Torkil Lauesen: Bugünkü Dünyada Baş Çelişme Zayıflayan ABD Hegemonyası ile Çin’in Başını Çektiği Çok Kutuplu Dünya Sisteminin Yükselişi Arasında
Çeviren: Resul Hüseynov
Rosa Luxemburg Konferansında Konuşma, Berlin 13 Ocak 2024
https://anti-imperialist.net/blog/2024/01/17/how-does-sand-get-into-the-gears/ sitesinden alınmıştır. Konuşmanın original başlığı: Kum dişlilerin içine nasıl giriyor?
Torkil Lauesen’in Önde Gelen Eserleri: “Küresel Perspektif: Emperyalizm ve Direniş Üzerine Düşünme”;
“Dalgaya Kumanda Etmek: İsveç’in Dünya Emperyalist Sistemiyle Bütünleşmesi”; Dünyanın Baş Çelişmesi”

Konferansın düzenleyenlerden aldığım konuşma başlığı şöyleydi: “Kum makinenin dişlilerine nasıl giriyor?” Bu metaforda kalmama izin verin. Bugünkü dünyada makine nedir? Küreselleşmiş bir birikim süreci olarak kapitalizmdir. Ancak, makinede zaten kum var. Kulağa garip gelebilir ama dişlilere kum püskürten ülke ABD’dir.
ABD kırk yıldır kendilerine çok iyi hizmet eden, Küresel Kuzey’deki tüketiciler için büyük karlar ve ucuz mallar sağlayan neoliberal dünya pazarını parçalıyor ve aşındırıyor. Bunu ticaret savaşları, yaptırımlar ve ablukalarla yapıyorlar, ama neden? Çünkü ABD artık neoliberal ekonomik araçlarla hegemonyasını sürdüremiyor. ABD Jeopolitik bir hakimiyet mücadelesinde ekonomik-teknolojik rekabeti silah haline getirmiş, siyasi baskı ve askeri araçlara başvurmuştur.
ABD’nin Ekonomik Üstünlüğündeki Bu Gerilemenin Arkasında Ne Var ?
Neoliberal küreselleşme dünya sistemini derinden değiştirdi. Bir yandan Küresel Güney’in sanayileşmesi, Küresel Kuzey’e değer aktarılmasını artırdı. Ancak diğer yandan, Küresel Güney’deki üretici güçlerin gelişimi, mecut düzeni tersine çevirmeye başladı. Çin – kapitalistlerin Çin proletaryasını sömürme arzusunun istenmeyen bir sonucu olarak küresel üretim sisteminde bir dünya fabrikası haline geldi. Neoliberalizmi eleştiren ve aşan Çin, ekonomisinin kontrolünü elinde tutmuş ve dünya sisteminde zengin ve fakir ülkeler arasında iki yüzyıldır süregelen kutuplaşma niteliği gösteren kalkınma kavramını kırmayı başarmıştır.
ABD, hegemonyasını kaybetme korkusuyla eski askeri ittifaklarını güçlendirmekte ve yeni askeri ittifaklar kurmakta, askeri gücünü yenilenmiş bir ekonomik hakimiyete dönüştürmeye çalışmaktadır. Bu strateji, nükleer savaşlar ve artan iklim sorunlarıyla baş edemeyen bir dünya sistemi açısından insanlık için benzersiz görülmedik tehlikelere yol açmaktadır.
ABD’nin stratejisi gücün değil, zayıflığın ifadesidir. Kapitalizm, insanları ve doğayı sömürme konusunda sınırlarına ulaşmıştır. Sistem yapısal bir kriz içinde – ekonomik, siyasi ve ekolojik kriz, bu yüzyılda ayakta kalamayacak. Eğer daha rasyonel bir dünya düzenine geçmeyi başaramazsak kaosa sürükleneceğiz.
Görevimiz Ne Olmalı?
Dolayısıyla bizim görevimiz mevcut makineye kum koymak değil, daha kapsamlı bir görev olmalı. Daha eşit ve barışçıl bir dünya sisteminin kurulması olmalı. Doğa ile denge ve uyum içinde üreten ve tüketen bir sistem. Burada ve şimdi bir tür ideal sosyalist dünya sistemini kastetmiyorum. Böylesine imkansız bir projeden beklentiler sadece hayal kırıklığı yaratacaktır. Düşünmemiz gereken dönüşüm, dünya sistemindeki mevcut koşullara dayanmalıdır. Önümüzdeki adımlar gerçekçi ve sorumlu olmalı, reformizmle karıştırılmamalıdır, çünkü her bir adımın amacı kapitalizmden kurtulmaktır.
Bu tehlikeli ve zor bir görevdir, çünkü eski makinenin mantığı nükleer savaşlara ve iklim çöküşüne yol açma riski taşımaktadır ve yeni sistem, kuruluma hazır, düzgün, çevre dostu bir model değildir. Geçiş süreci boyunca yeni sistemi geliştirmemiz gerekecek.
Kapitalizmin son oyunu başladı. Önümüzdeki on yıllar dramatik olacak, ani değişimler, beklenmedik ittifaklar ve şiddetli olaylarla karakterize edilecektir. Üstelik zaman baskısı altında çalışıyoruz. Bu dönüşüm önümüzdeki on yıllar içinde gerçekleşmelidir. Ve ne kadar uzun sürerse, yeni sistem daha müreffeh bir sistem yerine bir tür “cankurtaran kayığı-sosyalizmi” olacaktır.
Bu göreve nasıl yaklaşıyoruz?
Ne yapabiliriz? Eylemlerimiz genellikle doğrudan deneyimlediğimiz yerel koşullara bir yanıt niteliğindedir. Ancak, yerel durumlar yalnızca yerel faktörler tarafından belirlenmemektedir. Küresel bir bakış açısına sahip olmamız gerekiyor. Bizi hedefimize ulaştıracak bir Pratik oluşturacak bir strateji geliştirmek için dünya sisteminin nasıl işlediğine dair sağlam bir analize ihtiyacımız var. Spontane duygulara dayalı bir Pratik içine girerek sadece enerjimizi boşa harcamamalıyız. Avrupa sömürgeciliğinin başlangıcından bu yana, dünya sistemi giderek daha fazla küreselleşmiştir. Neoliberalizmin son elli yılı kapitalist üretimin kendisini küreselleştirmiştir. Dünya sisteminin gelişimini tutarlı bir süreç olarak ele alırsak, diyalektik materyalizme göre bu süreç, kapitalist üretim tarzındaki çelişkilerden doğan ve dünya siyasetine yansıyan bir baş çelişkiye sahiptir.
Baş çelişki
Baş çelişki bölgesel, ulusal ve yerel düzeydeki çelişkileri belirleyici bir şekilde etkilemektedir. Ancak, baş çelişki ile ulusal ve yerel çelişkiler arasındaki etkileşim tek taraflı değildir. Geri besleme etkileri nedeniyle, yerel çelişkiler de baş çelişkiyi etkiliyor, çünkü yerel çelişkiler baş çelişkinin yönleri arasındaki ilişkileri zorlar ve değiştirirler.
Dünya sistemi gibi karmaşık bir süreci incelerken, baş çelişkiyi tanımlamamız gerekir, çünkü bu bize nereden başlayacağımızı söyleyecek ve daha ileri analizler için bir rehber olacaktır. Baş Çelişkiyi tanımlamanın pratik amacı, çelişkinin çıkarlarımıza hizmet eden yönde hareket etmesini sağlayacak şekilde onun karşıt yönlerini etkilemektir.
Spesifik olmalıyız
Dolayısıyla, spesifik olmamız gerekiyor. Analiz ve stratejimiz bize yarın, gelecek ay ve önümüzdeki yıllarda ne yapacağımızı söylemelidir. “Proletaryaya karşı burjuvazi” ya da “emperyalizme karşı anti-emperyalizm” gibi genel soyut kavramlar üzerinden hareket edemeyiz. Süreci yönlendiren ve üzerinde harekete geçebileceğimiz belirli hareketleri, örgütleri, konuları, olayları ve politikaları belirlememiz gerekiyor. Dahası, başka yerlerden veya başka tarihsel durumlardan stratejileri ve pratikleri kopyalayıp yapıştıramayız. Onlardan bir şeyler öğrenebiliriz, ancak bunları kendi ülkemize ve zamanımıza uyarlamamız gerekir. Analizimiz, bulunduğumuz yerde devrimci bir durum yaratacak olan süreci ve olayların dönüm noktasını saptayabilmelidir. Kurumsal düzeyde, fırsat ortaya çıktığında bunu kullanabilmek için kendimizi hazırlamalı ve gerekli becerileri edinmeliyiz.
Mevcut duurmda baş çelişki
Peki, mevcut dünyada baş çelişki nedir? Hangi Pratik faaliyet bu çelişkiyi doğru yöne taşıyabilir?
Bugünkü dünyada Neoliberal küreselleşmenin krizlerinden, zayıflayan ABD hegemonyası ile Çin’in başını çektiği çok kutuplu bir dünya sisteminin yükselişi arasında bir baş çelişki ortaya çıkmıştır. Amerika Birleşik Devletleri hegemonyasını güvenli bir kıta ana üssünden, Avrupa Birliği, Japonya ve Avustralya’dan oluşan ikinci bir emperyal çekirdekle ittifak halinde yürütmektedir. 800’den fazla askeri üssü ve diğer küresel finans, kültür ve bilgi ağlarından oluşan küresel bir ağı kontrol etmektedir. Çin’in başını çektiği diğer boyut ise, geçtiğimiz yüzyıllar boyunca dünya sistemine hakim olan emperyalist Kuzey-Güney yapısını değiştirme arzusunda birleşen bir devletler topluluğu ittifakıdır. Dolayısıyla ABD ile Çin arasındaki çatışma sadece iki ülkenin kaderiyle ilgili değil, aynı zamanda gelecekteki dünya düzeniyle de ilgilidir.
Şu anda ABD hegemonyası, Rusya’nın direnişi ve Çin’in ekonomik rekabetinin baskısı altında. Buna karşılık olarak ABD, iki ülkede rejim değişikliğine giderek bu ülkeleri Batı sermayesinin çıkarlarına tabi kılmaya çalışmaktadır. Ukrayna’daki savaş Moskova’nın işini görmeye ve onu boyun eğdirmeye yöneliktir. Pekin ise, bir askeri ittifaklar ağı, NATO’nun Asya’daki rolünün genişletilmesi, ticaret savaşları, teknolojik kısıtlamalar ve Tayvan, Hong Kong ve Sincan gibi Çin’deki iç çatışmaların kışkırtılması yoluyla sıkıştırılacaktır.
Çin ise ABD egemenliğindeki finansal ve parasal dünya sistemine alternatifler geliştirmektedir. Çin, Çok kutuplu bir dünya sistemi oluşturmak için Güney-Güney ticari ilişkilerini ve Küresel Güney’deki ülkelerle daha yakın siyasi işbirliğini genişletiyor.
Güncel büyük çatışmalar: Ukrayna ve Filistin
Peki bu baş çelişki dünya sistemindeki mevcut büyük çatışmalarda kendini nasıl gösteriyor? ABD/NATO’nun Ukrayna’da Rusya’ya karşı yürüttüğü vekalet savaşı, Çin’i kuşatma girişimi olarak da görülebilir. NATO’nun Doğu Avrupa’da ve eski Sovyet cumhuriyetlerinde genişlemesi, Rusya’da Batı yanlısı, Yeltsin tipi bir rejim kurmayı ve ardından Çin’e doğru ilerlemeyi amaçlamaktadır.
Ukrayna’nın egemenlik mücadelesi, devletin sınıfsal karakteri ve süregelen jeopolitik mücadeledeki konumu ile değerlendirilmelidir. NATO ve Avrupa Birliği’ne entegre olması halinde Ukrayna devleti neoliberal ekonomi ve sağcı siyaset tarafından yönetilecektir. NATO, Uktayna’yı kendine bağlıyarak daha fazla ilerleme için eski Sovyetler Birliği’nin kalbinden vuracak üslere sahip olacaktır. Ukrayna’da solda yer alan tüm siyasi partiler Rusya yanlısı oldukları gerekçesiyle yasaklanmıştır. Zelenski rejimine yönelik halk desteği belirsizdir. Savaştan bu yana yaklaşık 6,3 milyon kişi ülkeyi terk etmiştir. Onlardan 650.000 genç erkek askerlik hizmetinden kaçtı. Anketlere göre, sürgündeki Ukraynalıların sadece yüzde 20’si savaş sona erdiğinde evlerine dönmeyi planlıyor.
Küresel bağlamda Ukrayna savaşı ABD hegemonyasını güçlendirmiştir. Ukrayna savaşı Avrupa Birliği’ni ABD liderliğindeki NATO’da yeniden disipline etti. ABD, NATO’nun Doğu’ya ve Kuzey Kutbu’na doğru ilerleyişinde bir sıçrama tahtası olarak yakın gelecekte Grönland, İsveç ve Finlandiya dahil olmak üzere Norveç ve Danimarka’da kendi askeri üslerini kuracaktır. NATO’ya entegre olan AB, ABD’yi küresel olarak destekleyerek kendini kısıtlayacak bir projeyi satın almış oluyor.
Tüm bunlar Putin rejiminin ilerici bir rejim olduğu anlamına gelmiyor, ancak baş çelişki açısından baktığımızda Putin’in direnişi ABD hegemonyasının ilerlemesini engelliyor. Rusya ve Batı arasındaki çatışmada, Rus elitinin unsurlarının mevcut muhafazakar milliyetçilik yerine sosyal boyutu olan devlet kapitalizmine yönelmesi, sadece hayatta kalmak ve mevcut Rusya’yı yöneten oligarşinin güç yapısını kırmak amacı için bile olsa umut veren bir gelişme sayılabilir.
Günümüzdeki diğer önemli çatışma alanı ise Filistin’dir. Ukrayna’daki savaşla kıyaslandığında, Hamas’ın birkaç günlüğüne işgal altındaki Filistin’de birkaç yerleşim yerine silahlı savaşçılar tarafından düzenlenen nispeten küçük bir saldırı, çığ gibi büyüyen olayları harekete geçirdi. Bu durum Mevcut dünya sisteminin ne kadar istikrarsız olduğunun bir göstergesi. Ukrayna gibi Filistinlilerin mücadelesi de devlet egemenliğinin tesisi içindir, ancak karakteri çok farklıdır. Bu devletlerarası bir savaş değildir. Bu, sömürgeci bir yerleşimci devlete karşı ulusal bir halk kurtuluş mücadelesidir.
Jeopolitik bağlamda İsrail, ABD’nin çıkarlarına hizmet eden bir “savaş gemisi” olarak Ortadoğu’ya yerleştirilmiş emperyalist merkezin bir klonudur. Hamas’ın İsrail’e saldırısı, Arap dünyasını ve İran’ı İsrail’e karşı birleştirerek ABD’nin bölgedeki pozisyonunu zayıflatıyor. Daha geniş bir perspektiften bakıldığında, Batı’nın İsrail’in soykırımcı tepkisel saldırı savaşına verdiği destek, Batı’yı Küresel Güney’in gözünde itibarsızlaştırmıştır. Bu olay Uygar barbarların hala mevcut olan sömürgeci zihniyetini açığa çıkardı.
Bu, Hamas’ın ya da gerici İslam ve Arap devletlerinin fikirlerini desteklediğim anlamına gelmiyor. Çok az ortak noktamız var ve onlar komünistleri sevmiyorlar. Ancak Hamas saldırısı dünyayı çok kutuplu bir dünya sistemine doğru daha fazla itti ve yeni bir anti-emperyalist nesli harekete geçirdi.
Biden, von der Leyen ve diğer oyuncuların Putin’e karşı Zelenskileri ve Filistin halkına karşı İsrailli yerleşimci devleti desteklemelerinin nedeni budur – bunu anlamak o kadar da karmaşık değil.
Günümüzde Anti-Emperyalizm
Şimdi baş çelişkiye daha geniş ve uzun bir perspektiften bakalım. Anti-emperyalizm bugün “devrimci 1960’larda” olduğu gibi olamaz. Tarih tekerrür etmez; tarih ilerler. 1940’ların sonlarından 70’lerin ortalarına kadar süren yüksek devrimci ruh ve sömürgecilik karşıtı mücadelenin başarısı, dünya sistemindeki çelişkilerin bir araya gelmesinden kaynaklanıyordu. Sosyalist Blok ile ABD arasındaki çelişki ve bir tarafta gelişmekte olan Üçüncü Dünya ile diğer tarafta ABD’nin yeni sömürgeciliği arasındaki çelişkiydi. Birbiriyle bağlantılı bu küresel çelişkiler dizisi, Asya, Afrika ve Latin Amerika’da sosyalist bir perspektifle anti-emperyalist bir kurtuluş mücadelesi dalgasının önünü açmaktaydı.
Tüm bu duurmlar 1970’lerin ortalarından itibaren neoliberal küreselleşmenin karşı saldırısı ile değişti. Ulusal kurtuluşu sosyalist bir dönüşüme doğru devam ettirmek zorlaştı. Kapitalizm hâlâ hayatiyet ve canlılık bir üretim biçimiydi ve dünya sistemine hükmediyordu. Ancak neoliberalizm elbette “tarihin sonu” değildi. Sanayi üretiminde dış kaynak kullanımının sonucu, bir yandan Güney’den Kuzey’e değer transferi oldu. Öte yandan, Küresel Güney’de üretici güçlerin gelişmesi, zengin Kuzey ile yoksul Güney arasında yüzyıllardır süregelen kutuplaşmayı kırmaya başladı. Küresel Güney 70’li yıllarda, “Yeni Bir Dünya Düzeni” talep etti ve bu talep boşa çıktı. Bugün Küresel Güney yeni bir dünya düzeni yaratıyor. Yüzyıllardır süregelen sömürücü Kuzey-Güney ilişkileri yerine, karşılıklı fayda sağlayan Güney-Güney yatırım, ticaret ve siyasi ilişkilerinin ortaya çıktığını görüyoruz.
BRICS
Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dan oluşan BRICS işbirliği geçen yıl Eylül ayında genişleyerek dünya nüfusunun yüzde 46’sını ve dünya ekonomisinin yüzde 36’sını kapsar hale geldi ve dünya nüfusunun sadece yüzde 10’una, dünya ekonomisinin ise yüzde 30’una sahip olan G7’yi (ABD, Kanada, Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Almanya ve Japonya) blokunu dengeleyen bir güç haline geldi. Gelecekte BRICS, G7’den daha da ağır basacaktır.
Farklı BRICS ülkeleri, dünya sistemindeki ekonomik ve siyasi konumlarını güçlendirmek için stratejiler izlemektedir. Bu çabalarında, küresel ekonominin mevcut kurallarıyla çelişkiye düşüyorlar. Küresel Güney, mali kaynak elde etmek için IMF ve Dünya Bankası’nın, ekonomilerini Batı’nın ulusötesi şirketlerinin çıkarlarına açmalarını şart koştuğunu görüyor. Dahası, Küresel Güney’in ticareti dolarla yapılıyor, Merkez Bankası rezervleri dolarla tutuluyor ve borçları dolarla ödüyorlar – yani bir dolar hegemonyasına maruz kalıyorlar. Bunun yerine, oyunun eşitsiz Kuzey-Güney ‘kurallarını’ kırmak için birbirlerinin üretim ve pazarlarındaki tamamlayıcılıklardan faydalanmak, kendi finansal kurumlarını kurmak ve kendi para birimleriyle ticaret yapmak istiyorlar.
Bu BRICS’in anti-kapitalist bir örgüt olduğu anlamına gelmiyor. Ancak bu doğru yönde atılmış bir adımdır. BRICS Kuzey’e alternatif bir uluslararası finans ve ticaret sistemi geliştiren bir örgüttür. Rusya ya da Mısır gibi BRICS üyeleri kesinlikle baskıcı rejimlerdir. Hindistan, ABD, Japonya ve Avustralya ile birlikte Çin’e karşı oluşturulan dörtlü askeri ittifaka katılıyor. İran komünistleri öldürüyor ve kadınları acımasızca bastırıyor, BRICS üyeleri Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri Güneyli göçmen emeğini en aşırı şekilde sömürüyor – ve bu böyle devam ediyor. Bu projenin ilerici olduğuna nasıl karar verebilirim?
Çok kutuplu bir dünyada yönümüzü nasıl bulacağız?
Ortaya çıkmakta olan çok kutuplu dünya sistemi, hegemonyacılık ve karşı hegemonyacılık, muhafazakar ve ilerici, kapitalist ve sosyalist güçler arasındaki çelişkili akımlardan oluşmaktadır. Dünya böyle görünüyor. Marx’ın sözlerini aklımızda tutmalıyız: “Hiçbir toplumsal düzen, içinde yer olan tüm üretici güçler gelişmeden ortadan kalkmaz ve yeni üretim ilişkileri, varoluşlarının maddi koşulları eski toplumun rahminde olgunlaşmadan asla ortaya çıkmaz.” Bugünlerde Marks’ın öngördüğü bu noktaya ulaşıyoruz. Kapitalizm, insan toplumunun gelişmesinin önünde bir engel haline gelmiştir. Sonra – Marx’ın belirttiği gibi, “toplumsal devrim dönemi gelmiştir.” Toplumsal devrim döneminin küresel perspektiften anlaşılması ve baş çelişkinin yerel çelişkilerle etkileşim içinde tanımlanması hayati önem taşımaktadır. Zor olan, bu birbirine bağlı çoklu çelişkiler denizinde sosyalizme doğru ilerlemektir.
Ulusal ve uluslararası mücadelelerin katı-dogamatik ve idealist bir şekilde algılanması, mevcut sınıf davranışlarının ve çıkarlarının karmaşıklığını ve değişebilirliğini gizlemektedir. Marx’ın sözünü akılda tutarak: dünyada “saf” bir sosyalizm yoktur ve olmamıştır – bu mümkün değildir. Bu, yapım aşamasında olan bir projedir ve ilk adım kapitalizmin zincirlerinden -ABD hegemonyasından- kurtulmaktır.
Çin, Küresel Güney devletleri arasında hegemonya karşıtı bir hareket oluşturmaya çalışıyor. Çin Halk Cumhuriyeti 1949 yılında ilan edildiğinde, “Yeni Demokrasi” stratejisini benimsedi. Mao’ya göre ilk adım, uluslararası burjuvaziye karşı hareket etmek, ulusal Çin sermayesinin yardımıyla kalkınmanın önünü açmak ve bu yolla “emperyalizme darbe vurmak” ve bu yolla “sosyalizmin önünü açmak”tı. Çin’in bugünkü mevcut stratejisini de küresel düzeyde oynanan bir “Yeni Demokrasi” stratejisi olarak görebiliriz. Çin’deki 1950’lerdeki ulusal burjuvazi gibi, Hindistan’daki Modi ya da Suudi Kralı Selman da güvenilmez olabilir ve ABD’nin etkisi altında kalabilir, ancak bu ülkeler ABD hegemonyasını zayıflatmaya ve gelecekteki sosyalist ilerlemeye zemin hazırlamak için Küresel Güney’deki üretici güçleri geliştirmeye yardımcı olacak olası müttefikler olarak görülmelidirler.
ABD hegemonyasının gerilemesi sosyalist bir geçişin ilerletilmesine Hizmet Ediyor
Mevcut aşamada, ABD hegemonyasının gerilemesi sosyalist bir geçişin ilerletilmesi için bir koşuldur. NATO’nun Ukrayna’yı kendi alanına dahil etme niyetinin yenilgiye uğratılması buna katkıda bulunacaktır. Gazze’deki savaş ve ABD’nin İsrail yerleşimci devleti aracılığıyla Orta Doğu üzerindeki kontrolünü sürdürme çabası, Küresel Güney’in gözünde Batı değerlerinin güvenilirliğini daha da zayıflatmıştır.
1960’lı yıllarda olduğu gibi, hegemonyasını sürdürmeye çalışan Kuzey ile Küresel Güney arasındaki bu çelişkiler, sosyalizm için mücadele eden hareketler ve ülkeler için yeni bir alan yaratabilir. Küresel Güney’deki üretici güçlerin gelişimi, Küresel Güney’deki ülkeleri sosyalist hedeflere ulaşmak için altmışlı yıllara kıyasla çok daha iyi bir konuma getirmiştir.
Çok kutuplu bir dünya sisteminin desteklenmesi, BRICS ülkeleri içindeki gerici eğilimlerin eleştirilmesinden kaçınılması anlamına gelmemektedir. Aksine, herhangi bir BRICS ülkesinde baskı ve sömürüye karşı verilen mücadeleyi desteklemeliyiz, çünkü yeni bir sosyalist dünya düzeni için geniş halk desteği, bu düzenin başarısı için vazgeçilmez bir koşuldur.
Çinli köylü ve işçileri sınıf mücadelelerinde desteklemeliyiz, onların Foxconn gibi ulusal ya da ulusötesi kapitalist unsurlardan kurtulmak anlamına gelen sosyalizme doğru ilerlemeleri için desteklemeliyiz. Neoliberalizme 40 yıllık “açılım” Çin toplumu üzerinde olumsuz anlamda etkili olmuştur, fakat sosyalist değerlerin ve normların değişmesi zaman alacaktır. Ancak aynı zamanda ABD liderliğindeki saldırganlığa karşı “Çine özgü sosyalizmi” de savunmak zorundayız. Nasıl ki Sovyetler Birliği emperyalizmi dengeleyerek sömürgecilik sisteminin yıkılmasını mümkün kıldıysa, Çin de ABD’yi dengeleyerek küresel çapta anti-emperyalist mücadeleyi güçlendirdi. Kapitalizmin kaotik bir uçuruma doğru çöküşünü önlemek için güçlü bir Çin, dünyanın sosyalizme dönüşüm açısından belirleyici bir öneme sahip olacaktır.
ABD hala baş çelişkinin baskın yönüdür, ancak Güney saldırıdadır ve merkezi kuşatmaktadır. Altmışlı yıllarda Üçüncü Dünya’nın dönüştürücü gücü “devrimci ruha” dayanıyordu – ekonomik kalkınma üzerinde ideolojik hakimiyet kurma girişimine – dayanıyordu, Küresel Güney’in bugünkü mevcut dönüştürücü gücü ise ekonomik gücüne dayanmaktadır.
Peki, burada ne yapılması gerekiyor?
Dolayısıyla, dünyanın ekolojik iklim krizinin kaynağı “İmparatorluk yaşam tarzımız” olduğundan dolayı ve devletler “oyunun sonunu” felakete dönüştürebilecek kitle imha araçlarına sahip olduğundan, dünyanın bizim bölgemizde Avrupa’da devrimci değişim gereklidir.
Yine de dünya çapında dönüşüm süreci, sömürü ve baskının en yoğun olduğu, çevresel-ekolojik yıkımın en büyük olduğu ve dolayısıyla sistem karşıtı hareketlerin en güçlü olduğu Küresel Güney’de başlayacaktır. Küresel Kuzey’deki bizler, bu ilk aşamada itici güç olmayacağız. Ancak, Küresel Güney’deki proletaryanın dünyanın bizim bölgemizde devrimci bir durum yaratmasını bekleyen pasif seyirciler olmamalıyız. Kuzey’in emperyalizm için güvenli bir “hinterland” olmasına engel olmalıyız. Bu da sağcı milliyetçiliğe, ırkçılığa ve en önemlisi emperyalist askeri müdahalelere karşı mücadele etmek anlamına gelmektedir.
Küresel Güney’de sınıf, ırk ve toplumsal cinsiyet açısından eşitlik için verilen halk mücadelelerini desteklemeliyiz; bu da sosyalist hareketleri desteklemek anlamına gelmektedir. Sadece sözlerle değil, eylemlerle ve maddi araçlarla da. Mümkün olduğu ölçüde, küresel üretim zincirleri boyunca, iklim ve savaş karşıtı hareketlerde uluslararası işçi mücadelesini teşvik etmeliyiz. Mücadelede kullanılacak özel yollar ve araçlar, örgütün türüne, özel siyasi duruma ve yere bağlıdır. Mücadele biçimleri Kitle hareketlerinden eylem gruplarına, parlamento çalışmalarından sivil itaatsizliğe ve silahlı mücadeleye kadar uzanacaktır.
Kuzeydeki anti-emperyalistler bir azınlık, ama önemli bir azınlık olacaktır. Bizler Ulusal hainler olarak görüleceğiz – ama bu sınıf haini olmaktan daha iyidir. Siyasi çalışmalarımızda bazen önemsiz olduğumuzu ve çok az şey yaptığımızı düşünüyoruz. Ancak, “küçük” mücadeleler diye bir şey yoktur. Bazen “büyük” değişiklikleri zorlamak için bir araya gelen ayrı eylem ve müdahale türleri vardır. Kapitalist sistemin dengesi bozulmuştur. Küçük bir eylem, çığ gibi büyüyen olaylara yol açabilir. Tıpkı bir kelebeğin kanat çırpışının fırtına yaratabilmesi gibi.
Oyunun sonu dramatik ve tehlikeli olacaktır. Devrimin bir “çay partisi” olmadığını aklımızdan çıkarmamalıyız. Kapitalizm öylece yere serilmeyecektir. Mücadelemiz sözden öteye geçerse, bunun önemli sonuçları olacaktır. Hem kişisel hem de kurumsal düzeyde bunu planlamalı ve buna hazırlıklı olmalıyız. Bugün bir pratiğimiz var ve nereye gittiğimizi biliyoruz. Odaklanmamız gereken orta vadedir. Önümüzdeki 2 ila 5 yıl içinde küresel mücadele nasıl gelişecek? Stratejimiz ne olmalı? Ben ve örgütüm, geçişin nesnel ve öznel güçlerinin analizine nasıl dahil olabiliriz? Ne tür bir destek sağlayabiliriz?
Hayatın anlamı
Sosyalizme yönelik bugünkü mevcut güvensizlik, büyük ölçüde Sovyetler Birliği, Çin, Sosyalist Almanya, Küba, Venezüella ve adını siz koyun, sosyalizm deneyiminin yarattığı hayal kırıklığından kaynaklanmaktadır. Ancak bu sosyalizm değildi ve sosyalizm değildir. Bu, düşman kuşatması ve baskın kapitalizm denizi içinde sosyalizmi inşa etme çabalarıydı. Son iki yüzyılda sosyalizmi inşa etme girişimleri, bir başarısızlıktan yerine uzun bir geçiş sürecinin parçası olarak görülmelidir. Kapitalizmi değiştirerek sosyalizme geçiş sürecinin ilerlemesine katkıda bulunan girişimler olarak görülmeli, aynı zamanda sosyalizmi inşa etmek için bir öğrenme süreci olarak görülmeli.
Aralarında Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in de bulunduğu milyonlarca komünist ve sosyalistin son iki yüz yıldır verdiği mücadele boşa gitmemiştir. Onlar bu sürece katkıda bulundular. Ve bu sürecin bir parçası olmak – dönüşüm mekanizmasındaki küçük bir dişli çark – ve onu doğru yönde biraz itmek, bana göre “hayatın anlamıdır”. Bu hayat anlamı bir dine ya da ölümden sonra yaşama olan inanca değil, tarihsel materyalizme ve ölümden önceki yaşamın anlamına dayanır – gelecek nesillere daha eşit ve doğayla uyumlu bir dünya bırakmak. Bu, önümüzdeki yıllardaki acil görevimizdir.
