Neo-Marksizm: Thompson ve Hobsbawm Perry Anderson’a Karşı; Tarihselciler ve Yapısalcılar Arasındaki Büyük Tartışma

Qiao Ruijin, Şangay Fudan Üniversitesi, Batı Marksizmi Araştırmaları Fakültesi, Dekan Yardımcısı, Eylül 2007

Çeviren: Kemal Okur

E. P. Thompson, Eric Hobsbawm, Perry Anderson, Louis Althusser

Türkçeye Çevirenin Notu:

Aşağıdaki bu tartışma özeti, Thompson’ın ve akademik alanda temsil ettiği görüşü, yani teoriler yerine olguları, kaçınılmazlık yerine şans ve tesadüfleri ve evrensel yerine tikeli vurgulayan tarihselci okulun karakteristik özelliklerini ortaya koymaktadır. 

Thompson, kendi tarihselciliğinin ilkelerini savunurken, tarih araştırmalarında kullanılan yöntemleri teorik soyutlama düzeyine yükseltmeyi ve bunu teorik bir yöntem olarak ele almayı reddetmiştir. Bu tam da tarihselci düşünce tarzında somut ve tikel olana yapılan vurgu, aslında soyut ve evrensel olanın ihmal edilmesinin bir ifadesidir.

Perry Anderson’ın önde gelen savunucusu olduğu yapısalcılığın avantajı, toplumsal tarihin çoklu düzeyleri ve toplumsal tarihin baskın yapıları olan diyalektik bir yapı ve toplumsal tarihin bir bütünlük olduğunu ve bütünlük içinde her bir unsurun diğerine koşullanmış olduğunu vurgulaması ve böylece “atomcu” araştırma modelini kırarak parçaları parçaların perspektifinden anlamayı reddetmesi, bunun yerine parçaları bütünün perspektifinden anlamaya çalışmasında yatmaktadır. Fakat hem tarihselci hem de yapısalcı düşünme biçimlerinin ve araştırma yöntemlerinin her ikisinin de kendi ölümcül zayıflıkları vardır.

Thompson’ın temsil ettiği tarihselciliğin zayıf yanları: teorinin rolünün göz ardı edilmesi, tümdengelim yöntemlerini uygulamayı reddetmesi, toplumun kapsamlı/bütünsel bir  anlayışından yoksun olması ve toplumsal yapısal ilişkilerin bireyler üzerindeki belirleyici etkisini görememesidir. Tarihselciliğin bu eksiklikleri kolaylıkla öznelciliğe ve göreceliliğe (relativizme) yol açabilir. 

Yapısalcılığın dezavantajları şunlardır: toplumun bütünsel yapısına ve düzenlilik içinde  düzenine aşırı vurgu yapmak, bireylerin/tikelin özgünlüğünü ve öznenin inisiyatifini göz ardı etmek, ki bu da kolayca kaderciliğe yol açar. Eğer yapının karmaşıklığına aşırı vurgu yapılırsa, toplumsal ve tarihsel gelişimde tesadüflerin ve belirsizliğin rolü artacak ve aynı zamanda bu da tarihselcilikte olduğu gibi göreceliliğe (relativizme) yol açacaktır.

Türkiye’deki sosyalist/komünist partiler içinde tarihselci akımın derin etkisi özellikle Gelenek akımından türeyen partilerde görülmektedir; “bunlardaki tipik özellik tikelliğe aşırı vurgu, ampirizme aşırı vurgu ve teorizasyon çabasının ve şeylerin gelişmesinde yasallık olduğu düşüncesinin reddi” görülmektedir.  Bkz.  https://marksizm.org.tr/?p=5775  TKP 14. Kongresi’ne Sunulan Tezler: Tipik Bir Tikelliğe Aşırı Vurgu ve Evrenselliğin, Dünyadaki Çağdaş Trendlerin Bütünsel Analizinin Gözden Kaçırılması; Kemal Okur

Marksist diyalektiğe göre özgünlük/tikellik evrenselliği doğurur ve üretir: Her özgünlük/tikellik (Türkiye özgülü) genel olarak evrenselliği (dünya durumu ve dünyadaki trendler) içerir. Özgünlük evrenselliğin somut tezahürüdür, evrensellik (dünya durumu ve dünyadaki trendler) ise özgünlüğün soyut genellemesidir. Evrensellik, (dünya durumu ve dünyadaki genel trendler) Türkiye deki tikel/özgül süreci yönlendirir: Tikellik benzersiz/özgün özelliklere sahipken, evrensellik (dünya durumu ve dünyadaki çağdaş genel trendler) özgüllüğe (Türkiye sürecine) rehberlik edebilir ve referans sağlayabilir. Ancak, evrensel ilkeleri bir özgüllüğe uygulamada hatalar yapılabilir, çünkü özgüllük genellikle evrenselliğin (dünya durumu ve dünyadaki genel trendler üzerine teorilerimizin) kapsayamayacağı belirli faktörleri de içerir. Bu nedenle, özgüllüğü (Türkiye’deki süreci) ele alırken, evrensel ilkeleri (dünya durumu ve dünyadaki genel trendler üzerine teorilerimizi) esnek bir şekilde uygulamak ve yereldeki tikel durumu belirli koşullar ışığında analiz etmek ve değerlendirmek önemlidir.


20. yüzyılın ikinci yarısında İngiltere’de sosyalizm ve Marksizm üzerine bir araştırma dalgası başlamış, çok sayıda neo-marksist teorisyen ortaya çıkmış ve birçok yeni neo-marksist okul oluşmuştu. Bu birçok neo-marksist okul arasında tarihselci Marksizm ve yapısalcı Marksizm okulları özellikle dikkat çekiciydi. Marksist Tarihselci Okul II. Dünya Savaşı’ndan sonra oluşmuş ve gelişmiştir. Bu okul Maurice Dobb, Eric Hobsbawm, Christopher Hill, Rodney Hilton ve Edward Palmer Thompson (E.P Thompson) da dahil olmak üzere uluslararası etkiye sahip çok sayıda Marksist tarihçiye sahiptir. E.P Thompson bu okulun en önemli temsilcilerinden biriydi.

Perry Anderson ve Marksist Yapısalcı Okul

Marksizmin yapısalcı okulu 1960’larda doğmuştur ve Perry Anderson, Tom Nairn, Robin Blackburn ve diğerlerini içeren genç bir nesilden oluşmaktaydı. Perry Anderson bu okulun lideriydi. Bu neo-marksist teorisyenlerin çoğu 20. yüzyılda doğmuş ve büyümüştü. Onlar İnsanlık tarihinin en çalkantılı ve derin değişimlerinin yaşandığı bir yüzyılı deneyimlediler.  Marksizmin büyük etkisi, sosyalizm ve kapitalizm– iki büyük kamp– arasında siyasi bir çatışma ortamı yaratmış ve aynı zamanda tarihi ve gerçekliği yeniden düşünmek için teorik çevrelerde bir beyin fırtınasını tetiklemişti. Tarihselci okul ve yapısalcı okul doğrudan Marksizm’in teori ve metodolojisini miras almış ve teorik araştırmaları için araç olarak diğer Marksizm dışı teori ve yöntemleri ödünç almış ve entegre etmiş, sosyal tarihi yeniden incelemiş ve eleştirmiştir. Tarihselcilik ve yapısalcılık gibi iki farklı araştırma yönteminin yanı sıra farklı bakış açıları ve araştırma düzeylerinin kullanılması nedeniyle, iki okul birçok açıdan farklı görüş ve sonuçlara ulaşmış, belirgin bir teorik çatışma oluşturmuş ve şiddetli tartışmalara yol açmıştı. Bu tartışmalar arasında Thompson ve Anderson arasındaki uzun soluklu tartışma, iki okul arasındaki teorik faaliyetlerin ana manzarasını oluşturmakta ve aynı zamanda iki okulun teorik bakış açılarını ve ideolojik önermelerini kabaca yansıtmaktadır.

Dolayısıyla Thompson ve Anderson arasındaki tartışmayı inceleyip analiz ederek, sadece bu iki kişinin ideolojik bağlamını kavramakla kalmayacak, aynı zamanda temsil ettikleri iki okulun teorik çerçevesini de kabaca anlayabileceğiz. Daha da önemlisi, tarihselcilik ve yapısalcılığın iki düşünme biçimi ve araştırma yönteminin analizi ve karşılaştırılması yoluyla, çağdaş İngiliz neo-Marksist felsefesinin egemen bilincini doğru bir şekilde kavramamıza yardımcı olacak, böylece Marksizmi daha derin ve daha kapsamlı bir şekilde kavrayabileceğiz.

Tarihselcilik ve yapısalcılık: İki Akademik Gelenek ve Yöntemleri ile İdeolojik Yönelimleri Arasındaki Farklılıklar

İki akademik gelenek ve iki farklı yöntem olarak tarihselcilik ve yapısalcılık akımları, Hegel’in “metafizik” olarak adlandırdığı eski düşünme biçimi ve eski araştırma yöntemleri geri çekildikçe yavaş yavaş etkisini gösterdi. Eski ve yeni düşünce arasındaki geçişte, her iki akım da bir büyüme süreci yaşadı ve “zamanımızın teorik düşüncesi” haline geldi. Akademik araştırmalarda, İngiliz Tarihselci Okulu ve Yapısalcı Okulu’nun her ikisi de kendi özgün akademik geçmişine, özgün kültürel perspektifine ve nispeten bağımsız araştırma alanlarına, özellikle de özgün araştırma yöntemlerine sahiptir.

Thompson ve Tarihselci Okul

Thompson tarafından temsil edilen Tarihselci okul yazarları çoğunlukla İngiliz burjuva ampirist geleneğini miras alan tarihçilerdir. Tarihselci okul araştırma alanının doğası ve düşünme alışkanlıklarının etkisi nedeniyle, sosyal tarih araştırması yapmak için genellikle tarihselci yöntemi kullanır. Anderson’un temsil ettiği yapısalcı okul, çoğunlukla 1960’lardan bu yana İngiltere’de yayınlanan uluslararası New Left Review (Yeni Sol Araştırmaları) dergisinde çalışan akademisyenlerden oluşuyordu.

Yapısalcı okul, üyelerinin çoğu geleneksel Marksist teoriden etkilenmişti ve aynı zamanda kıta Avrupası teorisinden, özellikle Fransız yapısalcılığından ve Althusser’in yapısalcı Marksizminden doğrudan etkilenmişlerdi. Bu nedenle, akademik araştırmalarında bu Kıta Avrupası yapısalcılığının teorik rengi çok belirgindi. Farklı kamplardaki Thompson ve Anderson, aynı dönemde sosyal tarihi analiz ediyor ve inceliyor olmalarına rağmen, akademik araştırmalarında kendi yöntemlerini- tarihselci yöntemi veya yapısalcı yöntemi- uygulayarak farklı sonuçlara ulaşmışlar ve teorik bir karşıtlık içinde olmuşlardı.

Tartışmada Bir Odak Noktası: Dış Ülkelerden Teorik ithalat Gerekli mi?

Perry Anderson’un New Left Review’in genel yayın yönetmeni olmasından itibaren, onun temsil ettiği yapısalcı okul, İngiliz akademik camiasının kendi içine kapanık statüsüne ve Kıta Avrupası teorilerinin anlaşılmamasına tepki olarak Kıta Avrupası teorisyenlerinin eserlerini büyük ölçekte çevirmeye ve İngiltere’ye ithal etmeye başlamıştır.  Eserleri çevrilip ithal edilen teorisyenler arasında Lukacs, Gramsci, Adorno, Marcuse, Sartre ve Althusser bulunmaktaydı. Fakat yapısalcı okul sadece çeviri ve tanıtımla meşgul değildi. Onlar bu yapısalcı teorileri değerlendirmek ve sindirmek için daha fazla enerji harcıyorlardı.  Perry Anderson ve arkadaşları, İngiliz akademik araştırmalarında eksik olan bir yöntemi Fransız teorisinde, özellikle de yapısalcı teoriden, yani yapısalcılığın yönteminde görmüşlerdi. Perry Anderson, Çağdaş Batı Marksizmi’nde şöyle yazmıştır: “Artık teori, daha önce hiç sahip olmadığı bir titizlikle tarihtir; tarih de aynı zamanda bir teoridir ve tüm tarihsel olayları açıklarken, geçmişte kaçınmak için çok uğraştığı teorik bir yöntemi benimser. ” ( Anderson , 1989 , s.28 ) New Left Review’un editörleri İngiliz burjuva ampirist geleneğini geride bırakarak yapısalcı Kıta Avrupası teorisine görülmedik bir heves göstermeye başlamıştı.   “Yabancı şeylere tapınma” davranışları, Thompson tarafından temsil edilen Tarihselci okulda derhal güçlü bir memnuniyetsizlik uyandırmıştı.  Thompson, yapısalcı okulu akademik araştırmaları fazla teorik hale getirmekle ve Britanya’nın özelliklerini dikkate almamakla eleştirdiği ve hatta onları ulusal nihilist olmakla suçladığı “İngiliz Özgünlükleri” (1979) makalesi ile onlara karşı saldırıya geçti. Perry Anderson’ın yapısalcı okulu hemen onlara aktif bir şekilde karşılık verdi.

İki okul arasında şiddetli bir tartışma başlatmıştı

On yıldan uzun bir süre sonra, tartışma yavaş yavaş yatıştığında, Thompson “Teorinin Sefaleti” adlı kitabının yayınlanmasıyla iki okul arasındaki tartışmayı bir kez daha alevlendirdi. Thompson’ın kitabının başlığı, Marx tarafından Proudhon’u eleştirmek için yazılan Felsefenin Sefaleti eserinden esinlenmişti. Kitabın amacı, Althusser ve Anderson’un yapısalcı okulunu, tarihi belirli tarihsel olaylardan ziyade bir dizi soyut teorik kategori olarak görmekle suçlamaktı. Thompson’ın gözünde, Althusser ve Anderson’un “metafizik sapkın” Proudhon’dan hiçbir farkları yoktu. Daha sonra Anderson da ona karşılık vermek için İngiliz Marksizminde İç Tartışmalar’ı yayınladı ve böylece iki kamp arasındaki tartışmanın ikinci doruk noktası oluştu.

İngiliz ampirizminden ve burjuva tarihselci düşünceden etkilenen Thompson ve okulu, yazılarında gerçeklerle konuşmayı, İngiltere gerçekliğinin partiküler tikelliğine değer vermeyi, evrenselliği reddetmeyi ve yabancı teorilerin Britanya’ya dayatılmasına karşı çıkmayı vurguluyordu. Öte yandan Perry Anderson, Tom Nairn ve arkadaşları Fransız devrimci pratik modeline hayrandılar ve bu modeli İngiltere’ye nakletmek istiyorlardı. Thompson, Fransız deneyimine yakın olan bu “Anderson – Nairn modeline” şiddetle karşı çıkıyordu.

 Thompson şunları söylüyordu: “İnsanların dikkatini devrim gibi dramatik bir olaya odaklamak ve devrimden önce ve sonra yaşanan her şeyi devrimle ilişkilendirmek için bir model oluşturulmasına karşıyım;  ideal bir devrimci tipinde ısrar ediyorum ve bu tipi ihlal eden herkes eleştirilmelidir. ” (Thompson, sayfa 257)

Thompson İngiliz-Britanya’nın özgünlüğüne yaptığı vurgu nedeniyle, akademik araştırmalarının kapsamı ve akademik kaynakların kaynağı konusunda güçlü bir “milliyetçi” eğilim göstermişti.  Anderson ve arkadaşları: “komşu ülkelerin teorik kültürüne karşı— İngiltere’deki muhafazakar ampirist gelenek ve tarihselci okul tarafından gösterilen—son derece kapalı görüşlülük ve cehalet” nedeniyle büyük hayal kırıklığına uğramışlardı ( Anderson, 1981 , sayfa. 89 ) 

Anderson aynı zamanda Thompson ve diğerlerinin körü körüne iyimser “tek ülkede devrimin zaferi teorisine” de karşı çıkmış, İngiliz işçi sınıfının kapitalizmin dengesiz gelişme yasasının etkisi dolatışıyla hiçbir zaman güçlü bir sınıf bilinci oluşturamadığını savunmuştu. Bu durumda, “yalnızca işçilerin kendiliğinden uyanışlarına umut bağlamanın mümkün olmadığı” açıktı. (Anderson görüşü)

Bu nedenle, Anderson tarafından temsil edilen neo-Marksist kuşak, diğer ülkelerden İngiliz işçi devrimine rehberlik edebilecek teoriler bulmayı umarak “enternasyonalizme” yönelmişti. Tarihselci okul ile yapısalcı okul arasında teori ithali meselesi üzerine yaşanan tartışma, aslında iki okulun araştırma yöntemlerindeki farklılıkların dışa yansımasıydı.  Düşünme ve araştırma yöntemlerindeki bu farklılıklar nedeniyle, bu iki akım  “partiküler” ve “evrensel”, “tikel” ve “genel”, “somut” ve “soyut” gibi kategoriler arasındaki ilişki konusunda da farklı anlayışlara sahiptirler.  Bu nedenle, teori ithali meselesi etrafındaki tartışma, tarihselci ve yapısalcı metodolojiler arasındaki karşıtlığın bir devamıydı.

Tartışmanın Özü: Tarih Felsefesi Tarzı

Thompson’a göre tarih, tarihle ilgili malzemeleri ve olguları ortaya çıkarmak ve düzenlemektir; tarih araştırması tarihle ilgili bu malzemeleri ve olguları birtakım teorileri kanıtlamak ya da üretmek için kullanmak değildir. Thompson’a göre, “Tarih, ‘büyük teoriler’ üretmek için bir atölye değildir. Tarih araştırmasının görevi, kendi nesnesini, yani gerçek tarihi keşfetmek, açıklamak ve anlamaktır. ” (Thompson, s. 46) 

Hatta Thompson tarihi geçmiş kavramı ile bir tutar ve onu geçmişte olan her şeyin bir kaydı olarak görür, böylece Thompson tarihin bir bilim olduğu görüşüne de karşı çıkar, çünkü “tarihi bir ‘bilim’ olarak adlandırmaya çalışmak yararsızdır ve kafa karışıklığına neden olması çok kolaydır” (Age. , s. 231) Thompson, bu görüşlerle tarihin kendi akışkanlığı ile teorik kavramların katılığı arasındaki uyumsuzluğa vurgu yapıyordu. Thompson, tarihsel evrimde görülen birçok olumsallığın (tesadüflerin) etkisini vurgulamış, aynı tarihsel olayların tekrar tekrar meydana gelmesinin imkansız olduğunu ve tarihsel olayları yaratan aynı tarihsel koşulların ve ortamın üretilmesinin imkansız olduğunu savunmuştur. Thompson’a göre, belirli bir tarihsel dönemde ve belirli tarihsel koşullar altında belirli tarihsel olgulara dayanarak oluşturulan teoriler, yalnızca o dönemin tarihini açıklamaya uygundur ve bu teorik modeller diğer tarihsel olgulara dayatılmamalıdır. Tarihin bu özelliği, tarihin yalnızca olgularla incelenebileceğini belirler.  Bu nedenle Thompson’ın tarihsel araştırmalarında teori ve teorik çerçeve her zaman kasıtlı ve bilinçli olarak ihmal edilir.  Ölümünden bir yıl önce Thompson, hayatı boyunca yazdığı akademik yazıları özetlemiş ve şunları söylemişti: “Tarihle ilgili çalışmalarımda çok fazla teorik alan yok. Bundan kasıtlı olarak kaçınıyorum. Bu tutum bir yandan okuyucularla nasıl iletişim kuracağıma dair bir sorun, diğer yandan da benim tüm bakış açımı ve düşünce tarzımı gösteriyor. “ (Bkz. Liu Wei) 

Thompson’ın Ampirizmi ve Teori Karşıtlığı

Aslında bu özet, Thompson’ın ve akademik alanda temsil ettiği görüşü, yani teoriler yerine olguları, kaçınılmazlık yerine tesadüfleri ve evrensel yerine tikeli vurgulayan tarihselci okulun karakteristik özelliklerini doğru bir şekilde ortaya koymaktadır.  Thompson, Marx tarafından— belirli bir dönemde ve belirli koşullar altında— çıkarılan hazır-verili sonuçların başka durumlara uygulanmasına karşı çıkmasına ve teori ve ilkelerin olguları uyarlamak için kullanılmasını reddetmesine rağmen, tarihsel araştırma yapmak için yalnızca Marksist yöntemlerin kullanılabileceğini vurgulamış ve yöntem olarak tarihsel materyalizm ve diyalektiğin Marksistlerin “ortak uygulama alanları” olduğunu savunmuştur (Thompson, sayfa 44). 

Bununla birlikte, Thompson’un Marksist yöntemin soyut bir teorik yöntem olduğunu kabul etmediğini, fakat bunların yalnızca akademik pratikte geliştirilerek edinilebilecek belirli “düşünce alışkanlıkları” olduğunu savunduğunu belirtmem gerekir. Thompson, kendi tarihselciliğinin ilkelerini savunurken, tarih araştırmalarında kullanılan yöntemleri teorik soyutlama düzeyine yükseltmeyi ve bunu teorik bir yöntem olarak ele almayı reddetmiştir. Bu tam da tarihselci düşünce tarzında somut ve partiküler olana yapılan vurgu, aslında soyut ve evrensel olanın ihmal edilmesinin bir ifadesidir.  Buna karşın Thompson, tarih araştırmasında bazı kavram ve kategorilerin kullanımını da tamamen reddetmemiştir. Her şeye rağmen Thompson, Marksist teori ve kavramların tarih araştırma çalışmalarında önemli bir rol oynadığını birçok kez kabul etmişti. Bununla birlikte çelişkili bir biçimde Thompson tarihte kullanılan kavramların “tarihin yasaları değil beklentiler” olduğunu da savunmuştur.  Thompson’a göre tarihte kullanılan bu kavramlar “özel uyarlanabilirliğe” ve “gerekli esnekliğe” sahip olmalıdır ve birer “manevra katsayısıdır” (P. Anderson’dan alıntı, 1980, s. 9) 

Açıkçası, Thompson burada teoriyi kavramlara indirgemiş görünüyor ve Thompson’ın bahsettiği bu kavram görüşü tam olarak bizim anladığımız türden kavram değildir. Thompson’ın bahsettiği kavram, ampirik gerçekler değiştikçe hızlı bir şekilde değişip durumlara yanıt verebilir olmalı ve sürekli değişen ampirik gerçekleri takip etmek için kendisini bir anda değiştirebilmelidirler.  Başka bir deyişle, aslında Thompson kavramları tarih araştırmasına yalnızca ampirik olguların akışkanlığı tartışmasını kolaylaştırmak için sokmuştur, fakat bu şekilde kavramlar eninde sonunda ampirik olgular içinde eriyecektir. Tam da Thompson’ın görüşündeki bu “tarihsel olgular” kavramı teorik kavramlarla uyumsuz olduğu için, Thompson tarihin bir bilim olduğundan şüphe duymaktadır.

Bu, Thompson’un tarihselci düşünce tarzının bir başka tezahürüdür: yani şeylerin akışkanlığını vurgulamak, bütünlük ve yapının derinlemesine analizinden yoksun olmak; aynı zamanda artzamanlı (diachronic) araştırmaya odaklanıp senkronik analizi göz ardı etmek.

Perry Anderson’un Görüşleri

Anderson ise, yapısalcı düşünce tarzından yola çıkarak, teorinin rolüne büyük önem verir.  Anderson bir röportajında şöyle der: “Tarihsel araştırma her ciddi Marksist ya da solcu için son derece önemlidir, fakat yeterli değildir.  İngiliz Marksizminde eksik olan şey tam olarak sistematik eleştirel teoridir. “ (Bkz. Wang Hui)

Anderson, teoriyi vurgularken Thompson gibi tarihçilerin çalışmalarını inkar etmemekle kalmamış, fakat aynı zamanda onların olağanüstü katkılarını da büyük ölçüde onaylamıştır.  Anderson, “Batı Marksizminin Keşfi” adlı kitabında şunları yazmıştır: “Marksist tarih yazımındaki ilerlemenin Marksist teorinin gelişimi için ….son derece önemli olduğu açık olmalıdır. ” (Anderson, 1981, s. 138)

Anderson, tarihsel olgulara ve ampirik malzemelere önem vermenin tarihçilerin hakkı olduğunu, fakat tarihin teoriyi dışlamaması gerektiğini, aksi takdirde tarihçilerin tarihsel olguları toplama ve doğrulama çalışmalarının anlamsız hale geleceğini savunmaktadır. Tarihsel gerçekleri ve malzemeleri üst üste yığmak tarihsel araştırmanın temel amacı değildir. Toplanan ve doğrulanan bu tarihi gerçekleri ve ampirik malzemeleri sistematik olarak özetlemek ve teorik olarak soyutlamak çok önemlidir. Bu nedenle Anderson, “ideolojik sistemin mevcut düzeyde, bugüne ve geleceğe tam olarak uyum sağlayabilmesi için, bu malzemelerin ardında yatan tarihin tüm yasalarını ve anlamlarını” elde etmek amacıyla tarihsel derlemelerden derlenen malzemelerin yeniden incelenmesi için yapısalcı yöntemlerin kullanılmasını savunmuştur ( Age. , 1989 , sayfa. 17-18 ) .

Oysa Thompson, yapısalcı okulla olan tartışmasında yapısalcı yöntemi her zaman tarih araştırmalarının önünde bir engel olarak görmüş, Tarihselci yöntemi sürekli yüceltip yapısalcı yöntemi değersizleştirmiştir. Thompson, tarih disiplininin özelliklerine dair sahip olduğu özel görüşe dayanarak, yapısalcı okulun akademik araştırmalarını fazla soyut ve teorik olmakla eleştirmiştir.  Tarihsel derleme ve veri toplama perspektifinden bakıldığında Thompson’ın eleştirisinin makul olduğuna şüphe yok, fakat bence Thompson bu doğru yönde istemeden diğer hatalı uca kaymıştır. Thompson, tarihsel araştırmalarını olgusal malzemelerin keşfi ve düzenlenmesiyle sınırlandırmış, tarihsel ayrıntılara odaklanmış ve uzun vadeli tarihsel araştırmalara karşı çıkmıştı. Thompson, teorilerin toplanan tarihsel materyallerden ve ampirik gerçeklerden yola çıkılarak soyutlanmasına karşı çıkmış ve teorilerin tarihsel gerçeklere dayatılmasına tahammül edememiştir.  Thompson, yapısalcı okul tarafından yapılan çalışmaların tamamen teorik düşünme egzersizleri olduğuna, gerçek pratikle hiçbir ilgisi olmadığına ve hatta bir tür skolastik felsefeye dönüşebileceğine inanarak teorik sistemlere karşı her zaman güçlü bir itiraz tutumu sergilemiştir.  ( Bkz. Liu Wei )

Thompson, The Poverty of Theory (Teorinin Sefaleti) adlı kitabında şöyle yazmıştı: “Tarihçilerin teorisi yoktur, Marksist tarihçilerin teorisi yoktur ve tarih teorisi Marksist tarih teorisinden farklı bir şey olmalıdır. “ (Thompson, s. 12)  Thompson, tarihi yapısalcı yöntemden ve tarihi teorilerin “kirliliğinden” korumak için aşırı bir duyarlılık göstermiştir. Thompson, kendi sosyal tarih araştırmasını koruma amacıyla yapısalcı yöntemleri sosyal tarih araştırmasından çıkarmaya çalıştı ve sonuçta bu disipline zarar vermesi kaçınılmaz oldu.

Anderson, Thompson’ın tarihi bilim olarak görmeyi reddetmesinin aslında bu disiplinin yanlış anlamasından kaynaklandığını savunur. Oysa Anderson’a göre tarihin akışkan doğası, tarih üzerine açık ve kesin kavramların oluşturulmasına engel değildir. Anderson’a göre gerçekliği düşünürken ve analiz ederken, tarihin ve gerçekliğin “dağınık olgusal malzemelerindeki gereksiz özgüllüğü ve gereksiz karmaşıklığı ortadan kaldırmak için yapısalcılık yöntemini ve soyutlama düşünme yolunu kullanmalıyız, böylece bu yol bize açık ve özlü bir yapı ve açık ve özlü bir ilişki sunulabilir. Soyutladığımız şey aslında şeylerin özü ve şeylerin gelişme yasası olduğu için, soyutlama işlemi olgusal materyaller kadar gerçektir”.

Tarihsel materyalizmin pek çok önemli kavramı ve pek çok önemli teorisi vardır.

“Çok sayıda tarihsel olgunun dikkatli bir şekilde analiz edilmesi ve tarihsel değişimlerin yasalarının kavranması yoluyla, nihayetinde biz bu tür teorik kavramları ve teorileri tanımlayabiliriz, böylece net bir sosyal ilişki yapısına ulaşabiliriz.  Yapısalcı yöntem, dağınık tarihsel olguları ve malzemeleri bir düzene sokan sosyal tarihi yorumlamanın en güçlü anahtarıdır”. Anderson’a göre: “Marksizm esas olarak ve olağanüstü bir şekilde tüm toplumun özünü ve gelişim yönünü araştıran ideolojik sistem kategorisine aittir. ” (Anderson, 1989, s. 2)

Anderson meteoroloji ile tarihi de karşılaştırmıştır: “Hava durumu tarihten daha öngörülemez olmasına karşın, meteorologların değişimlerde evrensel yasalar bulmak ve nihayetinde nispeten istikrarlı bir meteorolojik teori sistemi oluşturmak için daha fazla kavramsal çalışma yürütmek için kendilerini geçmiş meteorolojik gerçeklere ve materyallere odaklanmalarını gerektiren şey işte bu öngörülemezliktir. Bilim insanları, yapısalcı yöntemle inşa edilen teorik sistemi anlama ve kavrama temelinde gelecekteki hava durumu değişikliklerini doğru ve etkili bir şekilde tahmin edebilirler”. (Anderson, 1980, sayfa 9-10) 

Anderson’a göre benzer şekilde, yapısalcı yöntem de tesadüfi ve değişken tarihsel olayları açıklamada eşit derecede önemli bir rol oynayabilir.  Fakat Anderson’un yapısalcı düşünme biçimini daha çok toplumsal gelişimin genel ve uzun vadeli incelemelerini yapmak için kullandığı görülmektedir.

Tartışmada Diğer Bir Başlık: Sınıf bilincinin oluşumu ve sınıf bilincinin doğası

Thompson, tarihselci düşüncenin rehberliğinde, işçi sınıfının akışkanlığını vurgulamış ve işçi sınıfını analiz etmek için artzamanlı (diyakronik) yöntemlerin kullanılmasını savunmuş ve sınıf araştırmasının senkronik araştırmalar gibi statik bir yapısalcı çerçeveye oturtulmasına karşı çıkmıştır.  Thompson sınıfı akışkan bir olgu ve ilişki olarak görmüş ve statik bir nesne olarak ele alınmasına karşı çıkmıştır. Thompson şöyle yazıyordu:”Sınıfın tarihsel bir olgu olduğunu vurguluyorum, sınıfın ‘kategori’ olmak bir yana, bir ‘yapı’ bile olmadığını vurguluyorum. Ben sınıfı insanlar arasındaki ilişkide gerçekten/aktüel olarak olan (ve olduğu kanıtlanabilen) bir şey olarak görüyorum. Dahası, sınıf görüşü (tutumu) tarihsel ilişkiler (tutumuna) görüşüne bağlıdır.  Diğer ilişkiler gibi, tarihsel ilişkiler de bir akıştır. Tarihsel ilişkilerin yapısını analiz etmek için tarihsel ilişkilerin herhangi bir anda durmasını sağlamaya çalışırsak, basitçe söylersem tarihsel ilişkiler hiç mi hiç analiz edilemez. En karmaşık sofistike sosyolojik ağ, ‘saygı’ ve ‘hayranlık’ gibi kavramları öremeyeceği gibi, saf bir sınıf resmi de öremez. “ (Thompson, “Önsöz” sayfa 1 )

Thompson’a göre, “sınıfı incelenmek istiyorsak sınıfı sınıfın oluşumunun tarihsel sürecine yerleştirilmesi gerekir. “Sınıf, halk tarafından kendi tarihlerini deneyimlediklerinde belirlenir, bu yüzden bu sınıfın tek tanımıdır. ” ( Age, sayfa 3-4) 

Thompson aynı zamanda sınıf bilincinin sınıfın oluşum sürecindeki önemli rolünü vurgulamıştır. Sınıf bilinci ve sınıf farkındalığı, yaygın olarak inanıldığı gibi dışardan propaganda veye endoktrinasyon ve dışsal telkinlerin bir sonucu olmak yerine, esas olarak sınıfın “seleflerin kültürünün miras alımı” yoluyla oluşur. Sınıf bilincinin oluşumu uzun bir süreçtir ve sınıf bilinci sınıf mücadelesi süreci sırasında sürekli olarak kendini geliştirir. Sınıf bilincinin oluşumu sınıfın oluşumunu belirlediği için, sınıf bilincinin oluşumu sınıfın oluşumunun bir gösterge işareti haline gelir. Thompson, sınıf sorununu anlamada akışkanlığı ve miras alımını, yani artzamanlılığı (diakronik) vurgular ve özne bilincinin inisiyatifine önem verir. Bu yargılar, Thompson’un tarihselci araştırma yönteminin spesifik uygulamasının sonuçları ve tezahürleridir.

Thompson’ın tarihselci araştırma yönteminden farklı olarak, Anderson ve yoldaşları sınıfı analiz ederken sınıfı toplumsal yapının genel çerçevesine yerleştirirler. Perry Anderson, sınıf meseleleri üzerine tarihsel araştırmalar da yapmış olmasına rağmen, araştırmalarında eşzamanlılığı (synchronicity) vurgulamış ve sınıf meselelerini incelemek için ağırlıklı olarak yapısal analiz yöntemlerini kullanmıştır. Anderson “Mutlakiyetçi Devletin Soykütüğü” kitabında şöyle yazmıştı: “Bir üretim tarzı içindeki yapısal krizin çözümü her zaman sınıf mücadelesinin doğrudan etkisine dayanmıştır ve yapısal kriz, farklı toplumsal düzeylerden olan tüm toplumsal sınıfları tarihsel bütünlüğe dahil eder. ” (Anderson, 1974, sayfa 198)

Yapısalcılık perspektifinden yola çıkan Anderson, sınıfı üretim ilişkileri yapısının bir bileşeni olarak görür. Anderson, “Çağdaş Batı Marksizmi” adlı kitabında “kapitalist toplumda işçi sınıfının ancak ve ancak kapitalist toplumdaki yapısal konumunu keşfettiği takdirde kendi sınıf gücünü kullanabileceğini” savunur. Anderson şöyle yazmıştı: “Bilimsel sosyalizmin büyük ilerlemesi, bu çıkmazı/açmazı kırmada ve tarihteki somut ekonomik üretim biçimlerinde kök salmış spesifik toplumsal güçlerin konumunu belirlemesinde yatmaktadır. “ ( Anderson , 1989 , sayfa 133 ) 

Anderson’ın toplumsal yapının genel çerçevesi içinde kalarak olayların ve malzemelerin eşzamanlı (senkronik) analizini vurguladığı görebiliyoruz. Anderson’a göre “bu aynı zamanda tarih felsefesine uygulanan yapısalcı düşünme yönteminin de temel özelliği olmalıdır”.  Anderson, yapısalcı düşünce perspektifinden yola çıkarak Thompson’ın sınıf teorisini birçok kez eleştirmiştir. Anderson, işçi sınıfının oluşumunun Thompson’ın düşündüğü kadar basit olmadığını savunmuştur.

Anderson’a göre Thompson, sınıf bilincinde öznel faktörün etkisine odaklanmasına rağmen, işçi sınıfının ve emeğin nesnel bileşimi ve sınıfın/emeğin dönüşümü ve İngiltere’deki işçi sınıfının dağılımının mekânsal haritası gibi diğer birçok önemli şeyi göz ardı etmiştir. Thompson, bir bütün olarak İngiliz işçi sınıfının oluşum sürecindeki genel büyüklüğünden ve tüm nüfus içindeki oranından hiç bahsetmemiştir bile.  Anderson’a göre Thompson’un böylesine önemli bir sosyal grubun ağırlığını fark etmemesi “biraz şok edici” görünüyor. (Anderson, 1980, sayfa 33).

Aslında Anderson, işçi sınıfının oluşumunun kapitalizmin o dönemdeki üretim ilişkilerinden ayrı görülmemesi ve sanayi kapitalizminin hızlı gelişiminin büyük arka planının göz ardı edilmemesi gerektiğini, fakat bu nesnel yapı içinde incelenmesi gerektiğini vurgulamıştır. “Sanayileşmenin hızı ve kapsamı, işçi sınıfına ilişkin her türlü materyalist çalışmanın uygun yapısına mutlaka dahil edilmelidir. ” ( Age, s 34) Anderson’a göre İngiliz işçi sınıfı kapitalist üretim ilişkilerinin yapısı içine yerleştirilmezse, İngiliz işçi sınıfının diğer sınıflarla sınıf çatışmasını incelemek ya da işçi sınıfının önemini değerlendirmek mümkün değildir.  Anderson, Thompson’ın sınıf bilincinin kökenini sadece İngiliz işçi sınıfının kendi tarihi içinde aramasına karşı çıkar.  Anderson’a göre, İngiliz işçi sınıfının bilincinde yer alan çeşitli radikal görüşler büyük ölçüde Amerikan ve Fransız devrimlerinin derin etkilerinin sonucudur.

Sınıf meselelerini analiz ederken, Anderson ve Thompson’ın düşünce perspektiflerindeki ve benimsedikleri araştırma yöntemlerindeki farklılıklar, sonuçta farklı araştırma sonuçlarına yol açmıştır. Genel olarak söylersem, sosyal tarih çalışmalarında, düşünce tarzı ve araştırma yöntemleri açısından Thompson çok fazla tarihselciliğe sahiptir ve yapısalcılığı temel olarak büyük ölçüde terk etmiştir. Anderson ise tam tersine, çok fazla yapısalcılığı benimsemiş ve tarihselciliği nispeten göz ardı etmiştir. Bence, karmaşık bir sosyal ve tarihsel süreci kavramak istiyorsak, tek bir metodolojiye dayanarak kapsamlı ve nesnel bir anlayış üretemeyiz.

Tarihselcilik ve Yapısalcılık arasındaki farklar ve bu iki görüşün farklı nitelikleri

Thompson ile Perry Anderson arasındaki hararetli tartışmadan yola çıkarak, tarihselci ve yapısalcı düşünme biçimleri ve araştırma yöntemleri arasındaki temel farklılıkları ve özellikleri özetleyebiliriz. Thompson’ın araştırması temelde tarihselci düşünme biçimi ve tarihselci araştırma yöntemlerinden etkilenmiş olup aşağıdaki özellikleri göstermektedir:

TARİHSELCİ OKUL

(1) Tarihsel olguların, sınıfların ve ülkelerin tikelliğini ve özgünlüklerini vurgulamak, tarihte var olan genel kalıpları ve evrensel yasaları incelemeye dikkat etmemek ve teorinin rolünü küçümsemek; 

(2) Olayların ve tarihsel örneklerin anlatı listesinde, şeylerin akışkanlığını ve miras alımını vurgulamak, buna karşın bütünsel ve yapısal analizden yoksun olmak, artzamanlı (diakronik) araştırmaya odaklanmak ve senkronik analizi göz ardı etmek; 

(3) Thompson’ın araştırması güçlü bir ampirist renge sahiptir, çoğunlukla tümevarımcı ve ampirik yöntemleri benimser ve tarihsel gerçekleri değerlendirmek veya açıklamak için nadiren teoriyi kullanır; 

(4) Tarihin tek amacının geçmişi yeniden üretmek ve geçmişi anlamak ve tarih araştırmasının “geçmişi incelemek için geçmişi incelemek” olduğuna inanır, tarih felsefesinin makro anlayışından yoksundur; 

 (5) Öznel bilincin inisiyatifini vurgular.

YAPISALCI OKUL

Buna karşılık Anderson, yapısalcı düşünce tarzından güçlü bir şekilde etkilenmiş ve onun analizi ve araştırması genellikle aşağıdaki özellikleri göstermiştir:

 (1) olayların arkasındaki orta ve uzun vadede belirleyici bir rol oynayan istikrarlı sosyal yapılar aramak, olgu ve olayları ve verileri Toplumsal yapının genel çerçevesi içinde analiz etmeye odaklanmak, eşzamanlı (senkronik) analizi vurgulamak ve artzamanlı (diakronik) araştırmalardan kaçınmak; 

(2) devletin, ekonominin ve siyasi sistemin sosyal süreçteki önemli rolünü vurgular ve bireylerin ve öznelerin rolüne dikkat göstermez; 

(3) tikelliği ve özgünlükleri göz ardı ederek, toplumsal ve tarihsel süreçlerle ilgili olarak ideal birleşik standart modelini savunur; 

(4) toplumsal yapının özneler üzerindeki belirleyici rolünü vurgular, fakat öznelerin toplumsal yapı üzerindeki yaratıcı ve dönüştürücü işlevlerini göz ardı eder; 

 (5) toplumsal tarih konusunda makro bir kavrayışa sahip olmaya vurgu yapar ve toplumsal yapı içindeki çok sayıdaki unsurun rolünün ağırlığını dengelemeye çalışır.

Tam da tarihselcilik ve yapısalcılık arasındaki temel farklılıklar ve çelişkiler nedeniyle Thompson ve Anderson’ın teorik görüşleri karşıtlık içindeydi ve şiddetli tartışmalara yol açmıştı. Thompson ve Anderson arasındaki tartışmadan, Tarihselci okul ile yapısalcı okulun teorik çerçevesini kabaca kavramış bulunuyoruz. Bu teorik çerçevelerden, iki okulun fikirlerinin avantaj ve dezavantajlı yanlarını da ayırt edebiliriz, fakat son tahlilde, avantaj ve dezavantajlar bu iki okulun farklı düşünme biçimleri ve araştırma yöntemlerinden kaynaklanmaktadır.

Yapısalcı okul

Yapısalcı okul, yapısal bütünün karmaşıklığa sahip olması gerektiği yönündeki reddedilemez olan gerçeğe işaret etmesi bakımından Tarihselci okulu aşar. Bu karmaşıklık içinde bütün ile parçalar arasındaki diyalektik ilişkiyi ortaya koymaya çalışır ve parçaları o bütün içinde kavrar. Yapısalcı okul hem bütünün parçalar üzerindeki belirleyici etkisini hem de parçalardaki aktif/pozitif değişimlerinin yapının bütünü üzerindeki etkisini görür. Yapısalcı okulun vurguladığı parçaların özerkliği, genel/bütünsel ortam içinde olan bir özerkliktir. Bu nedenle, tekil pratik tek bir bireyin pratiği değil, bir sistem içinde olan ve birbiriyle ilişkili olan farklı düzeylerdeki bireylerin ortaklaşa pratiğidir.  Yapısalcı okulun değer verdiği şey, ortaklaşa pratik sürecinde çeşitli pratik güçler arasındaki rekabetin nihai sonucu olan şeydir. Bu amaçla başından sonuna kadar bireyi ve onun inşa edilen bütün içindeki inisiyatifini kavramak gerekir. Yapısalcı okul, bütünü (bütünselliği) birincil gerçek varlık/varoluş olarak görür ve her birey/tikel (bütünün)sistemin kendisi için öngördüğü rolü oynar ve oynaması gereken rolü oynar. Bir birey/tikel oyuncu sistemde kazara raydan çıkarsa, diğer bireyler bu boşluğu hemen doldurabilir ve bu kazara raydan çıkma sistemin genel yapısı ve süreci üzerinde fazla bir etkiye sahip olmaz. Yapısalcı okul, tarihin yaratıcıları olarak halkın, diğer halklar tarafından yaratılan yapısal ilişkiler —- yani sadece insanlar arasındaki ilişkiler değil, aynı zamanda şeyler ve şeyler ile insanlar ve şeyler arasındaki ilişkiler—-içine yerleştirildiğini ve konumlandırıldığını vurgular.  (yaratan özneye görece burada halk kavramı selefleri ve diğerlerini ifade eder). Bu, her bireyin yüzleşmesi ve kabul etmesi gereken bir gerçektir.  İnsanlar ancak ve ancak bu temelde ve bu ortamda kendi inisiyatiflerini yaratabilir ve ortaya koyabilirler.

Tarihselci okul

Tarihselci okul, bireyi birincil varoluş ve gerçek varoluş olarak görür ve bütünün varlığı en fazlası ikincil bir varlık olabilir.  Her bir bireyin özgür, çok yönlü ve kapsamlı gelişimi nihai hedeftir. Eğer bir bütünsellik varsa, o zaman bu bütün ve bu bütünün içindeki kurallar ve düzen sadece insanın hayal gücü çerçevesinde olabilir ve bu bütünsellik bireyin hayatta ayakta kalmasına ve gelişmesine hizmet etmelidir. Tarihselci okulun teorik üstünlüğü, yapısalcı okulun bütüne yaptığı aşırı vurguyu yapmaması ile kendisini gösterir.

Perry Anderson ve Yapısalcı okul, (bütüncül) genel yapının karmaşıklığını ve bireyler arasındaki karşılıklı bağımlılığı görür, fakat bireyin bilinçli özne inisiyatifini ve göreceli bağımsızlığını göz ardı etmiş, ayrıca çeşitli faktörlerin gelişim sürecindeki tarihsel sürekliliğini ve miras alımını da göz ardı etmiştir. Yapısalcı okula göre toplumsal tarihin kendisinin nesnel bir yapısı vardır ve tarihsel olguları toplamanın ve analiz etmenin amacı bu yapıyı keşfetmek ve meydana gelen belirli spesifik tarihsel olaylar için rasyonel açıklamalar yapmak için kullanmaktır. Daha da önemlisi, tarihi olguları toplama ve olguları analiz etmek gelecekteki toplumsal gelişim eğilimleri hakkında mümkün olduğunca doğru tahminler yapmak için kullanılabilir.

Başka bir deyişle, yapısalcı okula göre özel bir alana odaklanan toplumsal bir disiplin olarak tarih araştırması, tarihsel olgularla yüzleşmek ve spesifik  sorunları çözmek durumunda olmasına karşın, aynı zamanda insan toplumunun tüm tarihsel sürecinde var olan evrensel soruna da dikkatini vermelidir. Yapısalcı okula göre en nihayetinde tarih araştırmasının amacı evrenselliği tikellikten özetlemek ve tikellikten soyutlamak ve tikelliği açıklamak ve sergilemek için evrenselliği kullanmaktır. Bu nedenle, tarihçilerin görevi sadece tarihsel gerçekleri ve kanıtları bulmak ve tarihsel gerçekleri doğrulamak değildir, fakat tarih araştırması olgusal malzemelerin yığılmasıyla sınırlandırılamaz.  İşte bu olgusal malzemelerin anlaşılabilir ve uygulanabilir teorilere dönüştürülmesi tarih araştırması için kaçınılmaz bir gereksinimdir.

Tarihselci okulun ve yapısalcı okulun güçlü ve zayıf yanları 

Tarihselci okulun ve yapısalcı okulun teorik çerçevelerinin avantaj ve dezavantajları, tarihselci ve yapısalcı akımın iki düşünme biçimi ve araştırma yönteminin güçlü ve zayıf yanlarını yansıtmaktadır.

Tarihselci düşünce tarzının avantajı, bir yandan belirli bir zaman ve mekanda şeyler ve insanlar arasındaki farklılıkları vurgularken diğer yandan gelişimin tutarlılığını (coherence) vurgulamak, toplumsal ve tarihsel yaşamdaki irrasyonel ve spontane/kendiliğinden faktörleri kabul etmek ve bunların hepsinin değişim sürecinin vazgeçilmez halkaları olduğunu ve bunların özgün bir değere ve öneme sahip olduğunu vurgulamasıdır.

Yapısalcılığın avantajı, toplumsal tarihin çoklu düzeyleri ve toplumsal tarihin baskın yapıları olan diyalektik bir yapı ve toplumsal tarihin bir bütünlük olduğunu ve bütünlük içinde her bir unsurun diğerine koşullanmış olduğunu vurgulaması ve böylece “atomcu” araştırma modelini kırarak parçaları parçaların perspektifinden anlamayı reddetmesi, bunun yerine parçaları bütünün perspektifinden anlamaya çalışmasında yatmaktadır. Fakat hem tarihselci hem de yapısalcı düşünme biçimlerinin ve araştırma yöntemlerinin her ikisinin de kendi ölümcül zayıflıkları vardır.

Tarihselciliğin zayıf yanları: teorinin rolünün göz ardı edilmesi, tümdengelim yöntemlerini uygulamayı reddetmesi, toplumun kapsamlı/bütünsel bir  anlayışından yoksun olması ve toplumsal yapısal ilişkilerin bireyler üzerindeki belirleyici etkisini görememesidir. Tarihselciliğin bu eksiklikleri kolaylıkla öznelciliğe ve göreceliliğe (relativizme) yol açabilir. 

Yapısalcılığın dezavantajları şunlardır: toplumun bütünsel yapısına ve düzenlilik içinde  düzenine aşırı vurgu yapmak, bireylerin/tikelin özgünlüğünü ve öznenin inisiyatifini göz ardı etmek, ki bu da kolayca kaderciliğe yol açar. Eğer yapının karmaşıklığına aşırı vurgu yapılırsa, toplumsal ve tarihsel gelişimde tesadüflerin ve belirsizliğin rolü artacak ve aynı zamanda bu da tarihselcilikte olduğu gibi göreceliliğe (relativizm) yol açacaktır.

Bu nedenle, ancak ve ancak tarihselcilik ve yapısalcılık yöntemleri birbirleriyle doğru bir biçimde birleştirildiğinde, her iki yöntemin avantajları devreye sokulabilir ve her iki yöntemin tek yanlı ve eksik niteliklerinin üstesinden gelinebilir.

Tarihselcilik ve Yapısalcılığın Doğru Bir biçimde Birleştirilmesi

Bizce, toplumsal tarihin seyrinde, yapı ve süreç özdeş olmalıdır: Marx, Proudhon’un toplumsal tarih görüşünü eleştirirken şöyle sorar: “Hareket, ardışık sıra ve zamana ilişkin tek bir mantıksal formül, tüm ilişkilerin aynı anda—eş zamanlı– ve birbirine bağlı olarak var olduğu toplumsal organizmayı bize nasıl açıklayabilir? ” (Marx- Engels Seçme Eserleri, Cilt, 1, sayfa, 142-143)  Dinamik tarihsel araştırma ve statik yapısal analiz birbirinden ayrılırsa, sonuç kaçınılmaz olarak toplumsal tarihin resmini, gerçek tarihin canlı üç boyutlu duygusunu yansıtamayan basit bir doğrusal veya düz tip olarak sunmak olacaktır.  “En genel soyutlama her zaman en zengin somut gelişme vesilesiyle ortaya çıkar. ” (Marx-Engels Seçme Eserleri, Cilt 2 , sayfa . 22)

Tarihsel gelişime ilişkin dinamik görüş ve sosyal yapının statik analizi birbirleriyle karşılıklı olarak koşullu, birbirine bağlı ve birbirine nüfuz eder olmalıdır. Tarih felsefesi, araştırmaya açık kalması ve tüm bilimlerin metodolojilerine sahip olması gereken gerçekçi bir bilimdir. Tarihselcilik, insanların sosyal tarih çalışması için önemli/temel bir yöntemdir, fakat yapısalcılık da vazgeçilmez bir yoldur. Ünlü Fransız tarihçi Braudel’e göre : “Biz tarihçiler için yapı, kuşkusuz bir binanın iskeletidir ama yapı aynı zamanda çok dayanıklı bir gerçekliktir. Bazı yapılar nesilden nesile aktarılan ve uzun süreli varlıkları nedeniyle devam eden kalıcı faktörler haline gelir: bunlar tarihin uzun nehrinin akış hızını kontrol ederler ve belirlerler. Diğer bazı yapılar ise hızla farklılaşır ve dağılır/parçalanır. Fakat tüm yapılar toplumsal gelişmeyi teşvik etme veya engelleme işlevine sahiptir. ” (Braudel, sayfa 180) 

Giddens’a göre, insan toplumu ve insan faaliyetleri üzerine yapılan tüm analiz ve araştırmaların “zaman ve mekan faktörlerini karmaşık ve incelikli bir şekilde koordine etmesi gerekir. ” ( Giddens, 504 ) 

Piaget, Fransız yapısalcılığını yorumlarken, onun tarihselci yöntemi göz ardı etmesinin eksikliklerine/sorunlarına dikkat çekmiştir. Piaget’e göre: Levi – Strauss tarafından temsil edilen bazı yapısalcılar “yapının incelenmesine odaklanırlar böylece oluşumu, tarihi ve işlevi küçümserler”, böylece “tarihsel gelişimin, karşıtların mücadelesinin ve ‘çelişkinin çözümlenmesinin’ diyalektik doğasını” reddederler.  Başka bir deyişle, Piaget’e göre “Lévi-Strauss bir şekilde diyalektik süreci hafife almıştır, bu da onun yapısalcılığının nispeten statik veya anti-tarihselci olmasından kaynaklanmaktadır. ” ( Piaget s. 84 , 85 )

Piaget’nin görüşüne göre yapı, oluşum, açıklık ve kendini ayarlama sürecinde sürekli olarak değişmektedir. Bu nedenle, Piaget’ “yapı ile genetik tektonizm, yani tarihsel tektonizm arasındaki ayrılmaz yakın ilişkiyi ve aynı zamanda yapı ile öznenin çeşitli faaliyetleri arasındaki ayrılmaz yakın ilişkiyi yeniden kurmak” istemiştir. ” (Piaget,  Age. S. 103)  Piaget’nin tarihselci yöntemi yapısalcı yöntemle bütünleştirmek istediğini, böylece ikisinin gerçekten birleşik bir bütün haline getirmek istediği görülüyor. Aslında İngiliz tarihselci okul sadece tarihselci metodu kullanmamış, yapısalcı okul de sadece yapısalcı metodu kullanmamıştır. Bunun yerine, genellikle iki yöntemin bir kombinasyonunu, fakat birine belirli bir vurgu yaparak kullandılar. Akademik bir grup olarak İngiliz Tarihi Okulu üyeleri arasında düşünme tarzı ve araştırma yöntemleri açısından farklılıklar olduğu gibi, üyeleri arasında da farklılıklar vardır. Her bir yazarın kendi odak noktası ve uzmanlaştığı bir araştırma alanı olmasına rağmen, tüm grubun bakış açısından değerlendirirsem onlar “Marksizmin ışığında, belirli bir toplumda ekonomi, sosyal organizasyon, politika, din ve sanat arasındaki ilişkiyi keşfederek, bir dizi olaydaki yapıları bulmaya çalışmışlardır. Marksist teoriler ve Marx’ın kendi siyasi ve araştırma eylemleri, onlara büyük bir planı cesurca gerçekleştirmeleri için ilham vermiştir: zamanın ruhunu bir kâğıt üzerine dökmeye, ekonomi, toplum ve düşüncedeki değişimlere uzun vadeli bir perspektifle bakmaya ve İngiliz tarihinin çeşitli dönemlerinde birlikte hareket eden bireyleri, olayları ve faktörleri cesurca sentezlemeye çalışmışlardır. Eagles’e göre Marksist teori aynı zamanda çoğu Marksist tarihçi için bilinçli ve gerçekçi bir referanstır” ( Eagles, 263 ).

Hobsbawm

İngiliz Tarihselci okulun bir diğer önemli temsilcisi olan Hobsbawm, bir keresinde kendi araştırma yönteminin üç faktörden etkilendiğini söylemiştir: Birincisi, Marx’ın eserlerinin ve düşüncelerinin etkisi, özellikle de Marx’ın tarihin dünyayı anlamak için bir araç olduğunu keşfetmesi ve Marx’ın tarihsel araştırmanın genel olarak insan toplumunun uzun vadeli evrimini yapı ve modele  dayalı olarak gözlemleyip analiz edebileceğini savunmasıdır;

İkincisi ise Komünist Tarih Yazımı Grubu’nun savaştan sonraki on yılı aşkın süre içinde verdiği tarihsel araştırma eğitimiydi.

Üçüncüsü, diğer ülkelerden tarihçilerle yapılan tartışmalar, özellikle de Annales Okulu’nun etkisiydi ( i. e.  Fransız Annales Okulu’nun yapısalcı sosyal tarih ontolojisi, epistemolojisi ve metodolojisinin etkisi – referans )  ( Bkz. Hobsbawm, sayfa 7-8 ) Hobsbawm, bilimsel bir teori ve metodoloji olarak tarihsel materyalizmin temel görevinin, insan iradesine tabi olmayan uzun vadeli tarihsel gelişim modelini, yani toplumsal gelişimin yapısal ilişki modelini keşfetmek olduğunu savunmuştur. Hobsbawm’da gördüğümüz  bu durum, sosyal tarih çalışmalarında, Tarihselci okulun bazı akademisyenlerinin tarihselci yöntemi yapısalcı yöntemden tamamen ayırmadıklarını göstermektedir. Benzer bir şekilde, İngiliz yapısalcı okulu da tarihsel yöntemi tamamen dışlamamıştır. Thompson ile karşılaştırıldığında yapısalcı Perry Anderson, araştırmada yapısalcılık ve tarihsel yöntemler arasındaki dengeye daha fazla önem vermiştir. Perry Anderson, Çağdaş Batı Marksizmi adlı eserinde şöyle yazmıştır: “Eğer yapılar tüm öznelerin ötesinde olan bir dünyada tek başlarına tanınıyorlarsa, o zaman yapıların nesnelliklerini ne sağlayabilir? Aşırı yapısalcılık asla insanlığın yıkımından daha delici olmayacaktır.” ( Anderson, 1989 , s. 68 )

Anderson’un iki kitabında, —-Antik Çağdan Feodalizme Geçiş ve Mutlakiyetçi Devletin Soykütüğü–, yapısalcılık ve tarihsel yöntemler arasındaki karşılıklı nüfuz ve kaynaşma eğilimini görüyoruz.  Anderson, yapısalcı analiz temelinde devlet ve toplumsal sistem ile çeşitli toplumsal yapılar arasındaki ilişkiyi tarihsel evrim incelemesine sokmaya çalışmıştır. Anderson’un bu sayede, bu iki kitapta sadece metodolojik bir senteze ulaşmakla kalmamış, aynı zamanda teori ve olgunun, genel ve özelin, zorunluluk ve olumsallığın (tesadüf) birliğini de sağlamıştır.

Kaynaklar

Anderson , 1981 : Batı Marksizmi Üzerine Araştırmalar , çeviren Gao Xie , Halk Yayınevi.

1989 : Çağdaş Batı Marksizmi, çeviren Yu Wenlie, Oriental Publishing House.

Braudel , J.  (1997 ): Kapitalizm Üzerine Denemeler , Merkez Derleme ve Çeviri Yayınları.

Hobsbawm, 2000 : Yeni Binyılda Hobsbawm’ın Röportajları , çeviren Yin Xiong ve Tian Peiyi , Xinhua Yayınevi.

Giddens , J.  (1998 ) : Sosyal Anayasa, Sanlian Kitabevi.

Liu Wei , 1992 : ” Kuruluşun olduğu yerde yıkım da olmalıdır: Ünlü İngiliz tarihçi EP Thompson ile bir söyleşi”, Tarih Teorisi Araştırmaları Dergisi, 1992/3

Piaget , J.  (1984 ) : Yapısalcılık , Ticari Basım Yayınevi. Pekin

Thompson  (2001 ): İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu, çeviren Qian Chengdan, Yilin Press.

Wang Hui , 2004: ” Yeni Sol, Liberalizm ve Sosyalizm: Perry Anderson ile Söyleşi” , http://www. kültür çalışmaları. com

Eagles, J.  (1989 ) : Uluslararası Tarih Araştırmaları El Kitabı, Huaxia Yayınevi.

Anderson, 1974, Mutlakiyetçi Devletin Soykütüğü, Londra: NLB.

1980, Britanya Marksizmi İçindeki Tartışmalar , Verso Press.

Thompson, 1978, Teorinin Sefaleti ve Diğer Makaleleri, Monthly Review Press

Paylaş

Bir Yanıt Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir