Türkiye Komünist Hareketi’nin Belgesinde Kurulmuş Olan Siyasi Rejim Tartışması
Bugünlerde Yeni Rejimin Anayasası Yazılıyor
Kemal Okur, Ekim 2025

Türkiye Komünist Hareketi geçtiğimiz ay Türkiye’nin Geleceği Sosyalist Cumhuriyettir” temalı bir konferans düzenledi. Türkiye Komünist Hareketi Merkez Komitesi bu konferansta aynı zamanda Türkiye’de 2010 ve 2017 dönemeçlerinde kurulan yeni rejimi yeniden tanımladı ve bu başlıkta yeni tezler ortaya attı: 1923 Cumhuriyet’i yıkılmış, yerine gerici ve faşist partilerin iktidarda olduğu bir istibdat rejimi kurulmuştur. Aşağıda bu yeni rejimin tartışıldığı bölümler görülüyor.. Yurtsever web dergisine göre “bu konferans ısrarla Cumhuriyetin, sosyalist cumhuriyet olarak yeni bir içerikle kurulması gerektiğini tarafından ısrarla dillendiriliyor. Dahası, böyle bir cumhuriyetin ilkeleri, ilk kalkış noktası ve ……“ilk 100 gün” programı bile ortaya koyuluyor”.
Birinci Taslak Metin
13 Eylül 2025
Ancak AKP, bugünlere tek başına kendisi gelmedi ve Cumhuriyet’in yıkılmasına dönük adımları bir günde cebinden çıkarmadı. Türkiye’nin girmiş olduğu kapitalist yol ve adım adım örülen emperyalizm işbirlikçisi çizgi AKP iktidarın amaç ve hedeflerini hayata geçirmesinin temel zeminini oluşturmuştur. Türkiye’de egemen sınıfların kapitalist karakteri, sermaye sınıfının ülkeyi çürütücü etkisi, emperyalizme bağımlılığın bir türlü kırılmak istenmemesi ülkeyi bu günlere getirmiştir. 1923 Cumhuriyet’i yıkılmış, yerine gerici ve faşist partilerin iktidarda olduğu bir istibdat rejimi kurulmuştur. İşte bu yüzden de sosyalistiz…
Türkiye’nin geleceğini düşünenler açısından ortaya konulan temel sorunlar şu şekilde ifade edilebilir: Eşitsizlikler, adaletsizlikler, insanca bir yaşamın olmaması, laikliğin ortadan kaldırılması, tarikatların başta siyaset olmak üzere toplumsal alanda egemen hale gelmesi, kendi kendine yeten bir ülke olamayışımız, bağımsız bir ülke karakterinin yitirilmesi, baskıcı despotik bir yönetimin tesisi, halkın devlet yönetimine katılımının geçersizleştirilmesi, dış politikada yaşanan sorunlar, üreten sınıfı oluşturan emekçilerin büyük bir sömürüye maruz kalması gibi başlıklar en üstte sayılmaktadır.
İşte bunları değiştirmek ve ülkenin geleceğini kurmak için Sosyalist Cumhuriyet’i savunuyoruz…
Sermaye sınıfının iktidar olduğu bir ülkede, tarikatların egemenliğinde, Ortadoğu’da Büyük Ortadoğu Projesi’nin savunuculuğunu yapan, neo-Osmanlıcı bu rejimin emperyalizmin çizdiği çerçevenin dışına çıkma ihtimali dahi bulunmamaktadır. Türkiye’yi yönettiğini söyleyenlerin yayılmacı hayallerle attıkları adımlar ülkenin parçalanmasının yolunu yapacaktır. Emperyalist kapitalist yol Türkiye’yi bölecek ve parçalayacak olan yoldur. İstibdat rejimi tam da buna yarayacak olan yönetim biçimidir.
Böylesi bir dönüşümün gerçekleşmeyeceği bellidir
Ülkemizde son 24 yıldır yaşanan süreç, aslında emperyalist plan ve niyetlerin ülkemizde de adım adım hayata geçirildiği bir süreç (K.O: adım adım dönüşüm süreci) olarak yaşanmaktadır. 1923 yılında emperyalist işgale karşı kurulan Cumhuriyet’in bağımsızlıkcı, laik, devletci ve cumhuriyetçi karakteriyle böylesi bir dönüşümün gerçekleşmeyeceği de bellidir.
Tam da bu nedenle AKP eliyle ülkemiz aslında Büyük Ortadoğu Projesi ekseninde gerici bir dönüşüme tabi tutulmaktadır. “Ilımlı İslam”, “neo-Osmanlıcılık”, “yeni Türkiye” söylemleriyle birlikte emperyalizmle uyumlu yeni bir rejim inşa edilirken, meşruti yönetimden daha geri padişahlığa yakın bir istibdat rejimi bu dönüşümün garantisi olmakta, aynı zamanda laikliğin ve ulus devletin temelleri de bu doğrultuda yıkılmaya çalışılmaktadır. Bu karşı-devrim süreci, gerici bir rejimi inşa etmek için ülkemizin emperyalizme karşı kazandığı savaşın belgesi olan Lozan’ı tartışmaya açmakta, etnik ve mezhepsel tanımlar üzerinden Lübnanlaştırma siyasetiyle ülkemizin parçalı bir siyasal çerçeveyle bölünmesinin fay hatları dinamitlenmektedir. Bu tablonun Türkiye’nin demokratikleşme sorunu ile uzaktan yakından ilgisi bulunmuyor. Tersinden ülkemizde baskı, hukuksuzluk, adaletsizlik daha da artmış, irtica hortlamış, mafya düzeni kurulmuştur. Bir asır önce Osmanlı yıkılırken ülkenin geleceği masadaydı. Osmanlıcılık, Batıcılık ve İslamcılık şeklinde bütün seçeneklerin tarihsel süreçte nereye evrildiğini çok iyi hatırlıyoruz. Bugün de benzer bir tablo karşımızdadır. Türkiye, yeniden bir yol ayrımındadır.
7. AKP İLE KURULAN YENİ REJİM, KARŞI DEVRİMİN YÜZYILLIK HESAPLAŞMASININ ÜRÜNÜDÜR.
AKP’nin iktidara gelişinin 21. yılında artık yeni bir rejim kurulmuş durumdadır. Bu yeni rejime giden tarihsel süreç, Cumhuriyet’in kuruluş paradigmalarıyla da hesaplaşmayı içeren bir karşı devrimin adı olmuştur. Bu anlamda iki yüzyılı aşkın bir süredir devam eden modernleşme çabalarıyla da bir hesaplaşma gündemdedir.
Bugünlerde Yeni Rejimin Anayasası Yazılıyor
AKP eliyle kurulan ve liberaller tarafından teorize edilen yeni rejim, cumhuriyetten geri meşrutiyete yakın bir kapitalist idare bicimi olarak ülkenin geriye gitmesidir. AKP eliyle kurulan rejim, sermayenin gerici çıplak sınıf diktatörlüğünün somutlanması ve emperyalist-kapitalist sisteme sermaye sınıfının ve sermaye devletinin entegrasyon hedefinin sonucudur. Cumhuriyet’i bir reklam arası olarak değerlendiren karşı-devrim, sermayenin sınıf diktatörlüğünü “başkanlık rejimi” ile sağlarken, bu rejimi gerici siyasi ve toplumsal bir zeminde kurmaktadır. 2023 secimleri ile birlikte yeni bir dönemeç gecilmiş, bugün gelinen nokta itibariyle yeni rejiminin anayasası yazılarak, “rejim” kurulu düzen haline getirilmektedir.
8. SERMAYE SINIFININ 1923 CUMHURİYETİ’Nİ TASFİYE EDEN SİYASİ PROGRAMINDA DEĞİŞİKLİK BEKLENTİSİ DAYANAKSIZDIR. 1923 CUMHURİYETİ’NİN GERİ DÖNÜLEMEZ BİÇİMDE TAHRİP VE TASFİYE EDİLDİĞİ KABUL EDİLMELİDİR.
Bugün kendisini emperyalizmin bölgesel politikalarında taşeronluk üstlenmekle tanımlayan bir yönelimin, mutlak bir bicimde emperyalizme uyumlu ve bağımlı yeni bir rejime ihtiyaç duyacağı acıktır. Bu yeni rejim, her şeyden önce 1923 Cumhuriyeti’nin başta ulus devlet ve laiklik olmak üzere temel paradigmalarının reddiyesi üzerine tanımlanabilir.
Devrimci hiçbir niteliği bulunmayan burjuva sınıfının, emperyalizmden bağımsızlaşma ve ilerici bir siyaset ile 1923 Cumhuriyeti’nin temel paradigmalarının yeniden kurulması arayışında olmadığı tespit edilmelidir. Yani, burjuva sınıfının Turkiye’de İkinci Cumhuriyet’in krizlerine yonelik restorasyon ihtiyacının ötesinde bir geri donuş arayışında olmadığı tespit edilmelidir.
(AKP eliyle kurulan ve liberaller tarafından teorize edilen yeni rejim) Liberaller tarafından 1923 Cumhuriyeti’nin antitezi olarak ilan edilen “II. Cumhuriyet”, bugün patronların, tarikatların ve emperyalizme bağımlılığın rejimi olarak gerici ve emek düşmanı karakteriyle karşımızdadır. Düzen muhalefetinin bu acıdan farklı bir programı söz konusu değildir. Bu açıdan, 1923 Cumhuriyeti’nin geri dönülemez biçimde tahrip ve tasfiye edildiğinin görülmesi ve kabul edilmesi gereklidir.
9. “YENİ ANAYASA” DAYATMASI İLE BİRLİKTE, REJİMİN KARAKTERİ DE NETLEŞMEKTEDİR.
1970’lerin sonu 1980’lerin başlarından aslına dönen rücu eden kapitalizmin uluslararası düzeydeki krizi ile birlikte bütün ülkelerde, emekçilerin kazanımlarına dönük yürütülen saldırı Türkiye’de de 24 Ocak 1980 Kararlarıdır. Uygulanabilmesinin yolu 12 Eylül 1980 Darbesi ile acılmıştır.
Türkiye’nin, emperyalizmin ve sermayenin ihtiyaclarına göre dönüştürülmesi (K.O daha önceki hamlelerle) belli bir aşamaya gelmiş ve bu dönüştürmeye en uygun unsur olan AKP eliyle 2010, özellikle de 2017 dönemeclerinde yeni bir rejim kurulmuştur.
Ayak bağı olan bir devlet yapılanması cözülmüş/tasfiye edilmiş ve yeni bir devlet yapısıyla i kame edilmiştir.
1923 Cumhuriyetini ve kazanımlarını ayak bağı olarak gören ve bununla hesaplaşan güçlerin topyekûn (K.O hepsinin birlikte) kurduğu bu rejimin temel karakteri, tam boy sermaye egemenliği, emperyalizm işbirlikciliği ve bunlara karşı yükselecek bir itirazın engellenmesi icin toplumun gericilikle kuşatıldığı bir rejim kurulmuştur.
Sınıf karakteri ve baskı aygıtları hic olmadığı kadar güclü olan yeni “devlet” mekanizmasıyla toplumsal haklar alanının ortadan kaldırıldığı, yerelleşmeyle birlikte piyasa güclenirken işçisınıfının ve toplumun örgütlüğüğünün dağıtıldığı, böylece sermaye önündeki engeller bertaraf edilirken siyasetin ana öznesi olan toplumun siyaset dışında bırakıldığı bir yapı (K.O bu) rejimin temelidir.
Devleti şirket gibi yönetirsek
Erdoğan’ın 2015 ve 2018’de tekrar ettiği “devleti şirket gibi yönetirsek netice alırız” sözleri AKP’nin özlemlerinden ibaret değildir. Söylenen, emperyalizmin Türkiye’ye biçtiği rolün, sermayenin ihtiyaçlarının ve bu nedenle gerici ideolojilere duyduğu ihtiyaçtır. Dinci gericilik, tarikatların gücü, toplumun cemaatleştirilmesi rejimin önemli özelliğidir. Sermayenin önündeki engellerin kaldırılması için devletin çözülmesi ve dönüştürülmesi, yani yeniden yapılandırılmasının yanı sıra kamusal alan tasfiye edilmiş, kamu varlıkları sermayeye devredilmiş, kamu hizmetleri piyasa kalemi haline getirilmiş, sermaye üzerindeki vergi ve sosyal güvenlik yükü kaldırılmıştır.
Kamusal alanın tasfiyesi yurttaşlık nosyonunun da tasfiyesini, kamusal bilinci de ortadan kaldırmaktadır.
Kurumların yeni rejime uygun bir bicimde dönüştürülmesinde en önemlilerden biri hukuk olmuştur. Yargı, istibdat rejiminin cezalandırma aygıtı olarak işlemektedir.
ABD Büyükelçisinin “Osmanlı referansı” ve siyasi iktidarın artan ümmet vurgusu, bugün Ortadoğu’da emperyalist hamlelerin uzantısı olarak dayatılan “çözüm süreci” ile birlikte düşünüldüğünde, yeni rejimin yukarıda vurgulanan karakteri daha açık bir biçimde görülmektedir.
Lozan ve 1924 Anayasası ile hesaplaşma, ulus devletin ve laikliğin tasfiyesi, “yeni anayasa” dayatması ile birlikte, rejimin karakteri de netleşmektedir. Ekonomik ve siyasi bağımsızlığın tamamen ortadan kalktığı, egemenliğin kayıtsız şartsız emperyalizme bağlandığı, emekçilerin eşit ve özgür bir gelecek zemini olan yurttaşlığın ümmet ile ikame edildiği, çoklu hukuka kapı aralayan, toplumun din, etnisite ve ilkel kabile olan aşiretler üzerinden kimliklerle parçalandığı bir rejimin tahkim edildiği (K.O. güçlendirildiği) görülmelidir.
