Kürtler: Büyük Güçler ve Ortadoğu’nun Kürt Sorunu: ABD, Rusya, Avrupa, Çin, Araplar, Israil, Türkiye
Nisan 2014
Prof. Tang Zhichao, Ortadoğu Araştırmaları Uzmanı
Bu parça yazarın “A New Approach to Contemporary Kurdish Issue From the Chinese Perspective” kitabından alınmıştır.
Orta Doğu’da eski bir deyiş vardır; derler ki, Kürtlerin dostu yoktur. Bu söz bile Kürtlerin ne kadar yalnız ve talihsiz olduğunu ve hem Kürt coğrafyasında hem dünyada ne kadar zor koşullar altında yaşadıklarını ispatlamaya yeter. Kürt sorunu, Batı sömürgeciliğinin ve büyük dünya güçlerin zalim politikalarının bir sonucudur.
Kürt sorunu, olumlu bir yönde çözülmek yerine, uluslararası bir boyut kazanmış ve daha da karmaşıklaşmıştır. Bu durumun, dış güçlerin müdahaleleri ve sorunlu yaklaşımları ile yakından bağlantılı olduğunu söyleyebilirim. Kürtler, tarih boyunca büyük güçlerin politikalarının kurbanı oldular. Kürtler emperyalist sömürgeciliğin, hegemonyacılığın ve sorunları güç ve şiddet kullanma yoluyla çözmeye dayalı politikalarının bir aracı ve aynı zamanda Ortadoğu sorunlarına dışarıdan müdahale eden büyük güçlerin önemli bir satranç ve piyon taşı olma konumuna düşürülmek istenmiştir.
Büyük dış güçlerin Kürt sorunuyla ilgilenmeleri tamamen kendi bencil çıkarları doğrultusunda olmuştur. Kürt sorunundaki bütün kötülüklerin başlamasında İngiliz ve ABD’li sömürgeciler etkili oldu. Kürt sorununun bugünkü durumunu en fazla etkileyebilecek güç ABD’dir. ABD, başlattığı Irak savaşı ile birlikte Kürtlerin kaderini doğrudan doğruya etkilemiş Kürtlere yeni bir tarihi şans ve fırsatlar potansiyeli sağlamıştır. Sovyetler Birliği, Soğuk Savaş döneminde Kürt sorununda önemli bir etken olmakla beraber Soğuk Savaş sonunda dağılmıştır. Yahudiler (İsrail) ile Kürtler, Orta Doğu’da benzer bir tarihi ve kaderi paylaşmakta ve bu yüzden de İsrail hükümeti Kürtleri bu coğrafyada muhtemel bir müttefik olarak görmektedir. Çin, Kürt sorunu üzerinde pek etkisi olmayan ikincil bir etkendir fakat bugün Çin ile çeşitli Kürt tarafları arasındaki dostane ilişkiler gelişmektedir.
6.1 Amerika Birleşik Devleti ve Kürt Sorunu
ABD , Kürt sorununu etkileyen dış etkenlerin başında gelen kilit bir aktördür. ABD’nin Kürt sorunu üzerindeki bu etkisi gün geçtikçe artmaktadır. İkinci Dünya Savaşı öncesinde Kürt sorununu etkileyen esas dış faktör Avrupa’ydı. Soğuk Savaş döneminde ise Avrupalı büyük güçler yerini Sovyetler Birliği’ne bıraktı ve Soğuk Savaş sonrası dönemde de asli güç ABD oldu. ABD tarafından başlatılan, iki Körfez Savaşı (Irak işgali dahil), Kürt ulusal hareketinin tarihsel gelişim sürecini önemli bir şekilde değiştirmiş ve ABD’nin bu coğrafyada etkisi zirveye çıkmıştır.
ABD’nin Kürt sorunuyla ilgili tavrını üç dönem içinde incelemek mümkündür. Birinci dönem, (1914-1945) Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasını kapsayan ve ABD’nin Kürt sorununa müdâhil olmaya başladığı dönemdir. ABD, Kürt devletinin kurulması fikrini aktif olarak desteklemiş olmasına rağmen, söz konusu dönemde çıkan bazı engeller yüzünden vazgeçmiş ve çıkarları nedeniyle desteğini geri çekmiştir. Bu tutum, dönemin başkanı Woodrow Wilson’ın adıyla anılan “on dört ilke” (1918) ile kendisini ifade etmiştir, bu on dört ilkenin on ikisi savaşı kaybeden Osmanlı İmparatorluğu’nun bünyesindeki milletlerin kendi kaderlerini tayin edebilme haklarıyla ilgidir. İkinci dönem (1945-1990), faydacılık–—dış politikada adalet ve etiğin büyük devlet çıkarlarına tabi kılındığı—- politikalarının en yoğun olarak hissedildiği Soğuk Savaş dönemidir.
ABD, bir yandan İsrail’e karşı Doğu ve Batı cephesinden gelen tehditlere yanıt vermek, diğer yandan Sovyetler Birliği ile giriştiği büyük rekabetin gereklerinden yola çıkarak Kürt sorununa yakından ilgi duymaya başlamıştır. Fakat bu ilgisi Kürt ulusunun yararı için değil, sadece ABD’nin çıkarları doğrultusunda olmuştur. Bu politika, “Kürdistan” teriminin ABD tarafından ortaya atılması ile kendisini ifade etmiştir. ABD bu dönemde bölgede İran’ı CENTO aracılığı ile desteklemiş, Mahabad Kürt Cumhuriyeti’ni bastırmış, başlangıçta destek verdiği Irak Kürtlerini, daha sonra açıkta bırakarak ihanet etmiştir. Üçüncü dönem (1991’den şimdiye değin), ABD’nin Kürt sorununa olan ilgisinin zirve yaptığı Soğuk Savaş sonrası dönemdir. ABD bu dönemde Irak’a karşı iki kez savaş açmış ve Irak Kürtlerinin önünü açan bir politika izlemiştir. Bu politika bir yandan Kürtlerin özerkliğinin gerçekleşmesinin zeminini hazırlamış ve Kürt ulusal hareketinin yükselişini sağlamış, öte yandan dünyanın hakimi konumunu korumak için ABD, dünyanın demokrasi havarisi pozuna bürünmüş, bu doğrultuda tüm dünya ölçeğinde demokrasi ve insan hakları propagandasına girişmiş, bu çerçevede Kürtlerin özgürlük ve insan hakları sorununa daha fazla ilgi göstermiştir. Buna karşın nesnel olarak ele alındığında ABD’nin, Kürtlerin insan haklarını ve ulusal haklarını belli bir derecede—koruduğunu da kabul etmek gerekir.
ABD, Birinci Dünya Savaşı boyunca Kürt sorununa ilk dâhil olan ülkedir. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Avrupalı ülkelerin Osmanlı topraklarını paylaşma planlarına karşı ABD başkanı Wilson İlkeleri olarak bilinen “on dört ilke” Başkan Wilson tarafından önerilmiştir. Bu teklif, diplomatik kanalların açılması, gizli anlaşmaların yasaklanması ve sömürge meselelerinin adil bir şekilde nihayete kavuşturulmasını içerir. Yine bu anlaşmaya göre egemenlik de dâhil olmak üzere yönetimle ilgili alınacak tüm kararlarda bölgede yaşayan yerel halkların haklarına ve meşru kabul gören sömürge hükümetlerinin kazanılmış haklarına riayet edilmesi, Osmanlı topraklarında yaşayan Türklerin varlıklarının kabulü ve diğer halkların “özerkliklerinin” kabul edilmesi gerekliliği belirtilmiş ve uluslararası bir ittifakın gerekliliği savunulmuştur. Başkan Wilson’ın ideallerine göre Kürtlerin bağımsızlığını kazanması gerekiyordu. Yine, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları içinde kalan alanlarda başka halkların bu bağımsızlık hakkından yararlanıp yararlanamayacaklarını ya da uluslararası bir vesayet sisteminin gerekip gerekmeyeceğini inceleyecek uluslararası bir komisyonun kurulması fikri ilk kez ABD tarafından teklif edildi. Fakat ABD’nin savaş sonrasında aldığı pozisyonla, Osmanlı İmparatorluğu’nu paylaşma kararı alan Britanya ve Fransa’nın konumu arasında ciddi bir fark vardı ve haliyle ABD, Fransa ve Britanya’dan beklediği desteği alamadı. Bu yüzden de bölgede yapılması teklif edilen bu inceleme sürekli olarak ertelendi. Sonunda ABD, komisyonu kendi başına kurma kararı aldı. Başkan Wilson, uluslararası komitenin kurulması için Oberlin Üniversitesi Rektörü Henry Churchill King’i ve Demokrat Parti’nin önemli şahsiyetlerinden Charles R. Crane’i görevlendirdi, böylece King-Crane Komisyonu kuruldu. 1919 yılında King-Crane Komisyonu, Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarında yaşayan ve Türk olmayan ulusların araştırılması ve bu halkların kaderlerinin tayinin belirlenmesi için politikalar üretmeye koyuldu. Komisyon bu amacı gerçekleştirebilmek için Filistin, Suriye, Lübnan ve Anadolu’da sayımlar yaptı fakat Britanya’nın engellemeleri yüzünden bu çalışmaları sekteye uğradı. King-Crane Komisyonu’nun hazırladığı raporun, uluslararası alanda ilan edilmesinden önce 1920 yılındaki Paris Barış Konferansı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun bölünmesini öngören Sevr Antlaşması yürürlüğe kondu. 1922 yılına kadar Komisyon raporlar sunmaya devam etti. Bu raporlardan çıkan sonuca göre; Orta Doğu halkları henüz bağımsız olmaya muktedir değildi. Öte yandan, bu coğrafyayı sadece bir sömürge devletinin yönetebilmesi de mümkün değildi. Dolayısıyla ABD’nin bu bölgeyi işgal etmesi gerekmekteydi çünkü güvenilebilir tek ülke ABD’ydi. ABD himayesi altında bölge halklarının daha bağımsız olması sağlanabilirdi. King-Crane Komisyonu Raporu’nda, başkenti İstanbul olmak üzere sadece Ermenilerin, Kürtlerin ve başkenti İstanbul olmak üzere Türklerin devlet kurması gerekliliğinden bahsedildi. Sevr Antlaşması’na göre Wilson İlkeleri dâhilinde Kürtlerin belli bir coğrafyada belli şartlar altında bağımsızlığına izin verilmekle birlikte bu ilkelerin çoğunu Fransa ve Britanya kabul etmedi. Bu dönemde ABD’de tekrar başlayan kabuğuna çekilme (isolation) politikasının da etkisiyle Versay Antlaşması ABD Kongresi’nden geçmedi. Ayrıca, Türkiye’de Mustafa Kemal tarafından başlatılan Kurtuluş Mücadelesi’nin de başarıya ulaşmasıyla birlikte Britanya, Fransa, İtalya ve diğer ülkeler Kürtlere destek sözlerini yerine getirmedi. ABD’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kürt sorununa aktif bir şekilde müdahil olduğunu, milletlerin kendi kaderlerini tayin edebilme hakkına göre Kürdistan’ın kurulmasını desteklediğini söylemek mümkündür. Bu da bize ABD’nin, Avrupalı devletlerin gizli saklı yaptıkları anlaşmalardan ve yeni bir dünya düzeni kurma hayallerinden hoşnut olmadığını göstermektedir. Ayrıca, bu durum Wilson’ın sömürge karşıtı düşüncelerini yansıtmaktadır. Gelgelelim, ABD Kürt sorununa ilk olarak el attığında başarısız olmuştur. İkinci Dünya Savaşının sonuna kadar Kürt sorununa uzak kalmış ve “Kürtlere asgari destek ve azami fırsatçılık politikasını” benimsemiştir.
Soğuk Savaş dönemi boyunca ABD, Kürdistan’a olan ilgisini artırdı ve bu bölgeyi daha yakından izlemeye başladı. Çünkü bu bölge, ABD’nin Orta Doğu’daki stratejisi için önemli bir konumdaydı. Bu dönemde, ABD’nin Kürt sorununa bakışının iki temel özelliğinden bahsetmek mümkün. İlk olarak ABD’nin, silahlı Kürt ulusal mücadelesine sıcak bakmadığını belirtmek gerekir. Böyle bir tavrın gelişmesinde birçok etken vardır. Bu etkenler arasında, Sovyet Birliğinin bölgedeki ulusal mücadeleleri desteklemesi ve Kürt ulusal mücadelesini aktif bir şekilde yürüten partilerin Soğuk Savaş döneminde Marxist-Leninist bir politika izlemesi ABD politikalarını ana belirleyenidir. Sovyetler Birliği dış siyasette sosyalist mücadeleyi savunurken, emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı politikalar üretmektedir, ne var ki Kürt sorununun yoğun bir şekilde yaşandığı ülkelerin çoğu aynı dönemde Batı ile ittifak halinde olan ülkelerdir. Örneğin NATO üyesi Türkiye (Körfez bölgesinin ‘polisi’) ve İran’daki Pehlevi Rejimi. Soğuk Savaş dönemi koşullarında ABD, bölgedeki devletlerin Kürt politikalarını yargılamaktan kaçınır.
ABD’nin Kürt sorununa yaklaşımındaki ikinci temel özellik ise, Kürdistan’ın ABD’nin amaçlarına hizmet edecek şekilde kullanılması stratejisidir. Bunun en tipik örneği ise Irak’tır. 1970’lerin başlarında, Irak’taki Baas Rejimi Sovyetlere yakınlaşmış, bu yönde bir konum almaya başlamış ve Batı’dan uzaklaşmıştır, ABD karşı hamle olarak İran ile yakınlaşarak hükümet karşıtı olan KDP’yi (Kürdistan Demokrat Partisi) desteklemiştir.
1975’te Mısır ile İsrail arasındaki müzakerelerde Irak’ın desteğine ihtiyaç duyulmuştur. Cezayir Antlaşması’nın imzalanmasıyla birlikte ABD’nin Irak KDP’sine verdiği destek sona erer, desteğin son bulmasıyla birlikte KDP büyük bir başarısızlıkla yüzleşmek zorunda kalır, partinin lideri Molla Mustafa Barzani, ABD’deki sürgün hayatında depresyona girmiş ve yine ABD’de hayatını kaybetmiştir. CIA’in gözetiminin Mustafa Barzani’nin depresyona girip hayatını kaybetmesinde etkisi olmuştur.
ABD’nin Irak Kürdistan Demokrat Partisi’ni ve Kürtleri desteklemesinin altında birden çok sebep bulunmaktadır; ABD, müttefiki olan İran’ı Irak’a karşı desteklemek ve Irak’ı zayıflatmak istiyordu. Irak o sırada İran’ın düşmanıydı ve Soğuk Savaş döneminde Batı’ya karşı Sovyetler Birliği’yle birlikte hareket etmekteydi. İsrail’e karşı düşmanca tavır sergiliyordu. ABD aynı zamanda Irak Kürtlerini destekleyerek İsrail üzerindeki Irak baskını azaltmak istiyordu. Daha sonra ABD, Irak Kürtlerine verdiği desteği geri çektiğinde Kissenger şu açıklamayı yapmıştı; “ABD, Sovyetler Birliği’nin sınırlarına çok yakın olan Kürdistan dağlarında Sovyetler Birliği’ne karşı yeni bir cephe açmak istememiştir.” Ayrıca, Irak Kürtlerine verdikleri desteği geri çektiğinde ABD’nin, İranlı müttefiki Pehlevi’yi ikna etmesi hiç de kolay olmamıştı.[1] O dönemde CIA başkanlığını yürüten William Colby[2], anılarını anlattığı kitabı Onurlu Bir Adam: CIAdeki Hayatım’da, Başkan Ford’un görevden neden uzaklaştırıldığından bahsederken, CIA’in Iraklı Kürtlere gizliden yardımlarda bulunduğunu ve fakat başarısızlıkla sonuçlanan bu teşebbüsün basına sızdığını itiraf eder. Yine bu kitapta Colby, Kürtlerin, uzun bir süre boyunca, ayrım yapmadan, yardım alabilecekleri herhangi bir güce yanaştıklarından ve daima kendi çıkarlarını öne çıkarmaya çalıştıklarından söz etmiştir. Irak ile Sovyetlerin sıkı ilişkilerinden rahatsızlık duyan İran ve ABD, bölgede komünistlerin güçlenmesinden de korkmuştur. İran Şahı Pehlevi, Başkan Nixon’dan Irak’taki Kürtlerin özerklik mücadelesinin ABD tarafından desteklenmesini istediği konuşmasında “Böylece ABD’nin İran ile birlikte bölgede komünizmin yayılmasına karşı olduğunu kuvvetli bir şekilde göstermiş olacağını” vurgulamıştır. CIA, Kürtlere el altından çok gizil bir biçimde yardım etmeyi teklif emiştir. Colby, bunun, planın sadece “küçük bir kısmı” olduğunu vurgulamıştır. Colby ayrıca, 1975 yılının Mart ayında çatışmalar yoğunlaşıp isyancı Kürtler büyük darbeler almaya başladığında İran Şahının Kürtleri destekleme politikasından vazgeçtiğini, buna sebep olarak da “Irak hükümetinin çatışmalarda üstünlük sağlamaya başlamasını gösterdiğini” yazmıştı. Bu yenilgi günlerinde bölgedeki CIA ajanlarının merkeze gönderdikleri gizli mesajlarının içeriklerinde de bazı değişimler olmuş, ajanlar artık “gizli silah ve mühimmat yardımı” yerine “kitleler halinde yerlerini terk edip göç etmek zorunda bırakılan Kürtlere ve sürgüne gönderilen Kürt muhaliflere yardım” konularını öne çıkarmaya başlamışlardır. Tahran’daki CIA şefi, 10 Mart 1975’te Colby’e gönderdiği telgrafta İran’ın Kürtlere yardımı kesmesinin Kürtlerin politik inanç ve ideallerini yok etmenin ötesinde milyonlarca Kürdün hayatını tehlikeye atmaya başladığını ve ABD’nin hâlihazırdaki müdahalesinin ahlaki olmadığını belirtmiştir[3]. Molla Mustafa Barzani de Kissenger’a yardım isteyen bir telgraf göndermiş fakat Ford hükümeti bu telgrafa bir yanıt vermemiştir[4]. Colby, Kissenger’e bu telgraf hakkında soru yöneltmesine karşın Kissenger onu “gizli görev ile ahlaki ödevi birbiriyle karıştırmak” ile eleştirmiştir. Daha sonraları, ABD’nin oluşturduğu King-Crane komisyonunun raporunda Kissinger, Şah Pehlevi’nin Irak’a yaptığı tekliften haberdar olduğunu kaydetmiştir. İran Şahı, Irak’ın sınır sorunlarında uzlaşmayı kabul etmesi halinde—en kısa zamanda—Kürtlere verdiği desteği durduracağını vaat etmiştir.[5] Bu raporun önemli sonuçlarından biri de Kürtlerin hem ABD hem de İran için bir satranç taşından ibaret olduğudur.[6] Irak ile İran’ın birbirlerine karşı uzun bir savaş sürdürdüğü (1980-1988) dönem öncesinde İran, ABD yanlısı bir devlet iken, 1979’deki İslam devrimi sonrasında ABD karşıtı bir İslam devleti haline dönüşmüştü. Bu nedenle İran’ı baskılama politikası ABD’nin Orta Doğu’daki temel politikası haline gelmiş ve ABD bu politika gereği Irak’ı yanına çekme stratejileri geliştirmiştir. ABD bu kez İran’ın eski müttefiki olan Irak KDP’sine karşı Irak hükümetini desteklemeye başlamış, Kürtleri “sorun çıkaran” ve “İran ile Suriye’nin emrinde çalışan” bir unsur olarak nitelemeye girişmiştir.
Şubat 1988 yılında ABD ve Irak arasında gizli silah alışverişi başladı. 1987 ile 1988 yılları arasında Irak hükümeti Kürtlere karşı 100 bin insanın canına mal olacak Enfal Operasyonu’nu düzenledi. Ayrıca, 1988’deki Halepçe Katliamı olarak anılacak olan operasyonda Irak hükümeti kimyasal silahlar kullandı. ABD hükümeti bütün bunları bilmesine rağmen hiçbir şey yapmadı. Birleşmiş Milletler’in belgelerine göre, ABD hükümeti ve CIA, Irak hükümetinin 1987 ile 1988 yılları arasında Kürtleri bastırmak için kimyasal silah kullandığını biliyordu. Reagan Hükümeti buna rağmen Irak’ı desteklemeye devam etti ve hatta Irak hükümetine kimyasal silah yapımında yardım etmeyi teklif etti. ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi üyesi Peter Galbraith, Irak Kürtleri hakkında hazırladığı raporlarda ABD yönetiminden “Saddam rejiminin Kürtleri katletmesine son vermesini” istemiştir.[7] 1988 yılında ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi, Saddam hükümetinden Kürtleri kimyasal silahlarla yok etmemesini isteyen Soykırımı Durdurma Yasası’nı senatodan geçirdi ama Reagan hükümetinin müdahalesiyle bu yasanın yaptırımı olmadı. Türkiye’de ise ABD tarafından terörist örgütler listesine alınan PKK’ye ABD’nin operasyon düzenlemesinin önü açılmıştı.
Başkan Wilson’ın Kürt sorununa bakış açısı daha idealisttir. ABD’nin Soğuk Savaş dönemindeki bakış açısı ise Sovyetler ile olan mücadele ve Orta Doğu’da büyük bir güç olma stratejisiyle daha realist ve çıkar eksenli bir politikaya dayanmaktadır. 1989 yılında Kürtlerin insan haklarını savunmak, ABD Hükümeti’nin Kürt sorunuyla ilgilenmesini sağlamak ve ayrıca özgür Kürdistan’ın kurulmasında barışçıl yollar bulmak için Kürt Ulusal Konseyi (KUK) kuruldu ama pek etkili olmadı.
1991 yılında Sovyetlerin yıkılmasıyla birlikte Soğuk Savaş sonrası dönem başladı. ABD bu dönemde Orta Doğu’da tam hâkimiyet kurmuş ve Kürt sorunuyla daha yakından ilgilenmeye, enerjisini ve kaynaklarını bu mesele etrafında yoğun bir şekilde sarf etmeye başlamıştır. Irak’taki Kürt politikaları bunun en klasik örneğidir. George H. W. Bush[8] döneminde ABD kendi çıkarlarına uygun bir yeni dünya düzenini kurabilmek için elinden geleni yapmıştır. O dönemde Saddam’a karşı Körfez Savaşı’nı başlatmış, fakat Saddam rejimini devirmemiştir. ABD Kürtlerin Saddam’a karşı isyan hareketleriyle karşı karşıya gelmiş, her ne kadar istemese de uluslararası kamuoyunun zoruyla Güvenli Bölge yaratmak zorunda kalmıştır. Bu da Kürtleri bir nebze de olsa rahatlatmıştır. Güvenli Bölge kurulduktan sonra ABD, ordusunu geri çekmiştir.
Her ne kadar Başkan Bush Kürtleri desteklemek istemese de ABD’nin Körfez Savaşı’nı kazanabilmek için yaptıkları ve Güvenli Bölge oluşturmaları bölgedeki Kürtlerin durumunu iyileştirmiştir. Ocak 1993’te Bill Clinton[9], yeni başkan seçilmiş ve Orta Doğu politikasını “Batı’da barış, Doğu’da tahakküm” olarak belirlemiştir. Clinton, uçuşa yasak bölgenin devamını sağlayarak bölgedeki Kürtlerin durumlarını korumalarını sağlamıştır. Clinton, Türkiye ile olan ilişkilerinden dolayı Kürtleri desteklemek istememiştir çünkü güçlenen Kürtlerin Irak’ın parçalanmasına neden olacağını ve Orta Doğu’da dengelerin değişeceğini düşünmüş ve bundan rahatsızlık duymuştur. Bununla birlikte, Clinton, dört yıl boyunca iki farklı Kürt grup arasında süren kanlı çatışmalara hakemlik yapmak zorunda kalmıştır.
George W. Bush döneminde Irak’a müdahale edici ve Kürtleri destekleyici politikaların arttığı aşikârdır. Saddam Rejimi’nin devrilmesi ve Irak’ın istikrara kavuşabilmesi için Bush yönetimi, Kürtlerin ihtiyaçlarını karşılamış ve bu durum Kürtlerin Irak’taki durumunda bir iyileşme sağlamıştır. Obama yönetiminin, Irak ve Kürtler hakkındaki politikası baba Bush ile aynıdır; Kürtlerin bölgedeki özerk yapılarının devamını sağlarken bağımsızlık taleplerini reddederler.
ABD’nin Soğuk Savaş sonrası dönemde Kürt sorunuyla ilgilenirken geliştirdiği temel birkaç stratejiden bahsetmek mümkündür. İlki, ABD’nin Soğuk Savaş döneminden sonra diplomatik politikasında demokrasi ve insan haklarının çarpıcı bir şekilde ağırlık kazanmasıdır. Özellikle 9/11 olayından sonra Orta Doğu’yu değiştirmek ABD’nin en önemli stratejisi olmuştur. Bu stratejinin gereği olarak bölgede yaşayan Kürtlerin yaşam koşullarını iyileştirmek ve temel insan haklarını uygulamak önem kazanmıştır. ABD, 1991 ve 2003 yıllarında Irak’a iki kez savaş açmıştır. Bu savaşların en önemli sebeplerinden biri de Saddam’ın halkına reva gördüğü zulümler ve özellikle de Kürtlere ve Şiilere uyguladığı baskı politikalarıdır.
1994’de Türkiye’deki Kürt milletvekilleri Leyla Zana, Hatip Dicle, Selim Sadak ve Orhan Doğan “Kürtçe yemin” nedeniyle tutuklandı. ABD’de temsilciliği yapmış olan Elizabeth Farser’de Türkiye’yi Nazi devleti olmakla ve Kürtlerin seslerini duyulmaz kılmakla suçlar. New Mexico Heights College profesörlerinden Abbas Manafy Türkiye’yi demokratik standartlara uymamakla suçlamış ve Kürtlerin kültürlerinin, dillerinin ve geleneklerinin sömürüldüğünü iddia etmiştir. Bu durum Ermenilerin, Kürtlerin ve Şiilerin kurban edildiği bir ırkçılık göstergesidir. İkinci olarak ABD, Soğuk Savaş sonrası dönemde dünyanın kralı olmuş fakat Kürtler de Sovyet desteğini yitirmişlerdir. Sol görüşlü örgütlerin gücü giderek zayıflamıştır. Bütün bunlardan dolayı Kürtler de ABD’ye yüzlerini dönmüştür. Iraklı Kürtlerin liderlerinde Talabani, geçmişteşöyle bir açıklamada bulunmuştur: “Bizim herkesin yardımına ihtiyacımız var. Bir kere savaşa dâhil olunca, ölüm tehlikesiyle yüzleşince muhtemel bütün müttefiklerle anlaşmaya varmanız gerektiğini anlarsınız. Savaş meydanı bir süpermarket değildir. Kendinize müttefik seçme lüksünüz yoktur, sadece muhtemel bütün yardımlara ulaşabilmek için mücadele vermeniz gerekmektedir”. Üçüncüsü ise, anti-terörizm ABD’nin Kürt politikasını belirlemesindeki temel unsur olmuştur. 9/11 saldırısından sonra anti-terörizm devletin resmi güvenlik stratejisi olmaya başlamış ve bütün dünyaya yayılmıştır. Terörizm, dost ile düşman ayrımının mihenk taşı haline gelir. ABD PKK’yi (1984), TAK’ı (2008) ve PJAK’ı (2008) yabancı terör örgütleri listesine dâhil eder ve tüm yaptırımların uygulanmasına karar verir. 1998 yılında ABD, Türkiye’nin PKK lideri Öcalan’ı yakalamasına yardım eder. Irak Savaşı’ndan sonra ABD, Türkiye ve Irak ile birlikte PKK’ye saldırmak için üç yönlü koordine bir mekanizma kurar. Ayrıca, Türkiye’ye askeri müdahalelerinde istihbarat paylaşımı teklifinde de bulunur. 28 Ağustos 2006 yılında ABD, General Joseph Ralston’ı PKK ile Mücadele Özel Temsilcisi olarak atamış ve Türkiye, Irak ve Irak Kürtleriyle birlikte yapılacak işbirliği projesinin başına getirmiştir. Dördüncü olarak, ABD, Saddam’ı devirmek için Irak’a karşı iki kere savaş açmıştır. Irak Kürtlerinin ezeli hayallerini, özgürleşip özerkliği gerçekleştirmeleri umudunu canlandırmıştır. Her ne kadar ABD’nin bu savaşları açmasındaki asıl sebep Kürtlere yapılan mezalimleri durdurmak olmasa da, savaşın sebepleri arasında kamuoyunda önemli bir yer kaplamıştır.
Beşincisi ABD’nin Kürtleri bölgedeki piyonlardan biri olarak görmeye devam ettiğini söylemek doğru olur. ABD’nin Kürtlere karşı devam eden değişken tavrı kendi diplomatik yaklaşımlarına hizmet etmektedir. Türkiye ile olan ittifakını devam ettirebilmek için PKK ile olan mücadeleyi desteklemiş ve PKK’yi “kötü Kürtler” olarak ilan etmiştir; diğer yandan İran hükümetine karşı mücadele içinde olan PJAK’ı destekleyerek İran Hükümetine gizliden zarar vermeye devam etmiştir. Kongre üyelerinden Dennis Kucinich ve meşhur araştırmacı gazeteci Seymour Hersh, ABD’nin PJAK’ı gizliden desteklediğini iddia etmişlerdir.[10] ABD baskılar sonucunda bu örgütü ancak 2009 yılında terör örgütleri listesine eklemiştir. Bununla birlikte Başkan Bush I991 yılındaki Körfez Savaşı’nda, Saddam’ı devirmeleri için Kürtleri desteklemiş ve Kürtlerin kendi kaderlerini çizmelerini teşvik etmiştir.[11] Kürtler ayaklanmaya başladığında ve Saddam bu ayaklanmayı bastırdığında ise ABD bu duruma seyirci kalmıştır. ABD bir yandan Saddam rejimini devirmek istememiş ve olası bir müdahalenin ülke içinde pek taraftar bulamamasından ve müdahalenin Irak’ta ve Orta Doğu’da dengeleri bozmasından endişe etmiştir. Ancak milyonlarca Kürt göçmenin yollara düşmesi ve uluslararası baskıların artması sonunda uçuşa yasak, güvenli bir bölgenin kurulmasını kabul etmiştir. İlginç olan, Kuzey Irak’ta güvenli bir bölge oluşturulması fikri ABD’den değil, mülteci akınından korkan dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı Özal tarafından teklif edilmiştir. Bu teklif Britanya Başbakanı tarafından desteklenmiş ve nihayet ABD Başkanı Bush tarafından da kabul edilmiştir. ABD bölgede kalırsa daha çok sorunla boğuşmaktan endişe ettiği için güvenli bölgeyi inşa ettikten sonra ordusunu bölgeden çekmiştir. 2003’teki Irak savaşında ABD, Saddam’ı devirmek için Kürtler ile işbirliği yapar. Kürtler ABD’ye Türkiye’nin sağlamadığı işbirliğini teklif etmiştir. Savaşın sonunda ABD, Kürtleri bölgede düzenin sağlanması için desteklemiş ve Kuzey Irak’ta federal bir yapının oluşturulmasına izin vermiştir. Çünkü onlar “iyi Kürtler” olarak seçilmişlerdir. Fakat ABD hala Kürtlerin bölgedeki bağımsızlığını sınırlandırmakta ve Kürtlerin Kerkük petrolleri konusunda taviz vermesini, Irak’ın kalıcı bir anayasayla ABD’nin kontrolünde istikrar kazanmasını ve bölünmemesini istemektedir.
2006 yılının Aralık ayında eski ABD Dışişleri Bakanı ve Cumhuriyetçi Parti üyesi James Baker ile eski senatörlerden Lee Hamilton bir rapor hazırlardı ve bu rapor Kürtlerin Irak Merkezi Yönetimi ile petrol kaynaklarını kolektif bir şekilde yönetmelerini ve binlerce ABD’li askerin yardımıyla Irak güvenlik güçlerinin eğitiminin hızlandırmasını tavsiye etti.[12] Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani, Baker-Hamilton raporundan hoşnutsuz oldu ve raporun “adil ve haklı” olmadığını söyledi. Ayrıca Talabani’ye göre bu rapor “Irak Rejimini ve anayasasını yok edebilecek çok tehlikeli önerileri de içermekteydi”.[13] ABD Dışişleri Bakanlığı, 2009 Mart ayında Kürt sorunundaki bakışını güçlendirmek Herro K. Mustafa’yı (Kürt ABD’li) ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın Orta Doğu Başdanışmanlığı görevine atadı.
Kısacası, ABD’nin Kürt sorununa yaklaşımını belirleyen birkaç temel özellikten bahsetmek mümkün gözükmektedir. Öncelikle ABD’nin eşgüdümlü ve birleşik bir Kürt politikası yoktur. Çünkü bir yandan Kürtler bölgede birden çok devletin sınırları içerisinde ikamet etmekte[14] ve devletleri bulunmamaktadır. Diğer yandan ABD’nin realist ve çıkar odaklı politikaları her ülkeye göre değişmektedir. Bazı uzmanlar, ABD’nin Kürtlere karşı “ikircikli politikalar” geliştirdiğini öne sürmektedir.[15] Birçok uzman da birleşik bir Kürt politikasının oluşturulması için uğraş vermektedir.[16] İkinci olarak, ABD’nin Kürt sorununa yaklaşımını Kürtlerden ziyade, Kürtlerin yaşadıkları ülkelere dair ABD’nin temel politikaları belirlemektedir. Bu da ABD’nin Kürt sorununa farklı dönemlerde farklı tepkiler vermesini, farklı ülkelere farklı politikalar uygulamasını ve hatta aynı ülkelerde farklı zamanlarda farklı politikalar uygulamasını getirmektedir. Kürt sorunu uzmanlarından Kani Xulam, “Türkiye ve Irak’ın iki farklı devlet olarak ABD’ye farklı kazançlar sunduğunu” söylemektedir. ABD’nin Kürtlere ilişkin tavrını Erbil ve Diyarbakır’dan daha çok Ankara ve Bağdat belirlemektedir. ABD’nin Iraklı Kürtler ve Türkiye’deki Kürtlerle ilgili geliştirdiği politikaların arasında bir bağ yoktur çünkü ABD’nin Türkiye Kürtleriyle ilgili politikalarını Türkiye ile ilişkileri belirlemektedir.[17] Üçüncü olarak, ABD her ne kadar Kürtlerin içinde bulunduğu kötü durumla ilgili üzüntü duysa da Kürtlerin bağımsızlık taleplerine olumlu bakmamakta ve özerklik mücadelelerine mesafeli yaklaşmaktadır. Irak’taki Kürtlerin özerklik kazanmaları, ABD’nin isteği doğrultusunda gelişmemiş, Saddam rejiminin devrilmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Irak Savaşı’ndan sonra ABD’li diplomat ve Kürt bölgesel yönetiminin danışmanı Peter Galbraith, “Kürdistan, Arap Şiileri ve Arap Sünnileri olarak ‘Irak’ın üç parçaya bölünmesinin’ gerçekçi bir ihtiyaç olduğunu” şiddetle savunmuş ve önermiş ama tavsiyesi dikkate alınmamıştır.[18] Dördüncüsü ise, Kürtler ve Kürt sorununun ABD ulusal güvenliğine ve dış politikasına hizmet edecek şekilde kullanılmasıdır. ABD, çıkarları örtüştüğü zaman Kürtleri desteklemiş, örtüşmediği zaman desteğini hemen geri çekmiştir. ABD uzun bir zamandır Türkiye’de yaşayan Kürtlerin durumlarını ihmal etmiştir. ABD, Türkiye’yi Sovyetler ile olan savaşta bir tampon bölge olarak ve İslam dünyasıyla Batı medeniyeti arasında da bir köprü olarak gördüğü için Türkiye ile ilişkisini devam ettirme ihtiyacını duymuştur.
ABD yönetiminin, 1970’lerde Molla Barzani’ye desteğini geri çektiği zaman Kürtlere ihanet ettiğini yüksek sesle ifade edenler olmuştu. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, tepkiler üzerine yaptığı açıklamada “ABD diplomasisinin ‘hayırseverlik’ üzerine inşa edilmediğini” belirterek “Kürtleri kurtarmanın ABD’nin ulusal görevi olmadığını” söylemişti.[19] Orta Doğu uzmanlarından Hussein Tahiri, 2006 yılında kaleme aldığı bir yazısında ABD için “Kürtlerin güvenini tam olarak kazanamamıştır, Kürtlere defalarca kez ihanet etmiştir. Kürtler ABD’nin ulusal güvenlik stratejilerinin kurbanı olmuştur” değerlendirmesinde bulunmuştu.[20] Beşincisi, ABD için ulusal çıkarlar her zaman belirleyici oldu. Ama gün geçtikçe ABD’nin Kürt politikasını belirlemesinde demokrasi ve insan hakları önemli bir rol oynamaya başladı ve aynı zamanda anti-terörizmsöylemi yükselmeye başladı. Haliyle bu iki söylem bazen birbirleriyle çatışabilmekteydi.
ABD’nin Kürt politikasında birçok eksiklik vardır. Bunlardan bazıları samimiyet ve cömertlikten yoksunluk, çifte standartlılık, iç çelişkilerdir. Tüm bu eksiklik ve tutarsızlıklar, ABD’nin iç siyasetinde de birçok kez eleştirilere maruz kalmıştır. ABD’ye karşı Kürtler arasında da güvensizlik artmıştır. Kürt sorunu, zamanla ABD’nin dış politikasında önemli hale gelmiş ve ABD dış politikasını olumsuz yönde etkilemeye başlamıştır. Örneğin, Türkiye Kürtleri sorunu ile ilgili olarak ABD, Türkiye’nin de üye olduğu Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) antlaşmasının uygulanıp uygulanmadığını izlemek için bağımsız bir hükümet kuruluşu olan Helsinki Komisyonu’nu kurdu.[21] Helsinki Komisyonu, Türkiye’yi sık sık ülkede yaşayan Kürtlere karşı uyguladığı muamelelerden dolayı eleştirerek raporlar sundu. Fakat Avrupa ile kıyaslandığında ABD, Kürtlere dönükinsan hakları ihlalleri konusunda Türkiye’ye o kadar da çok baskı yapmamıştır.
Türk-ABD ilişkilerinde PKK konusu da önemli bir yer işgal etmekte ve bazen bu ilişkinin gerilmesine sebep olmaktadır. Türkiye, uzun yıllardır ABD’yi PKK konusunda çifte standartlı davranmakla eleştirmektedir. ABD, özellikle Irak Savaşı sırasında PKK’nin bu ülkede hareket etmesine izin vermiş ve savaştan sonra PKK’ye ağır saldırılarda bulunmamıştır. Uzun süredir ABD’li bazı liberaller Türkiye’yi Kürtlere eziyet etmekle suçlamakta ve PKK ile emparti kurmaktadırlar. ABD’li bazı senatörler birçok defa, Türkiye’nin PKK’ye karşı kullanmak üzere istediği bazı önemli silahların satışını durdurma tehdidinde bulundular. [22]
Öte yandan Türkiye, ABD’nin Irak’a karşı savaşının sonunda Iraklı Kürtlerin kazanacakları bağımsızlık ya da özerkliğin Türkiye’deki Kürtlere de ilham vereceğinden duyduğu endişeleri dile getirdi. 2003 yılında ABD, ABD askerleri için Türkiye topraklarından Irak’a geçiş izni istedi ve fakat bu talep Türkiye parlamentosu tarafından reddedildi. Bu durum Türk-ABD ittifakının ve ilişkilerinin gerginleşmesine neden oldu. Neticede, ABD Irak’a savaş açabilmek için güneyden gitmek zorunda kaldı. Ayrıca, ABD bu savaşta başarılı olabilmek için Türkiye’nin birçok talebini karşılamak zorunda kaldı çünkü Türkiye’nin yardımına ihtiyacı vardı. O dönem basına yansıya bilgilere göre Türkiye; savaşın bitmesinin ardından Kürtlerin silahsızlandırılmasını, daha önce Kerkük’ten sürülen Kürtlerin bu kente geri dönüşlerinin engellenmesini, Kuzey Irak’ta PKK’ye karşı güvenli bölge kurmasına ve Kürt kentlerini işgal etmesine izin verilmesini istemişti. 2003 Şubat ayında Başkan Bush, Iraklı Kürtleri ikna etmek ve Türkiye’nin taleplerini kabul ettirmek için Erbil’e bir elçi göndermişti. ABD, Türkiye’yi memnun etmek için, 100 bin Kuzey Iraklı Kürt milisi savaşta kullanmamaya söz vermişti. ABD Savunma Bakanı Wolfowitz, eğer Türkiye ABD ile tüm konularda tam bir işbirliği yapacak olursa, kendi çıkarlarının çoğunu elde edebileceğini duyurdu.[23] Bu aslında Türk ordusuna hareket özgürlüğü sağlıyordu.
Irak savaşından sonra Kuzey Irak’taki özerk Kürt bölgesi, Türkiye-ABD ilişkilerinde birçok sorun yaşanmasına neden oldu. Türkiye sık sık PKK’ye saldırıyor, Musul ve Kerkük konusunda çok istekli görünüyordu. Bu durum, Türkiye-ABD ilişkilerinin gerilmesine yol açtığı gibi, ABD’nin Irak stratejisine de zarar veriyordu.Bu anlaşmazlığı nihayete kavuşturmak için 28 Ağustos 2006’da Washington yönetimi, Türkiye, Irak ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasında işbirliği ve koordinasyonu sağlamak üzere emekli General Joseph Raltson’u ABD’nin PKK ile Mücadele Özel Temsilcisi olarak görevlendirdi.
2007 yılında Irak’ın durumu güvenlik açısından kötüleşmeye başladı. ABD söz konusu güvenlik sorununun çözümü için Irak’a yardım ederken, Türkiye Kuzey Irak’ta PKK’ye operasyon düzenlemeye hazırlanıyordu. Bu durum, ABD Türkiye arasında yeni bir gerilime sebep oldu.
2006 yılının Temmuz ayında ABD Senatosu’nda Türkiye konulu bir oturum yapıldı. Bir Türkiye uzmanı olan Soner Çağaptay, o dönemm yazdığı bir yazıda, Türkiye ve ABD arasındaki en önemli meselenin PKK olduğunu belirtmişti.[24] Başkan Bush, 7 Ekim 2007’de yaptığı konuşmasında “Türkiye Irak’taki PKK milislerine operasyon yapmamalı” çağrısını yaptı ve Türkiye’nin daha önce kendi çıkarları için “bölgeye asker göndermeyeceği ya da bölgedeki asker sayısını artırmayacağı” konusunda söz vermiş olduğunu hatırlattı. ABD, PKK sorununun Türkiye’nin Irak’a asker göndermesiyle değil, başka yollardan çözülmesi gerekliliğine inanıyordu. 5 Kasım 2007’de Başkan Bush, Türkiye Başbakanı Erdoğan ile Beyaz Saray’da bir görüşme yaptı. Bush, Erdoğan’a “Irak’a asker gönderme konusunda aceleci olmamaları” konusunda ısrar ederken “PKK’nin terörist bir örgüt olduğu konusunda hemfikir olduklarını” belirtmişti. Bush, görüşmede ayrıca, PKK’nin hem Türkiye’nin hem ABD’nin hem de Irak’ın ortak düşmanı olduğunu söylemiş veTürkiye ile PKK konusunda her türlü işbirliğine ve istihbarat paylaşımına hazır olduklarını dile getirmişti. Fakat buna karşılık Başbakan Erdoğan “sınır ötesi operasyon kararlaştırıldığı şekilde her ne pahasına olursa olsun yapılacak ve diğer devletlerin destekleyip desteklemeyeceği bizi ilgilendirmiyor” dedi. Ayrıca, ABD’nin de eşzamanlı olarak “PKK’ye karşı bir hareket başlatacağını umduklarını” ekledi.[25] ABD, bu baskılar sonucunda, Türkiye’nin PKK’ye karşı bir yere kadar sınır ötesi operasyon yapmasına izin verdi. 2007 Aralık ayı boyunca Türkiye, PKK’ye karşı birçok sınır ötesi hava saldırısı düzenledi. Türk ordusu, ABD ordusunun kendileriyle “sadece bilgi paylaşmakla kalmayıp Kuzey Irak hava sahasını da açarak operasyona destek verdiğini” iddia etti.[26]
21 Şubat 2008 yılında Türk Ordusu, Kuzey Irak’a 10 bin asker göndermiş ve PKK güçlerini bastırmıştı. ABD Türkiye’yi bölgede uzun süre kalmaması ve operasyonu sınırlı bir bölge içinde tutması konusunda uyarırken bölgedeki sivillere de zarar vermemesi konusunda ikaz etti.[27]Irak savaşının ardından ABD’nin karşı karşıya kaldığı bir başka sorun ise merkezi hükümet ile Kürt Bölgesel Yönetimi arasındaki petrol çekişmesiydi. Savaşın ardından Kürt bölgesindeki petrolün bölgesel yönetim tarafından tek taraflı kullanımı, ABD ile Irak Merkezi Hükümeti arasındaki ilişkileri karmaşıklaştırdı. Başlangıçta, ABD, Irak Hükümeti’nin Petrol Yasasını geçirmesine izin vermiş, böylece ABD’li şirketler Irak petrol sahalarında yasal olarak faaliyet göstermişti. Ancak, daha sonraları uluslararası petrol şirketleri birer ikişer Kuzey Irak’a gelmeye başlayınca ABD, Irak merkezi hükümetine verdiği sözü birçok kez bozdu. Birçok ABD’li petrol şirketi Irak Merkezi Yönetiminin tepkilerine rağmen Kürt bölgesel yönetimiyle petrol anlaşmaları imzaladı ve bu da ABD ile Bağdat arasındaki ilişkilerinin gerilmesine sebep oldu. 2007 yılında bölgesel Kürt yönetimiyle ABD’li petrol şirketi HUNT OIL arasında bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma, Petrol Yasa’sının Irak Parlamentosu’nda onaylanmasının ardından bölgesel Kürt yönetimiyle bir petrol şirketi arasında yapılan ilk anlaşmaydı. Bu adımın ardından Bağdat’tan tepki gecikmedi ve “anlaşma hukuka aykırı” açıklaması geldi. Irak Petrol Bakanı Hüseyin Şehristani, “yapılacak bütün anlaşmaların Irak Federal Devleti’nin onayından geçmesi gerektiğini” belirtirken, “Bölgesel Yönetim’in yapmış oldıuğu anlaşmanın, Federal Devlet’in onayından geçmediği için yasadışı olduğunu” söyledi. 18 Ekim 2011 yılında Kürdistan Bölgesel Yönetimi, ABD’li petrol devi Exxon Mobil ile 6 petrol sahasını kapsayan bir anlaşmaya vardı. Bunun üstüne Irak Başbakanı Nuri Maliki, Exxon Mobil’i uyardı ve bu ihtilaflı anlaşmaya dayanarak bölgede herhangi bir çalışma başlatması halinde Irak’ın bazı “başka yollara” başvuracağını duyurdu.[28] 19 Temmuz 2012 yılında ABD’li bir diğer petrol devi Chevron, Irak Kürt Özerk Bölgesi’nde bulunan Rovi ve Sarta’daki petrol kaynaklarının aranması ve çıkarılmasıyla ilgili ihalede çoğunluk hissesini (yüzde 80) satın aldığını duyurdu. 24 Temmuz 2012’de Bağdat’tan gelen açıklamada, Chevron’ın Merkezi Hükümet’in yaptığı uyarıları dikkate almadığı ve “yasalara aykırı bir teşebbüste bulunarak Kürt Bölgesel Yönetimiyle anlaşma yaptığı” için artık Orta ve Güney Irak’ta iş yapamayacağı belirtildi. Irak Petrol Bakanlığı, “Chevron’ın, Kürt Bölgesel Yönetimi ile yaptığı anlaşmayı askıya alana kadar Irak Merkezi Hükümeti ile ticaret yapabilme haklarının ilga edildiğini” duyurdu. [29]
ABD ve Irak Kürtleri arasındaki ilişkiler de sorunsuz değildi. Iraklı Kürtlerle ABD’nin birbirlerine ihtiyaçları vardı. Iraklı Kürtler, ABD’nin Irak’taki Arapları sınırlandıracaklarını düşünerek onlardan destek ve yardım istiyordu. 1992 yılının Mart ayında ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi, Irak’taki toplu katliamlar konusunda bir oturum gerçekleştirdi. Talabani’nin temsilcisi Najmiddin Karim, ABD’nin bölgedeki Kürtlerin kendi kaderlerini tayin edebilmeleri için yardım etmesini istedi. Bu oturumda Karim, “Türkiye komşusu Ermenistan’ı tanıyor, İran nüfusunun yüzde 25’ine tekabül eden ve Kuzey İran’da yaşayan Azerbaycan halkının varlığı kabul ediliyorken neden hala Kürt halkının varlığından bahsedilmiyor” dedi. Kürtlerin neden hala diğer milletler gibi kendi kaderlerini tayin etme hakkından mahrum bırakıldığını soran Karim, Wilson Prensipleri’ne göre ve Sevr Antlaşmasının da kabul ettiği gibi Kürt Halkının kendi kaderini tayin etme hakkının uluslararası zeminde kabul edilmesinin vaktinin geldiğini savundu. Karim, Komite’den Kürdistan’ı ve Kürtlerin kendi kaderlerini tayin edebilme hakkını destekleme talebinde bulundu.[30] 2009 yılında Carnegie Uluslararası Barış Vakfı, “Kürdistan’daki Çatışmaların Sonlandırılması” konulu bir seminer düzenledi ve Kubad Talabani’yi Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi temsilcisi olarak davet etti. Talabani, bu seminerde ABD hükümetinin Kürt sorununu stratejik boyutlarda önemsemesi gerektiğini söyleyerek “Kerkük meselesi gibi bölgesel uyuşmazlıklarda, petrol ve gaz kaynakları ile gelir dağılımlarının paylaşımlarında, federal yapının istikrarı gibi meselelerde ve Iraklı Kürtler ile Türkiye arasındaki ilişkilerin iyileştirilmesi gibi kilit konularda ABD’nin sorunları çözmeye yardımcı olması gerektiğini” savundu.[31] Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, Nisan 2012’deki ABD ziyaretinde, Kuzey Irak Kürt Bölgesi ile ABD arasında özel bir ilişkinin varlığına işaret etmiş ve Kürtler ile ABD’nin “Orta Doğuda müttefik ve ortak” olduklarını söylemiştir.[32] Kürtler, ABD kamuoyunu Kürt sorunuyla ilgili sürekli olarak bilgilendirmek için ofisler ve lobi grupları kurdular. 2007 ile 2011 yılları arasında Kürt Bölgesel Yönetimi, bu tür faaliyetler için toplam 4,6 milyon ABD doları harcadı; örneğin bu ikna şirketlerden biri olan BGR’a, 730 bin ABD doları ödenmiştir.[33] ABD, Saddam rejimini devirmek ve savaş sonrası Irak’ta düzeni sağlayabilmek için Kürtlere ihtiyaç duymuştu. Kürtler, ABD’nin Irak’taki en iyi ortağıydı. 2008 yılının Mayıs ayında ABD’de Kürt-ABD gurubu kuruldu ve ABD’den 23 kongre üyesi bu guruba katıldı. Kürt Bölgesel Yönetimi Başbakanı da bu komitenin açılış törenine katıldı. Bu ekibin asıl amacı, Kürtler ile ABD arasındaki ilişkileri güçlendirmekti ve Kasım 2011’e kadar bu grubun üye sayısı 43’e çıktı.[34]
Öte yandan iki taraf da (ABD ve Iraklı Kürtler) birbirine güvenmemekte, çıkarları ve stratejilerinde birbirleriyle ters düşmekteydi. Iraklı Kürtler bağımsızlık talebinde bulunurken, bu talep ABD’nin Irak merkezi hükümeti ile ilişkilerini olumsuz etkilemekte ve Orta Doğu’daki çıkarlarına uymamaktaydı. ABD, Kürtlerin bu taleplerinin stratejik olarak imkânsız olduğunu söylüyordu. Savaş sonrası dönemde Kürtlerin temel amacı güvenliklerini garantiye almak ve görece bağımsız bir yapıya kavuşmak iken, ABD’nin bölgedeki temel amacı ise Irak’ın ulusal bütünlüğünü sağlamak ve merkezi yönetimin olabildiğince güçlendirilmesiydi. Haliyle aralarında bazı çıkar çatışmaları mevcuttu.[35]
Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani, ABD’yi Irak’ı anlamamakla eleştirmişti; “Kürtlere ve Şiilere uygulanan sınırlandırmalar ABD’nin yaptığı en büyük yanlıştır. Yanlış politika ve stratejiler geliştirdiler.”
2006 yılında ABD Dışişleri Bakanı ve Cumhuriyetçi Parti üyesi James Baker ile Demokrat Parti eski senatörü Lee Hamilton tarafından kurulan Irak Çalışma Grubu, “Baker-Hamilton Raporunu” yayımladı. Rapor, 79 maddede sıralanan önerilerden oluşuyordu. Bu öneriler arasından öne çıkanlar; petrol kaynaklarının kontrolünün Irak Merkezi Yönetimi’nde olması ve Irak güvenlik güçlerinin ABD askerlerinin katkısıyla eğitilip donatılmasının gerekli olduğunun vurgulanmasıydı. Kürtlerin, Merkezi Hükümet ile işbirliği ve uyum içinde çalışması gerektiği savunulmaktaydı.[36] Bu rapor Kürtler arasında çok şiddetli tepkilerin yükselmesine sebep oldu. Cumhurbaşkanı Talabani, bu rapordan duyduğu memnuniyetsizliği dile getirirken “ABD’li askerlere gereken malzemeler söz konusu olduğunda Irak Merkez Yönetimi’nin iznini almadıklarını” hatırlattı. “Bu rapor bizim kendi ordumuzun içine yabancı askerlerin dâhil edilmesini talep etmekte… Nerede kaldı bizim rejimimiz?… Bu rapordaki fikre göre bizim bir sömürge devletinden farkımız yoktur. ABD bizi istediği gibi etkileyebilecek ve bizim bağımsızlık taleplerimizi göz ardı edebilecektir” dedi. Talabani ayrıca, raporda dile getirilen, Saddam’ın Baas Partisi’nin bazı üyelerinin Irak siyasetine yeniden dâhil edilmesi fikrine de karşı çıkmış ve bunun ilerde çok ciddi sorunlara sebep olacağını dile getirmişti.[37]
2012 yılının Nisan ayında ABD, 36 adet F-16 savaş uçağının Irak’a satılması ve böylece Irak hava sahasının güvenliğinin artırılması anlaşmasını kabul etti. Mesud Barzani, bu anlaşmadan duyduğu rahatsızlığı açıkça dile getirdi ve bu savaş uçaklarının Irak Hükümeti tarafından Kürtleri bombalamak için kullanılabileceğini savundu.
Orta Doğu uzmanlarından Michael Robin, Iraklı Kürtlerin ABD için iyi bir müttefik olmadığını çünkü Kürtlerin güvenilir olmadıklarını söyledi. Robin, Kürt liderlerinin güvenilir olmadığını ve Mesud Barzani’nin otoriter ve despotik eğilimlerinin olduğunu dile getirdi.
TAMAMINI OKUMAK İÇİN İNDİRİNİZ
[1] Michael M. Gunter, The Historical Dictionary of the Kurds, s.300.
[2] William Colby (1920-1996), CIA Başkanı 973 Eylül ayından 1976 Ocak ayına kadar.
[3] William Colby, Honorable Men: My Life in the CIA, Simon & Schuster, 1978.
[4] http://news.google.com/newspapers?nid=1356&dat=19760206&id=YodPAAAAIBAJ&sjid=mwUEAAAAIBAJ&pg=3992, 1514628.
[5] Jamal Jalal Abdulla, The Kurds: A Nation on the Way to Statehood, Author House, 2012, p.154.
[6] Barry Lando, “Henry Kissinger and Iraq-Master of Treachery”, 4 Şubat, 2010, http://blogs.alternet.org/barrylando/2010/02/04henry-kissinger-and-iraq-master-of-treachery/.
[7] Peter Galbraith Kürtleri savunan en önemli ABD’li diplomatlardan biridir. Galbraith, Hırvatistan’daki ilk ABD büyükelçisi olarak görev yapmıştı. Ayrıca, Afganistan’da BM temsilcisi olarak görev aldı. 2003 sonrası dönemde ABD yönetimine Kürt sorunu konusunda danışmanlık yapmış ve Irak’ın üç ana bölgeye bölünmesi gerekliliğini savunmuştur. Galbraith’a göre ABD’nin savaş sonrası Irak’ı yekpare bir devlet olarak devam ettirme projesi tam anlamıyla bir hatadır.
[8] 41. Devlet Başkanı, Ocak 1989’dan Ocak 1993’e kadar devlet başkanlığı yapmış, Cumhuriyetçi Parti’nin Adayıdır.
[9] Ocak 1993’ten Ocak 2001 kadar Başkanlık yapan Demokrat Parti Adayı.
[10] “Kucinich’in ABD Başkanına İran’daki İsyanlar hakkında yönelttiği sorular: Başkan Bush’a gönderilmiş mektup.”, Apr18, 2006, http://kucinich.house.gov/News/DocumentSingle.aspx?DocumentID=42505; Seymour M. Hersh, “The Next Act”, The New Yorker, 20 Kasım, 2006. http://www.newyorker.com/fact/content/articles/061127fa_fact.
[11] ABD’li gelişmiş Bilimsel Araştırmalar Merkezi üzerine notlar, 15 Şubat, 1991”, ABD Başkanı’nın halka açık mektubu: George Bush Yönetimi, 1991, kitap 1, Washington: U.S. Goverment Printing Office, 1992, s.145.
[12] Mart 2006’da Irak Çalışma Grubu’nu (ISG) kurmuştur. Demokrat Parti’den ve Cumhuriyetçi Parti’den beş üyenin katıldığı bu grupta her bir parti üyesi birbirlerinden bağımsız çalışacaklar ve başlarında da James Barker ve Lee Hamilton bulunacaktı. Sekiz aylık çalışma boyunca ISG, ABD’nin Irak politikalarıyla ilgilenmiş binlerce insanla görüşmüş, fikirler toplamıştır. Bunların arasına eski Başkan George W. Bush, Başkan Yardımcısı Chenev, Iraktaki ABD’li Generali, Milli Güvenlik Kurulu Başkan, CIA Başkanı da vardır. Ve en nihayetinde bu çalışmaların sonucu Aralık 2006 yılında Barker-Hamilton raporu olarak Senato’ya sunulmuştur.
[13] http://news.sina/com.cn/w/2006-12-12/053910741730s.shtml.
[14] “ABD’nin Kürt Stratejisi: Profesör Michael Gunter ile mülakat”, 5 Haziran, 2010, http://www.ekurd.net/mismas/articles/…/independentstate3404.htm.
[15] Dennis P. Chapman, “Irak-Kürdistan’ı hakkında politikalar”, Small Wars Journal, 13 Haziran, 2010
[16] John Hannah, “ABD’nin bir Kürt Politikasına İhtiyacı Var”, 22 Mart, 2012, http://shadow.foreignpolicy.com/posts/2012/03/22america_needs_a_kurdish_policy
[17] Reina Saiki, “ABD’nin Irak ve Türkiye Kürtleri Politikası”,22 Nisan,2012, http://www.rudaw.net/english/science/editorial/4662.html.
[18] Peter Woodard Galbraith,http://en.wikipedia.org/wiki/Peter_W._Galbraith#cite_note-0.
[19] “Pike Komisyonu Raporu”, The Village Voice16 Şubat, 1976, s.85, 87-88.
[20] Hussein Tahiri, “Kürtler: ABD’nin Ulusal Çıkarlarının Kurbanları”, Kurdish Media, 27 Şubat, 2003, http://www.kurdmedia.com/articles.asp?id=8940.
[21] OSCE, Güvenlik ve İşbirliği için 1975 yılında kurulmuştur.
[22] “ABD’nin Türkiye’yi Silah Antlaşmalarıyla Tehdidi”, 17 Ağustos, 2010, http://www.aljazeera.com/news/europe/2010/08/20108164425178581.html.
[23] Hussein Tahiri, “Kürtler: ABD’nin Ulusal Çıkarlarının Kurbanları”, Kurdish Media, 27 Şubat, 2003, http://www.kurdmedia.com/articles.asp?id=8940.
[24] “ABD Helsinki Komisyonu’nun Türkiye Seçimleri üzerine Açıklamaları”, http://www.turkishcoalition.org/in-congress/united-states-helsinki-commission-on-turkish-elections-77.htm.
[25] Bush PKK’nın hem ABD’nin hem de Türkiye’nin Ortak Düşmanı olduğunu söyledi, Xinhua News Agency, Washington, 2 Kasım, 2007
[26] Turkiye’nin Kuzey Irak’a düzenlediğini iddia ettiği hava saldırısı ABD tarafından doğrulandı. China News, 17 Aralık, 2007, http://news.jinghua.cn/352/c/200712/17/n585057.shtml.
[27] ABD Türkiye’yi Kuzey Irak’ta düzenlediği askeri saldırılar konusunda uyardı, http://news.cctv.com/military/20080228/101316.shtml.
[28] Irak ABD’li Chevron’u Kara listeye aldı, Xinhua News Agency, 26Temmuz, 2012
[29] Irak ABD’li Chevron’u Kara listeye aldı, Xinhua News Agency, 26Temmuz, 2012.
[30] Senato Dış İlişkiler Komitesi duruşması, Irak’taki “Toplu Öldürmeler”, Federal News Service, 19Mart, 1992.
[31] Carnegie Uluslararası Barış Vakfı, “Kürdistan Çatışma’sının Önlenmesi “,9 Şubat., 2009
[32] “Irak Kürdistan’ı, as ABD’nin Orta Doğu’da müttefiki ve ortağı” 12 Nisan 2012,http://www.washingtoninstitute.org/policy-analysis/view/iraqi-kurdistan-as-u.s.-ally-and-partner-in-the-middle-east.
[33] Washington’da Kürdistan Hükümet Lobisi: Başarı ya da Başarısızlık?”, 3 Haziran 2012, http://www.ekurd.net/mismas/articles/misc2012/6/state6259.htm.
[34] “Temsilci Tipton Kürt-Amerikan Meclisine Katıldı”, http://www.kurdishaspect.com/doc120111KA.html.
[35] “Irak işgali sonrası ABD-Kürt İlişkileri ”7 Aralık, 2007,http://www.gloria-center.org/2007/12/rafaat-2007-12-07/.
[36] Irak Çalışması Grubu Raporu”, www.bakerinstitute.org/publications/iraqstudygroup_findings.pdf.
[37] Irak Cumhurbaşkanı Talabani Irak Politikası Raporunu eleştirdi, http://news.sina.com.cn/w/2006-12-12/041210741487s.shtml.
