Bugünkü Çin-ABD Ticaret Savaşında Çin Ne Yapmalı?
Prof. Wang Weiguang, iktisatçı; Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi eski üyesi ve Çin Sosyal Bilimler Akademisi eski başkanı, 30 Nisan 2025
Çeviren: Ali Elik

Ancak ve ancak Marksist duruş, bakış açısı ve yöntemleri kullanarak yüz yıldır görülmemiş büyük değişimleri doğru bir şekilde anlayıp bilimsel olarak değerlendirdiğimizde, Çin-ABD ticaret anlaşmazlığını ve Çin-ABD ilişkilerini doğru bir şekilde ele alabiliriz.
(1) İlkelere Bağlılık ile Verilmesi Gereken Zorunlu Tavizler Arasındaki İlişki
Bazı yoldaşlar şöyle düşünüyor: ABD yönetimi Çin-ABD ticaret sürtüşmesini kışkırtarak Amerikan emperyalizminin hırsını ve doğasını tamamen açığa çıkarmıştır; bizim ABD’ye karşı herhangi bir uzlaşıda bulunmamamız gerekir; en fazla yeniden kapılarımızı kapatır, birkaç yıl zor günler geçiririz; tamamen kendi kendimize yeter hale gelir, tüm sorunları bu şekilde çözebiliriz.
Başka bazı yoldaşlar ise, bugün ülkemizdeki tüm sorunların çözümünün tamamen yurtiçi Milli Gelirin artıp artmamasına bağlı olduğunu, her koşulda “gerçek gücünü gizle” stratejisine sıkı sıkıya bağlı kalınması ve hiçbir koşulda ABD ile açıkça karşı karşıya gelinmemesi, ilişkilerin koparılmaması gerektiğini savunuyorlar.
Onlara göre yalnızca yurtiçinde ekonomik işlere odaklanılır ve birkaç on yıl daha kalkınmaya devam edilirse, diğer tüm sorunlar kendiliğinden çözülecektir. Bazı yoldaşlar ise, Çin’in her koşulda Çin-ABD ilişkilerini Çin’in temel çıkarlarının merkezi olarak görmesi gerektiğini, hatta ABD yönetimiyle stratejik bir uzlaşı sağlamak uğruna ülkemizin egemenliğinin, toprak bütünlüğünün ve kalkınma çıkarlarının bir kısmından bile vazgeçilebileceğini savunuyorlar. Yukarıdaki görüşlerin tümü tartışmalıdır.
ABD’nin başlattığı ticaret sürtüşmesine karşılık olarak gerekli uzlaşıya varılıp varılmaması gibi önemli bir soruya yanıt verebilmek için, Lenin ve Mao Zedung’un geçmişteki ilgili söylemlerine yeniden başvurmak oldukça gereklidir.
Lenin, 1920 yılının Nisan-Mayıs aylarında, Sovyet yönetiminin Alman emperyalizmi ve onun müttefikleriyle imzaladığı Brest-Litovsk Antlaşması’na karşı çıkanlara yönelik olarak kaleme aldığı ünlü eseri “Sol” Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı’nda şöyle der: “’İlke olarak’ uzlaşmaya karşı çıkmak, her türlü uzlaşmayı toptan reddetmek, ciddiye alınamayacak bir çocukluktur.” [1].
“Çeşitli uzlaşma türleri vardır. Her bir uzlaşmanın ya da uzlaşma biçiminin koşullarını ve somut durumunu iyi analiz edebilmek gerekir.”; “esneklik, uzlaşma ve taviz vermeyi tamamen reddetmek bir hatadır ve bu tür bir hata komünist harekete son derece büyük zararlar verir.” [2]
Lenin, 1922 Kasım ayında Moskova Sovyeti genel kurulunda şunları söylemişti: “Kapitalist büyük güçlere yaptığımız pek çok taviz, onlara bizimle ilişki kurmak, karlarını garanti altına almak — hatta bazen hak ettiklerinden daha fazla kar elde etmek — için yeterince fırsat sağlamaktadır.” [3]
1945 yılı 26 Ağustos’unda, Çongçing’e giderek Çan Kay-şek ile barış görüşmelerine başlamadan iki gün önce, Mao Zedung’un Parti içi bir genelgesinde şöyle denmektedir: “Görüşmelerde, Kuomintang mutlaka bizden kurtarılmış bölgelerin topraklarını büyük ölçüde küçültmemizi, Kurtuluş Ordusu’nun sayısını azaltmamızı ve kendi kâğıt paramızı basmamamızı isteyecektir. Biz de, halkın temel çıkarlarına zarar vermeyecek gerekli bazı tavizleri vermeye hazırız. Bu tavizler olmadan, Kuomintang’ın iç savaş komplosunu bozamayız; siyasi inisiyatifi ele geçiremeyiz. Uluslararası kamuoyunun ve yurtiçindeki ara güç siyasi unsurların sempatisini kazanamayız; partimizin yasal statüsünü güvence altına almalı ve barış ortamını sağlayamayız. Ancak tavizlerin bir sınırı vardır ve bu sınır, halkın temel çıkarlarına zarar vermemektir.”
Mao Zedung ayrıca şunu da söylemiştir: “Partimizin yukarıdaki adımları atmasının ardından eğer Kuomintang yine de iç savaşı başlatmak isterse, ulusal ve uluslararası kamuoyu önünde haklı taraf biz oluruz ve meşru müdafaa savaşına girişerek saldırılarını püskürtme hakkını elde ederiz.” [4]
Günümüz Çin-ABD ticaret görüşmeleri ile Lenin ve Mao Zedung’un yaşadığı dönemler arasında büyük farklar, hatta bazı açılardan özsel temel farklılıklar bulunmasına rağmen, bazı ilkesel uygulamalar günümüzde de dikkate alınmaya değerdir.
Mart 1949’da Mao Zedung şöyle demiştir: “İlkelilikte kararlı olmalıyız; aynı zamanda bu ilkeselliği gerçekleştirebilmek için her türlü meşru ve gerekli esnekliğe de sahip olmalıyız.” [5]
1957 yılı Kasım ayında Mao şunları dile getirmiştir: “İlkelilik ile esnekliğin birliği, Marksizm-Leninizm’in bir ilkesidir; bu bir karşıtların birliğidir.” [6]
Çin ile ABD arasındaki ekonomik karşılıklı bağımlılık durumu, her iki ülkenin onlarca yıllık kalkınma ihtiyaçlarının kaçınılmaz bir sonucudur. 1971 yılı Ağustos ayında, Nixon yönetimi altındaki ABD, altın standardını terk etmek zorunda kaldı ve altın-dolar kurunun serbest dalgalanmasına geçti; böylece Bretton Woods sistemi resmen çöktü. Ardından ABD, sözde “finansal inovasyon” uygulamalarına girişti. 1978 yılı Aralık ayında Çin, Reform ve Dışa Açılma politikasını uygulamaya koydu ve giderek “dünyanın üretim üssü ” olma yoluna girdi. Belirli bir anlamda denebilir ki, Çin’in 40 yılı aşkın reform ve dışa açılma süreci sonucunda Çin ve ABD ekonomileri belli ölçüde fiili bir karşılıklı bağımlılık durumuna girmiştir. Bu durumun kısa sürede değiştirilmesi ne gerekli ne de kolaydır.
Tam da bu nedenle, 15 Şubat 2019 tarihinde, Devlet Başkanı Xi Jinping, Çin’e gelen ABD Ticaret Temsilcisi ile görüşmesi sırasında şöyle demiştir: “Çin ve ABD birbirinden ayrılamaz; uyum içinde olurlarsa her iki taraf da kazanır, çatışırlarsa her iki taraf da zarar görür. İş birliği en iyi tercihtir. Taraflar arasındaki ekonomik ve ticari görüş ayrılıkları ve sürtüşmeler konusunda biz iş birliği yoluyla çözüm bulmaya hazırız; her iki tarafın da kabul edebileceği bir anlaşmanın sağlanmasına çalışacağız. Elbette, iş birliğinin de ilkeleri vardır.” [7]
Çin hükümetinin ABD ile yaptığı ticaret görüşmelerinde bazı gerekli tavizlerde bulunarak diğer daha önemli çıkarlar elde etmeye çalışması doğaldır. ABD ile yapılan görüşmelerde hiçbir şekilde taviz verilmemesi gerektiğini düşünen anlayış ise yalnızca gerçekçi değildir, aynı zamanda son derece yanlıştır.
Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Doğu Avrupa’daki siyasi çalkantıların özel arka planında, Deng Xiaoping şu stratejik ilkeyi ortaya koymuştur: “Sakin kal, sağlam dur, soğukkanlı davran, gücünü sakla, zayıflığını ört, kesinlikle öne çıkma.”
Daha sonra bu siyasetimize “bir şeyler elde etmeyi başarmak” anlamındaki ifade eklenmiştir. Bu stratejinin son derece önemli bir anlamı vardır. Bu strateji sekiz karakterle özetlenebilir: “Gücünü sakla, bir şeyler başar.” Ancak bu siyaset asla yalnızca “gücünü gizle” şeklinde dar bir anlayışa indirgenmemelidir.
Açıkça ortaya konmalıdır ki, “gücünü gizleme” yalnızca bir araçtır, “bir şeyler başarmak” ise amaçtır. Çin-ABD ilişkilerini düzeltmeyi nihai hedef olarak görmek doğru değildir. Tıpkı Genel Sekreter Xi Jinping’in söylediği gibi: “İş birliğinin de ilkeleri vardır.” [8]
Çin-ABD iş birliği, ilkelere dayalı bir iş birliğidir; bu iş birliğinin kendisi ne bir amaçtır, ne de birincil önceliktir. Çin’in egemenliğini, güvenliğini ve kalkınma çıkarlarını koruması ise birincil önceliktir; Çin-ABD ilişkilerinin iyileştirilmesi ise buna hizmet etmelidir.
Bu anlayıştan sapmak, Xi Jinping Yoldaşın çekirdeğinde yer aldığı Parti Merkez Komitesi’nin talimatlarının ruhuna ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin sosyalist dış politika ilkelerine tamamen ters düşer. “Gücünü saklamak” ve “bir şeyler başarmak” aynı sorunun iki yönüdür ve birbirinden ayrılamaz. Ülkemiz halihazırda ekonomik küreselleşmeye derinlemesine entegre olmuştur; hem uluslararası hem yurtiçindeki ekonomik, siyasi ve kültürel meselelerin birlikte planlanması acil bir gerekliliktir. Sadece yurtiçindeki ekonomik işler ile ilgilenmek ya da yalnızca içerde Milli Gelirde büyümeyi sürdürmeye odaklanmak, aslında uzun vadede yalnızca Milli Gelir büyümesini sürdürmemizi engellemekle kalmayacak, aynı zamanda ülkemizin istikrarlı gelişimi açısından daha büyük ve daha fazla soruna yol açacaktır.
Mevcut durum, ülkemizin siyasal istikrar düzeyinin ABD’den daha yüksek, istikrar süresinin de ABD’den daha uzun olduğunu ve gelecek beklentilerin de ABD’ye kıyasla daha iyi olduğunu göstermektedir.
Bu durum, Çin’in Çin-ABD çelişkilerini mümkün olduğunca iyi yönetmesi ve kendi kalkınmasını hızla ilerletmesi için gerekli olan stratejik zamanı kazanmasını sağlamaktadır.
2017 yılında Trump’ın ABD Başkanı olmasından sonra, ABD’nin istihdam oranında, borsa performansı, net varlıklar ve halkın kullanılabilir gelir oranı gibi alanlarda bazı ilerlemeler sağlanmış olsa da, borsa zaten döngüsel olarak yüksek seviyedeydi; fakat vergi indirimleriyle yurtdışından geri dönen Amerikan sermayesi reel ekonomiye yönelmedi. Özellikle devlet tahvili faizlerinin tersine dönmesi ve güçlü doların zayıflamasıyla birlikte ABD’nin kendini tamamen izole etme ve dış dünyayı dışlama gücü kalmamıştır. Kısa vadede Çin-ABD ekonomik yapısının “senin içinde ben, benim içimde sen” –dış ekonomik ilişkilere bağımlılık—durumunu değiştirmesi mümkün değildir.
Çin’in siyasal ve ekonomik sistemi ile kültürel ve ahlaki üstünlüğü, nüfusu ve üretim kapasitesi ve iç pazar hacmindeki önemli avantajlarına karşın, ülkemizin ABD ve Batılı çokuluslu sermayenin birleşik sert gücüyle alt edilebilecek bir ülke olmadığını ortaya koymaktadır. Çin’in ulusal gücünün sürekli artması karşısında, ABD öncülüğündeki birkaç Batılı gelişmiş ülke, kaçınılmaz olarak “Soğuk Savaş zihniyetine” sıkı sıkıya sarılacak ve tarih boyunca hep kullandıkları ya da daha önce hiç kullanmadıkları yumuşak ve sert yöntemlere başvurarak Çin’i yıkma girişiminde bulunacaklardır.
Biz elbette uyumlu ve güzel bir dünya inşa etmeyi umuyoruz ve dünya üzerindeki tüm ülkelerle çok yönlü diplomatik ilişkiler geliştirmek zorundayız. ABD öncülüğündeki Batılı ülkelerle iş birliği yapmak için elimizden geleni yapmamız da gerekmektedir. Ancak aynı zamanda Lenin’in Yeni Ekonomik Politika’yı (NEP) uygulamaya koyduktan sonra yaptığı şu uyarıyı da unutmamalıyız: “Şimdi önümüzde tamamen farklı bir görev var. Artık her şeyde hesap yapmak zorundayız”; “Kapitalist çevrede yaşıyoruz; yaşamamızı nasıl sürdüreceğimiz, düşmanlarımızdan nasıl yarar sağlayacağımızı hesaplamalıyız. Düşman elbette pazarlık yapacak, her zaman avantaj sağlamayı hedefleyecek. Biz de bunu asla unutmamalıyız. Herhangi bir yerdeki tüccarların kuzu gibi davranacağını ve bize karşılıksız yarar sağlayacağını hayal edecek değiliz.” [9]
Tam da bu nedenle, Çin-ABD ilişkilerini ele alırken, ilkelere sıkı sıkıya bağlı kalmak gerekir. Peki, hangi ilkelerde ısrarcı olmalıyız? Yurt içinde en temel ve en köklü olanı şudur: birincisi, sosyalist yoldan sapmamak; ikincisi, Çin Komünist Partisi’nin önderliğini sürdürmek. Dış ilişkilerde ise, ülkemizin toprak bütünlüğünü ve egemenliğini kararlılıkla savunmak; siyasal, ekonomik, finansal güvenliğimizi ve kalkınma çıkarlarımızı korumaktır. ABD ile yapılan müzakerelerde, Mao Zedung’un “ABD ile mücadelede sol eğilimlere, ABD ile iş birliğinde sağ eğilimlere karşı dikkatli olunmalıdır” şeklindeki düşüncelerini akılda tutmalı ve ABD’nin Batı’nın kuralları aracılığıyla bizi yönlendirme ya da zorla “yapısal reformlara” mecbur bırakma çabasını, böylece Çin’in sosyalist yolundan ve Çin Komünist Partisi’nin önderliğinden vazgeçmesini sağlama girişimlerini kararlılıkla boşa çıkarmalıyız.
Şubat 1960’ta Mao Zedung, Sovyetler Birliği’nin Politik Ekonomi Ders Kitabını okurken şöyle demiştir: “Temel sorun sistem meselesidir; sistem bir ülkenin hangi yöne gideceğini belirler. Sosyalist sistem sürdüğü sürece, sosyalist bir ülke ile emperyalist bir ülke arasındaki karşıtlık kaçınılmazdır; uzlaşmalar daima geçicidir.” [10]
Genel Sekreter Xi Jinping, Mao’nun bu düşüncesini daha da geliştirmiştir. Reform ve Dışa Açılmanın 40. yıldönümü vesilesiyle düzenlenen toplantıda şöyle demişti: “Neyin değiştirileceği ve nasıl değiştirileceği, ancak sosyalist sistemi geliştirme ve mükemmelleştirme ile devletin yönetim sistemi ve yönetim kapasitesinin modernleştirilmesi hedeflerine uygun olup olmadığı temel ölçütüne göre değerlendirilebilir. Değiştirilmesi gereken ve değiştirilebilecek olan şeyleri kararlılıkla değiştireceğiz; değiştirilmemesi gereken ya da değiştirilemeyecek olan şeyleri de asla değiştirmeyeceğiz.” [11]
Eğer bu ilkeyi Çin-ABD ticaret görüşmelerine uyarlarsak, şöyle diyebiliriz: Taviz verilebilecek konularda taviz verilebilir, gerektiğinde taviz verilebilir; ancak taviz verilmemesi gereken hususlarda kesinlikle geri adım atılmamalıdır.
ABD yönetimi, 2016’da Çin-ABD ticaret sürtüşmelerini kullanarak Çin’i Kore Yarımadası meselesinde ilkesiz tavizler vermeye zorlamaya çalıştı. Ancak Xi Jinping Yoldaşın çekirdeğinde yer aldığı Parti Merkez Komitesi durumu doğru şekilde değerlendirdi, ülkemizin temel çıkarlarını kararlılıkla savundu. 2018 Mart’tan 2019 Ocak’a kadar yalnızca 10 ay içinde, Kore İşçi Partisi Genel Sekreteri ve Devlet İşleri Komisyonu Başkanı Kim Jong-un, art arda dört kez Çin’i ziyaret etti. Bu gelişme, ABD’nin stratejik planlarını bozmuş, Kuzeydoğu Asya’da barışın sağlanması, çevremizdeki güvenliğin korunması ve ülkemiz için yeni ve önemli bir stratejik fırsat döneminin elde edilmesi açısından önemli bir başarı olmuştur.
Biz eminiz ki, Xi Jinping Yoldaşın çekirdeğinde yer aldığı Parti Merkez Komitesi, hem kendini hem de karşı tarafı iyi tanımakta, her şeye hâkim olmakta, kararlı ve dengeli şekilde yönlendirme yapmaktadır. İlkesel kararlılığı stratejik esneklikle, ısrar edilen ilkeleri gerekli tavizlerle, kısa vadeli çıkarları uzun vadeli temel çıkarlarla birleştirecek; yanılsamalardan kurtulup mücadeleye hazırlanacak; mücadele yoluyla iş birliği arayacak, iş birliği ancak mücadele yoluyla sürdürülebilir olacaktır. Böylece ülkemiz, Çin-ABD ticaret sürtüşmesinin sonunda kazananı, hatta galibi olacaktır.
(2) Çin-ABD Ticaret Sürtüşmeleri Kötü Bir Şey mi, İyi Bir Şey mi?
Çin-ABD ticaret sürtüşmeleri, tıpkı 2008 yılındaki uluslararası mali kriz gibi, sanki aniden ortaya çıkmış gibidir. Bu noktadan hareketle ve sorunu bu şekilde değerlendirenler, Çin-ABD ticaret sürtüşmelerini uluslararası mali kriz gibi kesinlikle kötü bir şey olarak görmektedir. Bir bakıma bu görüş tamamen yerindedir; çünkü Çin ile ABD arasındaki ekonomik ve ticari ilişkiler oldukça sıkıdır.
Tarım sektörü açısından bakıldığında, ABD, dünyanın en geniş ekili tarım alanlarına sahip ülkesidir; kişi başına düşen ekili arazi miktarı 10 dönümden fazladır. Çin ise kişi başına düşen ekili arazi bakımından dünya sıralamasında 126. sıranın gerisindedir; ülke genelinde kişi başına düşen ekili arazi 1,39 dönümdür; ABD’deki kişi başına düşen arazi miktarı, Çin’inkinden 7 kat fazladır. Çin’in et, kümes hayvanı ürünleri, yumurta, süt ve yenilebilir yağ gibi yan gıda maddelerinin büyük kısmı ithalatla karşılanmakta, bu alandaki ABD’ye bağımlılık oranı yaklaşık %30’dur; tarım ürünleri arasında soya fasulyesi ithalat bağımlılığı %85 gibi yüksek bir orana ulaşmaktadır; ABD’nin soya fasulyesi ihracat bağımlılığı ise %50 civarındadır ve bu ihracatın yaklaşık %25’i Çin’e yapılmaktadır. Yurt içinde üretilen et, kümes hayvanı, yumurta, süt gibi ürünlerin de hatırı sayılır bir bölümü de Çin’deki yabancı sermayeli firmalar tarafından üretilmektedir.
Sanayi sektörü açısından bakıldığında, şu anda ABD’nin açık hava eğlence sektöründe kullanılan ithal ürünlerinin %41’i giysi, %72’si ayakkabı ve çizme, %84’ü seyahat malzemesi olup, bunların tümü Çin’den gelmektedir. Çin’in ürettiği oyuncaklar, bavullar ve mobilyalar ABD pazarında sırasıyla %86, %61 ve %44’lük paylara sahiptir. Halihazırda Çin’de kullanılan iPhone sayısı 310 milyonun üzerindedir, bu rakam ABD’de kullanılan iPhone akıllı telefon sayısının iki katından fazladır. Çin, Boeing firmasından 1000’den fazla uçak satın almıştır ve Çin’de şu anda faal olan ticari büyük yolcu uçaklarının %50’sinden fazlası Boeing marka uçaklardır.
Hizmet sektörü açısından bakıldığında, yalnızca 2008 yılından bugüne kadar geçen 10 yıllık süre zarfında ABD’nin federal borcu 10,6 trilyon dolardan 22,01 trilyon dolara fırlamıştır; Çin’in elindeki ABD hazine tahvili miktarı ise 1,12 trilyon dolardır. Doların değer kazanması durumunda, Çin’in ihracat gelirleri azalacak, ayrıca yabancı sermaye büyük ölçekte ülke dışına çıkabilecektir; doların değer kaybetmesi halinde ise Çin’in döviz rezervlerinin değeri düşecektir. Genel olarak çok uluslu şirketlerin Çin’deki yatırımlarının getirisi %22’dir; 2008 yılında ABD’nin Çin’deki yatırım getirisi %33 iken, Çin’in elindeki ABD devlet tahvillerinin getirisi yalnızca %3 ila %4 civarındaydı.
ABD dünyanın en büyük dış ticaret açığı veren ülkesidir; Çin, ABD’nin üçüncü büyük ihracat pazarıdır (%8), en büyük ithalat kaynağıdır (%21) ve aynı zamanda ABD’nin en büyük ticaret açığı verdiği ülkedir (%47). Çin ayrıca ABD’nin en büyük ithalat ortağı konumundadır. [12] ABD yönetiminin, özellikle Çin ile olmak üzere, dünyayla ticaret sürtüşmelerine girişmesi, kaçınılmaz olarak dünya barışı ve kalkınmasını ciddi şekilde etkileyecek; aynı zamanda Çin ulusunun büyük gençleşmesini gerçekleştirme sürecini de olumsuz yönde etkileyecektir.
Ancak aynı zamanda olayların öteki yönünü de görmemiz gerekir. Mao Zedung şöyle der: “Bizler olaylara bütüncül bir şekilde bakmayı öğrenmeliyiz; yalnızca işlerin olumlu yanlarını değil, olumsuz yanlarını da görmeliyiz. Belirli koşullar altında, kötü şeyler iyi sonuçlara yol açabilir.” [13]
Mao Zedung’un burada bahsettiği “belirli koşullar”, doğru öznel iradenin ortaya konmasıdır. 1840’tan bu yana Çin ulusu çok fazla felaket yaşamıştır, bu elbette kötü bir şeydir. Ancak bu felaketler, Çin Komünist Partisi’nin doğmasına ve güçlenmesine, Mao Zedung’un temsil ettiği eski kuşak devrimcilerin ortaya çıkmasına, Çin halkının genel olarak uyanmasına neden olmuştur. Sonuç olarak sosyalist Çin Halk Cumhuriyeti ve ardından Çin’e Özgü Sosyalizm doğmuştur — bu ise iyi bir şeydir. “Felaketin içinde mutluluk gizlidir, mutluluğun içinde felaket saklıdır.” Uygun koşullar altında felaket ile mutluluk birbiriyle dönüşebilir. Bir anlamda, yalnızca teorik eğitim insanları bilinçlendiremez; büyük başarılar ancak büyük felaketler sonucunda doğar.
1965 yılı Şubat ayında, Dünya Bilgisi Yayınevi, “Hruşçov’un Sözleri” başlıklı üçüncü cildin yayın notlarında Mao Zedung’un şu sözlerine yer vermiştir: “Devrimci bir parti, devrimci bir halk, her zaman hem olumlu hem de olumsuz şeylerden ders ve eğitim almalıdır; ancak karşılaştırma ve kıyas yoluyla olgunlaşabilir ve zafer kazanma güvencesi elde edebilir. Biz Çin Komünistlerinin olumlu öğretmenleri vardır, bunlar Marx, Engels, Lenin ve Stalin’dir. Ama bizim aynı zamanda olumsuz öğretmenlerimiz de vardır.”; Eğer sadece olumlu öğretmenler varsa ama olumsuz öğretmenlerin etkisi yoksa, o zaman kişi gerçek anlamda bir diyalektik materyalist değildir.” [14]
Tam da bu nedenle, 18 Aralık 1970’te Mao Zedung, Amerikalı dost Edgar Snow’u kabul ederken şöyle demiştir: “Ben Demokratları sevmem, Cumhuriyetçileri daha çok severim. Nixon’un iktidara gelmesini memnuniyetle karşıladım. Neden mi? Onun da ikiyüzlü yönleri var, ama daha az. Bana inanır mısın? Nixon daha çok sert davranır, çok az yumuşaktır. Ben dünyadaki en gerici insanları severim. Sosyal demokratları ya da revizyonistleri hiç sevmem. Revizyonizmin ikiyüzlü bir yönü vardır.” [15]
Bir diğer açıdan bakıldığında, tıpkı Japonya’ya karşı verilen Direniş Savaşı gibi, Çin-ABD ticaret sürtüşmeleri ne kadar uzun sürer ve ne kadar şiddetli geçerse, Çin halkı – özellikle de her kademedeki kadrolar – o kadar fazla eğitilir. Uzun zamandır emperyalistler kendilerini uygarlığın, yüksek ahlakın ve insanlığın temsilcisi gibi göstermekte, böylece birçok insanı aldatmaktadır. Çin-ABD ticaret sürtüşmeleri sırasında ABD yönetimi ne kadar mantıksız davranır, ne kadar ölçüsüz hareket ederse, bu Çin açısından ne kadar kötü olursa olsun, aynı zamanda bize hegemonizmin gerçek yüzünü daha iyi tanıma fırsatı verir; böylece kötü olan durum iyiye dönüşebilir. Güçlü ama zorba bir düşman, aslında en iyi öğretmendir. ABD, Çin’e yönelik her çıplak sabotaj eylemiyle bu rolü oynar. Ağustos 1948’de ABD emperyalizminin uyguladığı abluka tehdidine karşılık Mao Zedung şöyle demiştir: “Biraz zorluk olmuş, ne olmuş yani? Abluka mı, buyursunlar, sekiz on yıl sürsün. Çin’in tüm sorunları çözülür o zaman. Çinliler ölümden korkmuyor, zorluktan mı korkacak?” [16]
Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana, Çin’in uzay sanayi hep Batı’nın ablukasının hedefi olmuştur; ama bugün Çin’in uzay sanayisi dünyada öncü konumdadır. Gelecek yıllarda, Xi Jinping Yoldaşın çekirdeğinde yer aldığı Parti Merkez Komitesi’nin güçlü önderliğinde, Çin Komünist Partisi ve Çin halkı, karmaşık uluslararası mücadele ortamında daha çok fırtına yaşayacak, daha fazla deneyim kazanacak ve Çin mutlaka daha da güçlenecektir. Kibirli ve kendini beğenmiş bazı hegemonik ülkeler ise genellikle istediklerinin tam tersini yaşar; farkında olmadan hep Çin’in “en iyi öğretmeni” haline gelirler.
(3) Ticari Sürtüşme Tesadüf mü, Zorunluluk mu?
Bazı yoldaşlar, ABD’nin ticaret sürtüşmesini başlatmasının temel nedenini basitçe, Çin’in ulusun büyük gençleşmesi yönündeki görkemli planını çok erken bir tarihte ilan etmesine, “Made in China 2025” planını erken duyurmasına, hatta “Güçlü Çin” gibi bir sloganı erken bir zamanda ortaya koymasına bağlamaktadırlar.
Bazı yoldaşlar da, ABD’nin ticaret sürtüşmesini başlatma nedenini, partimizin Marx’ın doğumunun 200. yıl dönümünü coşkuyla anmasına dayandırmaktadır. Onlara göre, eğer bu adımlar atılmamış olsaydı ABD kışkırtılmaz, Çin-ABD ticaret sürtüşmesi yaşanmazdı; dolayısıyla ABD’nin başlattığı bu ticaret sürtüşmesi, Çin tarafının düşüncesiz davranışlarından ve “gücünü gizle, zamana oyna” ilkesine uymamasından kaynaklanan bir tesadüf olayıdır. Bu görüşler yanlıştır, artık bir kenara bırakılmalıdır!
Marksizme göre, olayların zorunluluğu genellikle tesadüf yoluyla kendini gösterir. Çin ile ABD arasındaki bu aniden ortaya çıkan ticaret sürtüşmesi yüzeyde tesadüfi bir olay gibi görünse de, özünde belirleyici olan zorunluluktur.
Daha 13 Ağustos 1945’te, Mao Zedung “Anti-Japon Savaşının Zaferinden Sonraki Durum ve Bizim Politikamız” başlıklı konuşmasında şöyle demişti: “Amerikan emperyalizmi Çin’i Amerika’nın bir uydusu haline getirmek istiyor, bu politikayı çok önceden belirlemiştir.” [17]
1949 yılının Haziran ayında Mao Zedung, “Halkın Demokratik Diktatörlüğü Üzerine” adlı yazısında şunları dile getirmişti: “Biz, Jingyang Tepesi’ndeki Wu Song gibi olmalıyız. Wu Song’a göre Jingyang Tepesi’ndeki kaplan, onu kışkırtsan da kışkırtmasan da insanı yiyecekti.” [18]
Amerikan hükümetleri birbiri ardından sürekli değişmiş olsa da, Çin’i Amerika’nın uydusu yapma temel hedefi hiç değişmemiştir. Bu gerçeği doğru şekilde kavramak son derece önemlidir. Bana göre, ABD’nin Çin’e karşı başlattığı ticaret sürtüşmesi sadece ve sadece bir araçtır; Çin’i ABD’nin uydusu haline getirmek ise asıl ve temel amacıdır.
ABD’nin ticaret sürtüşmesini başlatmasının nedeni, Trump yönetiminin mevcut küresel ticaret düzeninin ABD’nin reel ekonomisinin gelişmesine hiç de uygun olmadığı kanaatine varmış olmasıdır. ABD, uluslararası tekelci mali-kapitalizm tarafından yönlendirilmektedir; ancak ABD’nin büyüklüğü, özellikle de finansal hegemonyası ve askeri üstünlüğüyle birlikte, imalat sanayisinin içinin boşaltılması, sanal ekonomi ile reel ekonomisi arasındaki dengesizlik gibi nedenlerle, reel ekonomi artık ülke ekonomisinin normal işleyişini sürdüremeyecek hale gelmiştir. Bu durum, ABD’de finansal krizlerin çıkma sıklığını ve şiddetini sürekli artırmakta ve nihayetinde ABD’nin rekabet avantajına zarar vermektedir.
Amerikan yönetimi, iç yapısındaki krizleri ve çöküşleri sürekli olarak dışa doğru yönlendirmekte, dışarıda düşman aramakta ve büyük ülkelerle, özellikle de yükselen büyük güçlerle çarpışma arayışına girmektedir. ABD’nin bu tür eylemleri, büyük ülkeler arasındaki sıfır toplamlı oyun mantığına ve hegemonya mantığına dayanıyor. Bu tür bir hegemonya mantığı doğrultusunda, ABD kendi dışındaki tüm ülkelerin yükselişlerini tehdit olarak görüyor. Bu kaçınılmaz bir şey. Bu nedenle Çin’in barışçıl yükselişi, özellikle Çin’e Özgü Sosyalizmin başarıları ve etkisi, ABD açısından kaçınılmaz olarak “stratejik tehdit” olarak algılanmaktadır. İşte bu, Çin ile ABD arasındaki çelişkilerin temelinde yatan yapısal, uzun vadeli ve stratejik çelişkilerdir.
Bu bağlamda bakıldığında, Çin ile ABD arasındaki ticaret sürtüşmesi tesadüfi değil, kaçınılmazdır. Bu, Çin’in gelişiminin belirli bir aşamasında, Çin ile ABD arasında ortaya çıkması zorunlu olan bir çelişkidir. Çin’in büyümesi ve yeniden yükselişe geçmesi, insanlık tarihinin olağanüstü bir dönüşümüdür. Çin, halkının çalışkanlığı, partinin doğru önderliği, sosyalist sistemin avantajları ve bağımsız kalkınma stratejisi sayesinde bugünkü gücüne ulaşmıştır. Bu başarı, başkalarını tehdit etmek için değil, halkı daha iyi yaşatmak ve insanlığa katkı sunmak içindir. Ancak hegemonik güçler, bizim bu başarımızı bir tehdit olarak görmektedir.
Bu nedenle, Çin’in ABD ile yaşadığı ticaret sürtüşmesi, yalnızca ekonomik bir çatışma değildir. Aynı zamanda gelişmekte olan ülkeler ile gelişmiş ülkeler arasındaki çelişkilerin, yeni yükselen güçler ile geleneksel hegemon güçler arasındaki çelişkilerin, özellikle de sosyalist Çin ile kapitalist ABD arasındaki stratejik rekabetin yoğunlaştığı bir çatışma biçimidir. Bu çelişkilerin hareketi sürecinde, tek tek olaylar tesadüfi olabilir ama sürecin bütünü tarihsel olarak kaçınılmazdır.
Bu nedenle, bizim yapmamız gereken şey “sakin kalmak, soğukkanlı düşünmek, bilinçli analiz yapmak ve aktif yanıtlar üretmektir”. Karmaşık ve sert uluslararası ortamda, yalnızca stratejik sabır ve uzun vadeli dirençle, ulusal çıkarları ve egemenliği koruyabiliriz. Yalnızca halkın gücüne dayanarak, her türlü dış baskıyı aşabilir, büyük hedeflerimize ulaşabiliriz.
Kaynakça:
[1] Lenin Seçme Eserler, Cilt 4, Halk Yayınları, 1995, s.148.
[2] Lenin Seçme Eserler, Cilt 4, Halk Yayınları, 1995, s.211.
[3] Lenin Seçme Eserler, Cilt 4, Halk Yayınları, 1995, s.734.
[4] Mao Zedung Askeri Yazılar, Cilt 3, Askeri Bilimler Yayınları & Merkez Yayınlar, 1993, s.50.
[5] Mao Zedung Seçme Eserler, Cilt 4, Halk Yayınları, 1991, s.1436.
[6] Mao Zedung Yazılar, Cilt 7, Halk Yayınları, 1999, s.332.
[7] Xi Jinping, ABD Ticaret Temsilcisi ve Maliye Bakanı ile Görüştü, Halkın Günlüğü, 16 Şubat 2019, s.1.
[8] Xi Jinping, ABD Ticaret Temsilcisi ve Maliye Bakanı ile Görüştü, Halkın Günlüğü, 16 Şubat 2019, s.1.
[9] Lenin Seçme Eserler, Cilt 4, Halk Yayınları, 1995, s.735.
[10] Mao Zedung Kronolojisi (1949–1976), Cilt 4, Merkez Yayınlar, 2013, s.321.
[11] Xi Jinping: Reform ve Açılmanın 40. Yıldönümünü Kutlama Konuşması, Halkın Günlüğü, 19 Aralık 2018, s.2.
[12] Yukarıdaki veriler esas olarak Xinhua Haber Ajansı Dünya Sorunları Araştırma Merkezi’nden Araştırmacı Li Changjiu’ya aittir.
[13] Mao Zedung Yazılar, Cilt 7, Halk Yayınları, 1999, s.238.
[14] Kruşçev’in Sözleri, Cilt 3, Yayıncı Açıklaması, Halkın Günlüğü, 26 Şubat 1965.
[15] Yeni Çin Kuruluşundan Sonraki Mao Zedung Yazıları, Cilt 13, Merkez Yayınlar, 1998, s.164–170.
[16] Mao Zedung Seçme Eserler, Cilt 4, Halk Yayınları, 1991, s.1496.
[17] Mao Zedung Seçme Eserler, Cilt 4, Halk Yayınları, 1991, s.1132.
[18] Mao Zedung Seçme Eserler, Cilt 4, Halk Yayınları, 1991, s.1473.