Sol Kanat Akademisyenlere Göre Büyük Ortadoğu Projesi ve Esad Sonrası Suriye
Türkiye Bu Projeye Nasıl Katıldı?
EŞ-BAŞKANLAR, ORTAKLAR, HEDEF ÜLKELER
Bu yazı Zafer Yörük’ün Gazete Duvar’dan alınmıştır. Başlığı biz koyduk…
Yazar Zafer Yörük Londra Üniversitesi’nde iktisat ve siyaset bilimi dallarında lisans eğitiminin ardından Essex Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde ideoloji ve söylem analizi dalında yüksek lisans ve doktorasını tamamladı. Londra, Erbil ve İzmir’de siyaset bilimi ve medya/iletişim alanlarında çeşitli üniversitelerin akademik kadrosu içinde yer aldı. Akademik çalışma alanları; post-yapısalcı kuram, psikanaliz ve kimlik siyasetidir. Türkiye ve Orta Doğu siyaseti üzerine akademik yayınları vardır.
Editörün Notu: Bu yazıda dikkatimizi çeken şey yazarın, Büyük Ortadoğu Projesinin mimarı olan ABD emperyalizminin islami terörizme karşı mücadele projesinin iç çelişmelerini ve taşıdığı büyük açmazı eleştirmemiş olması…

Büyük Ortadoğu fikri üzerine başvurulacak temel kaynak, Rand Corporation’ın yine 2003 tarihli “Sivil Demokratik İslam: Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler” başlıklı raporudur.
Türkçesi 2022 yılında kitap olarak basılmıştır. Bu metne bakıldığında, temel kaygının ülkelerin sınır haritalarını yeniden dizayn etmek değil “İslamcı terör” olgusuyla baş etmek olduğu görülecektir.
BOP’un arka planında 11 Eylül saldırısı vardır ve El Kaide ve benzeri İslamcı örgütlerin Müslüman ülkeler coğrafyasında yaşama alanı bulduğu gözleminden hareketle bir “ılımlılaştırma” planı yapılmıştır. Bu raporun özet metni 13 Şubat 2004 tarihinde Londra merkezli El Hayat gazetesinde yayınlanmış ve aynı yılın Haziran ayında ABD’nin Georgia eyaletinde yapılan G8 zirvesinde ele alınmıştır.
Bu zirveye Türkiye ve diğer 22 “hedef ülke” temsilcileri de davet edilmiştir.
BOP VE TÜRKİYE
Başlangıçta, Türkiye hem diğer Müslüman ülkelere “ılımlı İslam” modeli olarak gösterilmiş hem de reform yapılması gereken “hedef ülkeler” (bölgesel ortaklar) listesinde yer almıştı.
Türk hükümet yetkilileri (AKP), hedef ülkeler listesinde olmayı doğru bulmadıklarını ve Türkiye’nin model ülke sıfatıyla anılması gerektiğini vurgulamışlardır.
Cumhurbaşkanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı başta olmak üzere devlete asıl hakim olan “kurulu düzen”güçleri ise, “ılımlı İslam” tanımına da itiraz ederek Türkiye’nin laik ülkeler kategorisinde anılması gerektiğini belirtince dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan “İslam’ın ılımlısı-ılımsızı olmaz” diyerek bu itirazı Batı kamuoyu önünde dile getirmiştir.
Bunun üzerine, aynı ay içinde projenin ele alındığı NATO zirvesinde Türkiye’nin sıfatı “demokratik ortak” olarak değiştirilmiştir.
BOP’u gündemine alan bu uluslararası toplantılar sonucunda projenin yürütme kurulu denilebilecek “Demokratik Yardım Diyaloğu” (DYD) adlı bir yapı oluşturulmuştur.
Bu yapıda G8’i temsilen İtalya, Ortadoğu’yu temsilen Yemen ve demokratik ortak Türkiye eş-başkanlık görevini üstlenmişlerdir.
2004 yılı itibarıyla ABD’nin NATO ve G8 ülkelerini BOP’a ikna ettiği ama “hedef ülke” konumundaki birçok Ortadoğu ülkesinin projeye katılmayı dış dayatma olduğu gerekçesiyle reddettiği anlaşılmaktadır. Ama bu katılma tereddüdü birçok “hedef ülke” tarafından muhtemelen Batılı güçler tarafından verilen ekonomik vaatler göz önüne alınarak kısa sürede aşılmıştır.
Aralık 2004’te Fas’ın başkenti Rabat’ta “Gelecek İçin Forum” adıyla yapılan BOP toplantısına 20’den fazla Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkesinden maliye ve dışişleri bakanlarının yanı sıra Arap Birliği, Avrupa Birliği ve birçok sivil toplum örgütü katılmıştır. Konferansa eş-başkan olarak Türkiye adına Devlet Bakanı Beşir Atalay katılmıştır.
Murat Yetkin, Radikal Gazetesi (9 Haziran 2005)
Büyük Ortadoğu Projesi eş-başkanlığı, dönemin AKP başbakanı Tayyip Erdoğan’dan başlayarak birçok hükümet yetkilisi ve iktidar yanlısı medya tarafından sıklıkla ve övünçle dile getirilmiştir.
AKP iktidarının ılımlı İslam’ı sağlam zemine oturtma, yayma ve geliştirme çabalarının, ödünsüz laiklik anlayışı ile donanmış TSK’nın duvarına çarpması kaçınılmazdı.
Başlangıçta bu TSK’nin çıkardığı engel, TSK’nın da paylaştığı Avrupa Birliği’ne tam üyelik için “uyum yasaları” gereği olarak askeri kurumların siyaset üzerindeki etkisini kıran önlemlerle aşılmaya çalışıldı.
Ama durum, ordu-AKP iktidarı arasında aleni bir laiklik-İslamcılık çatışmasına dönüşüp de Balyoz ve Ergenekon gibi toplu davalarla kapsamlı bir tasfiye süreci kaçınılmaz hale gelince BOP da pozitif anlamını tamamen yitirmeye başladı.
Çünkü generaller, CHP yönetimi ve laikçi kanaat önderleri, bu tasfiyeyi BOP’a bağlıyor, dolayısıyla da bu tasfiyeyi ABD’nin BOP talimatlarına bağlayan sözde anti-emperyalist (milliyetçi !!!) bir söylemi giderek daha fazla işliyorlardı.
Aynı dönemde ilk adımları atılmakta olan 2007-2009 Kürt barışı süreci de yalnızca katı laikçi değil aynı zamanda üniter devletçi olan aynı çevreler tarafından BOP’un Türkiye devlet yapısını eyalet sistemi olarak dizayn etme planı olarak lanetlenecekti.
Bu lanetlenme nedeniyle olsa gerek 2009 itibarıyla BOP adeta “yeraltına çekildi”.
Erdoğan, BOP eş-başkanıyım sözünü ağzına almak ne kelime, bunu hatırlatanları azarlıyor, tehdit ediyor ve artık bu olguyu külliyen inkâr eden beyanlarda bulunuyordu.
ARAP BAHARI’NIN SON FİNAL SAHNESİ: 2024 SURİYE ESAD REJİMİNİN DEVRİLMESİ
Genel olarak 2003’te başlatılan BOP projesinin hem hedefleri hem de zamanı bakımından – asıl olarak ABD Bush yönetiminin küresel İslamcı terörle mücadele yöntemi olmakla – sınırlı bir proje olduğu söylenebilir.
Nitekim 2009’da Obama’nın başkanlığa gelişinden günümüze kadar olan dönemde BOP başlıklı ya da içerikli bir uluslararası toplantı yapıldığı kayıtlarda yoktur.
Ya proje rafa kaldırılmış ya da 1916’da Sykes-Picot’da olduğu gibi “gizli” bir plan-proje olarak uygulanmayı sürdürmüştür.
Bir diğer üçüncü ihtimal de şu olabilir: Türkiye’nin kendisini de yeniden-yapılandırdığı ılımlı İslam modeli uyarınca Ortadoğu rejimlerinin ve siyasi yapılarının demokratikleştirilmesi/ılımlaştırılması yönünde çabaların BOP adı kullanılmadan sürdürülüyor olmasıdır.
Bence, 2010’da Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde ardı ardına patlayan Arap Baharı, yalnızca “dış güçler” tarafından yapılan kışkırtmaların doğrudan bir sonucu değilse de BOP çerçevesinde bölge ülkelerinin sivil toplum örgütlerine yapılmış olan Batılı güçlerin yaptıkları yatırımların bu protestolarda önemli bir payı olsa gerekir.
Arap Baharı sonrasında gelinen nokta BOP’un “gizli hedefleriyle” ne derece uyumludur bilmiyorum ama (özellikle de Libya ve Suriye iç savaşları) Sykes-Picot çağının belirlediği sınırlar içinde 100 yıldır döşenmekte olan ağır yapı taşlarının yerinden oynamış olduğu bir gerçektir.
Suudi Arabistan’da seküler reformlar, Trump’ın başlattığı İbrahim Anlaşmaları (İsrail ve bazı Arap ülkeleri arasında) ve “Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru” (IMEC-Baharat Yolu) projesi gibi gelişmelerin Arap Baharı öncesi yaşanması mümkün değildi.
7 Ekim 2023’te Gazze’de patlayan savaş, bu gidişata bir tepki olarak görülebilir. Ama 7 Ekim saldırısının aynı zamanda İsrail için sıkça söylendiği üzere yalnızca sınır genişletme ya da kendi iddiasıyla güvenlik sağlama saiklerinin ötesinde tam da bu gidişat doğrultusunda giriştiği önemli hamleler için sağlam bir gerekçe zemini yarattığı da görülüyor.
Bunlarla birlikte toplamda, Arap Baharı’yla başlayan yeni sürecin şimdiye kadar ürettiği en radikal ve dramatik sonuç, Suriye’de Baas rejiminin yıkılması olmuştur.
Suriye’de ve bölge siyasetinde bundan sonra yaşanacak gelişmeler, yeni paradigmanın niteliğini daha açık görünür hale getirecektir.
Gözlerimizin önünde birer birer açılmakta olan tarih sayfalarını izler ve yaşarken (son Suriye olayı) BOP kavramına başvurmak bir oranda açıklayıcı olabilir.
Ama bu BOP terimine, zaman içinde kazandığı aşırı siyasi/ideolojik çekişme yüklü milliyetçi komplo teorisi çağrışımları nedeniyle tedbirli yaklaşmak doğru olur.
Bugün için Sykes-Picot paradigmasının nihai iflasıyla en azından bölge siyaseti açısından yeni bir çağın başlangıcında olduğumuzu ifade etmek yeterli olacaktır.
Bu yeni çağın paradigmasının şekillenmesinde, “komplolar” ya da “emperyalist planların” büyük rol oynamakta olduğu bir gerçektir ama asıl belirleyici olan, Sykes-Picot sürecinde olduğu gibi jeopolitik güç çatışmalarıyla birlikte aynı zamanda bölge halklarının taleplerinin niteliği ve siyasi mücadeleleri olacaktır.
NOT:Bu metnin oluşumunda aşağıdaki iki değerli akademik araştırmada sunulan veri, bilgi ve görüşlerden yararlanılmıştır:
Altuğ Günal “Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye”. Ege Academic Review, 4(1), 156-164. (2004).
Tayfun Taşkın “11 Eylül Saldırıları Sonrası ABD Dış Politikasında Ortadoğu ve Türkiye ABD İlişkileri”. Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi. (2010)
