Deng Xiaoping: Tercümanının Gözünden Zimbabve Başkanı ve Gorbaçov ile Görüşme

Zhang Weiwei, Deng Xiaoping ve dönemin diğer üst düzey Çin liderlerine tercümanlık yapmış bir siyaset bilimci ve yazardır. Halen Fudan Üniversitesi’nde profesör olarak görev yapmaktadır.
Çeviren: Ferdi Bekir

1980’lerde Deng Xiaoping ve dönemin diğer üst düzey Çin liderlerine tercümanlık yapma şansı buldum. Bu sayede, büyük bir devlet adamını çok yakından tanıma fırsatım oldu.

Deng Xiaoping, dobra ve açık sözlü kişiliğiyle tanınırdı. 1980’de ünlü İtalyan gazeteci Oriana Fallaci’yi kabul ettiğinde saatlerce konuştular, Fallaci son derece zor sorular sordu.

Deng Xiaoping’i, Demokratik Kore lideri Kim İl Sung, Zimbabve’den Robert Mugabe, Sovyetler’den Mihail Gorbaçov ve Gana’dan Jerry Rawlings gibi liderlerle görüşürken de gözlemleme şansım oldu.

1982’de, Demokratik Kore zor bir ekonomik dönemden geçerken Kim İl Sung Çin’e geldi. Deng Xiaoping’e, ekonomik sıkıntılardan çıkmak için tavuk yerine bıldırcın yetiştirmeyi planladığını anlattı: Pakistan Cumhurbaşkanı’ndan, bıldırcının tavuktan iki kat daha verimli olduğunu duymuştu.

Deng Xiaoping bu mesele üzerine fazla konuşmadı, lafı değiştirdi. Onun yerine Kim İl Sung’a, 1978’de Kore ziyaretinden dönerken Çin’in kuzeydoğusundaki yoksulluk meselesini anlattı. Devrim üstünden onlarca yıl geçmesine rağmen Çin’de kırsal kesim hâlâ perişan haldeydi. Deng’e göre sosyalizm refah getirmeliydi, sefalet değil. Onun gündeminde bıldırcın yumurtası değil, Çin’i topyekûn kalkınma ve modernleşme yoluna sokmak vardı. Bunun için yabancı teknolojilere, iş yönetimi anlayışına ve sermayeye açılmak gerektiğini savunuyordu.

O dönem birçok sosyalist ülke küçük çaplı teknik reformlarla uğraşırken, Deng Xiaoping köklü reformları tartışıyordu.

Bugünkü bakış açım, o dönemde Deng Xiaoping’in Kim İl Sung ve benzeri liderlerle yaptığı bu tartışmalarla şekillendi. Sosyalist ülkelerin üç farklı reform modelinden geçtiğini düşünüyorum.

Birincisi, Demokratik Kore ve Küba’nın izlediği muhafazakâr model. Tamamen planlı ekonomi ve çok sınırlı piyasa düzeniyle pek bir yere varılamadı, bu ülkeler yoksulluktan çıkamadı.

İkincisi, Sovyetler ve Doğu Avrupa’nın uyguladığı radikal model. Bu ülkeler, Batı’nın çok partili sistemini ve piyasa ekonomisini neredeyse doğrudan kopyalamaya kalktı. Sonuç ortada: Sovyetler çöktüğünde Rus ekonomisi Çin’den büyüktü. Şimdi ise Çin’in döviz rezervi (yaklaşık 4 trilyon dolar), Rusya ile Doğu Avrupa’nın toplam ekonomisinden daha büyük.

Üçüncü model, Çin’in izlediği adım adım reform yolu. Sonuçlar kendini gösteriyor. Deng’in ölümünden henüz 20 yıl bile geçmeden Çin, dünyanın ikinci büyük ekonomisi oldu ve yakında birinciliğe oynuyor.

“Büyük İleri Atılım ve Kültür Devrimi’nin Bedelini Ağır Ödedik”

Zimbabwe Devlet Başkanı Robert Mugabe, 1985’te Çin’e ikinci ziyaretini gerçekleştirmişti. Mao Zedung’a büyük hayranlık duyuyordu; Mugabe’nin kabinesinin yarısı Çin’de askeri eğitim almıştı. Tıpkı 1981’deki ilk ziyaretinde olduğu gibi, bu kez de Çin’in kapitalizme kaydığını düşünüyor, Mao’nun çizgisinden uzaklaşılmasından hoşlanmıyordu.

Deng ona, aslında Mao Zedung’un “doğruyu olgulardan çıkarmak” ilkesine bağlı kaldıklarını söyledi. Dört Modernleşme hedefinin (tarım, sanayi, savunma, bilim ve teknoloji) temeli sosyalizmdi. Deng için iki şey vazgeçilmezdi: Parti’nin liderliği ve kamu mülkiyetinin egemenliği. Bunlar korunduğu sürece, yapılan hatalar düzeltilebilirdi.

Mugabe oldukça sol eğilimli olduğu için, Deng, Çin’in “solculuktan” aldığı dersleri uzun uzun anlattı. Büyük Sıçrama ve Kültür Devrimi konusu açılınca, Deng açıkça, bu hatalar yüzünden “cezalandırıldık” dedi, konuğunu şaşırtarak.

Aynı zamanda Mugabe’yi, Çin’in Dört Temel İlke’ye bağlı kalacağı konusunda da söz verdi. ÇN: Dört Temel İlke: Sosyalist yolun korunması, proletarya diktatörlüğünün korunması, Komünist Parti’nin liderliğinin korunması ve Marksizm-Leninizm ile Mao Zedung Düşüncesi’nin korunması.

Mugabe’nin 1987’deki bir sonraki ziyaretinde Deng bu ilkeleri daha da detaylandırdı.

Deng’e göre bu ilkelerin savunulmasının tek bir amacı vardı: Çin’de istikrarı sağlamak. İstikrar olmadan, Çin’in modernleşmesi Batı yanlısı liberalleşme tarafından yok edilebilirdi.

Ancak bu ilkeler dogma değildi, Deng ısrarla vurguladı. O ilkeler de “doğruyu olgulardan çıkarmak” düsturuna göre yönlendirilmeliydi. Yani, kitaplar değil, sahadaki gerçeklikler Çin’in reform yolunu yönlendirmeliydi.

Tüm bu açıklamalara rağmen Mugabe ikna olmamış gibiydi. “Biz Üçüncü Dünya’daki dostlar Çin’in sosyalist yoldan sapmamasını umuyoruz,” dedi. Deng biraz sinirlendi, ama yine de soğukkanlıydı: “Bizde hâlâ çok güçlü bir devlet aygıtı var,” dedi. Ona göre bu siyasi sistem, ülkenin rotadan çıkmasına asla izin vermezdi.

Deng, o zor modernleşme sürecinde başlarına en kötüsünün gelebileceğini öngörüyordu — nitekim 1989’daki siyasi krizde bu yaşandı. Mugabe’ye söylediklerinden açıkça anlaşılıyordu: Deng Xiaoping, sosyalist sisteme karşı açık bir başkaldırıya asla izin vermezdi.

Deng’in Gorbaçov Hakkındaki Yorumu: “Akıllıymış Gibi Duruyor Ama Aslında Aptal.”

1989 Mayıs’ında Gorbaçov Çin’e geldiğinde ülkede iki farklı siyasi eğilim vardı. Bir yanda, reformcu duruşa sahip olan Gorbaçov’u idol olarak gören öğrenciler vardı. Hatta onu “Bugün Sovyetler, yarın Çin” sloganıyla karşılamışlardı. Çin’deki Liberal sol aydınlar bu slogandan çok etkilenmişti. Öte yanda Deng vardı. Deng, önce halkın geçim derdini çözmek gerektiğini savunuyordu. Diğer tüm reformlar – siyasal olanlar dâhil – bu hedefe hizmet etmeliydi. Batı tarzı çok partili sistemi kopyalamaya kalkmak, Deng’e göre tam bir çılgınlıktı. Zaten Gorbaçov’la görüşmeden sonra şu yorumu yaptı: “Bu adam akıllıymış gibi duruyor ama aslında aptal.”

Paylaş

Bir Yanıt Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir