brumaire” olarak reddedilse de, getirdiği küresel etkisi yadsınamaz. Ve Lenin, bu devrimin lideriydi. Peki, tüm bunlar nasıl gerçekleşti?

1905 Devrimi, doğası gereği, Çarlık otokrasisinin temellerini sarsan burjuva-demokratik bir devrimdi. İki önemli sonuç elde etti: Birincisi, Çar’ın halk arasındaki yüce imajını ciddi şekilde sarsdı. Rusya halkı, Çar’ı her zaman üstün güç ve prestije sahip “iyiliksever bir baba” olarak görmüştü. 1905 Devrimi sırasında, Çarlık birlikleri Kış Sarayı’nda barışçıl bir şekilde protesto eden sivilleri katletti ve bu da “Kanlı Pazar” trajedisine yol açtı. Bu olay, halkın Çar’a olan saygısını, sadakatini ve güvenini kaybetmesine yol açtı, alt sınıflar, özellikle de köylüler arasında Çarlık sistemine karşı hoşnutsuzluk uyandırdı ve devrime doğru giden kriz giderek daha belirgin hale geldi.

Bu anlamda, 1905 Devrimi’nin 1917 Devrimi’nin habercisi olduğu söylenebilir.

 İkincisi, devrimci dalganın etkisiyle, özellikle Ekim Genel Grevi sırasında ilk Sovyet örgütlerinin ortaya çıkmasından sonra, Çarlık hükümeti grev hareketinin muazzam potansiyelini fark ederek devrimci halka taviz vermek zorunda kaldı. 17 Ekim’de II. Nikolay, sivil özgürlükler vaat eden ve Duma’ya gerçek yasama yetkisi veren “Ekim Manifestosu”nu yayınlayarak Rusya’yı anayasal monarşi haline getirdi. Devlet Duma’sı (Meclis) tamamen çar tarafından kontrol ediliyordu, ancak farklı sosyal sınıfları temsil eden siyasi partilerin katılımı, bir dereceye kadar kamuoyunun eğilimini yansıtıyordu. Bu Stolypin Reformları, çarlık yöneticilerinin politika ayarlamaları yapmak ve değişiklikler başlatmak zorunda kaldıklarını gösteriyordu.

Başbakan olarak atandıktan sonra Stolypin, devrimci ayaklanmaların yeniden canlanmasını önlemek için sert siyasi önlemler aldı. 200’den fazla gazete kapatıldı, geçici askeri mahkemeler kuruldu ve birçok devrimci ve muhalefet üyesi asıldı, bu da “Stolypin kravatı” olarak bilinen olaya yol açtı.

Ayrıca, köylülerin köy komününden çekilmesine ve komünal tahsislerin özel mülkiyet haline getirilmesine izin veren toprak reformu uyguladı; bu uygulama, toprakta özelleştirme olarak biliniyordu. Bu toprak reformu, şüphesiz köylülerin üretime olan hevesini artırdı ve kapitalizmin gelişmesi için elverişli koşullar sağladı, Rusya’da kısa süreli bir ekonomik ve sosyal refah dönemi başlattı. Ancak Stolypin’in reformları, köylülerin toprak taleplerini temelden çözemedi ve çeşitli sosyal güçlerin direnişiyle ve engellemesiyle karşılaştı. Sonuç olarak, 1911’de Stolypin’in suikastının ardından, liberal reformlar durdu ve Rusya yeni bir kriz dönemine girdi.

 Özellikle Rusya’nın I. Dünya Savaşı’na girmesinden sonra, mevcut krizler şiddetlendi ve Çarlık otokrasisinin temellerini doğrudan etkiledi ve sarsdı. Tüm bunlar, 1916’nın sonu ve 1917’nin başında Rusya’nın “üst sınıf”ın artık eskisi gibi yönetemeyeceği ve “alt sınıf”ın artık eskisi gibi yaşayamayacağı bir noktaya geldiğini ve devrim için çağrıların yükseldiğini göstermektedir.

Şubat Devrimi

Şubat Devrimi, spontane, tamamen örgütsüz ve hazırlıksız bir halk ayaklanmasıydı. 1917’nin başından itibaren başkentte gıda kıtlığı hüküm sürüyordu, işçiler, çalışamayacak kadar aç olduklarını öne sürerek daha yüksek ücret ve ekmek talep ediyorlardı.

Siyasi partiler ve siyasi gruplar sokaklarda broşürler dağıttı ve gösteriler devam etti. Yağma, kundaklama ve şiddet olayları sıradan hale geldi. Tesadüfi bir faktör de dikkat çekiciydi: O kış olağanüstü soğuk geçmişti. Petrograd’da üç aylık ortalama sıcaklık normalden 10 derece daha düşüktü ve Şubat ayında olağandışı soğuk hava yaşandı, bu da gıda kıtlığını daha da kötüleştirdi.

Yoğun kar demiryollarını kapladı, tahıl ve yakıt taşıyan vagonları mahsur bıraktı. Çiftçiler ürünlerini satmak için şehre ulaşamadılar, bu da Petrograd’daki gıda ve diğer malların tedarikini daha da zorlaştırdı. İnsanlar ekmek ve diğer ürünleri satın almak için gece boyunca kuyrukta beklediler. Yakıt kıtlığı nedeniyle birçok fabrika kapandı. Halkın öfkesi artıyor, ayaklanma ve devrimle sonuçlanma tehlikesi ortaya çıkıyordu.

17 Şubat’ta, ünlü Putilov fabrikasındaki işçiler greve başladı. Dört gün sonra, üretim durdurulmak zorunda kaldı. 22 Şubat’ta fabrika kapıları kilitlendi ve işe gelmek için gelen 30.000’den fazla işçi geri çevrildi. İşçiler sokaklarda toplanarak ayaklanma planları yaptılar. Diğer fabrikalardaki işçiler de bu haberi duyunca destek için sokaklara döküldü ve durum birdenbire gerginleşti.

23 Şubat’ta, Dünya Kadınlar Günü’nde, tekstil fabrikalarında çalışan bir grup kadın da dahil olmak üzere Petrograd işçileri büyük bir grev ve gösteri düzenledi. Bu tarih, akademisyenler tarafından Şubat Devrimi’nin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Sonraki günlerde grevler ve gösteriler tırmandı ve ordu ve polisle çatışmalara dönüştü. İşçilerin ana sloganı “Bize ekmek verin! Ekmek! Ekmek!” idi. Bu, sözde “Ekmek Ayaklanmaları”na yol açtı.

25’i akşamı, hükümet durumun kontrolden çıkmasını önlemek için güç kullanmaya karar verdi. 26’sı sabahı, ağır silahlı birlikler başkentin kontrolünü ele geçirdi, gösterileri yasaklayan bir bildiri yayınladı ve işçilere işlerine dönmelerini emretti. Bunu reddedenler cepheye gönderilecekti. Hükümetin şiddetli baskısı işçileri daha da öfkelendirdi ve Petrograd garnizonu işçilerin tarafına geçmeye başladı. İşçilerin spontan kendiliinden grevleri ve gösterileri, askerlerin önderlik ettiği silahlı bir ayaklanmaya dönüştü.

27 Şubat, isyancılar ve işçilerin birkaç kaleyi ele geçirdiği belirleyici bir gün oldu. Durum dramatik bir şekilde değişti, hükümet kabinesi dağılmaya başladı ve hükümetin işleyişi felç oldu. 2 Mart’ta, durumun baskısı altında Çar II. Nikolay tahttan çekilme kararnamesini imzalamak zorunda kaldı. Şubat Devrimi fırtınası, 300 yılı aşkın süredir Rusya’yı yöneten Romanov hanedanını mezara gömdü.

Herhangi bir büyük tarihi olayın meydana gelmesi hem kaçınılmaz hem de tesadüfidir.

20. yüzyılın başında, küresel kapitalizm yeni bir gelişme aşamasına girerken, geri kalmış, barbar ve cahil Çarlık otokrasisi, zamanın ruhuna tamamen aykırıydı. Karşı karşıya olduğu derin iç ve dış krizler, artık iç reformlarla çözülemez hale gelmişti.

Devrim kaçınılmazdı, kimsenin karşı koyamayacağı bir tarihsel yasa; bu, tarihsel kaçınılmazlıktır. Elbette, kaçınılmazlık her zaman olasılık yoluyla gerçekleşir. 1917’nin başlarında, Rusya savaştan yorgun düşmüştü. Gıda kıtlığı halkın öfkesini körükledi, sarayda iç çekişmeler şiddetlendi ve iktidar kliği parçalanma halindeydi. Olağandışı soğuk iklim değişikliğiyle birleşince, başlangıçta “ekmek isyanları” hızla büyük bir kitle devrimine dönüştü. Beklenmedik bir şekilde, on günden biraz fazla bir sürede, Çar II. Nikolay tahttan çekilmekle kalmadı, tüm monarşi çöktü.

Tarihsel kaçınılmazlık ve tesadüflerin bu birleşimi, Şubat Devrimi’nin zaferinin temel nedeniydi.

Şubat Devrimi’nin kendiliğinden gelişen bir devrimci fırtına olduğunu söylemek, çeşitli siyasi güçlerin devrim sürecinde hiçbir rol oynamadıkları anlamına gelmez. Aksine, kendiliğinden gelişen halk hareketinin hiçbir siyasi partinin rehberliğini tamamen göz ardı ederek kendi yolunu çizdiği ve hedeflerinin ve sonuçlarının hiçbir kişi veya parti tarafından önceden belirlenmediği anlamına gelir.

Şubat Devrimi’nde iki kurum ve birkaç siyasi parti başlıca etkiye sahipti. İlk olarak, 27 Şubat’ta muhalefet milletvekilleri, Rodzianko başkanlığında Devlet Duma Geçici Komitesi’ni kurdular. Komitenin görevi, düzeni sağlamak ve tüm taraflarla irtibat kurmaktı. Çarlık rejimi felç olmuşken, Geçici Komite hükümetin görevlerini üstlendiğini açıkladı.

İkincisi, aynı akşam Petrograd İşçi ve Asker vekilleri Sovyeti bir toplantı düzenledi ve Petrograd ve Rusya sakinlerine bir mektup yayınlayarak “eski rejimin tamamen devrildiğini ve yerine yeni bir halk hükümetinin geçtiğini” ilan etti. Ayrıca, Sovyet’in lider organı olarak bir Yürütme Komitesi seçti. Bu iki kurumda Anayasal Demokratlar, Sosyalist Devrimciler ve Menşevikler en aktif siyasi güçlerdi ve Şubat Devrimi’nin zaferinden sonra siyasi yapı üzerinde önemli bir etki yarattılar.

Bolşevikler Şubat Devrimi’nde yer aldılar, ancak etkileri çok azdı. Bunun birkaç nedeni vardı: Bolşevikler o dönemde küçük bir partiydi ve yaklaşık 23.000 üyesi vardı, bunların sadece 2.000 kadarı başkent Petrograd’da bulunuyordu. Bu az sayı ve zayıf örgütlenme, Lenin’in I. Dünya Savaşı sırasında yaygın bir kamuoyu desteği elde etmek için kullandığı iki taktik sloganın başarısızlığına katkıda bulunmuş ve partinin etkisinin zayıf kaldığını göstermişti.

Ayrıca, partinin kilit liderleri büyük ölçüde Petrograd’da değildi. Lenin, Zinovyev ve diğerleri yurtdışında sürgündeydiler, Kamenev, Stalin ve diğerleri ise uzakta sürgündeydiler. Onların Devrimin merkezinde yer alan Petrograd Parti örgüütünün Rus Merkez Bürosu ile çok az temasları vardı. İsviçre’nin Zürih kentinde uzakta bulunan Lenin, Rusya’da bir devrim olduğundan habersizdi. Mart ayı başında gazetelerde Petrograd devrimini okuduğunda, Lenin şüpheyle yaklaşmıştı. Ancak Şubat Devrimi’nin zaferi kesinleşince, Lenin Bolşeviklerin zamanının geldiğini, bu fırsatı değerlendirerek Rusya’da iktidarı ele geçirmeleri ve bir dünya devrimi başlatmaları gerektiğini hemen anladı.

Böylece Lenin, Rusya’ya dönmek için hazırlıklara başladı  ve yeni durum altında partinin taktik çizgisinin formülasyonunu yeniden gözden geçirdi. Temel içerik, “burjuva demokratik devrimi”ni hızla bir sonraki aşama olan “sosyalist devrim”e geçirmekti.

Mart ayı başından itibaren Lenin, kapitalizme yıkıcı bir darbe indirmek, devrimi doğrudan zafere taşımak ve yeni bir sosyalist cumhuriyet kurmak için savaşa katılmak üzere mümkün olan en kısa sürede Rusya’ya dönmeyi planlıyordu. Önemli bir siyasi sürgün olarak, devrimi kışkırtmak için eve dönmek açıkça kolay bir görev değildi. Eve dönmek için birkaç seçenek araştırdı ve sonunda Almanya’dan, ardından İsveç’ten geçip trenle Petrograd’a dönmeyi seçti. Dikkatli bir planlamanın ardından Lenin, Zinovyev ve 30 kişilik bir Rus siyasi sürgün grubu 3 Nisan’da Rusya’ya ulaştı. Petrograd’da İstasyondan çıkan Lenin, binlerce işçi ve asker tarafından karşılandı. İstasyon meydanında Lenin zırhlı bir araca bindi ve karşılayan kalabalığa bir konuşma yaptı. Elbette, Lenin’in kapalı bir vagonda Almanya üzerinden dönüşü, o dönemde burjuva basınının iftiralarına ve saldırılarına maruz kaldı ve bazı halk kesimleri tarafından da yanlış anlaşıldı. Ancak, Lenin’in dönüşünün Rus Devrimi’nde tarihi bir dönüm noktası olduğu yadsınamaz.

II. “Nisan Tezleri”nin Doğru ve Yanlışları

Lenin’in Rusya’ya dönüşünün ertesi günü olan 4 Nisan’da, Lenin, Tüm Rusya Sovyetler Konferansı’nda Tauride Sarayı’nda Bolşevik ve Menşevik temsilcilerinin ortak toplantısına katıldı ve “Mevcut Devrimde Proletaryanın Görevleri” başlıklı bir rapor sundu (bundan sonra “Nisan Tezleri” olarak anılacaktır). Bu rapor, Bolşevik devrimcilerin stratejik dönüşümünün sembolü olarak tarihe geçti. Ancak o dönemde, bu tezler hem parti içinde hem de dışında şiddetle sorgulandı ve eleştirildi. Lenin’​​ in raporunun ana fikri, Rusya’daki mevcut durumun devrimin birinci aşamasından ikinci aşamasına geçişle karakterize edildiğiydi. “Birinci aşamada, proleter bilincin ve örgütlenmenin yetersizliği nedeniyle iktidar burjuvazinin eline geçti. İkinci aşamada ise iktidar proletarya ve yoksul köylülere devredilmelidir.”

Buna dayanarak, Lenin Geçici Hükümete tüm desteği kesmeyi ve demokratik devrimi derhal sosyalist devrime dönüştürme politikası önerdi.

O dönemde Rusya, I. Dünya Savaşı’nda hala savaşan bir ülkeydi ve Geçici Hükümet’in savaştan çekilme konusundaki isteksizliği, mevcut çatışmaları çözümsüz bırakmakla kalmadı, aynı zamanda ülkenin ekonomik, siyasi ve sosyal krizlerini de şiddetlendirdi.

Devrimin zaferinin ardından, Rus siyaseti kargaşa içindeydi. Bir yandan Rusya, savaşan ülkeler arasında “en özgür ülke” haline gelirken, diğer yandan her biri kendi platformunu ilan eden ve halkı kendine çeken çeşitli siyasi gruplar ortaya çıkmıştı. Bu güçler durmaksızın çatışıyordu, ancak hiçbiri durumu kontrol altına alamadı veya krizi aşamadı, bu da son derece karmaşık bir siyasi manzara yaratmıştı.

 Geçici Hükümet zayıftı ve sık sık liderlik değişikliğine gidiyordu. Yerel Sovyetler belirli bir güç ve etkiyi koruyorlardı, ancak iç çekişmelerden de muzdariptiler. “İki rejim”in (veya “iki iktidar merkezi”) ortaya çıkışı, çeşitli sosyal güçlerin bölünmesi, birleşmesi, mücadelesi ve uzlaşmasının bir sonucuydu ve toplumdaki anarşiyi daha da şiddetlendirmişti.

