Lenin: Bugün ve Sosyalizmin Tam Zaferinden Sonra Altın’ın Önemi Üzerine

5 Kasım 1921

Büyük devrimin yıldönümünü kutlamanın en iyi biçimi, dikkatleri devrimin çözülmemiş görevleri üzerinde yoğunlaştırmaktır. Devrim tarafından henüz çözülmemiş temel görevlerin bulunduğu, bu görevleri çözmek için yeni bir şeylerin (devrimin şimdiye kadar yaptıkları açısından yeni birşeyler) benimsenmek gerektiği durumlarda devrimi bu biçimde kutlamak özellikle yerinde ve gereklidir.

Şu an devrimimiz için yeni olan, ekonomik inşanın temel sorunlarında “reformist”, tedrici ve dikkatli biçimde dolaylı yollardan geçen faaliyet yöntemlerine başvurma zorunluluğudur. Bu “yenilik” -gerek teorik gerekse de pratik- bir dizi soru, tereddüt ve kuşkuya yol açmaktadır.

Teorik soru şöyledir: Bütünlüğü içinde devrimin genelde muzaffer seyri göz önüne alındığında, aynı savaş alanında bir dizi en devrimci eylemden sonra olağanüstü “reformist” eylemler nasıl açıklanabilir? Burada “mevzileri terketmek”, “çöküşü kabul etmek” ya da benzeri bir şey söz konusu değil midir? Yarı-feodal tipli gericilerden Menşeviklere ya da İkibuçukuncu Enternasyonal’ in diğer şövalyelerine kadar düşmanlar elbette böyle olduğunu söylüyorlar. Zaten bunlar her vesileyle ve vesilesiz bu tür açıklamalar yaptıkları için düşmanlar. Bu sorunda bütün partilerin -feodallerden Menşeviklere kadar- dokunaklı birliği sadece, bütün bu partilerin proleter devrim karşısında gerçekten “bir gerici kitle” oluşturduğunu bir kez daha kanıtlamaktadır (tıpkı -geçerken belirtelim- Engels’in Bebel’e 1875 ve 1884’teki mektuplarında önceden gördüğü gibi).[i]

Fakat dostlar arasında da belli . . . “kuşkular” var.

Büyük sanayiyi yeniden kuracağız ve onunla küçük köylü tarımı arasında doğrudan ürün mübadelesini yoluna koyup, ikincisinin toplumsallaşmasını teşvik edeceğiz. Büyük sanayiyi yeniden kurmak için köylülerden zoralım aracılığıyla kredi olarak belli miktarda gıda maddesi ve hammadde alacağız. Üç yılı aşkın süre, 1921 ilkbaharına kadar uyguladığımız plan (ya da yöntem, sistem) buydu. Yerine yeni bir toplumsal ve ekonomik biçim koymak için eskinin doğrudan ve tamamen yıkılması anlamında göreve devrimci biçimde girişmekti bu.

1921 ilkbaharından bu yana meselelere bu tarzda yaklaşmak yerine, bu plan, bu yöntem, bu davranış sistemi yerine bambaşka, reformist bir tarzı, yani eski toplum ve ekonomi biçimini, ticareti, küçük işletmeyi, küçük girişimciliği, kapitalizmi yok etmeyi değil, bilakis dikkatle ve yavaş yavaş onları ele geçirerek ya da onları sadece canlandıkları ölçüde devlet düzenlemesine tabi kılarak ticareti, küçük girişimciliği, kapitalizmi canlandırmayı koyduk (henüz “koymadık”, hala “koymaya” çalışıyoruz ve bunu henüz tamamen kavramadık).

Göreve bambaşka bir yaklaşım biçimi bu.

Daha önceki, devrimci biçimle karşılaştırıldığında bu reformist bir yöntemdir (devrim, eskiyi kökünden ve temelinden yıkan bir değişiklik demektir, mümkün olduğunca az yıkma gayreti içinde dikkatlice, yavaş ve tedrici olarak değiştiren bir değişiklik değil).

Peki, devrimci yöntemleri denedikten, bunların başarısızlığını kabul ettikten sonra reformist yöntemlere geçmeniz, devrimin bir bütün olarak bir hata olduğunu açıkladığınızı kanıtlamaz mı? Bu, devrimle değil, reformlarla başlamak gerektiğini ve reformlarla yetinmek gerektiğini kanıtlamaz mı?

Menşevikler ve benzerleri böyle bir sonuç çıkarıyorlar. Ne var ki bu sonuç ya bir safsatadır ve politikada “şeytana pabucunu ters giydiren”lerin basit bir dolandırıcılığıdır, ya da gerçek bir sınavdan “geçmemiş” olanların çocukluğudur. Gerçek bir devrimci için en büyük tehlike hatta tek tehlike- devrimciliği abartmak, devrimci yöntemleri yerinde ve başarıyla uygulamanın sınırlarını ve koşullarını unutmaktır. Gerçek devrimciler çoğunlukla “devrimi” büyük harflerle yazmaya, “devrim”i ilahi bir niteliğe yüceltmeye, başları dönmeye ve hangi alanda, hangi koşullar altında ve hangi faaliyet alanında devrimci davranmayı ve hangi anda, hangi koşullar altında ve hangi faaliyet alanında reformist davranmayı bilmek gerektiğini soğukkanlılıkla ve akıllıca düşünme, tartma, sınama yeteneklerini yitirmeye başladıklarında şapa oturmuşlardır. Gerçek devrimciler (dış yenilgi anlamında değil, davalarının içten çöküşü anlamında) soğukkanlılığı yitirdiklerinde ve “büyük, muzaffer ve dünyayı kapsayan” devrimin, bütün görevleri, bütün koşullar altında ve her türlü faaliyet alanında mutlaka devrimci biçimde çözebileceği ve çözmesi gerektiği düşüncesine kapıldığında -ama bu durumda mutlaka- yok olurlar.

Böyle bir şeyi “aklından geçiren” kaybedilmiştir, çünkü temel bir sorunda kafasına bir aptallık koymuştur ve amansız bir savaş sırasında (devrim en amansız savaştır) aptallığın cezası yenilgidir.

“Büyük, muzaffer ve dünyayı kapsayan” devrimin sadece devrimci yöntemler kullanabileceği ve kullanması gerektiği de nereden çıkmaktadır? Hiçbir yerden. Ve bu, doğrudan doğruya ve kesinlikle yanlıştır. Bu anlayışın yanlışlığı, eğer Marksist zemin terkedilmemişse salt teorik düşünceler temelinde kendiliğinden açıktır. Bu anlayışın yanlışlığı devrimimizin deneyimiyle de doğrulanmaktadır. Teorik olarak: Bir devrim sırasında, başka zamanlarda olduğu gibi, aptallıklar yapılacaktır, der Engels ve doğruyu söyler: İnsan mümkün olduğunca az aptallık yapmaya ve yaptıklarını mümkün olduğunca çabuk düzeltmeye çalışmalıdır, bu arada hangi görevlerin ne zaman devrimci yöntemlerle çözülebileceğini, hangilerinin çözülemeyeceğini mümkün olduğunca soğukkanlı bir şekilde dikkate almalıdır. Kendi deneyimimiz: Brest Barışı hiç de devrimci değil, tersine reformist, hatta reformist olmaktan da kötü bir tavrın dik alasıydı, çünkü geriye yönelik bir tavırdı, oysa reformist tavırlar yavaş, dikkatli ve kural olarak geriye doğru değil adım adım ileriye doğru giderler. Brest Barışı’nı imzalama taktiğimizin doğruluğu bugün öylesine kanıtlanmış, herkes için açık ve kabul edilmiştir ki, bu konuya ilişkin söz söylemek gereksizdir.

Devrimimizin sadece burjuva-demokratik çalışması tamamen sonuna kadar götürülmüştür. Ve bundan gurur duymakta çok haklıyız. Onun proleter ve sosyalist çalışması üç ana şeyden oluşur: 1) Emperyalist dünya savaşından devrimci çıkış; dünyanın iki kapitalist haydut grubunun kıyımını teşhir etmek ve boşa çıkarmak; bu, tarafımızdan tamamen yerine getirilmiştir; bütün yönleriyle bunu sadece bir dizi ülkede devrim sonuna götürebilirdi. 2) Sovyet sistemini, proletarya diktatörlüğünü gerçekleştirme biçimini yaratmak. Dünyada bir dönüm noktası sağlanmıştır. Burjuva-demokratik parlamenteizm çağı sona ermiştir. Dünya tarihinde yeni bir dönem başlamıştır: proletarya diktatörlüğü çağı. Sovyet sistemini ve proletarya diktatörlüğünün bütün biçimlerini sadece bir dizi ülke geliştirecek ve tamamlayacaktır. Ülkemizde bu alanda daha tamamlanmamış çok çok fazla şey vardır. Bunu görmemek affedilmez olur. Düzenlemek, değiştirmek, yeniden baştan başlamak -bunu daha birçok kez yapmak zorunda kalacağız. Üretici güçlerin ve kültürün gelişmesinde ileriye ve yukarıya doğru tırmandığımız her basamağa, Sovyet sistemimizin yeniden düzenlenmesi ve biçimlendirilmesi eşlik etmek zorundadır ve biz ekonomik ve kültürel açıdan çok alçak bir basamakta bulunuyoruz. Önümüzde daha pek çok değişiklik var ve bunu “mahzurlu bulmak” saçmalığın (hatta saçmalıktan da kötü bir şeyin) dikalası olacaktır. 3) Sosyalist düzenin temellerinin ekonomik inşası. Bu alanda en önemli, en temel şey henüz sonuna kadar götürülmemiştir. Ne var ki bu bizim gerek ilkesel gerekse de pratik açıdan, gerek şu dönemde RSSFC’nin bakış açısından, gerekse de uluslararası açıdan en güvenilir meselemizdir.

En önemli şey esas olarak tamamlanmadığından, bütün dikkat buraya yöneltilmelidir. Ve burada zorluk geçişin biçiminde yatmaktadır.

Nisan 1918’de, Sovyet Hükümetinin En Acil Görevleri başlıklı yazımda şöyle yazmıştım:

“Genel olarak devrimci ve sosyalizm taraftarı, ya da komünist olmak yetmez. Verili her anda, tüm zinciri sımsıkı elde tutmak ve bir sonraki halkaya geçişi esaslı bir şekilde hazırlamak için, vargücünle asılman gereken zincirin o özel halkasını bulmayı bilmek gerekir ve olayların tarihsel zincirinde halkların düzeni, biçimi, bağıntısı, birbirinden farkı, bir demircinin yaptığı normal bir zincirdeki gibi kolay ve basit değildir.”

Şu anda, sözünü ettiğimiz faaliyet alanında iç ticaretin canlandırılması ve devlet tarafından doğru biçimde düzenlenmesi (yönetilmesi) böyle bir halkadır. Olayların tarihsel zinciri içinde, 1921-1922’nin sosyalist inşaya geçiş biçimleri içinde, biz proleter devlet iktidarının, biz yönetici Komünist Partisi’nin “vargücüyle asılmak zorunda olduğu” bu “halka” ticarettir. Bu halkaya şimdi yeterince güçlü “asılırsak” yakın gelecekte kesinlikle zincirin tümüne egemen olacağız. Başka türlü bütün zincire egemen olamayız, sosyalist toplumsal-ekonomik ilişkilerin temellerini yaratamayız.

Bu tuhaf görünüyor. Komünizm ve ticaret?! Birbirine hiç uymayan, birbirinden uzak, uygunsuz bir şey. Fakat iktisaden düşünüldüğünde, bunlar birbirine komünizmin küçük köylü, ataerkil tarımdan uzak olduğundan daha uzak değildir.

Dünya çapında zafer kazandığımızda, dünyanın en büyük kentlerinden bazılarının caddelerinde altından genel tuvaletler inşa edeceğimizi düşünüyorum. Bu, 1914-1918 “büyük kurtuluş” savaşında, Brest Banşı’nın mı, yoksa Versailles Banşı’nın mı daha kötü olduğu yönündeki büyük soruyu karara bağlamak için yürütülen savaşta, altın uğruna nasıl on milyon insanın katledildiğini, nasıl otuz milyon insanın sakat bırakıldığını ve yine altın uğruna, yaklaşık 1925 ya da 1928 yılları dolaylarında Japonya ile Amerika, İngiltere ile Amerika, ya da benzerleri arasındaki bir savaşta nasıl yirmi milyon insanı katletmeye ve altmış milyon insanı sakat bırakmaya hazırlandıklarını unutmamış kuşaklar için, altının en “adil” ve en çarpıcı öğretici kullanımı olacaktır.

Fakat altının sözünü ettiğimiz kullanımı ne kadar “adil”, ne kadar yararlı, ne kadar insancıl da olsa şunu söylüyoruz: Bu noktaya ulaşabilmek için daha birkaç on yıl boyunca, 1917-1921 arasında çalıştığımız gibi, fakat çok daha geniş bir faaliyet alanında aynı gayret ve başarıyla çalışmak zorundayız. Ne var ki şimdilik RSSFC’de altını tutumlu kullanmak, onu mümkün olduğunca pahalı satmak ve karşılığında mümkün olduğunca ucuz mal satın almak zorundayız. Köprüyü geçesiye kadar ayıya dayı demek zorunludur; fakat doğru dürüst bir insan toplumunda olması gerektiği gibi bütün ayıların yok edilmesine gelince, şu bilge Rus atasözüne dayanmak istiyoruz: “Savaşa giderken değil, savaştan dönerken övün…”

Eğer küçük çiftçilerin yanı sıra elektrik hatları ağıyla örülmüş mükemmel makineleşmiş büyük sanayi, gerek teknik kapasitesi, gerekse de örgütsel “üstyapıları” ve ilinekleri itibariyle küçük çiftçilere, eskisinden daha iyi ürünü daha fazla miktarda daha hızlı ve daha ucuz temin etme yeteneğine sahip bir sanayi yoksa, on milyonlarca küçük çiftçiyle büyük sanayi arasında olanaklı tek ekonomik ilişki ticarettir. Dünya çapında bu “eğer” çoktan gerçekleşmiştir, bu koşul çoktan vardır, fakat sanayinin tarımla yeni bağını bir çırpıda ve doğrudan gerçekleştirme, canlı gerçeklik haline getirme, pratikte yoluna koyma girişiminde bulunmuş tek bir ülke, hem de en geri kapitalist ülkelerden biri, bu görevi bir “hücum”la çözememiştir ve şimdi bu görevi bir dizi yavaş, tedrici, dikkatli “kuşatma” operasyonuyla çözmek zorundadır.

Ticarette ustalaşmayı, ona yön vermeyi, belli sınırlar koymayı proletarya iktidarı yapabilir. Küçük, çok küçük bir örnek: Donetz Havzası’nda kısmen büyük devlet ocaklarında emek üretkenliğinin artması sayesinde, kısmen ise küçük köylü ocaklarının kiralanması sayesinde küçük, henüz son derece küçük fakat tartışma götürmez bir ekonomik canlanma başlamıştır. Böylece proleter devlet iktidarı diyelim ki yüzde yüzlük maliyet fiyatına az (ileri ülkeler açısından son derece önemsiz, fakat bizim yoksulluğumuz içinde yine de önemli) miktarda ek kömür elde ediyor ve sonra bu kömürü devlet kuruluşlarına yüzde yüzyirmi, özel kişilere yüzde yüzkırktan satıyor. (Parantez içinde belirteyim ki, verdiğim rakamlar tamamen keyfidir, çünkü, birincisi, doğru rakamları bilmiyorum ve ikincisi, bilseydim de şimdi açıklamazdım). Öyle görünüyor ki, son derece mütevazı ölçüde de olsa sanayiyle tarım arasında değiş-tokuşu becermeye, büyük ticareti becermeye başladık, mevcut küçük, geri ya da büyük fakat güçsüzleşmiş, harabolmuş sanayiye sarılma, mevcut ekonomik temelde ticareti canlandırma, sade ortalama köylüye (o ise kitlesel bir figürdür, kitlenin temsilcisi, doğal gücün taşıyıcısıdır) ekonomik canlanmayı hissettirebilme ve büyük sanayinin yeniden inşasında ondan daha sistemli, inatçı ve başarılı bir çalışma için yararlanma görevini becermeye başladık.

Ticareti düşüncesizce küçümseme özelliğine sahip “duygusal sosyalizm”e ya da eski Rus, yarı-feodal yarı-köylü ataerkil havaya düşmemeliyiz. Köylülüğün proletaryayla bağını sağlamlaştırmak için, yıkılmış ve güçten düşmüş ülkede ekonomiyi derhal canlandırmak için, sanayii kalkındırmak ve örneğin elektrifikasyon gibi başka, daha kapsamlı, daha derin önlemleri kolaylaştırmak için bütün ekonomik geçiş biçimlerini kullanabiliriz ve gerektiğinde bunları kullanmayı bilmek zorundayız.

Reformlarla devrim arasındaki ilişki sadece Marksizm tarafından tam ve doğru tanımlanmıştır; ki Marx bu ilişkiyi sadece tek bir yanından, yani proletaryanın tek bir ülkede de olsa bir ölçüde sağlam, bir ölçüde kalıcı ilk zaferinden önceki koşullar altında görebildi. Bu koşullar altında doğru bir ilişkinin esası şuydu: Reformlar proletaryanın devrimci sınıf mücadelesinin yan ürünüdür. Tüm kapitalist dünya için bu ilişki, proletaryanın devrimci taktiğinin temelini oluşturur, İkinci Enternasyonal ‘in satılık liderlerinin ve yarı titiz, yarı ürkek İkibuçukuncu Enternasyonal şövalyelerinin çarpıtıp kararttıkları işin ABC’sini oluşturur. Proletaryanın tek bir ülkede de olsa zaferinden sonra reformlarla devrim arasındaki ilişkide yeni bir şey ortaya çıkar. Prensipte mesele eskisi gibi kalır, fakat biçimde şahsen Marx’ın önceden göremeyeceği ve sadece Marksizmin felsefesi ve politikası zemininde kavranabilecek bir değişiklik olur. Neden Brest geri çekilişini doğru uygulayabildik? Çünkü öyle ilerlemiştik ki, geri çekilecek alana sahiptik. Baş döndürücü bir hızla, birkaç hafta içinde, 7 Kasım (25 Ekim) 1917’den Brest Barışı’na kadar Sovyet devletini kurmuş, emperyalist savaştan devrimci yolla çıkmış, burjuva-demokratik devrimi sonuna kadar götürmüştük, öyle ki muazzam geri çekilme hareketi (Brest Barışı) bile bize hâla, “nefes molası”ndan yararlanıp Kolçak, Denikin, Yudeniç, Pilsudski, Vrangel’e karşı muzaffer biçimde ilerlememiz için kesinlikle yeterli pozisyonlar bırakmıştı.

Proletaryanın zaferinden önce reformlar devrimci sınıf mücadelesinin yan ürünüdür. Bunun yanı sıra zaferden sonra reformlar (uluslararası çapta eskisi gibi “yan ürün” olarak kalırken) zaferin gerçekleştiği ülke için, büyük çabaların ardından şu ya da bu geçişin devrimci uygulanışı için güçlerin açıkça yetmediği durumlarda gerekli ve haklı bir nefes molası olurlar. Zafer öyle büyük bir “güç stoku” sağlar ki, zorunlu bir geri çekilmeye bile dayanılabilir- hem maddi, hem manevi anlamda dayanılabilir. Maddi anlamda dayanmak, düşmanın bizi tamamen yenilgiye uğratamaması için yeterli güç üstünlüğünü korumak demektir. Manevi anlamda dayanmak; kendini demoralize ettirmemek, dezorganize ettirmemek, durumu soğukkanlılıkla değerlendirmeye devam etmek, cesareti ve akıl sağlamlığını korumak, çok olsa da ölçülü geri çekilmek, geri çekilmeyi tam zamanında durdurabilecek ve yeniden saldırıya geçebilecek şekilde geri çekilmek demektir.

Devlet kapitalizmine geri çekildik. Fakat ölçülü geri çekildik. Şimdi ticaretin devlet tarafından düzenlenmesine geri çekiliyoruz. Fakat ölçülü geri çekileceğiz. Şimdiden bu geri çekilmenin sonunun görülebildiğinin belirtileri; fazla uzak olmayan bir gelecekte bu geri çekilişi durdurma olanağı görülmektedir. Bu zorunlu geri çekilmeyi ne kadar bilinçli, ne kadar birlik içinde, ne kadar önyargısız gerçekleştirirsek, bu geri çekilişe o kadar hızlı son verebiliriz ve muzaffer yürüyüşümüz o kadar güvenli, hızlı ve geniş olacaktır.


[i] Almanca Yayınevinin Notu: Bebel’e 28 Mart 1875 tarihli mektubunda Engels, Alman Sosyal-Demokrat Partisi tarafından, Eisenachçılarla Lassallecilerin Gotha’daki birlik kongresinde kabul edilmiş olan program taslağını sert biçimde eleştiriyor.

Taslakta başka Lassalleci hataların yanı sıra, “işçi sınıfı karşısında tüm diğer sınıfların sadece gerici bir kitle” oldukları cümlesi bulunuyordu. Engels bu anti-Marksist cümleyi eleştiriyor ve “bunun sadece bazı istisnai durumlarda, örneğin proletaryanın Komün gibi bir devriminde ya da devleti ve toplumu kendi düşüncesine göre sadece burjuvazinin şekillendirmediği, aksine ondan sonra da demokratik küçük-burjuvazinin bu yeniden şekillenişi sonuna kadar götürdüğü” (bkz. Kari Marx, “Gotha Programı’nın Eleştirisi”, s. 32, Zürih 1934) bir ülkede doğru olduğunu açıklıyor.

Bebel’e bir başka mektupta (11 Aralık 1884 tarihli) Engels, proleter devrim sırasında tüm burjuva ve küçük-burjuva partilerin “saf demokrasi” şiarı altında proletaryaya karşı ittifak kurduklarına dikkat çekiyor. Engels Almanya’da devrimin koşullan ve özellikleri üzerine konuşuyor ve şunu vurguluyor: “Saf demokrasi ve bunun gelecekteki rolüne ilişkin, seninle aynı görüşteyim. Bunun Almanya’da, daha eski sınai gelişime sahip ülkelerde olduğundan çok daha tali bir rol oynaması doğaldır. Ama bu onun, devrim anında, daha önce Frankfurt’ta olduğu gibi, en uç burjuva parti olarak, tüm burjuva ve hatta feodal ekonominin son can simidi olarak o anda önem kazanabilmesine engel değildir. Böyle bir anda tüm gerici kitle onların arkasına geçer ve onları güçlendirir: gerici olan her şey, demokratlık taslar” (Marx-Engels, Bebe/, W. Liebknecht, Kautsky vs.’ye Mektuplar, Moskova 1933, Cilt 1, s. 382). (s. 324)

Paylaş

Bir Yanıt Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir