Joti Brar: Yaklaşan Dünya Savaşı ve Yunanistan Komünist Partisi’nin Emperyalist Piramit Teorisinin Eleştirisi
1 Ekim 2023
Derleyen: Kemal Okur
Yazı üzerine bazı notlar: Son 20 yıl içinde bazı akademisyenler ve komünist partiler Lenin’in emperyalizm teorisinin “yenilikçi bir tarzda” içinde bulunduğumuz çağa uyarlama adı altında “emperyalist sistem piramidi” veya “emperyalist sistem içi hiyerarşi” kavramlarını ileri sürerek dünyada emperyalist ülkelerin sayısını çoğaltan tezler ileri sürüyorlar. Türkiye’de de bu tezler ilgi görmektedir. Örneğin TKP 2017 tezlerinde şu ifadelere yer verilmiştir: “ Emperyalizmin hiyerarşik bir dünya sistemi olarak tanımlanması Lenin’in Marksist teoriye en büyük katkılarından biridir.” Benzer şekilde Türkiye İşçi Partisi’nin yayın organı Komünist adlı derginin Haziran 2022 sayısında Akademisyen Hakan Güneş’in “Kolektif Emperyalizm Çağında Emperyalist Hiyerarşi” başlıklı makalesinde “emperyalizm teorisinin güncellenmesi gereğinden” söz ediyor.
Samir Amin ve diğer Bazı Marksistlerin Kolektif emperyalizm teorisine eğilim gösteren Hakan Güneş “ekonomik emperyalizm” için şu tanımı getiriyor: “Bir ülke, dünyadaki en büyük 2000 şirketi içinde, nüfusunun dünyadaki payı oranında….. bir paya sahip ise, hele dünyadaki en büyük 500 şirketin, ilk 100’ünde nüfusunun üzerinde bir paya sahip ise….. İkincisi, bir ülke, dünyadaki en büyük 100 ve en büyük 200 banka arasında nüfusunun dünyadaki payından daha yüksek bir paya sahip ise…. Üçüncüsü, bir ülke uluslararası finansal örgütlerin (IMF ve Dünya Bankası kastediliyor) karar alma mekanizmalarında nüfusuna orantılı olarak veya nüfusuna oranlar daha yüksek bir oy oranına sahip ise o ülke için emperyalist demekte” şüpheye düşmemeliyiz. Yazara göre, bu kriterlere “askeri güç emperyalizmi” kriterini eklediğimizde emperyalist sayılması gereken ülkelerin sayısını arttırmak gerekiyor, “örneğin bu durumda Rusya, Brezilya, Türkiye, Güney Afrika’yı da orta düzeydeki emperyalist ülkeler olarak saymak gerekecektir”. Hakan Güneş’e göre emperyalist sistemin hiyerarşik yapısında farklı güç derecelerine sahip emperyalist ülkeler bulunur: “yani ABD ile Fransa bile aynı sıklette güreşmiyorlar” … “tipik emperyalist ülkeye ve en güçlü emperyalist ülke örneğine bakarak” ( yazar buna göre kıyaslamak doğru değil diyor). Yazara göre eğer bu hataya düşersek “Hollanda, İtalya ve benzerleri gibi hiyerarşideki daha aşağı basamaklardaki ülkeleri—emperyalist ülkeler sınıflandırmasından çıkarma” hatasına düşeriz…. Yukarıdaki iki görüş sahibinin Çin Halk Cumhuriyeti’ni ve Rusya’yı “kapitalist-emperyalist” dünya sistemi içinde olan kapitalist-emperyalist ülkeler arasında gördüğünü belirtelim.
Bu emperyalist hiyerarşi görüşlerine karşı çıkan aşağıdaki yazı, temel olarak Lenin’in emperyalizm analizinde getirdiği “tekelci kapitalizm ile birlikte dünya ülkelerinin mali sermaye stoku açısından ve kontrol ettikleri nüfus ve sömürge ve yarı-sömürge alanları açısından (kendi toprakları ve kendi nüfus büyüklükleri” açısından en tepede bulunan ülkeler ile diğer ülkeler olarak bölündüğü ikili bir yapının varlığından yola çıkıyor.
Lenin bu eserinde şu ifadeyi kullanmıştı: Finans sermayesinin diğer tüm sermaye biçimleri üzerindeki üstünlüğü, rantiye grubunun ve mali oligarşinin hakimiyeti anlamına gelir; az sayıda mali sermaye açısından “güçlü” devletin geriye kalan tüm diğer devletler arasında öne çıkması anlamına gelir. Lenin mali sermaye açısından Rusya’nın da dahil olduğu 8 en güçlü ülkeyi tanımlar. Ve şu sözleri ilave eder, “bu 8 ülke içinde 4’ü dünya mali sermayesinin yaklaşık %80’ine sahiptir ve dünyanın diğer ülkelerinin tümü şu veya bu şekilde, az veya çok bu 4 ülkeye borçludur ve bağımlıdır. Bu dört ülke dünya mali sermayesinin 4 temel direğidir”.
Lenin ayrıca Rusya’nın dahil olduğu 6 en güçlü devleti kontrol ettikleri nüfus ve sömürge ve yarı-sömürge alanları açısından (kendi toprakları ve kendi nüfus büyüklükleri dahil) tanımlar… 1914 yılı itibariyle bu 6 ülkenin 3’ü çok az sömürgeye sahiptir, fakat bu 6 ülkenin kontrol ettikleri topraklar ve nüfus oldukça büyüktür. Bu 6 ülke dünya nüfusunun % 58’ini ve dünya arazisinin % 60.9’unu kontrol etmektedir. (kendi toprakları ve kendi nüfus büyüklükleri dahil). Lenin, tam da bu noktada mali sermaye gücü kriterine döner ve şu ifadeyi kullanır: “Ülkelerin mali sermaye sahipliği, tüm ekonomik ilişkilerde ve tüm uluslararası ilişkilerde o kadar etkili ve o denli belirleyici bir güçtür ki, mali sermaye bu güçle tam siyasi bağımsızlığa sahip devletleri dahi kendisine tabi kılabilir, ve gerçekten de kendisine tabi kılıyor….Şüphesiz mali sermaye için “en uygun karlar” ve en yüksek karlar, siyasi bağımsızlığını kaybetmiş bağımlı devletlerden ve halklardan elde edilir, bu tür biçimdeki bir boyunduruk altında olan bağımlı devletlerden ve halklardan elde edilir …..”
Aşağıdaki makalesinde emperyalist hiyerarşi ve emperyalist piramit görüşünü eleştiren Joti Brar, Çin’i sosyalist bir ülke olarak görüyor ve Rusya’yı da kendi ulusal egemenlik hakkını savunma konumunda olan bir kapitalist ülke olarak tanımlıyor. Joti Brar aynı zamanda 60’a yakın komünist örgütün katıldığı Dünya Anti-emperyalist Platformu’nun kurucularındandır. Ben bu tartışmaya Troçki sosyalizmi akımının düşmanlaştırılarak karıştırılması taraftarı değilim…

Çeviren: Erhan Kaplan
Yazar Joti Brar, Büyük Britanya Komünist Partisi’nin (Marksist-Leninist) genel başkan yardımcısı. Bu makale ilk Olarak Dünya Anti-emperyalist Platformunun yayın organı Platform için yazılmıştır. Çeviri Toplumcu Kurtuluş web sitesinden alınmıştır.
Komünist hareket içinde yer alan anti-emperyalistler, hızla ilerleyen emperyalist savaş hamlesinin Marksist çözümlemesi temelinde, geçen yıl bir araya gelerek Dünya Anti-emperyalist Platformunu oluşturdular.
Bu platform, enerjimizi şu anda hareketimizin karşı karşıya olduğu en acil öncelikli göreve yöneltmek üzere, yani ABD liderliğindeki emperyalist bloka karşı mücadeleyi desteklemek için mümkün olan en geniş güçleri bir araya getirmek amacıyla kuruldu. Söz konusu amaç, doğru bir şekilde ele alındığında, bir sonraki, belirleyici sosyalist devrimler dalgasını teşvik etme potansiyeline sahip olacak bir mücadele yürütmek demektir.
Anti-emperyalist Platformun 2022 yılında Paris’te yayınlanan kuruluş bildirisi2, bu kritik kriz ve savaş döneminde tüm sosyalistlerin ve anti-emperyalistlerin odaklanması gerektiğine inandığımız görevleri özetlemektedir. Bu mücadele için güçlerin seferber edilmesine yardımcı olmak üzere, Anti-emperyalist Platformun yürüttüğü çalışmaların bir kısmı zorunlu olarak ideolojik alandadır: işçilerin kafasını karıştıran, onları hareketsizliğe iten, ABD önderliğindeki emperyalist savaş hamlesine karşı mücadeleden soğutan, emperyalist saldırganlığın hedefinde olan ülkeleri canla başla desteklemekten uzaklaştıran yanlış fikirlere (özellikle Rusya ve Çin’in emperyalist ülkeler olduğu fikrine)3 karşı çıkmak ve bunları teşhir etmek gerekiyor.
Bu duruş, Anti emperyalist Platformu, Yunanistan Komünist Partisi’nin anti-marksist tutumuyla karşı karşıya getirmiştir.
Yunanistan Komünist Partisi, Anti emperyalist Platformu en kan dondurucu terimlerle kınamakta4, Anti emperyalist Platform faaliyetlerine katılan ya da Paris Deklarasyonunu imzalayan her örgütü ‘oportünist’ ve ‘gerici’ olarak mahkûm etmekte ve çalışmalarımızı engellemek ve sabote etmek için elindeki her aracı kullanmaktadır.
Sözde piramit ‘teorisi’
Mevcut savaşın doğru çözümlemesi konusundaki bu tartışmanın soyut bir tartışma olmadığının farkına varmak önemlidir. Bilimsel sosyalizmin izleyicileri olarak, devrimci bir teori olmadan devrimci bir pratik olamayacağını biliyoruz. Doğru anlayış oluşturmadan, sosyalistlerin işçilerin davasına fayda sağlayacak şekilde hareket etmeleri; hangi eylemlerin devrimci güçlerin gelişmesine ve düşmanlarımızın yenilgisine yol açacağını bulmaları imkânsızdır.
Doğru teori olmaksızın, işçi sınıfı hareketi etkili eylem için hiçbir kılavuza sahip olamayacaktır. Doğru teori olmaksızın işçi sınıfı hareketi otomatik olarak burjuva siyasetinin parametreleri içinde yer alabilecek uygulamalara kayar. Bu nedenle yanlış teorilere komünistler tarafından şiddetle karşı çıkılmalıdır: doğru çizginin zaferi devrimin zaferi için bir ön koşuldur. Bolşevik devriminin tüm tarihi bu gerçeğin bolca kanıtını sunmuştur.
Peki Yunanistan Komünist Partisi tarafından öne sürülen teorik pozisyon nedir? Ve pratik içinde hangi faaliyetlere yol açıyor?
Birincisi, YKP’nin yeni ‘emperyalist piramit’5 teorisi, ticaretin gerçekleştiği ve meta üretiminin yapıldığı her ekonominin kapitalist bir ekonomi olduğu şeklindeki yanlış iddiaya dayanmaktadır.
Bu iddia, metaların gelişimine ilişkin Marksist tarih anlayışını bir çırpıda yadsıyan bir bayağılaştırmadır. Çünkü kapitalizm, insanlığın toplumsal gelişiminde, meta üretiminin egemen üretim biçimi olduğu bir aşamadır. Metaların en eski sınıflı toplumlardan bu yana üretildiği, köleci ve feodal toplumlarda var olduğu ve sosyalist toplumda da bir süre daha var olmaya devam edeceği gerçeğini göz ardı ediyor. YKP’nin teorisyenleri, piyasada satılmak üzere bir şey üreten herkesin, ister içeride ister dışarıda olsun, para kullanan herkesin kapitalist olduğuna inanıyor gibi görünüyor.6
Ve bu bayağılaştırmayı daha da sorunlu bir başka bayağılaştırmayla sürdürüyorlar. Bize, kapitalizm küresel olarak artık tekelci aşamaya girdiğine göre (Lenin tarafından yazıldığı gibi); kapitalist üretim her yerde yoğunlaşmaya ve tekele doğru eğilim gösterdiğine göre (Marks, Engels ve Lenin tarafından yazıldığı gibi), günümüzdeki her kapitalist ülkenin aynı zamanda emperyalist bir ülke olduğunu söylüyorlar (Lenin tarafından kesin bir şekilde çürütüldüğü gibi).7
Bize söylenene göre bu, ABD’nin kapitalistleri için olduğu kadar Burkina Faso’nun kapitalistleri için de geçerli.
Görünüşe göre, sermayesini büyütme arzusu emperyalist olma arzusunu ortaya koyuyor ve önemli olan da bu arzu. ‘Piramit’ teorisine göre, İngiltere ve Fransa’dan Küba ve Kuzey Kore’ye kadar ticaret yapan her ülke emperyalizmden suçludur; dünyanın çeşitli devletleri emperyalizmin büyük küresel ‘piramidinde’ sadece farklı seviyeleri işgal etmektedir.
Marksizmi saçmalaştıran bu iddiaya göre, çeşitli ülkeler arasındaki çelişkilerin hepsi ‘emperyalistler arası’ olup birbirleriyle rekabet hâlindeki emperyalist çıkarlarla ve birbirlerini dünya emperyalizminin ‘piramidinin’ tepesinden indirme arzularıyla açıklanabilir. Böyle bir tanımın, J. V. Stalin’in zamanındaki Sovyetler Birliğini bile kapsamına aldığını belirtmeliyiz.
YKP ‘teorisyenleri’, yine bir kalem darbesiyle ve çılgın iddialarını destekleyecek en ufak bir kanıt olmaksızın, küresel ekonominin tekelci kontrolü ve emperyalistler arası rekabetle ilgili Leninist kavramları, temel özleri tamamen ortadan kalkana kadar kabalaştırmış ve çarpıtmışlardır.
YKP’nin teorisyenleri, gerçek oportünist tarzda, Lenin’in emperyalizm üzerine çalışmalarından rastgele birkaç gerçeği seçmiş ve bunları tüm bağlamından kopararak hiçbir şeyi açıklamayan ve kimseyi aydınlatmayan içi boş bir dogmaya dönüştürmüşlerdir.
Lenin’in küresel tekelci-kapitalist ekonomiye ilişkin maddi açıklaması, bir avuç egemen gücün mali, teknolojik ve askerî güçlerini ülkelerin büyük çoğunluğunu sömürmek ve ezmek için nasıl kullanabildiğini ortaya koymuştur. YKP, tarihsel gelişimi, kapsayıcı özellikleri, gelişme eğilimleri ve göze batan çelişkileriyle bu çok yönlü resmin yerine, bir ya da iki gerçeği tüm anlamlarını ortadan kaldıracak şekilde çıkarmıştır.
Kapitalizm tekelleşme eğilimindedir, diyor Lenin. Gerçekten de öyle. YKP ise şimdi tekel aşamasındayız, her kapitalizm emperyalisttir diyor. Yani 2+2=5. Bu el çabukluğuyla, bu teorinin yazarları bize emperyalizmin her ülkede bulunduğu, dolayısıyla hiçbir yerde bulunamayacağı bir dünya tablosu sundular.
Bunu nasıl yaptıklarını açıklamaksızın, Lenin’in bizzat kendisinin “emperyalizm altında temel, önemli ve kaçınılmaz” olarak tanımladığı, uluslar arasındaki aşırı sömürü ve eşitsizliğin mevcut küresel sistemine ilişkin Leninist anlayışı tersine çevirmeyi haklı gösterecek en ufak bir kanıt olmaksızın,8 bu teorinin yaratıcıları, aşağılayıcı şekilde “sözde ulusal sorun” olarak adlandırdıkları şeyi ortadan kaldırmışlardır.9
Bu yazarlar, ezilen ulusların emperyalist merkezlerin asalak tekelci finansörlerine süper kârlar sağlayan süper sömürülen konumlarından kurtuluşuna ilişkin temel sorunun ne zaman ve nasıl gerçek bir mesele olmaktan çıkıp yalnızca ‘sözde’ bir mesele hâline geldiğini açıklama zahmetine girmiyorlar.
İngiliz-Amerikan emperyalizminin 1991’de SSCB’nin çöküşünden sonra tüm ülkelere hâkim olmak için savaş kampanyasını nasıl hızlandırdığı düşünüldüğünde bu görüşler özellikle ciddi hatadır. ‘Dünyanın polisi’nin sonraki ‘tek kutuplu anı’, klasik yeni sömürgecilik dönemiydi; emperyalizmin, direnecek teknolojik, mali ve askerî güce sahip olmayan tüm az gelişmiş, tekelci olmayan uluslar üzerinde egemenlik (demokrasi değil) arayışıydı. 10 11
Leninizm adına, tekeli her yerde gördüğünü iddia eden YKP, gerçek, tarihsel olarak gelişmiş küresel tekelci güçlere -gerçek, tarihsel olarak birikmiş sermaye depoları, tekelci güçlerini dünyanın her yerindeki hükûmetleri ve ekonomileri kontrol etmek ve dünya kitlelerinden sürekli olarak haraç almak için kullanmalarını sağlayan ülkelere- ilişkin vizyonumuzu hayali bir ‘tekelciler’ yığını kurgulayarak gizlemektedir.
Dünya ekonomisinin materyalist kavranışını bir tür idealist kimlik politikasına dönüştürdüler: tekelcisiniz, çünkü tekelci olmak istiyorsunuz; tekelcisiniz çünkü siz tekel çağında bir kapitalistsiniz; tekelcisiniz, çünkü devlet ekonomisinin bir sektörünü rekabet olmadan yönetiyorsunuz, bu sektör sosyalist veya halka dayanan bir ulusal kurtuluş hükûmetinin yönetimi altında olsa bile!
Aynı zamanda YKP ve benzerleri komünizmi de bir kimliğe indirgemiş durumda. YKP’nin onayladığı türden komünistler, artık, sosyalizm bilimini, onun güçlü gerçeklerini kitlelere ulaştırmak, kurtuluş ve sosyalizm için devrimci harekete önderlik ve yön sağlamaya yardımcı olmak amacıyla inceleyen insanlar değil, sadece kapitalistlerden nefret eden ve bunu doğru rozeti tişörtü şapkayı giyerek, doğru takımın sadık bir taraftarı olarak ve atanmış düşmana karşı doğru sloganları atarak kanıtlayan insanlardır.
Bu tür ‘komünistlere’ artık Batı dünyasının her yerinde rastlanmaktadır. Artık toplumun dönüşümünde, tarihin evriminde oynayabilecekleri olumlu bir rolleri yok. Bunun yerine kendilerini ebedi ‘muhalifliğe’ dönüştürdüler: kapitalizmi asla devirmeyecek ‘antikapitalistler’; savaşı asla durdurmayacak ‘savaş karşıtı aktivistler’; ırkçılığın ya da cinsiyetçiliğin gerçek, ekonomik köklerini tehdit eden hiçbir şey yapmayacak ‘ırkçılık karşıtları’ ya da ‘cinsiyetçilik karşıtları’.
YKP ve benzerleri, Lenin adına, Lenin’in çağ açan öğretilerini ve emperyalizme karşı devrimci pratiğini çöpe atmışlardır.
İşçi sınıfı hareketinin STK’laşması
YKP’de, birincil işlevi devrim için güç toplamak ve eğitmek değil, yalnızca makineyi yeniden yaratmak ve sürdürmek olan profesyonel makinelerin yaratıldığı, solun STK’laşması biçimindeki modern olgunun özellikle çarpıcı bir örneğine tanık oluyoruz gibi görünüyor. Bu örgütler işçi sınıfı oylarının belli bir yüzdesini toplayacak ve belli sayıda seçilmiş pozisyon kazanacak kadar ‘radikal’ kalmalı, ancak egemen sınıfın devlet mekanizmasının intikamını kışkırtacak kadar radikal olmamalıdır.
Temelde, bu tür partiler makinelerini ve ülkelerinin siyasi yaşamında zorlukla kazandıkları yerlerini korumak için burjuva siyasetinin kayığını sallamamalıdır. İşçi sınıfının öfkesi için bir supap olarak bir miktar gaz alma kabul edilebilir, hatta gereklidir, ancak statükoyu ciddi şekilde sorgulayan ya da burjuva düzeninin altını oyan hiçbir eyleme kalkışılamaz.
Çünkü ekonomik bunalımlar, savaş krizleri tırmanır ve iç siyasi istikrar zedelenirken böyle bir eylemin partiye ceza getirmesi kaçınılmazdır. Medya karartmalarıyla başlayıp parti liderlerinin ve politikalarının karalanmasına, üyelerin takip edilmesine ve nihayetinde partinin yasadışı ilan edilmesine, binalarına ve banka hesaplarına el konulmasına ve liderlerinin zulme uğramasına, tutuklanmasına veya sürgün edilmesine yol açacaktır.
Devrimden ‘muhalifliğe’ doğru bu geri çekilme yeni bir olgu değildir, sadece işçi sınıfındaki bölünmenin ve liderliğinin 1900’lerin başından beri çeşitli biçimlerde devam eden burjuva devlet mekanizmasına asimilasyonunun en son yansımasıdır.12
Bu durum günümüzde YKP ile de sınırlı değildir. Devrim dalgasının çekilmesi ile komünist hareketin teorik yozlaşmasının birleşerek bir karamsarlık ve yenilgi duygusu yarattığı son dönemde, belli büyüklükteki pek çok partide benzer bir şey yaşandı.
YKP’nin bu dönüşümü ve geri çekilmeyi simgeleyen partilerden biri olduğu, bu partinin çekirdek kadrolarının profesyonelleşmesiyle kanıtlanmaktadır: Hayatlarını devrimci faaliyete adamak için özgürleşmiş işçilerin Leninist geleneğinde değil, bürokratikleşme ve kariyerizm tarzında bir profesyonelleşmeden söz ediyoruz.
Bu tür işçiler için temel kriter, derin bir çalışma ve kitlelere hizmet etmeye yönelik özverili bir adanmışlık değil, grup düşüncesi, makine bakımının angarya işlerini yerine getirmeye isteklilik ve partiyi -ve etkisi altındaki işçileri- tamamen yanlış yöne götüren bir liderliğe sorgusuz sualsiz (düşünmeden) sadakattir.
YKP’nin Oportünizm ve sekterlik ihracı
Büyük bir devrimci geleneğe, kitlesel bir tabana ve Yunan halkının siyasi, sosyal ve kültürel yaşamında köklü konuma sahip bir parti olan YKP’nin oportünizme geri çekilmesi, bu ülkedeki sınıf mücadelesine korkunç bir darbedir. 13 Partinin liderleri hatalı çizgilerine daha sıkı sarıldıkça ve onları samimi şekilde devrimci yola geri döndürmeye çalışan herkesi karaladıkça, emekçi halkın, toplumsal kurtuluş mücadelesine önderlik etmek üzere yeni bir parti kurmak zorunda kalacağı daha da kesinleşmektedir.
Bu gerçekten de büyük bir gerilemedir; uzun süredir acı çeken ve büyük mücadele veren Yunan emekçi halkı için bir trajedidir.
Ancak YKP’nin eylemleri Yunanistan sınırlarında durmuyor. Yunan devriminin mirasçısı olarak uluslararası prestijini; etkileyici profesyonelliğini, sayısal ve mali gücünü kullanan YKP, etkili olduğu her yere sistematik olarak anti-marksist bulamacını (‘teori’) enjekte etmektedir.
Stalin sonrası SSCB revizyonizmi ile Çin-Sovyet bölünmesinden miras kalan, hareketimizin çoğunda hâkim olan teorik kafa karışıklığı bu konuda ona yardımcı olmaktadır.
Bu durum YKP’nin militan görünen ama anti-materyalist çizgisini her yere yaymasını kolaylaştırmış, istediğini elde etmek, en azından gündemine uymayanların çalışmalarını sekteye uğratmak için rüşvet, tehdit, baskı ve manipülasyon kullanmasına kadar giden hamlelerine bile fırsat vermiştir.
Kendileri de sosyal-demokrat muhalefet bataklığına saplanmış olan pek çok partide, bu sahte dostlar açık bir kapı bulmaktadır. Örneğin Meksika Komünist Partisi, İsveç Komünist Partisi ya da Almanya’daki Komünist Örgüt14 gibi partiler, sınıf savaşının zorlu pozisyonlarını terk etmek ve NATO propagandasını -özellikle de Rus emperyalizmi ya da Çin ‘emperyalizmi’, ‘yayılmacılığı’, ‘saldırganlığı’ vb. hakkındaki propagandayı- yinelemek için devrimci bir gerekçeye sahip olmaktan mutlu olanlar tarafından yönetilmektedir.
Diğer durumlarda YKP, Dünya Demokratik Gençlik Federasyonundaki (DDGF) kontrol edici etkisini genç üyeleri partilerinin kıdemli üyelerine karşı manipüle etmek için kullanmıştır. Bazılarında ise geniş sayıda uluslararası görevli ağını kullanarak çeşitli partilerin sekreterleriyle güçlü kişisel ilişkiler geliştirmiş ve onları işçi karşıtı çizgisinin destekçileri olarak kullanmaya çalışmıştır. Dünyanın dört bir yanındaki komünist partilerde kafa karışıklığı, parti içi kavgalar ve bölünmeler yaşanmıştır.
İspanya KP ile tartışma vakası herkes tarafından iyi bilinmektedir. Pakistan’dan Polonya’ya, Meksika’dan ABD’ye, Almanya’dan İsviçre’ye kadar Yunanistan KP’nin diğer operasyonları daha sessizce konuşulmaktadır. Ancak uluslararası komünist hareket içinde faaliyet gösteren hiç kimse Yunanistan KP sekterliğinin müdahalesi ve yıkıcılığına dair çeşitli hikâyelerden habersiz değildir. 15
Troçkizmi yeniden keşfetmek
Sözde Piramit ‘teorisinin’ pratik sonucu nedir? Bu çizgiyi kabul eden partilerin politikası üzerindeki pratik etkisi, Ukrayna’daki mevcut çatışmayı, işçi sınıfının taraf olmadığı iki emperyalist güç arasındaki bir çatışma olarak nitelendirmektir. Ticaret için meta üreten her ülke ‘emperyalist’ olarak tanımlandığına göre, Kuzey Kore ya da Çin ile ABD arasında gelecekte yaşanacak savaşlar da aynı şekilde ‘emperyalistler arası’ olarak nitelendirilecektir.
Böyle bir anda işçilere bu tür yalanlar söylemek, emperyalist savaş propagandasını güçlendiren ve savaş karşıtı hareketi hareketsiz bırakarak suç teşkil eden bir eylemdir. Bu yalanları söylemek, emperyalizme ve savaşa karşı hareketin merkezinde, önünde yer alması gereken, ona pratikte çelik sağlamlık, teoride netlik kazandıran komünistleri bir kenara itmektir. Böyle yaparken ‘işçi sınıfı birliği’ çağrılarında bulunmak bu tür faaliyetlerin gerçek, yıkıcı doğasını örtemez.
Emperyalizme karşı işçi sınıfı birliği yerine, ‘her iki taraf da birbirinden beter’ diyerek eylemsizlik ve pasiflik çağrısı yapıyorlar.
Lenin’in 1916’da yazdığı gibi: “Savaş genellikle çürümüş olanı açığa çıkarmak ve basmakalıp düşünceleri bir kenara atmak açısından yararlıdır.”16
YKP’nin önde gelen devrimci komünist bir parti olduğu yönündeki geleneksel varsayım bir kenara atılmalı ve çürümüşlüğü kabul edilerek buna yanıt verilmelidir.
YKP’nin ‘Leninist’ piramidi özünde Troçkizmin yeniden icadıdır.
Troçki gibi, bu ‘teorinin’ savunucuları da ezilen ve ezen uluslar ilişkisindeki emperyalist gerçekliği tanımayı reddetmektedir.
Troçki gibi onlar da emperyalist ülkelerdeki proleter mücadeleyi ezilen uluslardaki anti-emperyalist mücadele ile birleştirme ihtiyacını kabul etmeyi reddediyorlar.
Troçki gibi onlar da proletaryadan başka herhangi bir sınıfta devrimci potansiyel görmeyi reddediyorlar.
Troçki gibi, sosyalizm hedefine doğru somut bir adım atmalarını sağlayabilecek herhangi bir ittifakla “ellerini kirletmeyi” reddediyorlar ve bu nedenle sosyalizm soyut, ulaşılamaz bir hayal olarak kalıyor.
Troçki gibi, tüm anti-emperyalist liderlere ve hareketlere karşı emperyalist propagandayı güçlendirmelerini, işçi sınıfı dayanışması hakkında devrimci görünen ifadelerle örtüyorlar.
Troçki gibi onlar da kendilerini, isteyerek ya da kazara, hareketimiz içinde emperyalist propagandayı yaymanın araçlarına dönüştürdüler.
Bu örgüt yıkıcı çizginin ısrarlı, saldırgan, kararlı sürdürülüşü ve işçi sınıfına böyle bir çizginin neden siyasi bir hata olduğunu göstermeye çalışan herkese karşı (fikre değil, kişiye yönelik) karalayıcı saldırıları göz önüne alındığında, YKP liderlerinin kendilerini tamamen oportünizm kampına adadıkları sonucuna varabiliriz.
Dahası, bu kampın elebaşları hâline gelmişlerdir: hareketimizin, uluslararası işçi sınıfının devrimci antiemperyalist birlik mücadelesini ve dolayısıyla sosyalizm mücadelemizi engellemek için çalışan kesiminin örgütleyicileri ve yöneticileri olmuşlardır.
Somut çözümleme yerine yanlış bir benzetme
Bu anti-marksist ‘teorinin’ savunucuları, kendi belgelerinde ve yandaşlarının belgelerinde17 NATO’nun Ukrayna topraklarında Rusya’ya karşı yürüttüğü vekâlet savaşını Birinci Dünya Savaşı ile karşılaştırmaktan hoşlanmakta ve bunu iki tekelci güç arasında kaynakların, pazarların ve süper sömürü yollarının kontrolü üzerine yaşanan ‘emperyalistler arası’ bir çatışma olarak tanımlamaktadırlar.
Nitekim eski YKP lideri Aleksandra Papariga 2022 yılında bir parti toplantısında yaptığı konuşmada daha da ileri giderek “Ukrayna halkının” (yani ABD destekli aktör-yardakçı Volodimir Zelenski başkanlığındaki neo-nazi vekil hükûmetin) “Rus saldırganlığına” karşı “haklı bir savaş” yürüttüğünü ilan etti.18
Eski YKP lideri Aleksandra Papariga’nın bu görüşü ile YKP’nin başka bir yerde (‘sözde’) ulusal sorunun artık var olmadığı görüşünün nasıl örtüştüğünü görmek zor değil. Böyle bir açıklama YKP’nin Ukrayna’daki savaşın ‘emperyalistler arası’ bir savaş olduğu iddiasıyla da bağdaşmaz! Belki de YKP farklı kitlelere farklı görüşler sunmak istiyor!
Aynı şekilde, bu iddianın emperyalistlerin masumca (‘haklı olarak’) ‘Ukrayna’nın egemenliğini NATO silahlarıyla savundukları’ (ABD’nin otuz yıldır sürekli olarak aşındırdığı ve dokuz yıl önce tamamen gasp ettiği bir egemenlik) iddialarından ne farkı olduğunu sadece YKP açıklayabilir.
Lenin 1915’te “sosyalistlerin teoride her savaşın somut, tarihsel bir değerlendirmesini yapma gerekliliğini” belirtmiştir.19
Ancak YKP’nin ‘teorisyenleri’ böyle bir değerlendirme yapmadılar. Tarih dışı iddialarını destekleyecek hiçbir kanıt olmadan sadece Birinci Dünya Savaşı ile Ukrayna-Rusya savaşını benzetmeye çalıştılar.
Rusya ekonomisinin ‘emperyalist’ olarak nitelendirilmesi için sistematik ve ayrıntılı bir kanıt sunulmamıştır, tıpkı Çin, Brezilya, Hindistan, hatta İran, Venezüella için öne sürülen aynı iddiayı doğrulayacak sistematik, ayrıntılı bir kanıt sunulmadığı gibi.
Bu ülkelerin sermaye ihraç ederek, dünyayı aşırı sömürerek ve bu yolla elde ettikleri süper kârları kendi topraklarına geri göndererek nasıl yaşadıklarını gösteren somut, tarihsel bir değerlendirme yapmadılar.
Bu ulusların bu tür asalak faaliyetlerden ‘kupon keserek’ nasıl yaşadıklarını gösteren hiçbir kanıt sunulmamıştır. Bu ülkelerin işçilerine, bu tür tekel kârlarından elde edilen kırıntılar aracılığıyla sosyal barışa yönelmeleri için nasıl rüşvet verildiğini gösteren hiçbir kanıt sunulmamıştır.
Bugüne kadar YKP’nin kendi gülünç pozisyonunu savunmak için aktardığı olgu ve rakamlar, safdilleri kandırmak için rastgele seçilmiştir.20
Bu, Marks, Engels ve Lenin’in tüm eserlerinin ciddi şekilde incelenmesi yerine Lenin’den bağlamdan kopuk gelişigüzel alıntılar seçme yapan bir yöntemdir. Elbette 95 ciltten rastgele ve bağlamından koparılmış birkaç alıntı herhangi bir şeyi kanıtlıyor gibi görünebilir, ancak yalnızca samimiyetsiz sofistler bu şekilde tartışır.
Bu tür ciddi iddiaları desteklemek için rastgele birkaç istatistik sunmak, Ukrayna savaşını tüm karmaşıklığıyla anlamak için anlamlı bir girişim değil, gerçeği gizleyen bir eklektizmdir; önceden belirlenmiş bir noktayı kanıtlamak için internette ‘kanıt’ aramanın klasik bir örneğidir.
Bu tür bir sözde ‘analiz’, Lenin’in Birinci Dünya Savaşı sırasında Georgy Plekhanov ve Karl Kautsky gibi bir dönemin eski seçkin Marksistleri eleştirirken söylediklerini akla getirmektedir: Lenin şöyle yazmıştı: “Marksizm açısından bakıldığında … savaşın [ya da YKP örneğinde bir ulusun ekonomisinin] somut tarihsel değerlendirmesini, ülkenin egemen sınıflarının hoşuna giden ya da uygun bulduğu olguların, diplomatik ‘belgelerden’, güncel siyasi gelişmelerden vb. [ya da burjuva basın kupürlerinden] rastgele alınan olguların rastgele seçilmesi anlamına gelen bu tür yöntemlerin ‘bilimsel’ değerine sadece gülümseyebiliriz. Dahası, bilimsel emperyalizm kavramı, söz konusu iki emperyalistin [ya da ABD liderliğindeki NATO emperyalist blokunun] yakın rakiplerine, rakiplerine ve karşıtlarına yöneltilen bir tür küfür sözcüğüne indirgenmiştir…”21
Dünya savaşları arasındaki benzerlikler ve farklılıklar
Ancak bir noktada YKP kesinlikle haklı: Üçüncü Dünya Savaşının başlangıcı olarak anılacağına şüphe olmayan mevcut savaş, tıpkı Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında olduğu gibi, küresel kapitalist ekonominin derin aşırı üretim krizinin bir sonucu olacaktır.
1914’te iki emperyalist blok karşı karşıya geldi ve dünya topraklarından, pazarlarından kimin ne kadar pay alması gerektiği konusunda savaştı. Bu tamamen emperyalistler arası bir savaştı. Ve küresel emperyalist sistemi ölümcül şekilde zayıflatarak tam da Lenin’in öngördüğü gibi proleter devrim çağını başlattı. Birinci Dünya Savaşı doğrudan 1917 Ekim Devrimine yol açtı ve küresel kapitalist-emperyalist sistem o zamandan beri ipin ucunda yaşıyor.
1939’da, dünyanın çeşitli bölgelerinde (örneğin İspanya ve Çin) zaten sürmekte olan savaş, İngiliz emperyalizminin Almanya’ya karşı savaşa girmesiyle küresel bir çatışmaya dönüştü. Bu da Almanya, Fransa ve İngiltere arasında toprakların ve kaynakların kontrolü üzerine emperyalistler arası bir çatışmaydı. Ancak Almanya’nın SSCB’yi işgali ve Sovyetlerin stratejik manevralarla ABD ve İngiltere’yi bir ittifak kurmaya zorlaması, İkinci Dünya Savaşının niteliğini değiştirdi. Bu olaylar İkinci Dünya Savaşını temel niteliği anti-faşist olan bir savaşa dönüştürdü.
Bu temelde emperyalist ülkelerdeki işçiler, faşist tehdidi yenmek ve Sovyet sosyalist anavatanı savunmak için yöneticileriyle aynı safta savaşmak üzere seferber oldular. İngiltere, Fransa ve ABD emperyalist amaçlarını sürdürmeye devam ettiler, ancak bu emperyalist amaçlarını, SSCB’yi yok etmek isteyen Nazi Almanya’sı ile birleşmekten vazgeçmeye zorlanarak sürdürdüler.
Sonuç olarak Sovyetler Birliği, kendisi için muazzam bir maliyetle, insanlığın gördüğü en büyük savaş makinesini yenmeyi, Avrupa’nın büyük bölümünü özgürleştirmeyi ve sosyalizmin Avrupa ve Asya’da yayılmasına muazzam bir ivme kazandırmayı başardı.
İkinci Dünya Savaşından sonra, eski Avrupa ve Japonya’nın emperyal güçleri ölümcül derecede zayıflamış, askerî ve teknolojik hâkimiyetlerini daha fazla sürdüremez hâle gelmişken emperyalist güçler, ekonomisi, üretim kapasitesi ve askerî kabiliyeti Birinci ve İkinci Dünya Savaşları tarafından zayıflatılmak yerine güçlendirilen tek emperyalist güç olan ABD’nin koruyucu şemsiyesi altında bir araya geldiler.
ABD’nin mali desteği ile askerî koruması olmasaydı, Avrupa ve Japonya’nın emperyalistleri hayatta kalamazlardı; başkaldıran işçiler tarafından mülksüzleştirilir ve yerlerinden edilirlerdi ve sosyalizmin muzaffer yürüyüşü durdurulamazdı.
Ancak tarih hiçbir zaman düz bir çizgide ilerlemez. Hayat, 1940’ların komünist ve anti-emperyalist kurtuluş savaşçılarının kendinden emin öngörülerine uygun gelişmedi.
ABD’nin yardımı22 ve zayıflamış emperyalist güçlerin kendi işçi sınıflarına verdiği büyük rüşvetler23 bu zayıflamış olan emperyalist güçlerin bir ölçüde toparlanmasını sağladı, öte yandan da Stalin sonrası SSCB’nin ve onunla ittifak hâlindeki partilerin revizyonizmi sosyalizmin gücünün ve prestijinin yavaş yavaş zayıflamasına ve revizyonist Sovyet rejiminin nihai çöküşüne yol açtı.
Dünyanın ilk sosyalist devletinin ve Doğu Avrupa’nın halk demokrasilerinin çözülmesi, bir kez daha ciddi bir küresel aşırı üretim kriziyle karşı karşıya kalan emperyalistler için hayati bir ana denk geldi. Sovyet ve Doğu Avrupa halklarının zenginlikleri yağmalanırken, dünya kitleleri burjuva siyasetinin ve ekonomisinin Marksizm üzerindeki görünür zaferi ile daha da demoralize olurken, ortaya çıkan emperyalist yağma ziyafeti onları kurtardı.
Ancak Sovyetler Birliği ve Avrupa halk demokrasileri çözülürken sosyalizm ve antiemperyalizm dünyadan yok olmadı. Çin, Kuzey Kore, Vietnam, Laos ve Küba büyük baskılara rağmen sosyalist toplumlarını savunmaya devam ettiler.
Özgüvenini yeniden kazanan emperyalist kampın ‘rejim değişikliği’ operasyonları için hedef aldığı ülkeler muazzam bir direniş gösterdi. Kendisini emperyalizmin komprador ajanlarının yönetmesine bir süre ses çıkarmayan Rusya ayağa kalktı, ülkenin komprador nitelikte olan liderliğini ulusal-burjuva bir liderlikle değiştirdi ve bundan sonra geniş kaynaklarını kendi amaçları için kullanmaya, Sovyet kurucuları tarafından kendisine miras bırakılan teknolojik, askerî, eğitimsel ve ekonomik temelden yararlanarak ulusal egemenlik hakkını savunmaya karar verdi.
Yenilenen küresel aşırı üretim krizi karşısında emperyalistler, mevcut koşullarda kendilerini ve sistemlerini kurtarmak için en iyi şanslarının ABD’nin askerî ve ekonomik liderliği altında bir araya gelmek, birleşik güçlerini dünyadaki başlıca bağımsızlık ve egemenlik merkezleri olan Rusya ile Çin’i yok etmeye yöneltmek olduğuna karar verdiler.
Bunu yaparken de SSCB’nin çöküşünden sonra yaşadıkları yağma karnavalını tekrarlamayı umuyorlar. Rusya ve Çin’i parçalara ayırmak, halklarına baş eğdirmek ve bu iki ülkenin hatırı sayılır kaynaklarını yağmalamak istiyorlar. Öyleyse Üçüncü Dünya Savaşının esas olarak emperyalizm24 ve antiemperyalizm kampları arasındaki bir çatışma ile niteleneceğini öngörebiliriz.
Dünya işçileri anti-emperyalist kampın zaferini ve emperyalistlerin yenilgisini sağlayarak her şeyi kazanabilirler; bu zafer gezegendeki tekelci kapitalizmin tüm yapısına bir çekiç darbesi ve böylece dünyanın her köşesinde sosyalist devrime doğru dev bir adım olacaktır.
Bu anlayışı savunurken Dünya Anti-emperyalist Platformundaki yoldaşlarımız ‘sosyal-şovenizm’ suçuyla; bir yüzyıl önce sosyal-demokratların çok kötü şekilde yaptığı gibi, bir emperyalist gücün diğerine karşı zaferini istemekle suçlandılar.
Ancak biraz düşünmek YKP tarafından kurulan bu paralelliğin ne kadar boş olduğunu ortaya çıkaracaktır. Britanya, Fransa, İtalya ve ABD’deki komünistlerin NATO emperyalizminin yenilgiye uğratılması çağrısı, işçileri kendi yöneticilerinin imparatorluklarını savunmak için savaşmaya seferber eden 1914 sosyal-demokratlarının ihanetiyle bir tutulamaz.
Savaş ve Dünya sosyalist akımında bölünme
YKP’nin 1914 ile yaptığı benzetme sadece bir açıdan doğrudur. Birinci Dünya Savaşının patlak vermesi, savaşa giden ‘barışçıl’ on yıllar boyunca sosyalist harekette gelişmekte olan derin bölünmeyi ortaya çıkardı. Lenin, Rusya’da işçi sınıfının sosyalizm mücadelesini geliştirirken hareketimizin oportünist kanadının çürümüşlüğünü teşhir etmeye ve buna karşı çıkmaya ve her ülkeden devrimci kesimleri ortak bir mücadelede bir araya getirmeye büyük önem verdi.
1915’teki Zimmerwald konferansında başlatılan bu çalışma, Bolşeviklerin 1917’deki başarısının temel taşlarından biriydi. Dünya komünist hareketi ile dünya işçilerine büyük başarıyla kılavuzluk eden devrimci Üçüncü Enternasyonalin (Komintern’in) oluşumunu sağladı.
Ukrayna’daki mevcut savaş da aynı şekilde dünya çapında bir çizgi çizdi ve sosyalist harekette derin bir bölünmeyi ortaya çıkardı. Anti-emperyalist Platform, Yoldaş Lenin’in bize sunduğu büyük örneği takip etme konusunda her türlü niyete sahiptir. Yoldaş Lenin’den, dünya ekonomik krizinin ve savaşının yaşandığı bir dönemde, emperyalistlerin öfkeyi başka yöne çekmek ve sömürülen kitlelerin aklını karıştırmak için mümkün olan her şeyi yaptığı bir zamanda devrimci ideoloji için mücadele etmenin hayati önemini öğrendik.
Her yerdeki işçiler ve ezilen halklar şunu anlasın: bu soyut bir masa başı veya kürsü teorisyenliği sorunu değil, pratik faaliyetlerimizin alması gereken biçimi belirlememize olanak sağlamak üzere somut koşullarımızın doğru anlaşılması için verilen bir mücadeledir.
Ve bu pratik çalışma, uluslararası sosyalist hareketimiz ve insanlık için bir ölüm kalım meselesidir. Hiç kuşkumuz olmasın: emperyalist kampın anti-emperyalist ülkelere karşı zaferi, beraberinde getireceği tüm sefalet, ölüm ve yıkımla birlikte, kurtuluş ve sosyalizm davasını 20, 30 hatta 40 yıl geriye götürecektir.
İşte bu nedenle, kendilerini işçi sınıfı hareketi içinde “emperyalist ideolojinin ajanlarına” dönüştüren YKP ve benzerlerinin çürümüş teorilerini ve faaliyetlerini teşhir etmeli ve bunlara karşı çıkmalıyız.25
Bu nedenle anti-emperyalist güçleri birleştirmek için elimizden gelen her şeyi yapmalı, tarihin bu kritik anında kimlerin dost, kimlerin düşman olduğunu tespit edebilmeleri için onlara doğru bir anlayış kazandırmalı; böylece yaklaşan kritik savaşlarda zafere ulaşmak için mümkün olan en güçlü ittifakı kurabilmelerini sağlamalıyız. Uluslararası komünist hareket sorununa ilişkin son bir noktayı da belirtmek gerekir. YKP’ye saldırarak ‘hareketi bölmekle’ suçlanıyoruz. Ancak biz bütün olmayan bir şeyi bölemeyiz. Uluslararası sosyalist hareketimiz zaten derin şekilde bölünmüş durumda. Aslında onlarca yıldır da bölünmüş durumda.
Mevcut savaş sadece genel olarak hareketimiz içindeki derin bölünmeyi değil, aynı zamanda YKP etrafında kümelenen partiler grubunun mutlak çürümüşlüğünü ve bu tür unsurlarla -kendilerini açıkça emperyalist kampın yanında gösteren bireyler ve örgütlerle- ‘birliği’ korumaya çalışmanın işçi sınıfına yararlı bir şey getirmesini beklemenin boş bir beklenti olduğunu da ortaya çıkarmıştır.
Bir kez daha, Lenin’in Birinci Dünya Savaşı sırasında İkinci Enternasyonal liderlerinin çoğunluğunun ihanetlerini ve çürümüşlüğünü tanımlarken söylediği sözleri hatırlıyoruz: “[Sosyal demokrat liderlerin devrimci sözleri ile oportünist eylemleri arasındaki] bu çelişki, patlaması gereken bir çıbandı ve patladı da.”
“Kautsky ve arkadaşlarının yaptığı gibi, (irinle) ‘birlik’ uğruna irini vücuda geri sokmaya çalışmaya değer mi, yoksa işçi hareketinin vücudunun tamamen iyileşmesine yardımcı olmak için, sürecin neden olduğu acıya aldırmaksızın, irin mümkün olduğunca hızlı ve derinlemesine çıkarılmalı mı?”26
Ayrıca: “Dünya çapında işçi ve sosyalist hareketlerdeki bölünme olduğu bir gerçektir. Savaş konusunda uzlaşmaz iki taktiğe ve iki politikaya sahibiz. Bu gerçeğe gözlerinizi kapatmak gülünçtür. Uzlaşmaz olanı uzlaştırmaya yönelik herhangi bir girişim tüm çalışmalarımızı boşa çıkaracaktır.”27
YKP içi boş ‘sınıf dayanışması’ söylemine sarılıyor, ‘Leninizm’ ve gerçekleştirmek için hiçbir pratik programa sahip olmadığı gelecekteki bir devrim hakkında boş boş konuşurken, YKP ve benzerleri tarafından ya görmezden gelinen ya da kınanan gerçek bir devrimci kriz gelişmekte ve tüm dünyaya yayılmaktadır.
Bu gerçek devrimci krizin kökü küresel kapitalist-emperyalist ekonominin aşırı üretim krizindedir ve ekonomik krizin tetiklediği savaş dürtüsü krizin gelişimini hızlandırmaktadır.
Şu an, kenarda durup harekete geçmeye çalışan herkese parmak sallama zamanı olmadığı gibi, uzlaşmaz olanı uzlaştırmaya çalışma zamanı da değildir.
Sosyalistlerin görevi, ABD liderliğindeki NATO blokunun, dünya işçileri pahasına kana bulanmış sistemini kurtarmaya çalıştığını açıkça ve korkusuzca anlatmaktır. Ezilen ülkelerin, bağımsız ve sosyalist ülkelerin bu saldırıya direnmek için giderek daha fazla bir araya geldiğini ve bu hareketin mümkün olan her şekilde memnuniyetle karşılanması, desteklenmesi ve geliştirilmesi gerektiğini anlatmaktır.
Lenin’in dediği gibi: “Savaş insanlara korkunç acılar çektirir, ancak gelecekten umudumuzu kesmemeliyiz ve bunun için hiçbir nedenimiz yok.”28
Önümüzdeki çatışmalar kuşkusuz zor olacak; kuşkusuz her yerdeki işçiler ve ezilen halklar için çok fazla mücadele ve fedakârlık gerektirecek. Ancak diğer tarafta bizi bekleyen parlak bir gelecek var; yeter ki kendimizi çökmekte olan, asalak, can çekişen emperyalist dünya düzenine karşı kesin bir zafer kazanmaya tüm kalbimizle adamaya hazır olalım.
1 İMEC: Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru projesi
2 Paris Deklarasyonu, 15 Ekim 2022, wap21.org adresinde yayınlanmıştır.
3 Özellikle YKP eski genel sekreteri Aleksandra Papariga’nın şu iddiasına dikkat ediniz: “20. yüzyılın sonunda, dünya savaşından sonra oluştukları şekliyle üç emperyalist merkez vardı: daha sonra Avrupa Birliğine dönüşen Avrupa Ekonomik Topluluğu, ABD ve Japonya. Bugün emperyalist merkezlerin sayısı artarken Rusya merkezli ittifak, Şanghay ittifakı, Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika (BRİCS) ittifakı, Latin Amerika ülkeleri ittifakı gibi yeni ittifak biçimleri de ortaya çıktı: Alba, Mercosur vs.” (Emperyalizm üzerine – emperyalist piramit. El Machete’de (Meksika KP’sinin teorik ve siyasi dergisi) yayınlandı, Nisan 2013)
4 Bkz. örneğin, Sözde Dünya Antiemperyalist Platformu ve Onun Zarar Verici ve Yön Saptırıcı Konumu Üzerine. YKP’nin Uluslararası İlişkiler Bölümünün yazısı, 1 Nisan 2023.
5 Emperyalizm üzerine – emperyalist piramit. Aleksandra Papariga, Nisan 2013.
6 YKP, The Agrarian Question in Greece, 1980, aktaran Ed: G Cox, P Lowe, M Winter, Agriculture: People and Policies, 1986, bölüm 2, Capitalism, petty commodity production and the farm enterprise by D Goodman and M Redclift.
7 Karl Radek’in (Parabellum) emperyalizmin ulusal sorunu gereksiz hâle getirdiği önermesini çürüten Lenin Devrimci Proletarya ve Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı başlıklı makalesinde, herhangi bir komünist programın odak noktasının “emperyalizmin özünü oluşturan ve sosyal-şovenistlerle Kautsky tarafından aldatıcı şekilde geçiştirilen dünya uluslarının ezen ve ezilen olarak bölünmesi olması gerektiğini” vurgulamıştır. “Bunu, sosyalizm için verdiğimiz devrimci mücadeleden bağımsız olarak değil, bu mücadele ulusal sorun da dahil olmak üzere demokrasinin tüm sorunlarına devrimci bir yaklaşımla bağlanmadığı takdirde içi boş bir ifade olarak kalacağı için talep ediyoruz.” (Ekim 1915)
8 1915’in ilerleyen dönemlerinde Lenin yine şöyle yazmıştır: “Emperyalizm, ulusların ezenler ve ezilenler olarak bölünmesinin esas ve tipik olduğu çağdır.” (Barış Programı, Mart 1916) Gerçekten de, emperyalist sistemin temel özüne ilişkin bu anlayış, Bolşeviklerin başarılı devrimci strateji ve taktiklerinin merkezinde yer alıyordu.
9 ”YKP’nin emperyalizm ve emperyalist piramit üzerine Leninist yaklaşımı”. YKP’nin, Rusya Komünist İşçi Partisi’nin ‘Lenin ve Günümüz Dünyası’ konulu dokuzuncu uluslararası konferansında yaptığı sunum, 2013.
10 Lenin, Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, 1916, bölüm 9.
11 Buna karşılık, YKP şunu savunuyor: “Afrika’daki, Avrasya ve Orta Doğu bölgelerindeki durum, kendi yayılmacı siyasi çizgilerini yürütme kabiliyetine sahip olup olmadıklarına bakılmaksızın, tüm kapitalist ülkelerin uluslararası emperyalist sisteme dahil olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır”. (A. Papariga, a.g.e.)
12 Revizyonist komünist partiler, savaş sonrası dönemden beri sosyal demokrasinin sol kanadına sıkı sıkıya bağlıdır. O zamandan bugüne, işçileri devrimci yoldan uzaklaştırmak, burjuva siyasetinin kamusal yüzünün (kapalı kapılar ardında devam eden gerçek ülke yönetme işinin aksine) temel işlevi olmuştur. Avrupa Birliği, devasa kaynaklara sahip emperyalist bir oluşum olarak Avrupa’nın işçi sınıfı partilerinin yozlaştırılması için mevcut fonları ve örgütsel mekanizmaları büyütmüştür.
13 Oportünizm: Gerçek ya da algılanan, siyasi ya da kişisel, kısa vadeli kazançlar için hareketin uzun vadeli çıkarlarının satılması: “Oportünizm, burjuvazinin proletarya üzerindeki etkisinin bir tezahürüdür.” (Oportünizm ve İkinci Enternasyonalin Çöküşü, V.İ. Lenin, Aralık 1915)
14 ‘Dünya Antiemperyalist Platformu’-’Antiemperyalist’ Kisveli Oportünistler. Adını verdiğimiz bu makale Almanya’daki KÖ’nün ( Kommunistische Organisation) uluslararası komisyonu tarafından yazılmıştır, 6 Mayıs 2023. (Almanya’daki KÖ yaklaşık 18 ay önce iki parçaya bölündü. Bir kısmı şu anda emperyalizm anlayışını netleştirirken Alman işçi sınıfının ana düşmanının Alman emperyalizmi ve NATO olması gerektiği fikrini savunuyor, diğer kısmı ise diğer şeylerin yanı sıra mevcut savaşta Rusya ve Çin’in yanında yer almanın ‘oportünist’ olduğunu ve bu kanat Anti-emperyalist Platformun Rusya’nın Ukrayna’yı Nazizmden arındırma hedefini destekleyerek ‘burjuva propagandası’ yaptığını ilan eden bu makaleyi yazdı).
15 Bkz. YKP’nin uluslararası ilişkiler bölümü tarafından İspanya Halklarının Komünist Partisindeki (PCPE) gelişmelere ilişkin YKP’nin tutumu, 4 Mayıs 2017 ve PCPE tarafından yazılan “Yunan Komünist Partisindeki yoldaşlara ve Komünist Avrupa İnisiyatifi üyesi partilere” açık cevap mektubu, 4 Mayıs 2017.
16 Oportünizm ve İkinci Enternasyonalin Çöküşü, Ocak 1916.
17 Yunanistan Komünist Partisi, Meksika Komünist Partisi, İspanya İşçi Komünist Partisi ve Türkiye Komünist Partisi genel sekreterlerinin ortak açıklaması, 8 Temmuz 2022.
18 YKP eski genel sekreteri Aleksandra Papariga, Ukrayna’nın ‘haklı bir savaş’ verdiğini söylüyor. YKP’nin 22 Mart 2022’de Korfu’da düzenlediği toplantı, Proletarian TV.
19 Oportünizm ve İkinci Enternasyonalin Çöküşü, Aralık 1915.
20 Çağdaş emperyalizmin ekonomi politiği üzerine: Thanasis Spanidis’in ‘emperyalist piramit’ kavramı, In Defence of Communism blog, 7 Haziran 2023.
Bu yazıda yer alan aldatıcı akıl yürütmelere sadece bir örnek vermek gerekirse: Birinci tablodaki Milli Gelir verileri, Çin’in ABD’yi geride bırakarak dünyanın ‘en büyük ekonomisi’ hâline geldiğini ve bunun da Çin’in emperyalist kulübe katıldığını ‘kanıtladığını’ göstermek için kullanılmaktadır. Ancak nüfus başına düşen GSYH’ye hiç değinilmeyen bu listede Çin şu anda 71. sırada, Rusya ise 56. sırada yer alıyor. Hindistan ve Güney Kore’nin de bu ‘en büyük on ekonomi’ listesinde yer alması, yazarın verilerin gerçekten istediği şeyi gösterip göstermediği konusunda durup düşünmesine neden olmamış gibi görünüyor.
21 Buharin’in broşürüne önsöz, Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi, Aralık 1915.
22 Batı Avrupa’nın yeniden inşasını finanse etmek için Marshall planı, Almanya’nın bölünmesi, Batı Avrupa’daki komünist güçlerin devrilmesi ve Malaya, Kore, Vietnam, Angola ve başka yerlerde ulusal kurtuluş zaferleri dalgasını geciktirmeyi amaçlayan bir dizi yeni-sömürge savaşına desteği içeren yardım programı.
23 Batıdaki işçileri sosyalist bir devrim yapmak zorunda kalmadan sosyalizmin avantajlarından yararlanabileceklerine ikna eden refah devletlerinin kurulması.
24 Dünyanın büyük bölümünde ABD liderliğindeki NATO ittifakı, doğu Asya’da ABD, Japonya ve Güney Kore’den oluşan ve ‘doğunun NATO’su’ olarak adlandırılan ‘üçlü ittifak’ ile desteklenmektedir. Savaş ilerledikçe ve daha fazla Avrupa ülkesi Pasifik’e askerî donanım göndermeye ikna edildikçe, Japonya ve Güney Kore’nin Ukrayna’ya askerî malzeme göndermeye ikna edildiği gibi, bu ittifak da NATO’ya dahil olabilir.
25 Bu makalenin ilk taslağı dergimizde yanlışlıkla yayınlanmıştı ve son hâlini almak üzere geri çekilmişti. İlk taslaktaki temel analizimiz doğru olmakla birlikte, eleştirdiklerimiz makaleyi okudular ve kendilerine ‘emperyalizmin ajanları’ denmesinden rahatsız oldular, “kanıt veremediğimize” de kızdılar. Elbette hukuki anlamda haklılar. Kötü niyetli olduklarına dair elimizde kesin bir kanıt olmadığı gibi, böyle bir suçlamayı gerektiği gibi soruşturacak konumda da değiliz. Pek çok durumda, sosyalist hareketimize karşı işlenen suçların kanıtları, devrimden sonra işçiler devletin gizli arşivlerini ele geçirene kadar ortaya çıkmaz.
Ancak siyasi açıdan önemli olan nokta, YKP liderlerinin proletaryanın çıkarlarına karşı kasten mi yoksa kazara mı (‘iyi niyetle’) hareket ettiklerinin önemsiz olduğudur. Lenin’in 1920’de işaret ettiği gibi: “Birey söz konusu olduğunda, karakter zayıflığı nedeniyle hain olan bir kişi ile kasıtlı, hesaplı bir hain olan bir kişi arasında çok büyük bir fark vardır; ancak siyasette böyle bir fark yoktur, çünkü siyaset milyonlarca insanın gerçek kaderini ilgilendirir ve milyonlarca işçinin ve yoksul köylünün karakter zayıflığı nedeniyle hain olanlar tarafından mı, yoksa hainliğinin kaynağı bencil amaçlar gütmek olan hainler tarafından mı ihanete uğradığı fark etmez.” (Lenin, Bir Yayıncının Notları, Şubat 1920)
26 Oportünizm ve İkinci Enternasyonalin Çöküşü, Ocak 1916.
27 V. İ. Lenin, Fransa’da Muhalefetin Görevleri, Şubat 1916.
28 Şubat 1916’da Bern’de düzenlenen uluslararası bir toplantıda yapılan konuşma
