Bugünkü Dünya Kapitaliziinde Önemli Yeni Gelişmeler ve İşçi Sınıfının Toplumsal Devrimi
Deniz Kızılçeç, Aralık 2025

2040’larda Çin’in başında olduğu sosyalist ülkeler en büyük dünya gücü haline geldiğinde ve sosyalist ülkelerle Küresel Güney ülkelerinin oluşturduğu kolektif güç arasındaki kader birliği ve işbirliği daha da derinleştiğinde, dünyadaki muhalif sosyalist akımlar yeni başarılar kazandığında yepyeni bir durum ortaya çıkacaktır.
Bugünün dünyasına bakıldığında, yeni bir teknolojik devrim ve endüstriyel dönüşüm dalgasının derinlemesine geliştiği, uluslararası güç dengelerinin köklü ayarlamalardan geçtiği ve sosyalist Çin ve Vietnam’ın her alanda kalkınma başarılarının Batı kapitalizminin gerilemesiyle keskin bir tezat oluşturduğu görülmektedir.
“Doğu’nun yükselişi ve Batı’nın aşağıya inişi” olgusu görünür bir gerçeklik ve önemli bir dünya trendi haline gelmiştir. Karmaşık nedenlerden ötürü, bugünkü kapitalizm geçmişten oldukça farklı bazı değişimler ve özellikler sergilemektedir. Bugünkü kapitalizmdeki bu yeni değişimleri daha kapsamlı, diyalektik ve uzun vadeli bir perspektifle kavramak Türkiye sosyalist-komünist partileri açısından hayati önemdedir.
Tarihsel materyalizm perspektifinden bakıldığında, bugünkü kapitalizmdeki yeni değişimler, birleşerek güçlü bir kuvvet oluşturan çok sayıda faktörün etkileşiminin bir sonucudur. Bunlar arasında, yükselen yeni teknolojik devrim dalgası ve küreselleşme karşıtı son dalga hiç şüphesiz bugünkü kapitalizmin iniş çıkışlarını büyük ölçüde tetikleyen ve bu sürece derinlemesine nüfuz eden iki büyük itici güç oluşturuyor.
Teknolojik devrim dalgasını yeniden yakalayan bugünkü kapitalizmin tarihsel Süreci
Komünist Manifesto‘da Marx ve Engels, “Burjuvazi, üretim aletlerini, dolayısıyla üretim ilişkilerini ve bunlarla birlikte tüm toplumsal ilişkileri sürekli devrimcileştirmeden var olamaz” tespitinde bulunmuşlardı. “Üretimin sürekli dönüşümü, tüm toplumsal koşulların kesintisiz sarsıntısı, ebedi belirsizlik ve hareket; işte burjuva çağını diğer tüm çağlardan ayıran özellik budur.” (Marx)
Ünlü Alman filozof Jürgen Habermas da kapitalizm ile bilim ve teknoloji arasındaki içsel bağı sistematik olarak incelemiştir. Habermas da kapitalizmi önceki toplumsal oluşumlardan ayıran önemli bir özelliğin, üretici güçleri geliştirmek için bilime ve teknolojiye dayanması olduğunu savunmuştur.
Şöyle yazar: “1875-1900 arasında, en gelişmiş kapitalist ülkelerde iki dikkat çekici eğilim ortaya çıkmıştır: Birincisi, kurumsal istikrarı sağlayan devlet müdahalesinin güçlenmesi; ikincisi, bilimi birincil üretici güç haline getiren bilimsel araştırma ve teknoloji arasındaki karşılıklı bağımlılığın teşvik edilmesidir.”
İkinci Dünya Savaşı sonrasında ekonomik durgunluk ve stagflasyona saplanan kapitalizm de aynı yolu izlemiştir. Savaşı sonrası dünya kapitalizmi yeni teknolojik devrimin “rüzgarını arkasına alarak” üretim aletlerini sürekli yenilemiş, üretim ilişkilerini ve tüm toplumsal ilişkileri aktif bir şekilde ayarlamış, kapitalist toplumun üretici güçlerinde hızlı bir sıçrama “gerçekleştirmiş” ve böylece geçici olarak “tarihin sonundan” kaçınmıştır.
Genel kabul gören görüşe göre insanlık toplumu modern zamanlardan bu yana üç teknolojik devrim yaşamıştır ve şu anda dördüncü bir teknolojik devrim mayalanmaktadır. Aslında, kapitalizmin gelişim tarihine bakıldığında, her büyük tarihsel ilerlemenin, kendi zamanındaki teknolojik devrimin güçlü itici gücüyle kopmaz bir bağa sahip olduğu görülmektedir.
Birinci teknolojik devrim 18. yüzyılın ortalarında başlamış, buharlı makinenin icadı, geliştirilmesi ve yaygın kullanımıyla öne çıkmış ve “Buhar Enerjisi Çağı”nı başlatmıştır.
Bu devrim niteliğindeki teknolojik atılım; tekstil, metalurji, makine, gemi inşası ve denizcilik endüstrilerinde benzeri görülmemiş bir gelişmeye yol açmıştır. Büyük ölçekli fabrika üretimi, bireysel atölyelerin ve el sanatlarına dayalı üretiminin yerini alarak, İngiltere’nin başını çektiği Avrupa ülkelerinde maddi üretici güçlerin hızla gelişmesini büyük ölçüde teşvik etmiştir. Bu durum, Batı kapitalizminin feodalizmin zincirlerinden kurtulmasını, kapitalist sistemi kurmasını ve adım adım dünya çapında sömürgeci emperyalist hakimiyeti başlatmasını sağlamıştır.
İkinci teknolojik devrim 19. yüzyılın sonunda gerçekleşmiştir. Elektrikteki atılımlar ve içten yanmalı motorun gelişi etrafında şekillenen teknolojik yenilikler, toplumsal üretimin hızlı gelişimi için yeni bir itici güç oluşturmuş, insan toplumunu “Buhar Enerjisi Çağı”ndan “Elektrik Enerjisi Çağı”na taşımış ve kapitalist gelişimin ilk “altın çağı” ortaya çıkmıştır. Lenin’in Sovyetler’de elektirik çağına geçiş vurgusu bu nedenle çok önemlidir.
Elektrik teknolojisi uygulamalarının yayılma etkisi, diğer birçok teknolojik alanın kapsamlı gelişimini tetiklemiş, modern endüstriyel üretimin daha büyük ölçekte organize edilmesi ve üretim süreçlerinin otomasyonu için gerekli maddi ve teknolojik koşulları yaratmıştır. Ancak bu durum aynı zamanda kapitalist devletler arasındaki hegemonya mücadelesini ve kapitalist ülkelerde ekonomik krizleri de çarpıcı biçimde şiddetlendirmiş, kapitalizmi tekelci aşamaya itmiştir. Kapitalist ülkeler arasındaki eşitsiz gelişim, küresel emperyalist sömürge sisteminin oluşumunu hızlandırmıştır.
1940’larda ortaya çıkan ve 1970’lerde zirveye ulaşan Üçüncü Teknolojik Devrim; atom enerjisi, elektronik bilgisayarlar ve uzay teknolojisinin yaygın uygulamasıyla karakterize edilmiştir. Bu devrim, kapitalist gelişimde ikinci “altın çağını” başlatmış, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Japonya ve Almanya dahil olmak üzere neredeyse tüm gelişmiş kapitalist ülkeleri etkisi altına almıştır.
Bu süreç, kapitalizmi tekelci devlet kapitalizm aşamasına itmiş ve dev çokuluslu şirketlerin dünya çapında küresel stratejik yayılması yoluyla daha ileri bir aşamaya yani uluslararası tekelci kapitalizm aşamasına geçişi tetiklemiştir. Uluslararası tekelci kapitalizm sadece geleneksel endüstriyel teknolojilerin kapsamlı bir şekilde yükseltilmesini sağlamakla kalmamış, aynı zamanda insan toplumunu yeni bir bilgi ekonomisi düzeyine doğru itmiştir.
1970’lerde Tekelci devlet kapitalizminden uluslararası tekelci kapitalizme Geçiş
En doğrudan ve kritik yan ürünlerinden biri, Üçüncü Teknolojik Devrim’in “merkez üssü” olan Amerika Birleşik Devletleri’nin, Sovyetler Birliği ile olan güç mücadelesinde geçici bir zafer kazanıp dünya lideri konumuna geçmesiydi. Bu durum kapitalist dünyanın savaşsız bir geçici zafer kazanmasına yol açmış ve uluslararası komünist hareket 1980’lerin sonu ve 1990’ların başında benzeri görülmemiş düzeyde ağır bir gerileme yaşamıştır.
Dördüncü Teknolojik Devrim
Devam etmekte olan Dördüncü Teknolojik Devrim, dijital ekonomi ve akıllı üretim (intelligent manufacturing) öncülüğünde yeni bir teknolojik devrim dalgasıdır.
Bu devrim, önceki üç teknolojik devrimin bilgi sistemine dayanmakta olup, bilgi mühendisliği ve imalat mühendisliği gibi gelişmekte olan teknoloji kümelerinin avantajlarıyla desteklenmektedir. Siber uzay, fiziksel uzay ve biyolojik uzayın interaktif haritalanmasını ve derin entegrasyonunu sağlamaktadır. Dördüncü Teknolojik Devrim; çoklu disiplinleri, alanları, yeni malzemeleri, yeni enerjiyi ve yeni kaynak geliştirmeyi içeren, “Endüstri 4.0” olarak da bilinen yeni bir sanayi devrimidir ve bugünkü kapitalizmin ekonomik ve toplumsal gelişmesinin ana itici gücü haline gelmiştir.
Birçok akademisyen, kapitalizmin bu yeni aşamasını “dijital kapitalizm” olarak adlandırmaktadır. Onlara göre, dijital kapitalizm çağında geleneksel emek-sermaye ilişkileri yeni değişimlere uğramış ve emek-sermaye çelişkileri daha da derinleşmiştir.
Objektif konuşmak gerekirse, başta ABD, Japonya ve gelişmiş Avrupa kapitalist ülkeleri olmak üzere bugünkü kapitalist ülkeler, teknolojik inovasyonu güçlü bir şekilde teşvik ederek emek üretkenliğini önemli ölçüde artırmış ve üretim maliyetlerini düşürmüşlerdir. Yüzeyden bakarsak, dünya kapitalizmi 2008 uluslararası finans krizinin “artçı etkilerini” kademeli olarak aşmış ve ekonomik gelişme potansiyelini ve canlılığını teşvik ederek kapitalist öz-düzenleme (self-regulation) için belirli koşulları yaratmıştır. Bu durum hem sınıf çelişkilerini geçici olarak yumuşatmış hem de kapitalizmin gelişimini etkili bir şekilde teşvik etmiştir. Dolayısıyla bugünkü kapitalizm, tıpkı kurumuş bir ağaç gibi, yeni teknolojik devrim dalgasının nimetlerini toplayarak yeniden canlanmıştır. Bununla birlikte Çin teknolojik devrimde kaydettiği büyük başarılarla kapitalizme meydan okuyan bir düzeyi yakalamıştır.
Bugünkü Kapitalizm Küreselleşme Sürecine Karşı Olan Ters Bir Karşı Akım Yarattı: Sözde Küreselleşme Karşıtlığı
Yeni teknolojik devrim dalgası, kapitalist toplumlarda üretici güçlerin hızlı artışının temel nedenlerinden biridir. Gözü doymaz Artı değeri tutkusu ve uluslararası pazarlar için yapılan kıyasıya rekabet, kapitalizmin küreselleşmenin farklı aşamalarında onun “rüzgarla dans etmesinin” arkasındaki asıl itici güçlerdir.
15. yüzyılın sonundaki Keşifler Çağı ve yeni deniz yollarının açılması, dünyanın farklı bölgeleri arasındaki doğal engelleri yıktığından bu yana, ekonomik küreselleşme 500 yılı aşkın bir süredir kademeli olarak derinleşmektedir.
Batılı kapitalist güçler küreselleşmenin erken aşamalarında önemli bir avantaj elde etmiş, bu da Avrupa ve Amerika’da endüstriyel üretimde kapasite fazlasına yol açmıştır. Mallarının büyük bir kısmı küresel olarak ihraç edilmiş, bu Avrupa ve Amerika’ya muazzam bir toplumsal zenginlik getirmiş ve uluslararası iş bölümünü objektif olarak hızlandırarak dünyayı serbest kapitalizm çağına itmiştir.
Birinci ve İkinci Sanayi Devrimlerinin getirdiği gelişmiş üretici güçlerin ivmesiyle, gelişmiş Batı kapitalist ülkeleri ile geniş gelişmekte olan ülkeler ve bölgeler, Latin Amerika kalkınmacı iktisadının kurucusu Raúl Prebisch’in önerdiği “merkez-çevre” yapısını adım adım oluşturmuştur.
19. yüzyılın son yılları ve 20. yüzyılın başlarında kapitalizm, serbest rekabet aşamasından tekelci aşamaya geçmiştir. Emperyalist ülkeler küreselleşme stratejilerini şiddet ve savaş yoluyla yürütmüş ve yüksek tekel karları peşinde koşan hem eski hem de yeni kapitalist güçler, küresel sömürge pazarlarını yeniden paylaşmak için dünya savaşlarına başvurmuşlardır. İki dünya savaşını atlatan İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya ve diğer kapitalist “mirasyedi” uluslar yıkıcı kayıplara uğrarken, “sonradan görme” Amerika Birleşik Devletleri muazzam karlar elde ederek hızla bugünkü kapitalist kampın lideri konumuna yükselmiştir.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, ABD öncülüğündeki Bretton Woods sistemi, sadece ABD hegemonyasını önemli bir süre boyunca güçlendirmekle kalmamış, aynı zamanda Avrupa ve Japonya’nın savaş sonrası hızlı toparlanmasını da kolaylaştırmıştır. Özellikle dikkat çekici olan, o dönemde gelişen küreselleşme sürecinin canlı bir örneği olarak hizmet eden bugünkü kapitalist kamp içindeki Avrupa Birliği entegrasyonunun hızlanan temposudur.
Neoliberal dalganın yükselişi
Ancak, bu görünüşte ışıltılı refah vitrininin altında, kapitalizm aslında muazzam gelişim krizleri yaşamıştır. 1970’lere girildiğinde, Bretton Woods sisteminin çöküşü ve petrol krizinin etkisi gibi iç ve dış faktörler, kapitalist ülkeleri egemen ideolojilerini ve politikalarını yeniden gözden geçirmeye zorlayan şiddetli bir “ekonomik durgunluğa” yol açtı. Ekonomik olarak bu durum neoliberal dalganın yükselişi için koşullar yarattı; neoliberal dalga siyasi olarak ise Avrupa ve Amerika’da sağcı güçlerin yükselişine, ekonomik krizi ele almak için makroekonomik kontrol önlemlerinin güçlendirilmesine ve toplumsal krizlere kısmi onarımlar uygulanmasına yol açarak, mevcut krizi ve hayatta kalma endişelerini sınırlı bir ölçüde hafifletti.
Soğuk Savaş;mso-spacerun:yes’> giderek daha acil hale geldi.
21.yüzyılın başında, Wall Street kaynaklı ABD yüksek riskli (subprime) mortgage krizinden büyük küresel finans piyasalarını etkileyen uluslararası finans krizine, Afrika’yı kasıp kavuran Ebola virüsünden yeni koronavirüsün küresel yayılımına kadar, insan toplumunun gelişimi önündeki çeşitli riskler patlayıcı bir büyüme yaşadı.
Batılı “demokratik” sistemin kusurlarının açığa Çıkması
Bu riskler çok önemli ve ciddiydi. Bu çetrefilli açmazla karşı karşıya kalan kapitalizmde çeşitli ülkelerde önemli krizler patlak verdi, birçok kapitalist ülkenin siyasi manzarası önemli değişikliklere uğradı ve sermayenin “demokrasiyi” aşırı derecede çürütmüş olduğu Batılı “demokratik” sistemin kusurları tamamen açığa çıktı.
Çalkantılı küreselleşme süreci bugün ters rüzgarlarla karşı karşıya. Uluslararası ilişkilerde “ben yaptım oldu” tek taraflılık, ABD merkezli aşırı sağ popülizm ve ticaret korumacılığı—yani “küreselleşme karşıtı” duygular—yükselişe geçerken; uluslararası anlaşmalardan çekilme, antlaşmaları iptal etme ve ayrışma (decoupling) gibi eylemler ortaya çıkıyor.
Bu süreçte, bugünkü kapitalizmin, özellikle de bazı büyük kapitalist ülkelerin zorba davranışlarının ve yarattıkları insani felaketlerin, “Batı demokratik değerlerinin yalanlarını tamamen paramparça ettiği ve Avrupa ile Amerika ülkelerinin çirkin yüzlerini canlı bir şekilde ifşa ettiği” göz ardı edilemez.
COVID-19 pandemisinin devam eden küresel yayılımıyla kısıtlanan küresel değer zinciri, endüstriyel zincir ve tedarik zinciri çöküşün eşiğindedir ve acilen onarım ve yeniden inşaya ihtiyaç duymaktadır.
Pandeminin beklenmedik derecede güçlü yayılma etkileri, insanların küreselleşme sürecine yönelik şüphelerini ve eleştirilerini büyüten bir “büyüteç” işlevi görmüştür. “Küresel köy”ün yakın gelecekte daha parlak bir gelecek görmesi pek olası değil ve bu eğilimle yakından rezonansa giren bugünkü kapitalizm, düzensiz ve umutsuz bir gerileme dönemi yaşamaktadır.
Kapitalist ülkelerdeki hükümetler ve seçkinler tarafından krizi hafifletmek için gösterilen hem etkili hem de beyhude çeşitli çabalara rağmen, üretimin toplumsallaşması ile üretim araçlarının özel mülkiyeti arasındaki kapitalizme içkin temel çelişki, bu kapitalizminin kendi krizini kökten ortadan kaldırılamayacağı anlamına gelir. Tarihin çarkları ileriye doğru döndükçe, kapitalist toplumun iç çelişkileri giderek daha keskin hale gelmekte ve bugünkü kapitalist ülkelerin yönetimi ve gelecekteki gelişimi giderek daha fazla meydan okumalarla karşı karşıya kalmaktadır.
Bugünkü kapitalizmin Görece Canlı gelişimi, kapitalizmin yerini Sosyalizme bırakma tarihsel kaderini değiştirmiyor
Komünist Manifesto‘da Marx, burjuvazinin “her şeyden önce kendi mezar kazıcılarını ürettiğini” açıkça belirtmiştir. “Burjuvazinin çöküşü ve proletaryanın zaferi aynı derecede kaçınılmazdır”; bu, yaygın olarak kapitalizmin kaçınılmaz çöküşü ve sosyalizmin kaçınılmaz zaferine dair “iki kaçınılmazlık” fikri olarak biliniyor.
Ancak tarihe dönüp baktığımızda, 1848;mso-spacerun:yes’>
Daha fazla pratik ve teorik araştırmanın ardından, 1859’da Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı‘nın önsözünde daha objektif, bilimsel ve kapsamlı bir değerlendirme yaptı:
İki Asla Görüşü
“İçerebileceği tüm üretici güçler gelişmeden önce— hiçbir toplumsal düzen asla yok olmaz; ve yeni, daha yüksek üretim ilişkileri, varoluşlarının maddi koşulları eski toplumun rahminde olgunlaşmadan asla ortaya çıkmaz.”
Kapitalizmin tarihi, kapitalizmin hayatta kalmak ve gelişmek için teknolojik devrimleri aktif bir şekilde teşvik ettiğini ve kurumsal inovasyonlar ve yeniklikler için çabaladığını, üretici güçleri daha hızlı bir tempoda sürekli geliştirmeyi ve üretim ilişkilerini ve toplumsal ilişkileri yeni gereksinimlere göre sürekli ayarlamayı amaçladığını defalarca göstermiştir.
Bu durum, “kaçınılmaz olarak yıkılmaya mahkum” olan kapitalizmin “çürümüş ama ölü değil, tutunan ama ölmeyen” bir görünüm sergilemesine neden olmaktadır. Gerçeklik teoriyi yansıtır; ikisi arasındaki içsel mantıksal ilişkiyi anlayan Marx’ın “iki asla” görüşü yine kendisinin Komünist Manifesto‘daki “iki kaçınılmazlık” görüşünün rasyonel bir uzantısı ve tamamlayıcısıdır: “İki kaçınılmazlık” kapitalist toplumun gelişiminin özgül yasalarını ortaya koyarken, “iki asla” insan toplumunun gelişiminin genel yasalarını ortaya koyar.
“İki kaçınılmazlık” sosyalizmin kapitalizmin yerini almasının objektif zorunluluğunu vurgularken, “iki asla” sosyalizmin kapitalizmin yerini almasının uzun ve zorlu doğasını vurgular.
Kapitalizm muazzam değişikliklere uğramıştır
Serbest piyasa kapitalizmi, özel tekelci kapitalizm, devlet kapitalizmi ve uluslararası tekelci kapitalizm gibi farklı aşamalardan geçen yüzyıllar süren gelişimin ardından, bugünkü kapitalizm muazzam değişikliklere uğramıştır.
Kapitalizmin mekanizmaları olgunlaşmış ve kapitalizm güçlü bir kendini yenileme, kendini aşma, kendini ayarlama ve kendini onarma kapasitesini korumaktadır.
Bunlar, bugünkü kapitalizmin belirli bir süre için belirli bir düzeyde gelişim potansiyeli ve canlılığı sürdürmesine olanak tanıyor. Dolayısıyla, ancak Marksist duruş, Marksist bakış açısı ve Marksist metodolojiyi kullanarak ve Lenin’in emperyalizm teorisini doğru kavrayarak bugünkü kapitalizmdeki birçok yeni değişimi ve gelecekteki eğilimlerini daha kapsamlı ve doğru bir şekilde anlayabiliriz.
Başka bir deyişle, Marx ve Engels tarafından incelenen kapitalizmle ve hatta 20. yüzyılın ilk yarısındaki kapitalizmle karşılaştırıldığında, bugünkü kapitalizm hala Marx’ın tanımladığı “genişleme kapasitesine” sahiptir. Ancak buna rağmen, bu durum kapitalizmin yerini sosyalizme bırakacağı şeklindeki tarihsel kaderini değiştirmemiştir ve değiştiremez. Bugünkü kapitalizmin proaktif ayarlamaları ve kendini reformlarla iyileştirmeleri, burjuvazinin egemenlik ve sömürü yeteneğini ve düzeyini bir ölçüde artırmış, ekonomik krizler ve dalgalanmaların oynaklığını ve ekonomik krizlerin yıkıcılığını azaltmış ve gelişmiş kapitalist ülkeler içindeki sınıf çelişkilerini ve farklı kapitalist uluslar arasındaki çıkar çatışmalarını yumuşatmıştır.
Kapitalizmin kendini Onarma ve Yenileme Kapasitesi Sürüyor
Ancak kapitalizmin bu ayarlama ve onarım kapasitesinin sınırları vardır. Sonuçta, bu reformlar bugünkü kapitalist ekonomik ve siyasi egemenliğin temel yapısını değiştirmemektedir. Beşikten mezara sosyal güvenlik ve refah politikaları, sermayenin emeği istihdam etme ve sömürücü doğasını temelden değiştirmemiştir; ekonomiye devlet müdahalesi, piyasa ekonomisinin doğasında var olan kusurların üstesinden gelemiyor; dengesiz siyasi, ekonomik ve kültürel gelişimin “döngüsel yasası” yürürlükte kalmaya devam etmektedir; ve koşullar oluştuğunda emperyalist savaş olasılığı göz ardı edilemez. Dünyada hala sosyalist yolu izleyen 5 ülke mevcuttur ve bugünkü kapitalizm dünyadaki başlıca çelişmelerden biri olan sosyalist toplumsal sistem ile kapitalist toplumsal sistem arasındaki çelişmeyi ortadan kaldıramamaktadır. Bu çelişme 1917’den bu yana varlığını sürdürmektedir.
Dahası, tekelci sermayenin çıkarlarını koruma amacıyla yönlendirilen bu sınırlı reform operasyonları, kaçınılmaz olarak mevcut toplumsal eşitsizlikleri daha da şiddetlendirmekte, kapitalist sistemin istikrarsızlığını, sürdürülemezliğini, asalak doğasını ve çürümesini daha kapsamlı bir şekilde açığa çıkarmaktadır.
Son yıllarda gelişkin kapitalist ülkelerde ısrarla durgun düzeyde seyreden ekonomik büyüme, tekrarlanan ve sokaklara yansıyan siyasi çalkantılar ve 11 Eylül olayı ile gördüğümüz şiddet ve terörizmin yeniden canlanması, bunun en güçlü kanıtlarıdır.
Fakat kapitalizmde sermayenin toplumsallaşması için alan kaldığı sürece, kapitalizmin hala kendi çöküşünü öteleme, erteleme ve belirli bir manevra alanı olacaktır. Kapitalizm gelecekte başka yeni gelişim aşamaları yaşayabilir; hatta 21. yüzyılın geri kalanında bugünkü kapitalizmin hayatta kalma arayışı içinde bir dizi çalkantı yaratmaya devam edeceği kesindir.
İnsan toplumu ve tarih ilerledikçe, kapitalist toplumun içsel çelişkileri kaçınılmaz olarak daha belirgin hale gelecek ve bu çelişkiler kapitalist toplum çerçevesi içinde kalınarak ortadan kaldırılamaz. İnsanlık hala adım adım kapitalist toplumdan sosyalist topluma geçişin gerçekleştiği büyük bir tarihsel dönem içinde yaşıyor.
Kapitalizmin nihayetinde yerine sosyalizme bırakması–tarihsel kaderi ve trendi- geri döndürülemez. Bugünkü kapitalizm, sosyalizme ve komünizme geçiş için kapsamlı bir toplumsal ve maddi temel biriktirmektedir.
İşçi SınıfınınToplumsal Devrim yolu uzun: Bugünkü kapitalizm kısa bir süre içinde aniden düşüp gerileyip yok olmayacak
Sarsılmaz devrimci idealler ve inançlar, bilimsel bir anlayışa dayanmalıdır. Kapitalizmin kaçınılmaz olarak yok olacağına ve sosyalizmin kaçınılmaz olarak zafer kazanacağına olan sarsılmaz inancımız, insan iradesinden bağımsız kaçınılmaz bir trenddir ve insan toplumsal ve tarihsel gelişim yasalarına uygundur. Ancak bu kaçınılmaz tarihi trendin ön koşulları vardır: Ancak özel mülkiyetle karakterize edilen kapitalist üretim ilişkileri, modern büyük ölçekli toplumsal üretimi ciddi şekilde kısıtlayıp engellediğinde ve üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişki uzlaşmaz bir kritik noktaya ulaştığında, kapitalizmin ölümü ilan edilecek ve sosyalizm nihayetinde zafer kazanacaktır.
Bugünkü kapitalizmdeki bir dizi yeni değişikliğe bakıldığında, kapitalizmin yerini sosyalizme bırakması hala uzun bir tarihsel süreç olacaktır. Bu nedenle, “çürüyen ama tamamen çürümemiş, ölen ama henüz ölmemiş kapitalizm” kısa bir süre içinde aniden gerileyip yok olmayacaktır.
Marksist diyalektik materyalizm ve tarihsel materyalizme göre; kapitalizmin çöküşünün tarihsel “kaçınılmazlığını” kapitalizmin tarihsel evriminin “uzun vadeli” doğasıyla, kapitalizmin “çürümüş” doğasını onun sürekli gelişim “olasılığıyla” ve tarihsel gelişimin “aşamalarını” tarihsel sonucunun “yönüyle” birleştiren bir perspektife sahip olmalıyız. Körü körüne iyimser bir bakışla sürecin uzun vadeli, dolambaçlı ve karmaşık doğasını küçümsememeliyiz.
İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden bu yana dünya, kapitalist ve sosyalist toplumsal sistemlerin, ideolojilerin ve güçlerin bir arada var olduğu, birbirine saldırdığı ve savunduğu, büyüyüp küçüldüğü uzun vadeli bir kördüğüme tanık olmuştur.
Genel olarak, bugün “kapitalizmin hala güçlü, sosyalizmin hala zayıf olması” örüntüsü gerçekliği değişmemiştir, ancak “Batı’nın gerilemesi ve Doğu’nun yükselmesi” eğilimi bugün giderek daha belirgin hale gelmiştir. 2040’larda Çin’in başında olduğu sosyalist ülkeler en büyük dünya gücü haline geldiğinde ve sosyalist ülkelerle Küresel Güney ülkelerinin oluşturduğu kolektif güç arasındaki kader birliği ve işbirliği daha da derinleştiğinde, dünyadaki muhalif sosyalist akımlar yeni başarılar kazandığında yepyeni bir durum ortaya çıkacaktır.
Emparyalizm ve Hegemonyacılık Devam Ediyor
Gelişmiş ülkelerin burjuvazisi, merkezinde gelişmiş kapitalizmin olduğu ve etrafı gelişmekte olan ülkeler ve bölgelerle çevrili irrasyonel ve eşit olmayan bir ekonomik yapıyı ve siyasi düzeni sürdürmeye çabalamaktadır. Gelişmiş teknoloji ve askeri avantajları kullanarak, dünyanın dört bir yanından artı serveti yağmalamakta, gelişmekte olan ülkeleri ve bölgeleri hammadde tedarikçileri, ucuz işgücü pazarları ve kirli atık sahaları olarak sağlamlaştırmaya çalışmaktadırlar.
Bu arada, çeşitli ekonomiler ve toplumlar arasındaki gelişmişlik düzeyi farklılıkları nedeniyle, kapitalist kamp yekpare olmaktan uzaktır; ticaret sürtüşmeleri ve “finansal savaşlar” her an patlak verebilir.
Daha da ciddi bir çelişme şudur: Küreselleşme geriye doğru tökezledikçe, kapitalizmin içsel çelişkileri belirli bir noktaya ulaştığında diğer alanlara sıçrayacak, siyasi, toplumsal ve kültürel krizleri içeren sistemsel bir krizi tetikleyecektir. Ancak, bugünkü kapitalizmin ekonomik krizleri ele almak için benimsediği devlet müdahalesi önlemleri genellikle yeni krizlerin tohumlarını ekmekte, durumu kötüleştirebilecek bir kısır döngü yaratmakta ve bunun yükünü en çok, sayıları giderek artan yoksulluk içindeki halklar çekmektedir.
Bugünkü kapitalizm, ekonomik refah ve teknolojik alandaki liderliğin yaygın işsizlik ve yoksullukla bir arada var olduğu, maneviyat ve maddiyat arasında korkunç bir çelişki içeriyor. Fransız akademisyen Michel Albert bir yazısında bunu “ikili karşıtlık” olarak sert bir şekilde eleştirmiş ve “farklı sınıflardan insanların, her yıl birbirinden daha da uzaklaşan farklı gezegenlerde yaşayan insanlara benzediği ” görüşünü ileri sürmüştür. Bu olgu, küresel COVID-19 pandemisiyle daha da şiddetlenmiştir.
Ekonomik krizin “laneti”, kapitalizmin gelişimi ve evriminde döngüsel olarak tekrarlanan bir sorundur. Ekonomik kriz ve toplumsal sorunlar karşısında halkın hoşnutsuzluğu arttığında, bugünkü kapitalist ülkelerdeki az sayıda seçkin lider, öne çıkmak ve oy kazanmak amacıyla, bu sorunların çözülemez doğasını maskelemek için aşırı sağ popülizmi kullanarak sorunları manipüle edip istismar etmektedir. Kapitalizm kısa vadeli sözde çözüm yöntemlerini alışkanlık haline getirmenin yanı sıra, kapitalizm genellikle krizlerin yükünü başka ülkelerin sırtına yıkmak için uluslararası kuralları çiğnemekte ve dünya gündemlerini kendi çıkarlarına göre belirlemeye çalışmakta, iç çatışmaları ustaca uluslar arası, sistemler ve uygarlıklar arası çatışmalara dönüştürmektedir.
Bugün insanlığın karşı karşıya olduğu asırlık meydan okumaların çoğunda, doğal-ekolojik faktörlerden kaynaklanmayan büyük küresel sorunların çoğu, kapitalizmin dizginlenemez genişlemesiyle ve hegemonyacılık ile bağlantılıdır.
Örneğin, Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’nın çöküşünden bu yana ABD, büyük askeri-finansal asimetrik güç avantajına dayanarak dünya çapında yaygın ekonomik sömürü, askeri tehdit, siyasi müdahale, “kültürel sızma” ve ideolojik yıkıcılık faaliyetlerinde bulunmuştur. Ön yargılı görüşlerle etiketlediği sözde “şer ekseni” ve “haydut devletlere” sık sık ekonomik yaptırımlar ve hatta askeri işgaller ve askeri tehditler uygulamakta, meşru hükümetleri doğrudan veya dolaylı müdahalelerle devirmekte ve açıkça veya gizlice bölgesel gerilimler yaratmaktadır. Bunları Venezüella ve Ortadoğu’da ve Tayvan’da görebiliyoruz. Buna karşı tüm dünyada ve Türkiye’de uyanık olmalıyız.