Şubat Devrimi’nin zaferinden sonra, Rusya’daki Bolşevikler yeraltından çıktı ve güçlerini toplamaya ve faaliyetlerini açıkça yürütmeye başladı. Ancak, üye sayılarının azlığı ve otorite sahibi etkili  bir liderin olmaması nedeniyle, liderlik içinde ve çeşitli örgütler arasında Geçici Hükümet, Dünya Savaşı ve Sovyetlere karşı tutumları konusunda anlaşmazlıklar vardı.

 Genel olarak, demokratik devrimin kazanımlarını tanımayı ve Geçici Hükümete sınırlı bir destek ve işbirliği tutumu benimsemeyi amaçlıyorlardı. Mart ortasında, Kamenev, Stalin ve diğerleri sürgünden Petrograd’a döndüler. O zamana kadar Şubat Fırtınası geçmişti, siyasi durum istikrar kazanıyordu ve iki partili sistem şekillenmeye başlamıştı. Kamenev’in parti içindeki konumu ve etkisi büyüdü ve Kamenev  mevcut durum, politika eğilimleri ve devrimin geleceği konusunda giderek baskın bir görüş oluşturdu. Bu görüşe göre, Rusya’da devam eden devrim burjuva-demokratik bir devrimdi, hedefi sosyalist bir cumhuriyet olamazdı ve ekonomik ve kültürel geri kalmışlığı nedeniyle kapitalizm Rusya için kaçınılmaz bir aşamaydı. Bu nedenle Bolşevikler, Geçici Hükümete şartlı destek sunmalı, Sovyetler içinde ise Menşeviklerle birleşmeye ve yeniden bir araya gelmeye eğilimli olmalıdır.

Başlangıçta, Lenin’in ulusal koşullar ve durum hakkındaki değerlendirmesi, Parti içindeki diğerlerinin görüşleriyle nispeten tutarlıydı. Rusya’ya dönüşünün arifesinde, “İsviçre İşçilerine Veda Mektubu”nda Lenin şöyle yazmıştı: “Rus proletaryasının örgütlenme, eğitim ve bilinç açısından diğer ülkelerin işçilerinden geri kaldığının çok iyi farkındayız. Rusya bir köylü ülkesidir ve Avrupa’nın en geri kalmış ülkelerinden biridir. Bu nedenle, bu ülkede “sosyalizm hemen ve doğrudan zafer kazanamaz.”

Elbette, Lenin arkadaşlarına yazdığı mektuplarda, Şubat Devrimi’nden sonra Kerenski ve diğerlerinin ele geçirdiği iktidarın “eski Avrupa modeline” tamamen uygun olduğunu, ancak Rus Devrimi’nin “burjuva-demokratik aşamada” durmayacağını, bir sonraki aşamaya, yani “sosyalist aşamaya” geçeceğini de savunuyordu.

Bu yolda, proletaryanın müttefikleri yoksul köylüler ve gelişmiş Avrupa ülkelerinin proletaryası olacaktı. Açıkçası, Lenin, Rus Devrimi’nin gidişatı ve geleceği hakkında, her ne kadar hala oldukça belirsiz olsa da, kendi farklı görüşlerini oluşturmuştu.

Ülkesine döndükten sonra, Lenin’in durum değerlendirmesi ve devrimci yol seçimi “Nisan Tezleri”nde oldukça netti. Devrimin temel görevinin iktidarı ele geçirmek olduğuna ve Rusya’da sosyalist devrim için koşulların olgunlaştığına inanıyordu. Bolşevikler, mevcut devrimi derhal sosyalist bir devrime dönüştürmeliydi. Ayrıca, “Geçici Hükümete destek yok” ve “tüm iktidar Sovyetlere” gibi radikal sloganlar ortaya attı ve bunları eksiksiz bir taktik politika setinde birleştirdi.

“Nisan Tezleri” parti içinde ve dışında büyük bir kargaşaya yol açtı.

İnsanlar, Lenin’in demokratik devrimden sosyalist devrime hemen geçiş yapma konusundaki radikal politikasına hazırlıklı değildi. Tezler, sosyal devrimle ilgili geleneksel Marksist görüşlerle çelişmekle kalmadı, aynı zamanda Lenin’in 1905 Devrimi sırasındaki kendi teorilerini de geçersiz kılıyordu.

Bir süre için Lenin, kamuoyunun eleştirilerinin hedefi haline geldi ve kendini çok izole bir konumda buldu. Menşevikler, Lenin’i Marksist tarihsel materyalizmin temel ilkelerinden saptığı, Rusya’nın temel ulusal koşullarını göz ardı ettiği ve kapitalist gelişim tarihsel aşamasını aşarak devrimi sosyalizm yoluna zorlamaya çalıştığı için suçladılar.

Plekhanov, Lenin’in Tezlerini “hayalperestlik” olarak kınadı, Bogdanov Lenin’in önerdiği politikaları “delinin hezeyanları” olarak nitelendirdi ve Tsereteli, Lenin’i ayrılıkçı bir çizgi izlediği için eleştirdi ve Marksist teorinin “devrim, yarı feodal bir sistemden sosyalist bir sisteme sıçrama yapamaz” görüşünü vurgulayarak, Rusya’nın henüz sosyalist bir geçiş için nesnel koşullara sahip olmadığını vurguladı.

Bolşevik Partisi içinde bile muhalefet çoktu. Birçok üye, bunu uzun süredir yurtdışında yaşayan ve Rus yaşamından kopuk olan Lenin’in tasarladığı “ütopik” bir plan olarak görüyordu. Kamenev, Lenin’in mevcut durumu yanlış değerlendirdiğini savunarak Pravda’da bir makale yayınladı ve “iktidar Sovyetlerin elinde değildi, devrim burjuva niteliğindeydi” ve hemen sosyalist bir devrime dönüşemezdi gerekçesiyle Lenin’in tezlerini reddettiğini ifade etti.

 8 Nisan’da yapılan parti toplantısında Lenin’in tezleri oylamaya sunuldu ve 13 karşı, 2 lehte ve 1 çekimser oyla reddedildi. Buharin, bazı parti örgütlerinin ve üyelerinin Lenin’in tezlerini “evrensel olarak kabul görmüş Marksist fikirlerin ihaneti” olarak gördüklerini hatırlattı. Ancak Lenin, görüşlerini kararlılıkla savundu, sarsılmaz bir şekilde açıkladı ve muhalif parti üyelerini ikna etti. Sonunda parti içinde çoğunluğun desteğini sağladı ve yeni politikasının uygulanmasının önünü açtı.

“Nisan Tezleri” üzerine yapılan tartışma, o dönemdeki belirli taktik ve politikalar üzerine bir anlaşmazlıktan öteydi; Marksizmin bazı temel ilkelerini ve ekonomik ve kültürel olarak geri kalmış ülkelerin sosyal devrim gerçekleştirebilecekleri konusundaki hayati soruyu da içeriyordu.

Ekim Devrimi’nin zaferinden sonra bile Plekhanov, Bolşevikleri, Rus işçi sınıfının iktidarı ele geçirecek kadar olgunlaşmadığını ve hazır olmadan “proletaryaya iktidarı dayatmanın” sadece “onu en büyük tarihsel felakete sürüklemek” anlamına geleceğini söyleyerek eleştirdi.  Suhanov, Lenin’in “geri kalmış, köylü, parçalanmış ve tamamen yıkılmış bir ülkeden sosyalizme mucizevi bir sıçrama” önerdiğini savundu.

Rusya’nın sosyoekonomik koşullarının tamamen analiz edilememesi nedeniyle, Lenin’in görüşlerinin Marksist sosyalizmle “hiçbir ortak yanı” olmadığını iddia etti. Kautsky de “ekonomik analiz” kisvesi altında Lenin’i ve Bolşevik Devrimi’ni Marx’ın asıl niyetleriyle tamamen uyumsuz “prematüre bir bebek” olarak eleştirdi. Bugüne kadar, Çin ve yurtdışındaki bazı akademisyenler “Nisan Tezleri”ni tartışmaya devam ediyorlar ve burada görüşlerimi ayrıntılı olarak açıklamam gerekiyor.

Marksist sosyal devrim görüşü

Marksist sosyal devrim görüşünün temellerini gözden geçirelim. Bir dizi konuda anlaşmazlıklar olsa da, Bolşevikler ve Menşevikler Rus Devrimi’nin niteliği konusunda hemfikirdi: her ikisi de mevcut devrimin çarlık yönetimini devirmek için burjuva-demokratik bir devrim olacağına inanıyordu. Aradaki fark, Bolşeviklerin demokratik devrimi yönlendirme ve önderlik konusunda proletaryanın tarihsel misyonuna vurgu yapmaları ve zaferden sonra devrimi ilerletmek ve sosyalizme geçişi sağlamak için tüm burjuva partilerine düşmanca ve karşıt bir tutum benimsemeleriydi. Menşevikler ise burjuvazi ile sınırlı işbirliği gibi daha ılımlı bir yaklaşımı savunuyorlardı.

Lenin, 1905 Devrimi’nin başlarında, proletaryanın demokratik devrimin önderliğini ele geçirmesi gerektiğini açıkça savunmuştu. Lenin, Bolşeviklerin “Sosyal Demokrasinin Jakobenleri” haline gelmeleri ve çarlığı “pleb bir şekilde” ortadan kaldırmaları gerektiğini savunuyordu. Ancak bu, partinin asgari programıydı.

Özellikle, proleter parti demokratik devrimi yönetmeli ve sosyal demokrasinin nihai hedefi gerçekleştirilene kadar devrimi sürekli ilerletmek için radikal yöntemler kullanmalıydı. Lenin’in “Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği” adlı eserinde, Sosyal Demokrat Parti’nin burjuva-demokratik devrimin liderliğini ele geçirmesi gerektiği yönündeki açık önerisinin, Marksist proleter devrim teorisinin önemli bir gelişimi ve Leninizmin temel bir unsuru olduğu söylenmelidir.

Aynı dönemde Troçki’n​​ in “Sürekli Devrim” adlı kitabında demokratik devrimde proletarya önderliği fikrini açıkça ortaya koyduğu da belirtilmelidir.

Açıkçası, zamanın geçmesiyle Marksist devrimciler, Rus işçi sınıfının siyasi arenaya girişiyle birlikte onun gücünü fark etmişlerdi. Soru şuydu: Demokratik devrimin görevi feodal yönetimi devirmek ve kapitalizmin gelişmesi için zemin hazırlamak olduğuna göre, demokratik devrimin zaferinden sonra proleter parti kapitalizme karşı nasıl bir tutum benimsemeliydi?

 Kapitalizmin serbestçe gelişmesine izin verilmeli miydi, yoksa politikalar ve yasalarla capitalist gelişim kısıtlanmalı mıydı?

Yoksa kapitalizm sürekli devrim yoluyla doğrudan mezara mı gömülmeliydi?  Marx’ın Komünist Manifesto’sunda, Marks ve Engels’in işçi partisine, burjuvazi ile proletarya arasındaki uzlaşmaz karşıtlığı mümkün olan en açık şekilde işçilere öğretmeyi bir an bile ihmal etmemeleri konusunda uyarıda bulundukları, böylece Almanya’daki gerici sınıfları devirdikten sonra burjuvaziye karşı mücadeleye hemen başlanabileceği belirtilmişti. Ayrıca, Marks ve Engels komünistlerin hedefine ancak mevcut tüm toplumsal koşulların şiddetle devrilmesiyle ulaşılabileceğini açıkça belirtmişlerdi. Böylece, Lenin ve Troçki’nin tezleri sadece zamanın gerekliliklerine cevap vermekle kalmamış, aynı zamanda Marksizmin özüne de uygun düşüyordu. Bunların uygulamaya geçirilmemesi, yalnızca 1905 Devrimi’nin başarısızlığından kaynaklanıyordu.

Lenin’in proletaryanın demokratik devrimin önderliğini sürdürmesi gerektiği fikrinin çok değerli olduğu kabul edilmelidir. Ancak Lenin’in uzun süren yurtdışı sürgünü ve Rusya’nın bu alanda deneyimsizliği, onun Rus demokratik devriminin görevleri, düşmanlar, dostlar ve müttefikler arasındaki güç dağılımı ve devrimin adımları ve geleceği hakkında derinlemesine düşünememesine ve net bir açıklama yapamamasına neden olmuştu.

Genel olarak Lenin, proleter partinin demokratik devrimi nasıl yöneteceği konusunda henüz sistematik ve eksiksiz bir teori oluşturmamıştı. Bu, Lenin’in bu “Nisan Tezleri” tartışması sırasında bu kadar geniş çapta sorgulanmasının ana nedeni olabilir.

“Nisan Tezleri”nde önerilen devrimci yön değişikliğinin teorik temeli eksik görünüyor, ütopiklik ve tarihsel aşamaları aşma eğilimi göze çarpıyordu. Ancak, Lenin’e göre şu anda acil olan görev teorik doğru ve yanlışı açıklığa kavuşturmak değil, eylemdi.

Lenin’in sloganı şöyleydi: “Önce savaşa girin, sonra sonuç belli olur.” Devrimci eylem öncelikli hale geldiğinde, kaotik bir durumda taktik belirlemek, inisiyatifi ele geçirmek ve savaşmaya ve kazanmaya cesaret etmek için gereken şey, sağlam bir inanç ve esnek, ve doğru taktikti.

Rusya’nın sorunu, çok sayıda prekapitalist üretim ilişkisinin üretici güçlerin gelişimini engellemesi, devrimin ise proleter devrimci bir parti tarafından yönetilmesiydi. Öyleyse, Lenin ve Bolşeviklerin Rusya’da sosyalist bir devrimi yönetip proleter diktatörlüğü kurmaları için herhangi bir mantıklı gerekçe var mıydı?

Genel Marksist ilkelere göre, tek sonuç, Rusya’da sosyalizmi gerçekleştirmek için maddi koşulların henüz olgunlaşmamış olduğu ve bu nedenle sosyal devrimi başlatmanın erken olduğu yönündeydi.

Gerçekte Lenin, sosyal devrim için gerekli “nesnel ekonomik önkoşulları” tam olarak bilince çıkarmış değildi, fakat Rusya’nın temel ulusal koşullarından habersiz de değildi. Ancak bu anda, devrim kapıyı çalarken, çekirdek parti üyelerini harekete geçirecek ve kitleleri seferber edecek belirgin, radikal bir devrimci politika, taktik bir slogan önermesi gerekiyordu.

Bu nedenle, “Nisan Tezleri”nde önerilen devrimci politika değişikliğini teorik olarak açıklamakta zorluk çekiyordu. Devlet ve Devrim adlı eserinin el yazmasında bile, devrimin gerekliliğini ve gelecekteki toplumun vizyonunu savunmuş, Rus devrimindeki değişimin ardındaki mantığı savunamamıştı.

Altı yıl sonra, ölüm döşeğindeyken, Lenin, yanında çalışanlardan ünlü Menşevik Sukhanov’un yedi ciltlik Devrimci Defteri’ni temin etmelerini özellikle istemiştir. Kitabı okuduktan sonra, “Ülkemizdeki Devrim Üzerine” adlı makaleyi dikte etmişti.

Lenin, Rusya’nın henüz sosyalizm için “nesnel ekonomik önkoşullara” sahip olmadığını açıkça kabul etti. Ancak Lenin, krizin baskısı altında devrimci fırsatın geldiğini, iktidarı ele geçirmek için “siyasi önkoşulların” hazır olduğunu ve tek çıkış yolunun bu fırsatı değerlendirip savaşa girmek olduğunu vurgulamıştı.

“Dünya tarihinin gelişiminin genel yasaları, tek tek aşamaların gelişiminin biçimindeki veya tek tek aşamaların gelişiminin sırasındaki özellikleri en ufak bir şekilde dışlayamaz, bununla da kalmaz, aksine bu özellikleri önceden varsayar.” (Lenin)

Lenin’in ölümünden önce bu makaleyi dikte etmesi, bu can sıkıcı sorunun zihninde derin bir şekilde yer ettiğini göstermektedir. Felsefi açıdan, her büyük tarihsel olayın kendine özgü özellikleri vardır ve “evrensellik, özgüllüğün içinde varolur.”

Bu son eserinde,  siyasi açıdan Lenin, o dönemdeki sosyalist devrimin yönünün Rusya’nın temel ulusal-toplumsal koşullarının analizine değil, devrimci eylemin ihtiyaçlarına dayandığını kabul etmişti.

Bir devrimci olarak, Lenin devrimin “çalışma odasında yapılan bir çalışma” veya “akademik tartışmanın ürünü” değil, eylem olduğunu anlamıştı. Devrim, ancak milyonlarca insanın eylemleriyle “tarihin lokomotifi” haline gelebilir. Tüm nesnel ve öznel koşullar tam olarak yerine getirilmeden ve zafer şansı %100 olmadan devrim başlatılamaz. Teori pratiği şekillendirmez, pratik teoriyi üretir ve test eder. Lenin, bu anlamda geri kalmış Rusya’nın “biçim veya sıra bakımından kendine özgü özellikler” sergileyerek ilk sosyalist ülke olabileceğine inanmıştı.

Tarihsel gelişimin kendi mantığı vardır. 20. yüzyılda dünya tarihinin seyri, devrimlerin patlak vermediği gelişmiş kapitalist ülkelerde değil, komünist partilerin önderliğindeki halk devrimlerinin, ekonomik ve kültürel olarak geri kalmış, sosyal çelişkilerin yoğunlaştığı ülkelerde patlak verdiğini göstermektedir. Rusya ve Çin gibi büyük ülkelerde zafer kazanan bu devrimler, Komünist Partinin bu ülkelerde iktidar partisi haline gelmesine yol açmıştır. Burada tartışmanın odak noktası, sosyal devrimin “nesnel maddi önkoşullar” gerektirip gerektirmediği değil, yeni dönem koşullarında bu ülkelerin zaten belirli bir kapitalist gelişme düzeyine, önemli bir işçi sınıfına, Marksizmin yaygınlaşmasına ve komünist partilerin kurulmasına sahip olup olmadığıdır.

Bu ülkelerdeki toplumsal çelişkiler son derece keskinleştiğinde ve devrim fırsatı ortaya çıktığında, Marksist partiler devrimi cesurca yönetmeli, iktidarı ele geçirmeli ve kendilerini iktidar partisi olarak kurmalı mıydı? Lenin’in önderliğindeki Bolşevikler, devrim yapmaya, zafer kazanmaya ve iktidarı ele geçirmeye cesaret eden tam da böyle bir proleter partiydi. Marksizme dogmatik mi yoksa bilimsel mi yaklaşılacağı — Lenin ile Plekhanov ve Kautsky gibi diğerleri arasındaki fark budur.

Lenin’in “Nisan Tezleri” devrimin meşruiyeti üzerine pedantik/akademil bir tartışma değildi.

O dönemin bağlamda, liderler devrimin ilkelerini açıklamaya değil, devrimci partiye kitleleri harekete geçirmek ve devrimci eylemi yönlendirmek için bir bayrak sunmaya çalışıyorlardı.

“Nisan Tezler”in önemi budur.Pratik, bu tartışmanın artılarını ve eksilerini çoktan belirlemiştir. Günümüzde bazı akademisyenler, Sovyetler Birliği’nin çöküşünü Rusya’nın sosyal devrim için nesnel koşulların eksikliğine bağlayarak, bunu Komünist partisinin teorik ve politik hatalarına bağlıyorlar.

Bu mantıksızdır. 70 yıl önce Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmesi ve ardından Sovyetler Birliği’nin çöküşü, farklı koşullarda gerçekleşen “tarihsel bir yakınsama”nın ürünüdür; ikisi karşılaştırılamaz.

“Nisan Tezleri”nin yayınlanmasından sonra, bu tezler ilk başta devrimci bir heyecan yükselişi yaşayan sıradan işçiler ve taban parti örgütleri arasında destek buldu. Ancak, partinin üst kademelerindeki birçok kişi hala bu tezlere karşı çıkıyordu. Yoğun tartışmalardan sonra, Yedinci Bolşevik Konferansı Lenin’in önerisini az bir çoğunlukla kabul etti. Yine de Lenin, savunduğu yeni politikasını uygulamak için parti kararını dayanak olarak kullanabilmişti.

Peki, Bolşevikler iktidarda avantajlı olmamalarına rağmen iktidarı ele geçirmeyi nasıl başardılar?

III. Bolşeviklerin Zaferinin Sırrı

“Nisan Tezleri” tüm parti tarafından yeni bir politika olarak kabul edildikten sonra, Bolşevik Partisi tamamen yeni bir yola girdi ve yavaş yavaş iç politikada aktif ve etkili bir siyasi güç haline geldi. Bu değişim genellikle Lenin’in parlak kişisel niteliklerine ve muazzam etkisine atfedilir, ancak temelde böyle devrimci bir partiyi ve böyle devrimci bir lideri şekillendiren zamandı.

1917’de Rusya büyük bir kargaşa döneminden geçiyordu. I. Dünya Savaşı Avrupa’da şiddetleniyordu ve savaşan taraflar olarak hem Çarlık hükümeti hem de Geçici Hükümet, ulusal gücün zayıfladığı ve halkın öfkesinin kaynadığı bir ortamda, savaş arabasına bağlı, bitkin bir haldeydi. O dönemde halkın başlıca talepleri şunlardı: savaşın sona ermesi ve barış; kıtlığın sona ermesi ve ekmek tedarikinin garanti altına alınması; köylüler için toprak. Geçici Hükümet bu talepleri karşılayamadı. Sık sık yaşanan siyasi çekişmeler, artan anarşi ve sosyal huzursuzlukla birleşince, tüm bu faktörler devrimci krizin gelişmesini hızlandırdı.

Troçki

Rus Devrimi’nin önde gelen isimlerinden Troçki, 10 yıllık sürgünün ardından Petrograd’a döndü. Troçki kısa süre sonra Lenin’in “Nisan Tezleri”ni kabul ettiğini açıkladı ve kendi “Bölgeler Arası” fraksiyonunu Bolşeviklere katılmaya yönlendirerek Bolşevik güçlerini güçlendirdi.

1917 Haziranında düzenlenen Birinci Tüm Rusya Sovyetler Kongresi, iktidar meselesine odaklanmıştı. Menşevikler ve Sosyalist Devrimciler delegelerin çoğunluğunu oluşturuyordu ve temel pozisyonları Geçici Hükümeti desteklemekti.

Sadece Bolşevikler “Geçici Hükümete destek yok” tutumunu sürdürdü. Kitleler arasında yürütülen yoğun propaganda çalışmaları sayesinde, Bolşevik destekçileri 18 Haziran’da Petrograd ve diğer büyük şehirlerdeki işçi ve asker gösterileri sırasında yavaş yavaş üstünlük sağladılar.

Ancak 1917 Temmuz başında başka bir ciddi siyasi kriz yaşandı.

Petrograd’daki yüz binlerce işçi ve asker Geçici Hükümete karşı gösteri yaptı, durum kontrolden çıktı ve büyük çaplı ayaklanmalara dönüştü. Geçici Hükümet, Sovyetlerin desteğiyle olayı bastırmak için orduyu seferber etti. Ardından Bolşevikler, ayaklanmaların kışkırtıcısı ve organizatörü olarak yasaklandı ve yeraltına çekildi.

Lenin, Finlandiya sınırına yakın Razli Gölü kıyısındaki sazdan bir kulübeye illegale çekilmek zorunda kaldı.

Troçki, Kamenev, Lunacharsky ve diğerleri yargılandı ve hapse atıldı. Rus siyasetindeki güç dengesi değişti ve Bolşevikler zor bir duruma düştü. Ancak, partinin temel ilkeleri değişmedi. Temmuz Günleri’nden sonra Sovyetler, Menşevikler ve Sosyalist-Devrimciler tarafından kontrol edilmeye başlandı.

Bu gruplar, Sosyalist-Devrimci Kerenski başbakan olarak koalisyon hükümeti kurdular ve Bolşeviklerle ciddi bir çatışma yarattılar. Lenin, Geçici Hükümetin “askeri diktatörlük” uyguladığını ve Sovyetlerin onun uzantıları haline geldiğini düşünüyordu. “İki iktidar” durumu sona ermiş ve barışçıl bir devrimci gelişme olasılığı artık yoktu. Sonuç olarak, Bolşevikler “Tüm İktidar Sovyetlere” sloganını geri çektiler.

Gerçekte, yeni kurulan Geçici Hükümet hala çeşitli siyasi gruplar arasında bir uzlaşma niteliğindeydi ve zayıf bir rejim olarak kalmaya devam ediyordu. Durumu kontrol edecek askeri güce ve halkın güvenine ve desteğine sahip değildi. Bu durum, Bolşeviklerin durumun değişmesi ile birlikte yeniden güçlenmelerine olanak sağladı.

Temmuz Günleri’nin ardından, Rusya’da sağcı güçler yükseldi. Bazı üst düzey askeri komutanlar düzen ve disiplinin yeniden sağlanmasını isterken, toplumun diğer kesimleri “güçlü bir hükümet” talep etti. Geçici Hükümet büyük baskı altında kaldı. Bu koşullar altında Kerenski, ordunun ve Geçici Hükümetin kurtarılması için bu sağcı generale güvenerek, beklenmedik bir şekilde Kornilov’u Rus Ordusu Başkomutanı olarak atadı. Ağustos 1917’de Kornilov, birliklerini başkent Petrograd’a doğru yönlendirdi ve Kerenski’ye bir ültimatom verdi: Petrograd’da sıkıyönetim ilan etmesini, tüm yetkiyi kendisine devretmesini ve başbakan dahil tüm kabine bakanlarının istifa etmesini talep etti.

Bu, askeri darbeye eşdeğer bir durumdu. Bu noktada Kerenski hükümeti zor durumda kalmış ve Sovyetlerden yardım istemekten başka seçeneği kalmamıştı. Bolşevikler, Kornilov İsyanını bastıranların saflarına katılmaları için işçileri aktif olarak seferber ettiler, bu da tabanda devrimci coşkuyu daha da alevlendirdi ve Bolşeviklerin Temmuz Günleri’nden sonra karşılaştıkları zorluklardan kurtulmalarını sağladı.

Kornilov’un askeri darbesinin başarısızlığının ardından, siyasi sahnedeki güç dengesi önemli ölçüde değişti. Eylül ayında, Petrograd Sovyeti Başkanlığı yeniden düzenlendi ve bu düzenleme Bolşeviklere avantaj sağlamıştı. Troçki, Petrograd Sovyeti Başkanı seçildi. Ardından, Bolşevikler 50’den fazla şehir Sovyetinde çoğunluğu elde ederek Sovyetlerde sola kayma ve Bolşeviklerin iktidarı ele geçirme fırsatının yaklaştığını gösterdi.

Yeni duruma uyum sağlamak için Lenin ve Bolşevikler tam zamanında taktik ayarlamalar yaptılar.

Birinci olarak, “Tüm İktidar Sovyetlere” sloganını yinelediler. Geçici Hükümet’in devrimin önünde bir engel haline geldiği ve devrime barışçıl bir geçişin imkânsız olduğu göz önüne alındığında, silahlı ayaklanma yoluyla iktidarı ele geçirmeyi öngören yeni bir politika önerdiler.

 İkinci olarak, kitlelerin desteğini kazanmak için “Barış, Toprak, Ekmek ve Özgürlük” sloganını ortaya attılar. Toprak meselesinin Rus köylülerinin en acil sorunlarından biri olduğu unutulmamalıdır. Bolşeviklerin orijinal eski toprak programı olan “toprağın kamulaştırılması” köylülerin taleplerini karşılamıyordu.

Köylülerin taleplerini temsil ettiğini iddia eden Sosyalist Devrimci Parti, Haziran 1917’de “toprağın eşit dağıtımını” parti programına dahil etti. Ağustos sonunda Bolşevikler de bu sloganı kendi sloganları olarak benimsediler. Böylelikle Bolşevikler, savaşın sona erdirilmesi, toprağın eşit dağıtılması ve kıtlığın sona erdirilmesi gibi kitlelerin yaşamlarıyla yakından ilgili talepleri kısa ve net bir sloganla ifade ederek kitleleri harekete geçirmede olumlu bir rol oynadılar.

Eylül ortasında Lenin, Merkez Komitesine bir mektup yazarak “şu anda partimiz, olayların nesnel gidişatının bir ayaklanmayı gündeme getirdiğini kabul etmelidir” dedi.

8 Ekim’de Lenin, silahlı ayaklanmayı reddetmenin Bolşevik sloganı olan “Tüm İktidar Sovyetlere” sloganını terk etmekle eşdeğer olacağını yazdı. 10 Ekim’de Merkez Komitesi, silahlı ayaklanmanın kaçınılmaz ve tamamen olgunlaştığını ilan eden bir karar aldı ve tüm parti örgütlerine, buna hazırlık yaparken bu kararı kılavuz olarak almalarını talimat verdi.

Toplantıdan sonra Kamenev, Zinoviev ve diğerleri, ayrı bir ayaklanmaya karşı çıkarak Merkez Komitesine mektup yazdılar ve Lenin’in sert eleştirilerine maruz kaldılar.

Ekim ortasından itibaren isyancı güçler toplanmaya başladı. Halkın duyguları yüksek ve Geçici Hükümet felç olmuşken, Bolşeviklerin Petrograd’da silahlı bir ayaklanma başlatmak üzere oldukları artık bir sır değildi. Lenin, ayaklanma hazırlıklarının derhal başlaması gerektiğini belirterek, “Bu fırsatı kaçırmak, iğrenç bir suç işlemek olur” ve “ayaklanmayı ertelemek, kendi kendini yok etmekle eşdeğer olur” diye yazdı.

20 Ekim’de, Troçki’nin başkanlık ettiği Askeri Devrim Komitesi kuruldu ve Smolny Sarayı’nda konuşlandırıldı. Komite, silahlı ayaklanmayı yönetmekle görevliydi.

25 Ekim akşamı, Peter ve Paul Kalesi ile Neva Nehri’nde demirlemiş olan Aurora kruvazöründen açılan top ateşi, işçilerin Kızıl Muhafızları ve devrimci askerler ‘ın Kış Sarayı’na saldırmasına neden oldu. Kış Sarayı’nda konuşlanmış olan askerler ve öğrenciler direnmediler ve kaçtılar ve Geçici Hükümet yetkilileri yakalandı. Böylece, Petrograd’daki ünlü Ekim Ayaklanması zaferle sonuçlandı.

Şubat’tan Ekim 1917’ye kadar Rusya iki devrimci fırtına yaşadı. Sekiz ay boyunca, çeşitli siyasi partiler ve gruplar birbirleriyle savaştı ve Bolşevikler zor bir duruma düştü. Ancak Lenin, sarsılmaz kararlılığıyla tüm engelleri ve anlaşmazlıkları aştı ve tüm partiyi hedeflerine doğru yönlendirdi. Bolşeviklerin küçükten büyüğe, zayıftan güçlüye ve nihayetinde Ekim Devrimi’nin büyük zaferine ulaşmasına yardımcı oldu. Bu süreç, Lenin’in devrim liderliğinin birkaç önemli özelliğini ortaya koymaktadır.

Lenin’in devrim liderliği

Birinci olarak, Lenin için hedef açıktı: her şey iktidar için.

1917 Şubat Devrimi, Çarlık yönetimini devirdi, Rusya’yı “burjuva cumhuriyeti”ne dönüştürdü ve tarihsel olarak nadir görülen “iki iktidarın bir arada var olduğu” bir durum yarattı. İsviçre’de sürgünde yaşayan Lenin, devrimi ve Çarlık yönetiminin yıkıldığını öğrenince çok sevindi ve Bolşeviklerin iktidarı ele geçirme zamanının yaklaştığını hemen fark etti. “Devrimin temel sorunu iktidar sorunudur” diye defalarca vurguladı.

Bu hedefe ulaşmak için gerekli koşullar ortaya çıktığına göre, iç siyasi durumu hızla değerlendirdi ve hemen ülkesine dönmeye hazırlandı. Lenin, “Uzaktan Mektuplar” adlı eserinde, “Geçici Hükümete güvenmeme” ve “diğer siyasi partilerle işbirliği yapmama” gibi radikal görüşlerini açıkça dile getirmişti. Dönüşünün ardından yayınlanan “Nisan Tezleri”, bu görüşlerin kamuoyuna açıklanmasından ibaretti. Tutumu kararlıydı ve hedefi netti: her şey iktidar için.

Bu sırada siyasi arena hareketlilikle doluydu. Çeşitli siyasi partiler güçlerini genişletmek ve programlarını tanıtmakla meşguldü, ancak hiçbiri tek başına iktidarı ele geçiremiyordu. Haziran ayında düzenlenen Birinci Tüm Rusya İşçi ve Asker Sovyetleri Kongresi’nde Bolşevikler delegelerin %10’undan azını temsil ediyordu. Ancak, Menşevik lider Tsereteli, Rusya’da şu anda hiçbir partinin ülkeyi yönetme sorumluluğunu üstlenemeyeceğini söylediğinde, Lenin hemen “Evet! Partimiz her an tüm iktidarı ele geçirmek için hazırdır” diye açıkladı. Lenin bu açıklamayı yaptığında, konferans salonundaki birçok kişi bunu sadece “böbürlenme” olarak nitelendirdi. Ancak, altı ay içinde bu “böbürlenme” gerçeğe dönüşmüştü.

İkincisi, Lenin’in taktik esnekliği.

 Lenin’e göre, Bolşeviklerin başarısının sırrı, teorik ilkelerinin veya teorik görüşlerinin sağlamlığında değil, durumu doğru değerlendirme ve esnek ve çevik bir taktik geliştirme becerilerinde yatıyordu. Rusya’ya döndüğünde, ülkedeki kaotik anarşi  ile karşı karşıya kalan Lenin, “Tüm İktidar Sovyetlere” sloganını ortaya atmıştı.

Görüşü, Önce Geçici Hükümeti “terk etmek”, iktidarın merkezini Sovyetlere kaydırmak, ardından iç yeniden yapılanma yoluyla Sovyetlerde Bolşevik çoğunluğu sağlamak ve nihayetinde “barışçıl” bir şekilde iktidarı ele geçirmek niyetindeydi.

Ancak bu plan başarısız oldu. Temmuz Günleri’nden sonra, Geçici Hükümet ve Sovyetler ortaklaşa Bolşevikleri yasadışı ilan etti ve artık Lenin’e göre “Tüm İktidar Sovyetlere” sloganı geri çekilmeliydi.

Eylül ayında, Kornilov İsyanı bastırıldıktan sonra, Bolşevikler yeniden yükselişe geçti ve Petrograd ve diğer büyük şehirlerde giderek daha fazla hakimiyet kurdular. Bu noktada Lenin, “Tüm İktidar Sovyetlere” sloganını tekrar gündeme getirdi. Bu slogan, “iktidar” hedefiyle önerilmiş, geri çekilmiş ve sonra tekrar öne sürülmüştü. Ancak taktikler farklı durumlarda tam zamanında ayarlandı ve Bolşevik taktiklerin yüksek esnekliğini gösterdi.

Siyasi taktiğin oluşturulması, hem üst kademedeki siyasi manzarayı analiz etmeyi hem de alt kademedeki halkın duygularını kavramayı gerektiriyordu.

İkinci Dünya Savaşı’nın bataklığından çıkamayan Geçici Hükümet, acı sonuçlara katlanmak zorunda kaldı. Toplumsal kaos ve artan hoşnutsuzluk, toplumsal istikrarsızlığı ve otorite krizini daha da şiddetlendirmişti ve Geçici Hükümeti kamuoyunda tamamen itibarsız ve kontrolsüz bırakarak son derece savunmasız bir konuma düşürdü.

 Savaş çabalarına ayak uydurmak için çok sayıda işçi ve köylü askere alındı ve geniş araziler ekilmemiş kaldı. Kıtlık yayılmaya başladı ve hükümet, kent sakinleri için temel ihtiyaçlar için karne sistemi uygulamak zorunda kaldı. Sonbaharda başlayan, Rusya’yı benzeri görülmemiş bir ekonomik kriz vurdu. Cephede savaş yorgunluğu yayıldı, moral düştü, firarlar arttı ve yaklaşık iki milyon asker siperlerden kaçarak ordunun dağılmasına yol açtı. Tüm bunlar devrimci krizin olgunlaşmasını hızlandırdı.

Devam eden kriz rejimi felç etmişti ve Kerenski hükümetinin yetersizliği ve zayıflığı krizi önemli ölçüde şiddetlendirdi. Lenin ve Bolşevikler durumu doğru bir şekilde değerlendirdiler, halkın duygularını anladılar ve kavradılar ve zamanında “Barış, Toprak ve Ekmek” sloganını ortaya attılar, bu da kısa sürede geniş işçi ve köylü kitlelerini kendi taraflarına çekti. Partinin önemli fabrikalarda ve askeri kamplarda yaptığı propaganda ve örgütlenme çalışmaları son derece etkili oldu ve halkın duyguları genel olarak yüksekti, bu da devrimin zaferi için gerekli koşulları yarattı.

Üçüncüsü, Lenin’in fırsatı değerlendirme vizyonu.

Azınlığı çoğunluğu yenmek için, küçük bir gücü büyük bir gücü yenmek için kullanmak gibi siyasi oyunlarda, bu genellikle sadece güç meselesi değil, taktiklerin uygulanması ve zamanlamanın doğru seçilmesidir.

Bu, hem savaş hem de iktidarı ele geçirme için geçerlidir. Tarih boyunca, hem Çin’de hem de yurtdışında, özellikle az gelişmiş ülkelerdeki rejim değişiklikleri, genellikle tek bir düşük rütbeli subay tarafından başlatılır ve bu subay, sürpriz bir saldırı ile iktidarı ele geçirir veya hükümdarı iktidarı bırakmaya zorlar.

Burada önemli olan, durumu doğru bir şekilde değerlendirmek ve fırsatı değerlendirmektir. Temmuz Günleri Bolşeviklere ağır bir darbe vurdu, ancak onlar siyasi savaş sahnesinden çekilmediler. Sağcı güçler yükseldi ve Kornilov İsyanı halkı uyandırdı. Bolşeviklerin etkisi altındaki işçiler ve askerler ayaklandı ve askeri darbeyi hızla bastırarak iç siyasi manzarayı hızla sola kaydırdı ve Bolşeviklerin aktif siyasi figürler olarak yeniden ortaya çıkmasına izin verdi.

Eylül ayı başlarında, Geçici Hükümete duyulan memnuniyetsizlik Rusya’nın her yerine yayıldı ve devrim zamanı yaklaşıyordu. Lenin, “Tüm iktidar Sovyetlere” sloganını yeniden gündeme getirirken, silahlı ayaklanma politikasını ortaya koydu ve Bolşeviklerin Geçici Hükümeti devirmeye kararlı olduklarını ve iktidarı ele geçirme zamanının geldiğini belirtti.

Bolşevikler karmaşık ve çetrefilli bir ortamda, yeni politikalar formüle ettiler, yeni sloganlar ortaya attılar ve tek seferde iktidarı ele geçirme fırsatını değerlendirdiler.

Bolşeviklerin sayı ve güç bakımından mutlak bir üstünlüğü olmamasına ve gerekli teorik desteğin eksikliğine rağmen, güçlü bir iradeye, net hedeflere ve doğru stratejilere ve sloganlara sahip devrimci bir partinin kitleleri harekete geçirebileceğini, güçlerini birleştirebileceğini ve tarihi bir mucize yaratabileceğini görüyoruz. Bir anlamda, ayaklanma bir sanat biçimidir. Lenin ve Bolşevikler, durumu titizlikle analiz edebildiler ve teorik tartışmalardan etkilenmeden ve hiç tereddüt etmeden harekete geçebildiler. Devrimci güçler bir araya getirilip düşman kampı parçalanmaya başladığında, geçici olarak ortaya çıkan fırsatı değerlendirdiler, kararlı bir şekilde harekete geçtiler ve zafer kazanmaya cesaret ettiler, sonunda tek seferde iktidarı ele geçirdiler.

IV. Halkın Zaferi, Tarihin Kaçınılmaz Seçimi

Şubat ve Ekim Rus Devrimlerinin tarihsel seyrine baktığımızda, Bolşeviklerin zafer kazanmasını, iktidarı ele geçirmesini ve yeni bir devlet kurmasını sağlayan iki ana faktör olduğunu görebiliriz. Birincisi, dünya savaşı Çar ve Geçici Hükümetin iktidarını ciddi şekilde zayıflattı ve halkın desteğini tamamen kaybetmesine yol açtı. Savaşa karışan Batı ülkeleri, Rusya’da gelişen iç durumu ele alamadılar ve bu da birbirini izleyen iki radikal devrimin gerçekleşmesini mümkün kıldı. İkincisi, Bolşeviklerin örgütsel gücü ve başarılı stratejileri, çeşitli iç siyasi gruplar arasındaki rekabetin ortasında güçlü bir saldırı başlatmalarını ve başarıya ulaşmalarını sağladı. Birkaç konu daha ayrıntılı incelenmeye değer.

Birinci olarak, Ekim Devrimi’nin tarihsel önemi hakkında çeşitli değerlendirmeler yapılmıştır.

İki ana bakış açısı vardır. Birincisi Stalin’in vardığı sonuçtur: Ekim Devrimi, insanlık tarihinde yeni bir çağın başlangıcıdır. Bu görüşe göre Ekim Devrimi, dünya tarihinin sınırını belirler ve Rus tarihini, insanlık tarihini ve dünya tarihini “eski” ve “yeni” dönemlere ayırır. Uzun bir süre boyunca, Sovyetler Birliği ve Çin dahil olmak üzere komünistlerin yönettiği ülkeler bu olayı eşsiz derecede kutsal ve büyük bir devrim olarak selamlamıştır.

Öte yandan, Bolşeviklere düşman olanlar da dahil olmak üzere bazı Batılı akademisyenler, bu olayı “azınlığın komplosu” ve “askeri darbe” olarak nitelendirmiştir. Stalin’in Ekim Devrimi’nin önemi hakkındaki tanımı bir ölçüde önyargılıdır.

Ekim 1917’yi sınır noktası olarak kullanan “yeni dönem” kavramı, sınıf ayrımlarını ve sosyal sistemlerdeki değişiklikleri mekanik olarak kullanarak yeni ve eski, yüksek ve düşük sosyal medeniyet düzeylerini tanımlamaktadır. Bu açıkça tek taraflı bir yaklaşımdır. Ekim Devrimi, dünyanın kapitalist egemenliğini kırdı, dünyanın ilk sosyalist devletini kurdu ve ezilen ulusların uyanışını teşvik ederek ulusal demokratik devrimlerde yeni bir yükselişi başlattı. Büyük önemi kabul edilmelidir. Ancak, küresel medeniyetin gelişimine bakıldığında, bir ülkenin ekonomik ve kültürel yoksulluğunu ve geri kalmışlığını dönüştürebilmesi, Orta Çağ’ın Karanlık Çağı’ndan çıkıp modern medeniyete girebilmesi, modernizasyona giden bir yolun açılmasıyla belirlenir. Modernleşme teorisine göre, modernleşme sadece maddi ve bilimsel-teknik medeniyetin önemli ölçüde iyileştirilmesi ve sürdürülebilir ilerlemesini değil, aynı zamanda siyasi ve sosyal medeniyetin yüksek düzeyde gelişmesini de kapsar.

Modern çağın başlangıcından bu yana, insan toplumu kapitalist gelişme yoluyla modernleşmeyi bir şekilde sürdürmüştür. Ekim Devrimi’nin temel önemi, modernleşmeye giden kapitalist olmayan bir yolun öncü keşfinde yatmaktadır. Bu keşif, çabası hala günümüzde de devam eden uzun ve zorlu bir tarihsel süreç olmuştur.

İkincisi, Ekim Devrimi bir “devrim” miydi yoksa bir “darbe” miydi? İki farklı yorum ortaya çıkmış görünüyor. Genel olarak, devrimler tarihi ileriye götürmede olumlu bir role sahiptir, oysa darbeler genellikle olumsuz olarak algılanır.

Ancak, tarihsel bir olayı tek tip bir ölçütle tanımlamak genellikle zordur. Farklı bakış açılarına sahip farklı insanlar, birbirine zıt sonuçlara varabilir. Dahası, aynı olayın anlaşılması zamanla değişebilir. Bazı olayların doğasında var olan karmaşıklık da, onları basitçe “devrim” veya “darbe” olarak etiketlemeyi zorlaştırır.

 Şubat Devrimi, büyük ölçekli, kendiliğinden gelişen bir kitle hareketi sayesinde zafer kazandı. Çarlık otokrasisinin aşırı yozlaşması ve modası geçmiş olması nedeniyle, meşruiyeti, adaleti ve ilerici niteliği nadiren sorgulanır ve Şubat Devriminin burjuva demokratik devrim olarak sınıflandırılması tarihçiler tarafından yaygın olarak kabul edilir. Doğası gereği, Ekim Petrograd ayaklanması şüphesiz iyi organize edilmiş ve hazırlanmış bir siyasi devrimdi ve gerekli sosyal atmosfer ve kitle tabanına sahipti.

Bu devrim, Lenin liderliğindeki Bolşevikler tarafından eski rejimi devirmek amacıyla açıkça ve net bir amaç, stratejik planlama, kararlılık ve cesaretle başlatılmıştı. Ancak ayaklanmanın seyri açısından, ani ve biraz gizliydi, uzun süreli, büyük çaplı bir kitle hareketi veya hatta askeri bir kampanya yoktu, sonuçta kayıplar minimum düzeydeydi ve bu özellikler “darbe”nin bazı özelliklerini taşıyordu. Bu nedenle , onu “darbe tarzı devrim” olarak adlandırmak uygun görünmektedir. Sorun, bu iki değerlendirmeyi mutlak hale getirmenin uygun olmamasıdır. Ekim Ayaklanmasının kavramsal doğasını kasıtlı olarak tartışmaya gerek yoktur. Önemli olan, bu olayın nedenlerini ve sonuçlarını ve tarihsel gidişat üzerindeki etkisini incelemektir.

Üçüncüsü, bazıları Ekim Ayaklanmasının zaferinin büyük ölçüde tesadüfi, hatta “tarihsel bir yanlış anlaşılma” olduğunu düşünmektedir.

Bu görüş kesinkes hatalıdır. Engels, “Devrimler kasıtlı veya keyfi olarak yapılamaz; devrimler tek bir partinin iradesi ve liderliğinden bağımsız olan koşulların kaçınılmaz sonucudur…” demişti. Çin’de ve yurtdışında, hem eski hem de modern, herhangi bir büyük tarihi olayın meydana gelmesi, elbette bir dereceye kadar şansa veya tesadüflere bağlıdır, ancak aynı zamanda kaçınılmazdır.

Devrim ya da darbe olsun, riskler ve başarısızlık olasılığı vardır. Gerekli tüm öznel ve nesnel koşullar olmadan, başarısı %100 garanti olan hiçbir olay başlatılamaz. Bu, özellikle güç avantajı bulunmadığında ve ayaklanmanın kısa sürede organize edilmesi gerektiğinde geçerlidir. Gerçekten de tarih her zaman galip gelenler tarafından yazılır ve galip gelenler her zaman siyasi meşruiyetlerini ve gerekçelerini savunurlar. Aslında, Ekim Devrimi söz konusu olduğunda, bu devrim iki gücü bir araya getirdi: biri Bolşevikler tarafından dikkatle planlanan ve hazırlanan iktidarı ele geçirme hareketi ve onların etkisi altında, omurgasını radikal işçiler ve askerlerin oluşturduğu hareket; diğeri ise o dönemde kaotik, çeşitli ve bağımsız sosyal hareketlerdi, örneğin yoksul köylülerin büyük çaplı ayaklanmaları, “işçilerin denetimi ve yönetimi” ve “tüm iktidar Sovyetlere” sloganlarıyla yapılan işçi gösterileri, durdurulamaz olan ordunun parçalanma hareketi ve yerli etnik milli azınlıkların kurtuluş hareketi.

Farklı özelliklere, iç dinamiklere ve çıkarlara sahip bu hareketler, ilkiyle birleşti. Diğer bir deyişle, Bolşevikler, siyasi taktikleri ve örgütsel avantajlarına dayanarak, sosyal hareketi kullanarak ve yönlendirerek eski rejime ortaklaşa bir saldırı başlattılar ve zaten çok kırılgan olan Geçici Hükümet’in fazla direnç göstermeden çökmesine neden oldular.

1917’de Rusya’da gerçekleşen iki devrim, dönemin daha geniş bağlamında, dünya kapitalizmi tekelci aşamasına girerken karşılaştığı sayısız çelişkinin ürünüydü. Bu çelişkiler Rusya’da özellikle şiddetliydi ve ülkeyi dünya kapitalist sisteminin zayıf halkası haline getirmişti. Devrim kaçınılmazdı. Bu dönemde, Marksizm’in rehberliğinde, net bir programa ve doğru, esnek strateji ve taktiklere sahip devrimci bir parti, zafer için hayati öneme sahipti. Böyle bir devrimci parti ile halkı eski rejime ölümcül bir darbe indirmeye ve yeni bir proleter rejim kurmaya yönlendirmek mümkün oldu. Bu nedenle, Ekim Devrimi’nin zaferi tarihsel bir yanlış anlaşılma değil, (kaçınılmaz) tarihsel bir tercihti.

Paylaş

Bir Yanıt Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir