Geriye Giden HTŞ Suriye’si Üzerine Değerlendirme: Suriye’de Azınlık Halklar Bastırılıyor
K. Mert, 30 Ocak 2025

Başkan Esad’ın görevden çekilmesinin üzerinden bugün tam 48 gün geçti, 48 gündür Suriye cihatçı teröristlerin işgali altında, 48 gündür Suriye Orta Çağ zihniyetli barbarlığın elinde tutsak, emperyalist işbirlikçilerinin boyunduruğu altında. Tüm dünyanın gözü önünde yalnızca bir haftada Başkan Esad’ın düşüşü Orta Doğu’nun tüm halkları arasında tedirginlik yarattı, kimsenin güvende olmadığını herkes gördü. Kimsenin beklediği bir durum değildi Başkan Esad’ın birkaç günde ve tek kurşun atmadan bu kadar sakin düşüşü çünkü herkes hatırlıyordu 2015’i, kıran kırana savaşı, cesareti ve onuruyla dövüşen Suriye Arap Ordusu’nu.
Durumu daha iyi kavrayabilmek için bugünden değil tarih penceresinden bakmalıyız.
Savaşın ikinci yılında ülkenin neredeyse tamamı elden çıkmıştı. Yalnızca Lazkiye, Tartus ve Şam’ın yarısı hükümetin elindeydi. Bir yandan IŞİD bir yandan öteki selefi cihatçı örgütler bir yandan kendini hükümet ilan etmiş meczuplar bir yandan emperyalist güçler Suriye’yi çevreliyor ve her şehrini işgale yelteniyordu. Şam sokakları savaşıyordu. Her bir sokakta onlarca savaşçı ülkelerini emperyalizme teslim etmemek için savaşıyordu. Ülkelerinin özgür yarınları için savaşıyorlardı. Başkanlık Konutu’nun önündeki çatışmalar, her bir saat farklı bir grubun eline geçen sokaklar hala hatırımda. Sokaklar yürüyordu düşmanın üstüne. Bütün bir halk sokak sokak, bina bina savaşıyordu.
Suriye halkı yalnız değildi elbette. Yakın zamanda kaybettiğimiz şiilerin Hasan Nasrallah önderliğindeki Hizbullah Partisi, Suriye halkının özgürlüğü ve siyonist işbirlikçilerini yenmek için Suriye’deydi. Ve elbette unutmamalıyız asla Kasım Süleymani’yi. Onun sayesinde kurulmuştu Suriye Direnişi. Belki de Direniş, yol boyunca edindiğimiz dostlardı. Şahsen hiçbirini görmedim, tanımadım ve bir kez bile selamlaşmadım. Ama en candan dost olduklarından da şüphem yok. Hiç tanımadığın ve dillerini bile bilmediğin insanlarla aynı mücadeleye gönül vermek tarifsiz bir duygu. Tüm bu dostların yardımıyla ve Suriye halkının iradesiyle Direniş cephesi kurulmuştu.
O günden baktığımızda bugüne tam anlamıyla bir felaket. Yıllarca direnen, havadan ikmal yapılarak tam bir kuşatmanın altında direnen o kahraman kasabaların tek kurşun atmadan düştüğüne şahit olduk. O günden bugüne nasıl geldik? Sorulması gereken soru bu.
Halep’e yapılan saldırının haberini ilk aldığımda birkaç saat içinde püskürtülecek münferit ve önemsiz bir hadise olduğunu düşünmüştüm insanların çoğunluğu gibi. 13 yıldır savaşan bir ordunun birkaç günde çökeceğini aklımın ucuna dahi getirmemiştim. Geçmişe dönüp baktığımızda yıkılmaz kalelerin yıkıldığını çokça görüyoruz. Bir tanesi de bize düştü.
Bu konuda hakkında Türkiye’nin sol, sosyalist, ilerici güçlerinin ve kamuoyunun yeterli bilgiye sahip olmadığını, doğru dürüst bir tavır alamadıklarını gördük. Dolayısıyla bizim için bu değerlendirmeyi yapmak zorunlu oldu. Sorular ve cevapları üzerinden gitmeyi uygun buluyorum. Bu soruların sırası ise kronolojik olmalı. Geçmiş, şimdi ve gelecek.
Hükümet neden tek kurşun atılmadan düştü?
Bu soruya dışardan verebileceğim cevap oldukça kısıtlı çünkü bu sorunun cevabı gerçekten komplo teorilerine çıkıyor. 13 yıldır süren bir savaş vardı ve son 5 yılda bir ateşkes tesis edilmişti. 2019’dan bu yana geniş çaplı bir çatışma yoktu ve sınırlar hiç değişmemişti. Cihatçılar İdlib’de sıkıştırılmıştı. Görünüşte Kuzeydoğu Kürt Suriye Özerk Yönetimi ile anlaşmalar sağlanmış ve bir istikrar sağlanmıştı. Tek sorun İdlib’di ve en sonunda da ülkenin başına bela olan yer oldu. Bakılınca eli güçlü olan taraf Hükümet’ti ve yenilmemesi gerekiyordu. Ancak bilemiyoruz elbette satılmış generaller mi var istihbaratçılar mı bakanlar mı?
Bunların hepsinin sonucu komplo teorilerine çıkıyor ama bir gerçek var Başkan Esad yalnız bırakıldı ve bir hükümet darbesinin neticesinde görevden çekildi. Burada kim suçludur kim değildir, kim satılmıştır kim ajandır tartışması yapmak abesle iştigal etmek olacaktır. Bundan ötürü bu soruya diyebileceğim tek bir şey var: Devrim sırtından hançerlendi ve bu hançer aynı zamanda zehirliydi.
Esad hükümetinin yapısal sorunları nelerdi?
İğneyi kendine çuvaldıza batırmak diye bir deyimimiz var. Halkın kültürel hafızası hiçbir zaman boş söz söylemez. Biz iğneyi kendimize çuvaldızı eleştirdiğimize batırıyoruz. Öncelikle kendimize batırmalıyız çuvaldızı ve gerekirse mızrağı da kendi göğsümüze saplayıp teorik yanlışlığımızı yok etmeliyiz.
Suriye hükümeti, “Arap Baharı’nın” ve emperyalizmin hedefindeydi. Peki hedef haline gelmesinin sebebi neydi? İlk ve en önemli sebep, Suriye hükümeti anti-emperyalistti ve siyonizme karşı savaşıyordu. Sonrasında Suriye bölgedeki son Baas devletiydi. Baas’ı yani Arap Sosyalizmini ayrı bir şekilde kapsamlı olarak değerlendirmek gerekir. Seküler, antiemperyalist, devlet sosyalisti bir ülke elbette ABD’nin ve İsrail’in çıkarlarına tersti. Bunlar herkesin bildiği şeyler. Kendimize batırmamız gereken çuvaldız asıl şimdi. Suriye Hükümeti nerede hata yaptı? Elbette hatasız olsalar yıkılmazlardı.
Esad ailesinin 54, Baas rejiminin ise 61. yılıydı ülkede. Bir ömür demek bu kadar yıl. Bu kadar yılda baştan bir ülke kurulabilir. Kuruldu da ama neyin üzerine? 1963’te bir askeri darbeyle iktidara gelen Baas rejimi bunun üzerine iki askeri darbe daha görmüş ve 1970’te Hafız Esad devlet başkanlığı koltuğuna oturmuştu. Darbeyle gelen darbeyle gider diye bir söz var. En nihayetinde 60 sene de geçse gidiyor.
Baas Partisi içindeki bu darbeler süreci aslında hükümetlerin ne kadar kırılgan olduğunu ve aynı davada omuz omuza savaştığın kişilerin bile şahsi çıkarlarını devrimin çıkarlarının önüne koyduklarında ne kadar tehlikeli olabildiklerini göstermişti. Beşar Esad kendi partisinin tarihinden gerekli dersi çıkarmamıştı.
Bir rejim halka dayanmıyorsa silah zoruyla iktidardadır. Bu tarihin her döneminde böyle olmuştur. Açıkçası Baas rejiminin önceleri halka dayandığını düşünüyorum. Halen de bu inancı taşıyorum. Yazının ilerleyen kısımlarında bu inancımın sebebini işleyeceğim.
Yıllardır süren bir savaş altında Suriye ekonomisi mahvoldu. Ambargolar ve emperyalist yaptırımlar bu durumu perçinledi. Yoksul bir halkın öfkesini kimse durduramaz. Suriye hükümetinin başat hatalarından biri de buydu: savaş ekonomisini yönetememek. Buna sadece savaş değil Esad ailesinin yıllar içinde sosyalizmden uzaklaşıp burjuvaziye alan açmasını da ekleyebiliriz. Burjuvaziye alan açılmasının ilk etkileri 1970’lerin sonunda Hama’da Müslüman Kardeşler denen terör yapılanmasının saldırıları ile görülmüştü. Palazlanan burjuvazi sosyalizmin yalnız adına bile böyle alçakça saldırıyor, ihvancılarla iş birliği yapmayı gayet olumlu karşılıyordu. Bu isyan silah zoruyla bastırılmıştı. Buradan sosyalizm unsurları barındıran kapitalizmlerin eninde sonunda bir tarafın galibiyetiyle sonuçlanacağı yorumunu da yapabiliriz. İki zıt güç sonsuza dek bir arada yaşayamaz. Çelişki çözülecektir ya devrimden yana ya karşı devrimden yana ama mutlaka en sonunda devrimden yana.
Satılmış yöneticiler, yoksul bir halk ve kırılgan bir devlet yapısı birleştiğinde 10 günde gerçekleşen bu çöküşü daha iyi anlayabiliyoruz hele de 13 yıldır süregelen bir savaşın ortasında. Suriye hükümetinin diğer bir sorunu ise halka dayanmayı bırakmaktı. Dış destekle idare edebilecekleri gibi bir yanılgıya kapıldılar. Evet silah zoruyla iktidarda kalabilirsin ama en büyük silahlı güçler dahi kendini halka dayandırmaya, meşruiyet kazanmaya çalışır. Halkın 2015’te sokak sokak savaşarak kurtardığı Şam birkaç saatte sessiz sedasız teslim oldu.
İşte hükümetin iki yapısal sorunu bunlardı: meşruiyetini yitirmek ve ekonomik sorunlar. Buna kırılgan devlet yapısı da dahil olunca kaçınılmaz bir çöküş de beraberinde geldi. Her alanda çürümüş bir devletin yıkılması elbette normaldi. Ancak Orta Doğu’daki son seküler devletin -çürümüş bile olsa- sonu her şeyi baştan başlatıyor.
Suriye’deki bölgelere ne olacak?
Öncelikle bölgeleri tasnif etmek gerekli. 2019 Ateşkesi neticesindeki harita üzerinden bir sınıflandırma yapalım.
- Esad Hükümeti idaresindeki Alevi illeri
- Esad Hükümeti idaresindeki Sünni illeri
- Esad Hükümeti idaresindeki Dürzi illeri
- Cihatçı örgütler idaresindeki İdlib
- Türkiye destekli çeteler idaresindeki iller
- Kuzeydoğu Suriye Özerk Yönetimi
Sırasıyla gidecek olursak, Esad Hükümeti idaresindeki Alevi illeri iki ana şehirden oluşur. Bunlar Tartus ve Lazkiye’dir. Esad ailesi de Lazkiyelidir. Alevi Dağları’nın batı yakasında, sahilde çoğunluğu Alevi halkı oluşturur. Asıl tehlike altındaki bölge buralardır. Cihatçıların kast sisteminde Alevi halkı en aşağıdadır. Şu an bölgeden aldığımız haberler içler acısıdır. Nusayri halkına karşı soykırım yürütülmektedir. Adeta Esad hükümetinden intikam almak için Nusayri halkı çocuk, yaşlı, kadın ayırt edilmeksizin katledilmektedir. Nusayri din adamları öldürülmekte ve Alevilerin kutsal mekanları tahrip edilmektedir. Ülkenin öteki şehirlerinde yaşayan Nusayri azınlığa karşı cadı avı başlatılmıştır. Nusayri topluluğu iktidar değişikliği sonucunda büyük tehditlerle karşı karşıya.
13 yıllık savaş boyunca şehit vermemiş bir Nusayri aile bile yoktur. Bugün ise soykırım tehdidi vardır. Bu soykırıma karşı Türkiye kamuoyu tamamıyla sessizdir ve birkaç Alevi kurumunun küçük çaplı eylemi dışında bir duyarlılık yoktur. Bütün sol, sosyalist, ilerici kamuoyu daha duyarlı olmalıdır. Bölgeden gelen son haberler ışığında bir Direniş hareketinin cılız da olsa var olduğu söylenebilir. Hemen yanı başımızda bir soykırım tehdidi varken sessiz kalınması kabul edilemez.
Esad Hükümeti idaresindeki Sünni illeri, bu şehirler şu an cihatçı teröristlerin valileri tarafından idare edilmekte, şehirlerdeki Esad yanlısı tüm kesimlerden insanlara baskı politikası yürütülmektedir. Yargısız infaz haberlerinin de olduğu bu bölgelerde insanlar yeni yönetime bir yandan uyum sağlamaya çalışırken bir yandan da sivil itaatsizlikler gözlemlemekteyim. Bu şehirler hala barut fıçısı gibi çünkü herkes hala silahlı. Bunun yanında cihatçı teröristlerin birbirleri arasında çatışmalar görecek olursak bu şehirler etkilenecektir. Halkın tedirginliği aşikardır.
Esad Hükümeti idaresindeki Dürzi illeri, Şam’ın güneyinde yaşayan Dürzi halkının merkez şehri Dera’dır. İç savaş da bu şehirde başlamıştır. Esad Hükümeti zamanında bölgedeki halk ile anlaşarak kendi polis kuvvetleriyle kendilerini korumalarına izin vermiş ve bağlılığı garanti altına almıştı. Mevcut durumda bu şehirler İsrail’in hamiliği altına girmiştir. Dürzi halkı şehirlerini kendi kontrol etmektedir. Elbette emperyalist güçlerin boyunduruğu altında bunu yapmaktadır.
Cihatçı örgütler idaresindeki İdlib, İdlib terörün merkez üssü olarak yıllarca bir İslam Emirliği tarafından yönetildi. Tüm cihatçı teröristlerin yuvası olan İdlib aynı yaşantısından bir şey kaybetmeyerek devam etmektedir. Colani ismindeki terör elebaşı artık sadece İdlib’i değil bütün Suriye’yi yönetmektedir.
Türkiye destekli çeteler idaresindeki iller, bu illerin durumları İdlib’den farksızdır. Ancak bu bölgelerin yerli halkını oluşturan Kürt halkı çetelerin zulümleri sebebiyle yurtlarını terk etmek zorunda kalmışlardır. Kürt halkı yurtlarına geri dönecektir, elbette barış oluşabilirse.
Kuzeydoğu Suriye Özerk Yönetimi, savaşın veya barışın son aşaması burasıdır. Tamamen sistemleşmiş bir devlet yapısının olduğu bu bölgede savaş aktif olarak devam etmektedir. Her ne kadar Özerk Yönetim barıştan yana olsa da çetelerin saldırıları sürmektedir. Bunun yanında Türkiye de buraya hava saldırıları düzenlemektedir. Şu an Orta Doğu’daki tek ilerici yapı olan Özerk Yönetim’e detaylı bir incelemeyi yazının ilerleyen kısımlarında yapacağım. Şu an Özerk Yönetim’in idarecileri kendi halkını korumak için çaba sarf etmektedir. Sivil kayıpların haberleri her gün kulağımıza çalınıyor. Suriye’nin kaderini Rojava’nın çocukları belirleyecektir.
Esad Hükümeti’nin düşüşünde emperyalistlerin rolü nedir?
ABD’nin, Koalisyon Güçlerinin, İsrail’in rolünü az çok hepimiz biliyoruz. Ben öncelikle Türkiye’nin rolünden bahsetmek istiyorum.
Bundan yıllar önce Erdoğan, “Emevi Caminde namaz kılacağız” diyerek tüm emperyalist duygularını gözler önüne sermişti. Sadece somut örneklerle bu kısmı detaysız bir şekilde işleyebiliriz.
Savaş sırasında önce IŞİD’den taraf olunmuştu. MİT tırlarıyla silahlar gönderiliyor, IŞİD teröristleri Türkiye hastanelerinde tedavi görüyor, petrol ticareti yapılıyor yani bilfiil bir terör örgütü muhatap alınıyordu. Bugün tekrar aynı hataya düşülmektedir.
Sonra Kuzey Suriye toprakları Türkiye ve vekil güçlerinin yaptığı dört ayrı askeri operasyonla işgal edildi. Bunları tek tek saymaya gerek görmüyorum. Özellikle de Kürt nüfusunun çoğunlukta olduğu ve işgale uğrayan bölgeler zeytin ağaçlarının bile çalındığını görmüştü. Böyle bir yağmacı zihniyetin barış getirmesi zaten beklenemez.
Sonrasında Türkiye İdlib’e garantör oldu. İdlib’deki teröristlerin, işgal bölgelerindeki teröristlerin hamisi Türkiye oldu. SMO adını alan terör oluşumunun maaşlarını Türkiye ödedi. İdlib’deki ihvancı terör örgütleri Türkiye tarafından korundu, beslendi.
Sadece bu kadar somut örnekle bile Türkiye’nin, bu savaşın doğrudan tarafı olduğu ve meşru hükümete karşı teröristlerle birlikte savaştığı söylenebilir.
Suriye’nin düşüşünden sonra da MİT Başkanı Kalın, Dışişleri Bakanı Fidan, Şam’a giderek terör elebaşı Colani ile görüştüler. Suriye’nin düşüşü bir iç siyaset malzemesi olarak kullanılmak isteniyor. Gözlemlediğim üzere sosyal medya hariç kimsenin umurunda olmadı. İnsanlar hala ekonomik krizle pençeleşiyor.
Diğer emperyalist güçlerden de kısaca bahsedecek olursak, İsrail, Suriye’nin güneyini çoktan işgal etti bile. ABD’nin tavrı ise Türkiye ile paralel. Zaten Türkiye’nin hamisinin de ABD olduğu göz önüne alındığında bundan farklı bir şey beklenmesi aymazlık olur.
Kuzeydoğu Suriye Özerk Yönetimi’ne ne olacak?
ABD’nin koruduğu Kuzeydoğu Suriye Özerk Yönetimi’ningeleceği tamamen Trump’ın dış politikasına bağlı. Bundan ötürü bir öngörüde bulunmak zor olsa da ben durumun bugüne kadar olduğu gibi süreceğini düşünüyorum.
Kuzey Suriye Özerk Yönetimi, her ne kadar emperyalizmle işbirliği içinde olsa da kendi halkını, bölgedeki tüm halkları koruyor. Eşit yurttaşlığın olduğu bir yapı inşa ettiler. Yeni bir devlet yapısı da kurdular. Aslında Rojava’dan çıkaracağımız çok ders var. IŞİD barbarlığına karşı tüm dünyadan enternasyonal savaşçılar gelip burada savaşmıştı. Bu bile Rojava’yı neden savunmamız gerektiğini bize gösteriyor. Binlerce sosyalist burada kanını özgürlük için döktü. Rojava’da enternasyonalist dayanışma vücut buldu. Bu en son İspanya İç Savaşında olmuştu. Beraber çok gülemediler belki ama beraber öldüler. Bu ölülerin mirasına sahip çıkmak zorundayız.
Her ne kadar Marksist-Leninist olmasalar da burada sosyalist bir idare kurdular. Bu liberter bir sosyalizm olarak görülebilir. Kanımca bu deney bugüne dek başarılıdır. Orta Doğu’da liberter sosyalist bir ülke inşa edilebileceğini, baskı gücü olmadan yalnız halka dayanarak zafere gidilebileceğini Orta Doğu özelinde bize göstermişlerdir.
Halkın örgütlü gücü yenilmez. Kuzey Suriye Özerk Yönetimi de yenilmeyecektir. Eğer bir gün yenildiklerini görürsek savaşarak yenildiklerini göreceğiz. Ancak inanıyorum ki Suriye’ye barış geldiğinde bunun asli bir unsuru olarak da Kuzey Suriye Özerk Yönetimi yerini alacaktır. Kuzey Suriye Özerk Yönetimi’ne karşı yürütülen savaşın çok uzun süremeyeceği aşikardır.
Suriye’nin geleceği ne olacak?
Kendini hükümet ilan eden meczuplar yeni bir anayasa için üç, seçimler için dört yıl süre verdi. Bu süreler oldukça uzun. Bu süre zarfında kazanın kaynamaya devam edeceğini düşünüyorum açıkçası. Bu ortaçağ zihniyetli ihvancıların Kuzey Suriye Özerk Yönetimi ile bir anlaşmaya varabileceğini düşünmüyorum. Dahası bir anayasa yapılacağını da düşünmüyorum. Bunun yalnız bir oyalama taktiği olduğuna eminim. Bunun yanında ihvancı çeteler daha bugün bile birbiriyle anlaşamazken zaman içinde anlaşmazlıkları derinleşecektir.
Libya’da bunun bir örneğini görmüştük. Suriye de tekrar bir iç savaşa sürüklenecek, ayrı şehirlerde ayrı hükümetler kendini meşru ilan edecek ve çatışmalar tekrar başlayacaktır.
Kanımca bir süre bir normalleşme süreci tiyatrosu izleyeceğiz. Bu süre zarfında Rojava ikna edilmeye çalışılacaktır. Rojava’nın ikna edilemediği her gün yeni savaşın ayak sesleri şiddetlenmektedir. Söylediğim gibi anayasa bir oyalama taktiği. Bu teröristler Suriye’nin başına daha da bela olacaklar.
Türkiye solu ne yapıyor?
Türkiye sosyalistlerinin bir kısmı 2015’teki tutumlarını sürdürüyor. Ne Kürt halkıyla ne de bugün bir soykırım tehdidi altındaki Suriye Alevi halkıyla dayanışma göstermiyor. Tamamen duyarsız ve kulaklarını kapamış durumda. Bir kısmı ise yalnızca Kürt halkının sorunlarına eğilerek Alevi halkını göz ardı ediyor.
Bunların yanında yalnızca kısıtlı birkaç çevre iki ulusun da sorunlarına eğiliyor.
Suriye’ye içim kan ağlarken, Alevilere karşı bir soykırım tehdidi sürerken bir kısım sosyalist çevrenin sesini çıkarmaması asla unutulmayacak.
Bugün Türkiye sosyalistleri emek mücadelesinde de zayıf kalıyor. Zaten daha kendi ülkesindeki en temel soruna doğru dürüst eğilemeyen bir sosyalist örgütün dış gelişmeleri kavraması, doğru pozisyon alıp siyaset üretmesi pek olağan değil.
Ne yapmalı?
Bugün bizler, sosyalist sol, ne yapmalıyız? Ses çıkarmalıyız. Zulmü durduracak gücümüz yoksa da onu duyurmalıyız. Tüm STK’lar, meslek örgütleri, sosyalist olmayan partiler bu konuda uyarılmalı ve tutum almaya zorlanmalı.
Önce Suriye’deki Alevi ve diğer azınlıklara karşı saldırıların durdurulması için çalışılmalı. Bugün eğer bunu yapmazsak yarın sıra bize geldiğinde ardımızdan ağlayacak kimse bile olmayacak. Suriye sınırında eylemlilikler örgütlenerek Alevi halkıyla dayanışma gösterilmeli. Bunun yanında Rojava ile dayanışma büyütülmeli. Kobane yolunda kaybettiğimiz 33 arkadaşımızın düşü tamamlanmalı. Kobane’ye gidilmeli. Rojava’ya insani yardım ulaştırılması ve savaşın durdurulması için çalışılmalı. Bunlar yapabileceğimiz şeyler. Daha fazlasının yapılabildiğini on yıl önce gördük.
Sonsöz Yerine
Bizler tüm ulusların evlatlarıyız. Görevimizi yerine getirmeliyiz. Dayanışmayı büyütmeliyiz. Karanlığı yırtacak ve ülkemizin aydınlık yarınlarında buluşacağız. Bu yoldaki çabamız hiçbir zaman sonuçsuz değil. Unutmamalıyız ki “Hiçbir şeyin yaşanmadığı on yıllar ve on yılların yaşandığı haftalar vardır.”
Yaşasın Direniş Ekseni!
Kahrolsun emperyalizm!
