2020 seçimleri ve ABD Demokrat Partisi’nin Geçirebileceği Dönüşüm Olasılıkları
Dr. Chen Airu
29 Eylül 2020
Kaynak “Uluslararası Forum” Sayı 5, 2020
Özet: Demokrat Parti, 1930’lardaki “Yeni Düzen”(New Deal) politikasından bu yana, alt-orta sınıf mavi yakalı işçiler ve Afrikalı Amerikalılar gibi farklı grupların çıkarları arasında bir denge ve bütünleşme arayarak çoğunluk seçmenlerden oluşan bir koalisyon kurmaya ve böylece seçim zaferi elde etmeye çalışmıştır. Bununla birlikte, bu seçmen kitlesine dayanan ittifakının istikrarı zorluklar yaşamaya devam etmiştir.
2020 seçimlerinde Demokrat başkan ve başkan yardımcısı adayları Joe Biden ve Kamala Harris’in kombinasyonu, sırasıyla yukarıda saydığımız bu gruplara yanıt vermeyi amaçladı ve böylece Demokrat Parti’nin geleneksel hedef kitle mantığını sürdürdü. Ekonomik küreselleşme ve diğer faktörlerin etkisiyle ABD deki nüfus yapısında etnik köken ve sınıf açısından yaşanan hızlı değişimlerin Demokrat Parti’nin çeşitli grupların çıkarlarını dengelemesini daha da zorlaştırdığını belirtmek gerekir. Demokrat Parti’deki iç değişimler, siyasi duruş ve politikalar açısından içindeki farklı fraksiyonlar arasındaki farklılıkları da derinleştirmiştir. Obama yönetiminden bu yana Demokrat Parti’nin nesilsel yenilenme konusunda gösterdiği göreceli durgunluk küçümsenemez ve bu durum devam ediyor. Bunlar Demokrat Parti’nin dönüşümü açısından mevcut zorlukları oluşturmaktadır.
Özellikle Cumhuriyetçi Parti’nin “kimlik siyaseti” boyutunda “beyaz üstünlüğünü” savunan sözde “Trumplaşma” sağ popülist yönelimi karşısında ciddi sorunlarla karşı karşıya kalan Demokrat Parti’nin, tamamen sınıfsal ve ekonomik olumlayıcı eylem politikalarını benimseyen “demokratik sosyalist Sanders’in” politikalarını teşvik etmesi zordur.
Demokrat Parti bunun yerine, azınlık etnik grupların çıkarlarını temsil eden bir “kimlik siyasetine” yönelmesi, partiler arası kutuplaşma siyasetini “kabileleştirmesini” ve hatta Demokrat Parti’nin kendi siyasi elitlerini “beyazlar dışına kaydırmayı” şiddetlendirmesi beklenebilir ve böylece Amerikan siyasetinin çehresini ve beklentilerini derinden değiştirmesi çok muhtemeldir. 2020 ABD başkanlık seçimleri, Cumhuriyetçi görevdeki Donald Trump ile Demokrat aday Joe Biden arasında geçecek.
COVID-19 salgını ve bunun ekonomi üzerindeki etkisi gibi faktörler nedeniyle Biden, Amerika Birleşik Devletleri genelinde ve birçok kilit eyalette seçim öncesi anketlerde avantajlıydı. Bununla birlikte, Amerikan kamuoyunda ve hatta Demokrat Parti içinde hala bazı huzursuz sesler ve endişeler var. Bir yandan, Demokrat Parti 2020 başkanlık ön seçimlerinde tarihteki en fazla sayıda ve çeşitlilikte adayı bir araya getirdi.
Biden başlangıçta kötü bir performans sergiledi, ancak Afrikalı-Amerikalı seçmenlerin desteğini kazandıktan ve 29 Şubat’ta Güney Carolina ön seçimlerini kazandıktan sonra başkanlık seçimlerini kazanabilmeyi hızlı bir şekilde güvence altına aldı. Bazı insanlar Demokrat Parti’nin geleceğini Biden’den okumanın zor olduğuna inanıyor.
Biden’in Yaşlılığı ve siyasetteki uzun kariyerinin pekiştirdiği yerleşik elit imajının genç seçmenler için yeterince çekici olmaması muhtemeldir. Aslında Biden’ın sahip olduğu ileri yaş, yerleşiklik, beyazlık ve geleneksel ılımlı duruş gibi bir dizi özelliğin Demokrat Parti’nin son yıllardaki, özellikle de yeni yüzyıldaki gelişim yönünü temsil etmesi gerçekten de zor. Anketler, Biden’a oy vereceğini söyleyenlerin %67’sinin tercihlerinde gerekçe olarak Trump karşıtlığını gösterdiğini ortaya koyuyor.
Öte yandan, tam da ilerlemiş yaşı ve diğer nedenlerden dolayı, dış dünya genel olarak Biden’ın seçilmesi halinde görevlerini tam olarak yerine getirip getiremeyeceği ve 2024’te yeniden seçilip seçilemeyeceği konusunda benzeri görülmemiş şüphelere sahipti. Bu nedenle, onun Başkan yardımcısı olarak yanına aldığı kişiler özel ilgi görmüştür.
ABD başkanlık siyasetindeki bu olağandışı koşullar, Biden seçilse bile, Biden ve Demokrat Parti’nin yeterli desteği alabilen zaferinin açıklanmasının zor olacağı anlamına geliyor. Biden Göreve geldikten sonra da kaçınılmaz olarak parti içinde konsolidasyona gidecektir. Politika dengesi üzerinde kayda değer bir baskı söz konusu olacaktır.
Kıyasıya rekabet ve aday gösterme konusunda belirsizlik arasındaki zıtlık, Biden’ın bir başkan adayı olarak karşılaştırmalı avantajları ve katılaşmış dezavantajları arasındaki gerilim ve Biden’ın seçildikten sonra karşılaşabileceği yönetişim zorlukları görülebiliyor. İşte bu çelişkiler Demokrat Parti’nin kendi dönüşümünde karşılaştığı zorlukları gösteriyor. Kesin olan bir şey varsa o da bu zorlukların ve ikilemlerin cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kazanılması ya da kaybedilmesi sonucunda tamamen çözülmeyeceğidir. Bunun yerine, Demokrat Parti’nin ve hatta her iki rakip partinin gelecekteki siyasi beklentilerini şekillendirmeye devam edecekler.
Biden’ın seçilme ihtimaliyle birlikte, ABD’nin iç politikası ve dış politikasında bazı büyük tercihler yapılacaktır.
Peki, Amerikan Demokrat Partisi tarih içinde nasıl bir gelişim mantığı yaşadı ve yaşıyor? Gerçekte ne gibi zorluklar ve ikilemlerle karşı karşıya? Bu eğilimlerin Demokrat Parti’nin siyasi tercihleri ve iki rakip partinin siyasi yönleri üzerinde nasıl bir etkisi olacak? Geçtiğimiz dönemde, Cumhuriyetçi Parti’nin “Çay Partisi”nden sağ popülist “Trumplaşma “ya uzanan siyasi gelişimi, Amerikan siyasetini gözlemlemek için kilit bir nokta haline geldi. Ancak Demokrat Parti’nin siyasi gelişimine ilişkin tartışmalar oldukça sınırlı. Bu makale, yukarıdaki konuları analiz etmeye çalışacak.
Demokrat Parti’nin İki Temel Grubun Çıkarlarını Dengeleyen Siyaseti
Cumhuriyetçi Parti’nin 1856’da başkanlık seçimlerine katılmasından bu yana, Demokrat ve Cumhuriyetçi partiler Amerikan siyasetine uzun süre hakim olmuş ve giderek günümüzdeki kutuplaşmış sert partizan rekabet durumunu oluşturmuştur. Bu partiler Birlikte iki partili bir sistem oluşturmalarına rağmen, kendi iç parti ekolojileri açısından iki parti tamamen farklı tarihsel evrim göstermiştir ve farklı modellere sahip.
Yaygın bir görüşe göre, ABD’deki iki parti bir tür “asimetrik siyaset” sergilemektedir; yani Cumhuriyetçi Parti fikirlere ve ideolojiye odaklanma eğilimindeyken, Demokrat Parti farklı çıkar gruplarının bir araya getirilmesine ve dengelenmesine daha fazla önem vermektedir. Elbette idealler ve çıkarlar görecelidir ve bu ikisini birbirinden tamamen ayrılması zordur. Bu tercihler sadece belirli bir partinin temel siyasi mantığını yansıtabilir.
Demokrat Parti’nin çıkarları dengeleme özelliği, en azından “beşinci parti sistemi” ve “altıncı parti sistemi” olarak adlandırılan döneme kadar geri götürülebilir. “Beşinci Parti Sistemi”, 1930’larda Roosevelt yönetimi sırasında teşvik edilen Keynesçi “Yeni Uzlaşma Politikası”(New Deal) nedeniyle Demokrat Parti’nin Washington siyasetine uzun süre hakim olması için inşa edilen “Yeni Uzlaşma Koalisyonu” olan “Yeni Anlaşma Sistemi” olarak da bilinir.
1930’larda başlayan “Yeni Uzlaşma Politikası” hükümetin ekonomiye müdahalesi, toplumsal yardım politikaları, canlandırma ve reform kavramlarını destekleyen geniş bir seçmen kitlesini barındırabilecek bir ittifak çerçevesinde Demokrat Parti’yi giderek reformist bir partiye dönüştürmüştür. Bu değişimle birlikte Mavi yakalı orta ve alt sınıf gruplar ve işçi sendikaları Demokrat Parti’ye oy vermeye başlamıştır. Afro-Amerikan toplumunun uzun vadeli tercihi de tarihsel Cumhuriyetçi geleneği zayıflatmaya başlamıştır. Daha sonraki 1950’lerde “orta yolcu” Cumhuriyetçi Eisenhower’ın iktidara gelmesi 1930’larda başlayan “Yeni Uzlaşma koalisyonunun” dağılacağının habercisi oldu ve enflasyon ve diğer sorunlar gibi faktörlerden olumsuz etkilenen mavi yakalı işçi grupları Demokrat Parti’den uzaklaştılar.
Ancak Cumhuriyetçi Parti yeni ve istikrarlı bir seçmen koalisyonunu tam olarak kuramadı ve bu durum Demokrat Parti’nin yeniden canlanmasına yol açtı. 1960’lardaki Kennedy ve Johnson yönetimleri sırasında Demokrat Parti, “Yeni Sınır” ve “Büyük Toplum” gibi programlarla eski “Yeni uzlaşma” ve “eşitlikçi yönetişim” ve diğer reformları sürdürdü ve Sivil Haklar Yasası gibi etnik azınlıklar için eşit haklar konusunda önemli ilerlemeleri teşvik etti. Demokrat Parti bir dizi önlemle mavi yakalı işçilerin desteğini yeniden kazandı ve Afrikalı Amerikalılardan aldığı güçlü oylarını daha da güçlendirdi. Ancak aynı zamanda, güney eyaletlerindeki siyasi sahneyi yavaş yavaş Cumhuriyetçi Parti’ye kaybederek “altıncı parti sistemi” olarak adlandırılan sistemi oluşturdu. Veriler 2000-2008 yılları arasında Demokrat Parti seçmenlerin %22’sinin Afrika kökenli Amerikalılardan oluştuğunu göstermektedir. 1952-1960 yılları arasında bu oran sadece %6 iken, aynı dönemde Cumhuriyetçi seçmenler arasında Güneyli beyazların oranı %8’den %32’ye yükselmiştir.
Demokrat Parti’nin ABD’deki iki büyük partiye dayanan sistemindeki politika düzenlemelerinin temelde çıkarları dengelemeye çalışan temel bir yapı oluşturduğu görülüyor. 1) Yani alt-orta sınıf mavi yakalı gruplar ve 2) Afro-Amerikan grupların desteğine dayanan bir seçmen koalisyonu….. böylece Demokrat Parti liberal görüşlere sahip olan beyaz destekçilerin ötesine geçen bir seçmen koalisyonuna sahip… Demokrat Parti’nin dayandığı bu İki grup arasında bazı örtüşmeler olsa da, çıkar talepleri ve davranışsal tercihlerinin iki farklı mantığa ayrıldığını belirtmek gerekir: birinci grup sınıfsal ve ikinci grup etnik çelişmeye dayanıyor. Dahası, bu iki seçmen grubu arasında, ABD’nin ülke tarihindeki derin sorunlu noktalarına gömülü olan ırksal bir çatışma da var.
Açıkçası, ekonomik ve sosyal politikaların düzenlenmesinin getirebileceği gerçek çıkarlar, mavi yakalı çalışanlar için en önemli başlıktır. Bu tür sosyal politikaların orta ve alt sınıflardaki daha fazla Afrikalı Amerikalı üzerinde de belirli bir olumlu etkisi olacaktır. Ancak buna karşın, Afro-Amerikan Demokrat parti üyelerinin en büyük itici gücü hala değer yönelimli bir eşit haklar talebidir, fakat bu eşit haklar talebi mavi yakalı beyazlar arasında huzursuzluk ve hatta memnuniyetsizlik yaratma olasılığına sahip. Bu ince etkileşimin kısıtlamaları nedeniyle, ülkedeki farklı ekonomik koşullar ve iki rakip partinin politika tercihleri nedeniyle, mavi yakalı orta ve alt sınıf gruplar iki rakip parti arasında belirli bir gitme ve gelme salınımı göstermektedir. Bu da Ortabatı “Pas Kuşağı” eyaletlerinde iki siyasi parti arasında bölgeselcilik anlamında bir tarihi eğilime yol açmıştır.
Not: Pas Kuşağı, Amerika Birleşik Devletleri’nin uzun süre ülkenin imalat, çelik üretimi ve kömür üretimi merkezi olan ancak yaygın işsizlik, artan yoksulluk, çürüme ve nüfus kaybıyla sonuçlanan radikal sanayi düşüşü yaşayan coğrafi bölgesi. Pas Kuşağı genellikle Orta Batı’daki Indiana, Illinois, Michigan, Missouri, Ohio ve Wisconsin eyaletlerinin büyük bir kısmı ile Pennsylvania, Batı Virginia ve New York’un bazı bölümlerini kapsamaktadır.
Aynı zamanda, Afrikalı-Amerikalı gruplar 1954-1968 arasındaki sivil haklar hareketinden sonra Demokrat Parti tabanı içinde güçlü bir taraf haline gelmişlerdir. Afrikalı-Amerikalı grupların parti tabanı olarak güçlü bir taraf haline gelmelerinin nedeni ABD’deki “ırksallaşmış sosyal kısıtlama” olarak adlandırılan bir durumun varlığıdır. Böylece Afrikalı-Amerikalı gruplara mensup bireyler açısından Demokrat Parti’yi desteklemek bir kimlik ifadesi haline gelmiş gibidir. Bu kimlik/aidiyet baskısının etkisiyle Demokrat Parti’yi destekleyen Afro-Amerikan seçmenler ekonomik çıkarlar gibi bir başlıkta tatmin edici yanıtlar almasalar bile veya Demokrat adaylardan memnun olmasalar bile, çok fazla sert tepki gösteremiyorlar. Sadece seçimlere katılmada isteksizlik ve coşkusuzluk gösterebiliyorlar, ancak onların bu isteksizlik ve coşkusuzluk tutumunun Demokrat Parti üzerinde küçümsenemeyecek bir baskı oluşturduğunu söyleyebiliriz.
Bu nedenle, farklı mantıklara sahip iki seçmen grubuna dayanan Demokrat Parti’nin bu iki grubu nasıl dengeleyeceği, bu ikisini nasıl bir araya getireceği ve nasıl tüm ülke çapında tüm eyaletleri kapsayan bir seçmen koalisyonu oluşturacağı büyük öneme sahiptir. Demokrat Parti’nin bu sorunlar üzerine karar ve tercihleri
Demokrat Parti’nin daha fazla siyasi etki kazanıp kazanamayacağının ve hatta hükümet iktidarını ele geçirip geçiremeyeceğinin anahtar meseleleri haline gelmiştir. “Altıncı Parti Sistemi “nden sonraki dönemde Demokrat Parti’nin iki istikrarlı ve parlak hükümetleri olan Clinton ve Obama yönetimlerinin her ikisi de farklı yollarla bu iki kilit seçmen grubu arasında belirli bir denge ve yakınlaşma sağlamışlar ve Demokrat Parti bunun faydasını görmüştü.
