Yang Feng: Feminizmin Üçüncü Dalgası ve Post-modern Feminizm: Post-modern Feminizmin Pratik Mücadelede Üstün Yanları
Yazar: Çin Kadın Üniversitesi, Kadının Güçlendirilmesi Fakültesi Dekanı, Pekin
Yazı için Canut Yayınevi’ne teşekkür ederiz

Giriş
Üçüncü dalga feminist harekete, Batı’da hızla yaygınlaşan post-modern düşünceler damgasını vurmuştur ve 1980’li ve 1990’lı yıllar boyunca oluşan üçüncü dalga uluslararası feminist akımda post-modern feminizmin etkili olduğu bir dönem olmuştur.
Burada iki kavramı; post-modern feminizm ile post-feminizmi birbirinden ayırt etmemiz gerekiyor. Bunlar birbirlerinden oldukça farklı olan iki kavramdır. Post-feminizm, teorik alanda, birçok farklı düşünce eğilimini içinde taşıyan daha kapsamlı bir terimdir ve farklı bir varoluş biçimi göstermektedir. Varoluşçu-feminizm, post-modern feminizm ve psikanalizci-feminizm türlerinin hepsi de post-feminizm kategorisine dâhil edilebilir.[1] Post-feminizm, ağırlıklı olarak post-yapısalcılık, post-modernizm, post-sömürgeci teoriler, psikanalizci teoriler ve 20. yüzyılda geçerli olan diğer bazı önemli fikir akımlarından etkilenmiştir. Post-feminizm, bir yandan, feminist akımın kavramlarını zenginleştirmeye çalışmış ve kadının çağdaş toplum içindeki yeri, kadının psikolojik ve cinsel kimliği üzerinde araştırmalar yürütmüş, diğer yandan, yapı-bozumu yöntemi ile ataerkil söylemi aşmak için yoğun çabalar göstermiştir. Post-feminizm ile karşılaştırdığımızda, post-modern feminizmin göreli olarak daha dar bir alanı kapsadığını söyleyebiliriz. Post-modern feminizm, esas olarak, 1980’li ve 1990’lı yıllarda yaygınlaşan post-modern düşüncelerin ve Fransa’da etkili olmuş olan post-yapısalcı düşüncelerin etkisinde gelişen ve şekillenen yeni-feminist teorileri ve yeni feminist düşünceleri kapsamaktadır.
Bölüm I – Post-Modern Feminizmin Temel Özellikleri
Post-modern feminizm, geleneksel feminist hareketin asıl temelini oluşturan fikirlere dayanmakla birlikte, diğer bir yandan da post-modern düşünürlerin yani – Fransız büyük düşünür Foucault, psikanalist Lacan ve yapıbozumcu Derrida’nın – fikirlerini de içeriğine dâhil etmiş ve bunları kendi yapısı içinde harmanlanmaya çalışmıştır.
Post-modern feminizm, kadınlar ve cinsiyet eşitsizliği ve cinsiyet hiyerarşisi sorunu üzerine yeni bakış açıları getirmiş ve kadının özgürleşmesi sorunsalına yeni açılımlar katmıştır. Post-modern feminist teorilerin oluştuğu tarihsel arka plan, Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’da kapitalizme doğru sarsıcı değişimlerin gerçekleşmiş olduğu ve dünya sosyalist akımında önemli bir başarısızlığın açıkça ortaya çıktığı bir dönemdir. Bu olayın ardından ortaya çıkan koşullarda dünyadaki iki kutuplu politik ve askeri bloklaşma ortadan kalkmış, uluslararası sosyalist politik hareketin gelişme ivmesi en düşük seviyelere inmişti. İşte bu koşullarda post-modern feminist teoriler oldukça etkili olmaya başlamıştır.
Post-modern feminizmin öne çıkan özelliği mevcut daha öneki feminist teorileri gözden geçirmeye yönelip, onları eleştiriye tabi tutması, hatta bu eleştirileri belirli bir derecede radikalleştirmesidir. Böylece post-modern feminist teoriler, 1990’ların genel ortamı içinde ve günümüze kadar yansıyan oldukça önemli etkiler yapmıştır, bu bakımdan feministlerin bu akımı ve etkilerini tartışması büyük önem taşımaktadır. Post-modern feminizm ve post-Marksizm her ikisi de 1980’li yıllarda etkili olan post-modern teorilerin etkisi altında yükselen düşünce akımları olmuştur. Bunlar arasında, birçok teorik bağlantılar ve benzer teorik özellikler ve yöntem benzerlikleri görülebilmektedir. Makalemizin ilerdeki bölümlerinde bu ilişkiler üzerinde duracağız.
Post-Marksizm
Post-Marksizm, bir yandan Marksizm’in eleştirici manevi mirasına yaslanan, diğer yandan da post-modernizm, post-yapısalcılık, feminizm ve diğer çağdaş teorilerden yararlanarak bunları Marksizm ile harmanlamaya çalışan, Marksizm’i yapıbozumuna tabi tutmayı ve onu aşmayı amaçlayan bir akım olarak nitelenmektedir.
Üzerinde durmamız gereken diğer bir olgu, post-modern feminizmin de post-Marksist teorilerin oluşmasına ve zenginleşmesine önemli katkılarda bulunmuş olduğu gerçeğidir. Bu yüzden, bu iki teori arasındaki ilişkiler üzerinde de durmamız yerinde olacaktır. Post-modernizm ve post-Marksizm her ikisi de güçlü bir eleştirici ve isyancı ruha sahiptir. Sahip oldukları bu özellik bu akımları daha çok akademide ve aydın çevrelerde cazip bir alternatif haline getirmiştir. Çin’de ise bu akımlar üzerine sistemli araştırmalar ancak 1980’li yılların sonunda oldukça geç olarak başlamıştır. Post-modernizmden esinlenerek ortaya çıkmış olan post-modern feminist akım, gelişim süreci içerisinde klasik Marksizm ile de etkileşim içinde olmuştur, çıkışından itibaren onunla rekabet içinde olmuş ve Marksist tarihsel materyalizme şiddetli eleştiriler de yapmıştır.
Ancak genel olarak Marksizm ile ilgili olarak öne sürdüğü görüşlerin bütünsel bir değerlendirmeden yoksun, tek taraflı okumalara dayandığı da bir gerçektir. Bu akımın Marksizm’in kadının ve insanın özgürleşmesi üzerine teorilerini dikkatle incelemediğini de söyleyebilirim.
Bundan dolayı, post-modern feminizm ile Marksizm arasındaki ilişkileri ve tartışmaları da ele almamız uygun olacaktır. Bununla birlikte, post-modern feminizmin diğer feminist teorilerle karşılaştırıldığında – pratikte kadınların özgürleşme mücadelesine ışık tutabilecek özgün bazı teorik ve pratik avantajlara sahip olduğunu kabul etmemiz gerçekçi bir tutum olacaktır.
TAMAMINI OKUMAK İÇİN İNDİRİNİZ
[1] Sophia Phoca and Rebecca Wright: Post-feminizm, çev. Wang Li, Beijing, Culture and Art Publishing House, 2003.
